29 OCAK 2019 SALI - RNE'dan SEÇME YAZILAR
POKER OYUNU
Adı, John Neumann (1903-1957)…
Macaristan/ Budapeşte’de küçük yaşlarda yaptıkları, ileride yapacaklarının habercisiydi. Altı yaşında 8 haneli iki sayıyı aklından bölebiliyor; sekiz yaşında türev ve integral biliyordu.
20 yaşında Berlin Üniversitesi’nde kimya okurken bir gün…
Dikkatini -kağıt oyunu- poker çekti:
Bu oyunda sadece şans faktörü değil; aynı zamanda oyuncunun aldığı rasyonel stratejik kararlar önemliydi!
Peki, böyle bir oyun matematik terimleriyle tarif edilebilir miydi? Evet…
Neumann pokeri, matematiksel terimlerle ifade edebileceği düşüncesini hayata geçirdi.
Ve “Oyun Teorisi” matematiksel bir sanat eseri olarak kabul edildi. Ama Neumann’ın bu düşüncesinin eksiklikleri vardı…
Adı, Oskar Morgenstern (1902-1977)…
Almanya Görlitz’de doğdu. (Annesinin Almanya İmparatoru III. Frederick’in gayrimeşru kızı olduğu hep söylenir!)
Ekonomist ve siyaset bilimci idi.
Neumann ile Morgenstern’ın yolu, 1930’lı yılların sonunda ABD Princeton Üniversitesi’nde kesişti. İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde çalıştılar. Finansörleri Rockefeller Vakfı’ydı.
İkili 1944 yılında, “Oyun Teorisi ve İktisadi Davranış Teorisi” kitabını yazdı.
Sahi…
Fakültelerin matematik bölümlerinde “Oyun Teorisi” derslerinin konulmasına sebep olacak kadar bu kuram neden önemli?
Oyun Teorisi:
Belli ekonomik, politik ve askeri durumlarda karar vermeyi yöneten stratejik yapıların incelendiği matematiksel çerçeve…
Bitmedi.
CIA ARAŞTIRMASI
Adı, Merrill Flood (1908- 1991)…
Matematikçi idi. Princeton Üniversitesi’nde Neumann ile Morgenstern ile çalıştı.
Pentagon ve CIA’ya araştırma ve analiz sunmak üzere 1946’da kurulan RAND Corporation kuruluşunda görev yaptı.
Adı, Melvin Dresher (1911-1992)…
Matematikçi idi. Yale Üniversitesi’nde çalışırken yolu Flood ile çakıştı; RAND Corporation’da görev yaptı.
Bu ikiliye, Kanadalı matematikçi Albert William Tucker (1905-1995) katıldı. “Oyun Teorisi” temelinde “Tutuklular İkilemi” adlı strateji modeli yarattılar.
Oyunun amacı basitçe şuydu:
– Suçları ispat edilemeyen tutukluları (seçmeni) bir çıkmaza sokarak, aslında kendileri için en yanlış kararı verdirmek!

|

| Süleyman Akdemir (gmail.com), Süleyman Karagülle, tayibet erzen, Mehmet Lütfi Hocaoğlu, erbacak99, Abdurrahman Erol5 alıcı daha |
Mavi ceketli Saadet ve kırmızılaşan turuncu
29 Ocak 2019 0 Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş 
Sinan Eskicioğlu 1974 yılında İzmir'de doğdu. İzmir İlahiyat'ta lisans eğitimini tamamladı. 2003 yılından beri Almanya'da yaşıyor. Çeşitli kuruluşlarda Din Eğitim ve Öğretimcisi olarak faaliyette bulunuyor. Yayınlanmak üzere kaleme alınmış çeşitli roman ve kitapları bulunmaktadır. 
