İnsanlığın zulümden kurtulup saadete ermesi için - 2
Bu yazımız önceki yazımızın devamı olarak okunmalıdır…
Âl-i İmrân Suresi 169-171’inci ayetler üzerindeki çalışmışız söz konusu…
170’inci ayette şöyle buyruluyor: “Ferihîne bimâ âtâhumu(A)llâhu min fadlihi… / Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçlidirler…”
Allah yolunda cihat edenler öldürülmeleri sebebiyle bu taltife uğramışlardır. Cihat edenlerin hepsi aynı mertebede amele sahiptirler. Elbette karşılığını alacaklardır. Öldürülenler ise kendi amelleri ile değil, Allah’ın onlara lütfetmesiyle bu mertebeye eriştiler. Dolayısıyla bu lütuf sadece Allah’ın lütfu ve fadlı sonucudur.
Onlar ölümü göze aldılar ama bu arada ölmemek için de ellerinden geldiğince çalıştılar, ancak gerektiğinde canlarını vermekten kaçınmadılar.
İşte “müslim” ile “mü’min” arasındaki fark budur. Şehadet ise bir lütfu ilahidir. Ölümü göze alanlar o mertebeye yani şehit olmaya taliptirler demektir.
“Ve yestebşirûne / Ve istibşar ediyorlar.”
“İstibşar” kelimesi insanın sevindiği zaman yüzünde nasıl sevinç ortaya çıkarsa, işte onu ifade etmek için kullanılır. “İstibşar etmek” demek sevindirmek demektir. Şehit olanlar sayesinde dünyada başarı elde edilmiştir. Bundan haberdar edilmişlerdir.
“Ve yestebşirûne billeżîne lem yelhakû bihim min ḣalfihim / Onlara ilhak etmemiş olan kimseleri istibşar ediyorlar.”
Onlarla seviniyorlar. Hayatta kalıp zafere erişmiş olanlar, başarıya ulaşanlar için sevinç içindedirler. Biz öldük ama bizim ölmemizle onlar başarıya ulaştılar ve şimdi dünyada onların istedikleri olmuştur. Uğrunda öldürülenler zaferlerinin sevinci içinde yaşamaktadırlar. Kendilerinden sonra geleceklere bıraktıkları dünya onları sevindirmektedir.
Bedir’de ölenler sayesinde biz şimdi burada yaşıyoruz. Malazgirt’te, Talas’ta, Sakarya’da ölenler sayesinde biz burada yaşıyoruz. Biz Allah’ın yolunda “Adil Düzen”i tesis ettiğimiz zaman o geçmişte şehit olanlar bizimle istibşar etmektedirler.
Burada “ilhak olunmayanlar”dan maksat, şehadette onlara katılmayanlar, sağ kalanlar demektir. “MiN halfihim / Halflerinden” Yani onların peşlerine takılıp şehit olmayanlar, arkalarından takılmayanlar, yani zafere ulaşanlar. Ölenler ölmüş ama geri kalanlar da onların sayesinde zafere ulaşmışlardır. Ölenler geride kalanlar için ölmüşlerdir. Kendilerinden sonra gelenlerin Adil Düzen’i tesis etmeleri ile onlar sevinmektedirler. Çile çekerek, zindanlarda baskı ile öldürülmüş olanlar da böyledir. Mesela Ebu Hanife yaşadığı devirde mevcut yöneticilerin istedikleri tavizleri vermemiş ve zindanda şehit olmuştur ama şimdi cennettedir. Milyarlarca insanın onun sayesinde Allah’ın sebilinde olduğunu duydukça istibşar etmektedir.
“Ellâ havfun aleyhim / Onların üzerinde havf yoktur.” Yani, kendilerinden sonra gelenler üzerinden onlar sayesinde havf kalkmıştır. Bu manaya gelebilir. Yahut cennette olanlar için havf yoktur, korku yoktur, endişe yoktur anlamında olabilir. Savaşlarda şehit olanlar sayesinde kazanılan zaferlerledir ki, dünyada güven ortamı ortaya çıkmış, korku gitmiştir.
Şimdi biz yaşadığımız çağımızda bugün bu güvenlik ve eman ortamı içinde değiliz. Çevre kirliliği, nesil dejenerasyonu, tahrip edici silahlar ve mafya her gün bizi tehdit etmektedir. Ancak “Adil Düzen” için çalışan ve bu yolda şehit olanlar insanlığa “Adil Düzen”i getirecekleri için artık yeryüzünde havf kalmayacak, güvenlik tesis edilecektir. Buna sebep olanlar da ahirette korku duymayacaklardır.
“Vela hum yahzenûne / Ve onlar mahzun da olmazlar.” Onlar mahzun olmazlar, ümitsizlik içinde olmazlar, üzüntü içinde olmazlar. Şair, “Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakkın / Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.” dedikten sonra İstiklâl Savaşı kazanılmış ama inkılâplarla karanlık günler gelmiştir. Şimdi o karanlık günler geride kalmakta, “Adil Düzen”in aydınlık günleri gelmektedir. İşte o zaman vaat edilen günler doğmuş olacaktır. Bin yıllık “III. Binyıl Adil Düzen Uygarlığı” bu mısraların mev’udu olacaktır. İşte şimdi o günlere inanmış ve şehitliği göze almış müminler beklenmektedir… (DEVAMI VAR)