İslâm düzeni (Adil Düzen) ile ayağa kalkmak…
“İslâm-cılık” adı altında “İslâm’a saldırılar” devam ediyorken, bu vesileyle önemli değerlendirmeler de yapılıyor. Onların hedefi “şer” yani başka ama bu arada “hayırlı şeyler” de oluyor. Nitekim “İslâm-cılık” adı altında İslâmî çalışmalara ve çalışanlara saldırılan bir gazetede bile, bir diğer yazar o saldırılara cevap mahiyetinde yazılar yazıyor/yazabiliyor...
Bu girizgâhı, sözü Ali Bulaç’ın son yazısına getirmek için yaptım.
Mümtaz’er Türköne’nin “İslâm-cılık” ana temalı yazılarına cevap da olabilecek aynı gazetedeki Ali Bulaç’ın yazısının başlığı şöyle: İSLAM'LA AYAĞA KALKMAK!
Ben de yazımın başlığını yazarın bu başlığından yola çıkarak koydum!
Yazarın yazısı şöyle başlıyor: “Batı karşısında uğradığımız ağır yenilgi sonucunda artık bu dünyanın Müslüman olarak ayağa kalkamayacağını, Batı'nın uzattığı asaya dayanarak yürüyebileceğimizi öne sürenler bugün fikir, bilim ve siyaset sahnesinde varlıklarını liberal, sağcı-muhafazakâr, solcu, sosyalist veya milliyetçi olarak sürdürmektedirler. / İslamcılar ise “Yenildik ama tekrar İslam'a sarılıp ayağa kalkacağız” diyenlerdir...”
Evet, İslâmcılar böyle diyenler ise ve bu görüş bize göre de doğru ise; yazarın yazının devamında yazdıklarına da dikkatle bakmamız gerekiyor: “Ancak sorun, “İslamiyet'i din olarak seçenler”in nasıl olur da İslam dinini “iman-ahlak” ve “siyaset-devlet” olarak ikiye ayırıp aslolanın iman ve ahlak olduğunu, siyaset ve yönetim olmadan da Müslümanlığın dünyadaki maksatlarının tahakkuk edebileceğini düşünmeleri, üstelik bunu anti-İslamcı bir retorik ve argüman olarak kullanmalarıdır. Bu bana iki açıdan imkânsız gibi geliyor: a) İslam bir bütündür; diğer bütün dinlerden farklı olarak imana munzam somut bir şeraite sahiptir...”
Aslında yazı bir bütün olarak nakledilmeyi hak ediyor ama benim için bu kadarı yeterlidir, meraklısı internetten yazının tamamını okuyabilir. Ama şu hatırlatması çok önemli. Yazar, ‘imanı alıp ibadet, muamelat ve ukubatı bunun üzerine inşa etmenin daha isabetli olduğunu söylemek mümkün’ dedikten sonra, şöyle devam ediyor: “Ama İslamiyet'in dünyaya ilişkin hükümlerinin olmadığını, “var ama imana göre önemsiz olduğunu”, ihmal edilebileceklerini demek başka şeydir. Bunu diyen “Kitab'ın bir bölümüne inanıp bir bölümünü inkâr etmiş” (Bakara, 85) olur.” Nokta! Evet, bize göre de bu böyledir.
“İSLAM'LA AYAĞA KALKMAK!” yazısını Ali Bulaç şöyle bitirmiş: “150 senedir İslamcılardan başka bu dünyada fikir üreten çıkmadı; Batı'da yazılmış kitaplardan tercümelerle fikir yürütmek, akademik modeller geliştirmek, politikalar devşirmek marifet değildir, bu rahat zihinlerin işidir. Tartıştığımız konu İslamcıların hata ve sevaplarının ötesinde, dinin varoluşuyla ilgili itikadi bir konudur. Ben kişisel olarak dünyevi hükümleri zımnen dahi iptal eden bir fikri savunmayı itikadi açıdan göze alamam. İslamcılığı ıskartaya çıkarmak, 150 yıldır “İslam'la ayağa kalkacağız” iddia ve davasından vazgeçmek demektir. Samimi Müslümanlar şuna karar vermeli: Dünyevi hayatı düzenleme iddiasını bir kenara bırakıp İslamiyet'i laikleştirecek miyiz, yoksa maksatlara uygun özgür, ahlaklı, adil ve birliği esas alan bir dünyanın kurulması mücadelesine devam mı edeceğiz?” Nokta!
Abdullah Aymaz, aynı gün aynı gazetede yazdığı yazıda şöyle diyor: “… Hatta ihtilafların kızıştığı bir dönemde, bazılarımızın kızıp fevrî hareketlerde bulunmamamız için; “Bakınız, biz iman-Kur'an hizmetinin böyle faydalı olacağı kanaatiyle hareket ediyoruz. Onların da bir içtihadı var, onlar da ona göre hareket ediyorlar. Hepsi de hak sayılır. Hata edenlerimiz olsa bile iyi niyetten sevap alırlar. Zaten her şey âhirette belli olacak. Belki onlar daha haklı çıkacak.” diyerek, bu yolla telkinlerle gerginlikleri düşürüyor, havayı yumuşatıyor ve muhtemel çatışma ve yanlışlıkları önlüyordu. Bunların hep şâhidi olduk...”
Her üç yazar ile de zaman zaman görüştüm/görüşüyorum; bu vesileyle onları ve herkesi “İSLÂM DÜZENİ (ADİL KUR’AN DÜZENİ) ile ayağa kalmaya” davet ediyorum…