Ne yalan söyleyeyim, kıskanıyorum. Saadet Partisi’nin Ankara’daki aday belirleme toplantısından bahsediyorum. Ve oraya katılarak yerinde gözlem yapan köşe komşum Veysi Dündar’ı kıskandım doğrusu. Önemli bir toplantıya iştirak etti. Saadet Partisi’nin düzenlediği toplantının asıl önemi, önümüzdeki yıllarda çok daha net anlaşılacak. Çoğu zaman bugünü düşünerek hayıflanıyoruz, rahatsız oluyoruz, şikayetleniyoruz ama biraz daha yükseğe çıkıp ufka baktığımızda, aslında yaşanan gelişmelerin ne kadar olumlu olduğunu anlayacağız. - Reklam - İşte Saadet Partisi’nin toplantısı da, vermek istediği mesajlar da, önümüzdeki yıllar için çok olumlu gelişmelere sebep olacak. ….. Bu yazıyı isterseniz yazarının sesinden dinleyebilirsiniz de: Ses oynatıcı 00:00 00:00 Yukarı/aşağı tuşları ile sesi artırın ya da azaltın. ….. Önce Bilge Başkan’dan bahsetmek gerek: Temel Bey’i anlatan programı izlemediyseniz, tavsiye ederim, izleyin. Hayatını ve yaşadıklarını işitince, nasıl böyle dengeli ve ‘hayata başka açıdan bakan’ biri olduğunu daha iyi anlıyor insan. Eşinin varlığı, bana göre Temel Bey’e, hayata farklı noktalardan bakma imkanını kazandırmış. Ayaklarının yere sağlam basmasının sebebi: Birçok konuyu önce eşine, makul bir şekilde anlatmak zorunda kalmasından kaynaklanmış, tabii bu benim düşüncem. Tavrı, kişiliği ve olaylara yaklaşımı sebebiyle, zaten Bilge Başkan denmiyor mu kendisine? Dürüst Sami: Dürüstlük en güzel erdem. Hele yaşanan o kadar olaylardan sonra ‘dürüst’ olmak en büyük erdem de diyebiliriz. O kadar olay derken neyi kastediyorum. ‘Cemaat’ diye insanları kandıran yapının devleti ele geçirmeye çalışması, dinin insanları kandırma aracı haline gelmesi, dinden rant elde etmenin artık moda olması, dinin siyasete alet edilmesi, Ak partililerin akılalmaz tavırları, israfları ve ‘insan kurban etme’ ritüelini benimsemeleri… İşte bütün bunlardan sonra, Sami’ye atfedilen ‘dürüst’ sıfatı, kelimenin tam anlamıyla ‘cuk’ oturmuş. Peki neden Sami? Sami demek, işiten-duyan demek. Hz. Nuh’un oğlu ‘Sam’ın soyundan gelenlere verilen isimdir aynı zamanda, Sami. Sami dinler adı verilen dinler de Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’dır. Düşünülmüş, aranıp-taranmış ve özellikle seçilmiş, bana göre. Dürüst Sami, dinleyen-işiten anlamını da içinde bulunduran, bütün dinlere açık ve dürüstlüğü kendine şiar edinen örnek bir insan tipi. Mavi cepsiz ceketler: Önce maviden başlayalım, ne dersiniz. Psikoloji bilimiyle ve Psikolojinin insanlar üzerindeki etkisiyle ilgilenenler hemen anlamışlardır zaten, neden mavi. Mavi: Naziktir, dingindir ve huzurludur. İnsanı rahatlatan etkisi vardır. İncelik ve nezaketin tam karşılığı renktir, mavi. Güven ve samimiyet veren bir renktir aynı zamanda. Birçok şirket ve marka özellikle mavi rengi kullanır. Cepsizlik: Ceketlerin cepsiz olması, ceket mesajıyla birlikte düşünülmelidir. Ve verilen mesaj da çok ama çok önemli ve anlamlıdır. Neden Ceket: Ceket aslında bir sembol. Bu sembol, turuncu ile birlikte düşünüldüğünde çok büyük anlam kazanıyor. Turuncu ampül Ak Parti’nin sembolü. Kurulduğu zaman tek adamlık sistemine karşı duruşu sembolize eden aydınlıktı. Turuncu renk de enerjinin ve yeniliğin işaretiydi. Güneşin doğma zamanındaki gibi, yeniden doğuş ve yenilik. O zamanlar, hatırlarsanız en çok konuşulan konu da ‘gömlek değiştirmek’ti. Yani eski Milli Görüş’çü kadrolar, gömlek değiştirerek yeni bir parti kurmuşlardı. Yeni parti ile yeniden doğarak, tek adamlık sisteminden, birlikte düşünmeye, istişareye geçilecekti. Aradan geçen zamanda Ak Parti kadroları ve Ak