Seçime kadar “AYG”(*) uyarılarına devam-2
İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Safahat kitabını 1911 yılında yayımladı.
İstiklâl şairimizi, bu kitabı ve yüz yıl öncesini iki sebepten dolayı hatırlatıyorum.
Balkan Savaşları bu yıldan sonra başladı ve arkası çorap söküğü gibi geldi...
Çanakkale Muharebeleri, Birinci Dünya Savaşı ve ardından İstiklâl Savaşı...
Koca Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu...
Bu yılları, bu süreçleri, bu yıkılışları yaşayan hemşerim Mehmet Akif Ersoy ne diyor?
“Türk Arapsız yaşamaz, kim ki ‘yaşar’ der delidir,
Arab’ın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir.
Veriniz baş başa; zira sonu hüsran-ı mübin,
Ne hükûmet kalıyor ortada, billahi ne din!
‘Medeniyyet’ size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Arnavutlar size ibret olacakken hâlâ,
Ne bu şûride (bulanık) siyaset, ne bu fasid dava?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz,
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavudum…
Başka bir şey diyemem… İşte perişan yurdum!..”
Bu mısralardaki “ARAP” ve “ARNAVUT” kelimelerinin yerine “KÜRT” kelimesini koyarak bir daha okuyun; bakalım siz de benim gibi düşünecek misiniz? Yüz yıl önce yaşanan perişanlık bir başka şekliyle bugün de devam ediyor, bu mısraları bundan dolayı hatırlattım.
Bir de, Üstadım Süleyman Karagülle’nin bu hafta yazdığı “TEHLİKE; TÜRK-KÜRT BÖLÜNMESİ” başlıklı makalesi ve o makalede geçen “Biliniz ki bugün 1920’lerden daha büyük tehlike durumundayız…” cümlesi bu hatırlatmayı yapmama vesile oldu.
Türkiye’de yeniden seçim atmosferine girdik. Bugünlerde Balkanlar’daki komşu ülke Yunanistan’da yeniden seçim oldu ya; ne değişti?!. Hatırlatmamın ikinci sebebi budur.
BALKANLAR demek, Osmanlı Devleti’nden sonra bölünüp parçalanma ve düşmanlara yem olma demektir. Biz buna “BALKANLAŞMA” diyoruz. Lübnanlı Hıristiyan bir Arap olan Amin Malouf “ÖLÜMCÜL KİMLİKLER” adlı kitabında bu Balkanlaşmayı çok güzel açıklamış: “1980'e gelirken, bu adam şöyle derdi: 'Ben Yugoslavım!', gururla ve gönül koymadan; daha yakından sorular sorulduğundaysa Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti'nde yaşadığını ve bu arada Müslüman geleneği olan bir aileden geldiğini belirtirdi. On iki yıl sonra, savaşın en şiddetli günlerinde aynı adam, hiç duraksamadan ve bastırarak şöyle cevap verirdi: 'Ben Müslümanım!' Hatta belki de şeriat kurallarına uygun bir sakal bırakmış bile olurdu. Hemen arkasından Boşnak olduğunu ve bir zamanlar gururla Yugoslav olduğunu vurguladığının kendisine hatırlatılmasından hiç hoşlanmadığını eklerdi. Bugünse adamımızı sokakta çevirsek önce Boşnak, sonra Müslüman olduğunu söyleyecektir; düzenli olarak camiye gittiğini de belirtecektir; ama ülkesinin Avrupa'nın bir parçası olduğunu ve bir gün Avrupa Birliği'ne katılmasını umut ettiğini söylemeden geçemeyecektir. Aynı insana yirmi yıl sonra aynı yerde rastlasak, acaba kendini nasıl tanımlardı? Aidiyetlerinden hangisini en başa koyardı? Avrupalı mı? Müslüman mı? Boşnak mı? Başka bir şey mi? Belki de Balkan mı?”
Bir Arnavut, bir Boşnak, bir Balkanlı olarak ben de hemşerim Mehmet Akif Ersoy gibi yüz yıl sonra uyarılarıma devam ediyorum. “Bize düşen mübîn/açık tebliğdir.” (Kur’an;36/17)
(*) “AYG” “Asıl Yapılması Gerekenler” demektir.