Partililer çok değiştiler. İnsanlar gerçekten onları tanıyamaz oldu. Gidişattan memnun olmayanlar bir bir ayrılmak zorunda kaldılar ya da partinin içindeki ‘kırmızı’ bir grup, bu insanları partiden dışlayarak kendi hegamonyalarını genişlettiler. Mütevazı, erdemli, efendi olma yerine lüks ve gösteriş, günü kurtaran söylemler ve ‘güç bende artık’ diyen He-man çizgi film karakteri hallerine büründüler. Ayrılanlar da sustular ya da susturuldular. Üzerine çok konuşulması gereken Aydın Ünal olayı bunun en son örneği. Gittikçe büyüyen bu kitleye verilen mesajdır cepsiz ceketler. ‘Üzerinizde taşımak zorunda kalacağınız bütün fazlalıkları bırakın ve gelin, cepsiz ceketler sizleri bekliyor’ diyor aslında Saadet Partisi. Lüks, gösteriş unsuru olan bütün fazlalıkları bırakıp gelin. Gömlek de değiştirmeyin. Bakın, sizler için özel hazırlanmış ceketler gelmenizi bekliyorlar. Turuncu’dan çıkmış olan parti artık kırmızılaştı. Sıcaklık arttı, insanlar agresifleşti, duygusal yoğunluktan dolayı hataların önü arkası kesilmiyor, dikkat çekmek için herşeyi yapar oldular, çünkü artık kırmızılaştılar. Bunlardan rahatsız olan ve sayısı gittikçe artan geniş kitle, gelin ve mavinin dinginliğini, nezaketini, güven ve samimiyetini hissedin…. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, adaylar şehirlerde belediye başkanlığını kazanmasalar bile, gelin ve tarafınızı belli edin. İbrahim peygamberin ateşini söndürmeye giden karınca gibi, sizler de tarafınızı belli edin… Sevgi ve Bilgiyle kalın |

|
Verdana
|
|

| 10:41 (21 dakika önce) | | 

|
Alıcı: Süleyman, Süleyman, tayibet, Mehmet, erbacak99, Abdurrahman, Ayşenur, Ahmet, m.zübeyr, zeynep, fatmaerol81 
|
|
Ahmet Taşgetiren
ahmettasgetiren@karar.com
İslâmi kesim ve adalet
29.01.2019 Salı 00:02 - Son Güncelleme: 29.01.2019 Salı 09:16
-A+
60
YORUM YAZ
Devrim süreçleri her zaman hukuku çarpıtır.
Cumhuriyet devrimlerle başladı, hukuk da araç olarak kullanıldı.
Dindar insanlar bu süreçte büyük acı yaşadı.
Hukuk siyasi muhalifleri biçmek için de kullanıldı. Bunda da “İslâm aidiyeti” biçmelere maruz kaldı.
Dindar insanların iktidarda olduğu son 16 yıl da hukukun sancılarına tanık oldu. Bir boyutu ile eski süreç, yani dindarlara karşı hukuk işledi. (2008’de iktidardaki partiye kapatma davası açıldı) Sonra Ergenekon sürecinde İktidar – PDY (Paralel Devlet Yapılanması) birlikteliği ile hukuka “kumpas” kuruldu. Ve sonra 15 Temmuz hukuku dönemi... Olağanüstü hal, KHK ihraçları, mor beyin tutuklamaları, iltisak, irtibat gerekçeleriyle yaygın gözaltılar, tutuklamalar...
***
Bir islami kesim – camia var. İslâm adalet konusunda çok duyarlı. Müslümandan “Adaleti ayakta tutma”sını istiyor Allah’ın kitabı. İktidarda “islami kesim”in siyasi uzantısı var. AK Parti, çıkışta “dini bir tanımlanma”yı dışlasa bile, adında “Adalet”var, nihai planda da yapılıp edilenler “Müslümanlar”a mal ediliyor.
Peki islami kesim, şu andaki hukuk – adalet uygulamaları konusunda ne düşünüyor?
Ben dahil, bu çerçevede değerlendirilecek kimi köşe yazarlarımız tepkileri göze alarak zaman zaman itirazlarımızı dile getirdik. Ama adaletsizlikler karşısında yeterli duyarlılığın gösterilmediği suçlamalarına da maruz kaldık. “İktidar dili” kullanıldığı ifade edildi. “Kendine Müslüman – Kendine demokrat” ifadeleri kullanıldı. “İçerden” eleştiriler kimi zaman “trol dili” ile boğulmak istendi. “Gizli FETÖ’cü – Kripto” damgası birilerinin elinde hazırdı.
İslâmi Camia bünyesinde çıkan HAKSÖZ dergisi, 334’üncü Ocak sayısını bu konuya ayırmış. “Merhamet ve Adalet Dengesinde Hukukun Değeri” kapak sözü ile çıkmış.
Dergi adına yazılan yazının özünü şu ifadeler oluşturuyor denebilir:
“Sadece yakınlarımız, sevdiklerimiz, bizden bildiklerimiz için değil, herkes için, icabında hiç hoşlanmadıklarımız, sevmediklerimiz için de tutarlılıkla adalet talep etmeliyiz. Allah’ın bütün kullarına adaletle davranmak şahitlik bilincinin yükseldiği bir sorumluluktur.”
Dergide daha geniş bir incelemeyi Bahadır Kurbanoğlu yapmış. Ona göre bu dönemde “Hukukun çiğnenen en temel kaideleri” şunlar:
-Adil yargılama
-Masumiyet karinesi
-Suçun şahsiliği
-Lekelenmeme hakkı
-Suçun öngörülebilirliği
Bu dönemde de “Siyaset – Medya – Yargı Üçlüsünün ideolojik davranma geleneğinin ihya edildiği” görüşünü savunan Kurbanoğlu, bu zeminin muhafazakar camialarda doğurduğu zihinsel yapının koordinatlarını şöyle sıralıyor:
-Onlar bizi ele geçirselerdi ne yapmazlardı ki.
-Eğer hak tespitini kılı kırk yararak yapmaya kalkışırsak, güvenlik ve bekamız tehdit altında olmaktan kurtulamaz.
-Geçmişe dönmek istemiyorsanız hali hazırdaki hukuksuzluklara tahammül etmelisiniz.
-Abartılı bir mağduriyet edebiyatı var. Olağanüstü dönemlerden geçiyoruz. Elbette hatalar olacak.
-Bu tarz eleştirilerle FETÖ ile mücadeleyi sulandırmamalıyız.
-Reel politik böyle bir şeydir. Bilmediğiniz arka planlar var. Bilip bilmeden sesimizi yükseltip yanlış bir konumlanma içinde olmamalıyız.
-İtidalli olalım ve düşmanın eline koz vermeyelim.
-Daha yolun başındayız; katedilecek çok yol var.
-Yargıdaki hatalar meselesi sadece bugünün konusu değil ki her zaman mevcuttu.
-Bunlar bizi ele geçirselerdi kıtır kıtır keserlerdi.
Bu tavırları “Olay mahallini ıslık çalarak terk etme” diye niteleyen Bahadıroğlu, bunun bir düşünüş biçimi haline geldiğini ve oradan yola çıkınca da, her somut olaydaki hukuksuzluğa bir gerekçe üretildiğini ifade ediyor. Mesela, Büyükada olayı için “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz”, Kavala için “Sorosçuları savunmak bize mi düştü?”, Kuytul için “Saçma sapan siyasi ... görüşleri var”, Hizbü’ttahrir için “Hilafeti savunmak suçsa bunda da çok ısrarcı olmamak lazım” gibi gerekçeler...
Ben bu kendi kendine bakış hamlesini çok önemli buldum. Sonuçta bizler kendi hasabımıza da bir hayat – memat değerlendirmesi yapmak durumundayız. Emin olun ruz-i mahşerde herkes tek başına yargılanacak!
Reşat Erol <resatnurierol@gmail.com>, 29 Oca 2019 Sal, 10:17 tarihinde şunu yazdı:


| 10:48 (14 dakika önce) | | 

|
Alıcı: Süleyman, Süleyman, tayibet, Mehmet, erbacak99, Abdurrahman, Ayşenur, Ahmet, m.zübeyr, zeynep, fatmaerol81 
|
|

Nuh ALBAYRAK
nuhalbayrak@stargazete.com
AK Parti de aynı akıbete mi ilerliyor?
29 Ocak 2019 Salı
Rahmetli babam, “Anadolu feraseti”nin müşahhas örneğiydi.
Mesela 1973’te, eğitim için köyden ayrılırken, “Sana, doğru bilgilerle dolu bir kitap verirler ama birkaç zehirli cümle sıkıştırırlar; zehirlenirsin” diye uyarmış ve Abdülhamid Han’ın gönderdiği Osmanlıca “Mızraklı İlmihal”i vererek, “Bunu oku; uygula. Başka dinî kitap okuma” demişti.
Bu uyarı olmasaydı ben şimdi FETÖ’den yargılanıyor olabilirdim.
***
Tek parti dönemindeki CHP zulmünü iliklerine kadar yaşamış olan babam, bir sohbetimizde yarım asırlık gözlemini şöyle aktarmıştı:
“Halk Partisi’nin muhtarları bile çok zalimdi. İstediklerinin tarlasına, hatta namusuna el koyarlardı.
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle rahat nefes aldık.
Ama ne gariptir ki, ikinci iktidar döneminde onlar da efelenmeye, kendilerini üstün görmeye, yakınlarını kayırmaya başladılar.”
Babam bu gözlemini şöyle bağlamıştı:
“12 Eylül’den sonra Özal’ın başbakan olması, Menderes’in gelişini hatırlattı; ferahladık.
Ama (ikinci dönemde) görmeye başladığımız davranışlar hiç iyiye alamet değil…”
Tarihin tekerrürü mü?
Bu sohbeti 30 yıl sonra niçin hatırladım dersiniz?
Aslında babam, her dönemde uygulanabilecek bir formül vermiş.
Altını çizdiği “güç zehirlenmesi”nin ana unsuru “insan” olduğuna göre, aynı tehlike; yıllardır iktidarda olan AK Parti için de geçerli demektir.
Son yıllarda milletin verdiği “mesaj”lar da bunu doğruluyor.
7 Haziran’dan sonra, 24 Haziran’da da Genel Başkan’a verilen yüzde 52,6 oyun, parlamentoda 42,6’ya düşmesi, sadece “ittifak” ile izah edilemez.
AK Parti bu sonuçla eski sistemde iktidar olamazdı.
Nitekim Sayın Erdoğan, AK Parti Genel Başkanı seçildiği 18 Ağustos’tan bu yana, partideki yıpranmaya dikkat çekiyor, “metal yorgunluğu” paydasında topladığı olumsuzlukları bertaraf etmeye çalışıyor.
Şikayetler hep aynı…
Ne var ki, milletin daha hassas davrandığı mahalli seçim öncesinde seslendirilen memnuniyetsizlikler, bu çabaların tam olarak sonuca ulaşmadığını gösteriyor.
Şikayetler “bazı partililerin yaşam standartlarının çok değiştiği, istihdam imkanlarının sadece partililer için kullanıldığı ve kendini farklı görenlerin çoğaldığı” iddialarında yoğunlaşıyor.
Siyaset; maddi fedakârlık gerektiren bir hizmet iken aksi örneklerin çoğalması, doğal olarak şüphe çekiyor.
İstihdamda ise liyakat esas alınmalı. Ama “yerli ve milli sadakat” aranması da artık normaldir.
Ancak millî ve yerli duruş, tek partinin tekelinde olamaz.
Darbe ve terör karşıtlığının göstergesi olan FETÖ, PKK ve DEAŞ gibi bütün terör örgütlerine ve emperyalizmin kuşatmasına karşı dik duran her “liyakatli birey” istihdamı hak ediyor demektir.
Eski Türkiye hastalığı olan “Hamili kart yakînimdir” yöntemini hatırlatan uygulamalar milletin güvenini zedelemektedir.
Ölçü samimiyettir
Bu şikâyetlerden bir kısmı, beklediğini bulamayanların yakınmaları olabilir.
Ama partideki önemli isimlerden Özhaseki de, "Bazı arkadaşlarda bir hava başladı. Bu neyin saltanatı" diye yakınıyor.
Daha da önemlisi, AK Parti’yi kuran ve bu günlere getiren lider, her fırsatta “tevazu”dan, “milletten biri” olmaktan bahsediyor ve ısrarla “Gönül Belediyeciliği” vurgusuna ihtiyaç duyuyor.
Bu yozlaşma, takma tevazularla “katlanılan” seçim ziyaretleriyle bertaraf edilemez.
Sayın Erdoğan’ın ilk günkü samimiyetini aynen koruduğunu gören milletimiz, göstermelik davranışları hemen fark ediyor.
Alternatifsizlik risktir
Her şeye rağmen başarılı sonuç alınması, lidere olan teveccühün devam etmesi ve milletin güveneceği alternatifin olmamasındandır.
7 Haziran’daki net mesajdan sadece 4 ay sonraki seçimde, AK Parti’ye gösterilen teveccühün sebebi de budur.
“AK Parti’ye vermeyecektim ama pusulaya baktım; mecburen yine verdim” diyen o kadar çok ki...
Bu, sağlıklı bir başarı değildir.
Alternatifsizlik, parti için geçici bir avantaj olsa da, partililer için ekstra vebal getirir, milleti çapsızların eline düşürmemek için daha fazla itina gerektirir.
Aksi takdirde iktidar kaybedilmekle kalmayacak, nefsine yenilen partililerle birlikte, bütün muhafazakârlar da yenilmiş sayılacak.
NOT: Bilvesile, vefatının 5. yılında babam için dua istirham ederiz.