“Adil Düzen İlmihali Adalet ve Hukuk’a dayanır” ile devam ediyorduk:
“Din anlayışı konusuna gelecek olursak, bu alanda hukuk ve adaletin tesis edilmesi nasıl olur ve olmalıdır?
Mutlak Varlık olan Yaratıcı, dinlerle dünyada hukuku tesis etmeyi hedeflemiştir. Dinlere karşı olanları hukuksuz oldukları için uyarmış ve tekrar tekrar uyarıcılar göndermiştir. Bunu kitabi dinlerle yaptığı gibi, kitabi dinlerden önce göndermiş olduğu peygamberleriyle de yapmıştır. Bu peygamberler çeşitli zaman ve mekânlarda ilahi emirleri insanlara aktarmışlardır. Kutsala dair olan tarih silsilesi, bu yüzden dünyanın çeşitli coğrafyalarında değişe değişe bugüne kadar gelmiştir.
Kur’an’da tekrar tekrar vurgulanan ve uyarılan davranış şekli ‘yanlış şekilde uygulanan dini kullanma tarzı’dır. Bundan dolayı da ayetlerde sürekli Hristiyanlardaki ve Yahudilerdeki ‘din adamlığı’ sınıfına vurgu yapılmıştır.
‘Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur dediler’. ‘(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır’. ‘Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele’. (Tevbe, 30-31-34)
Bu ayetlerde belirtilen konular hukuk ve adaletin işlevini yitirdiği ve hukuksuzluğun hâkim olduğunun ispatıdır. Din, dinsel alan, kutsal alana dair güç ve konum sadece ve sadece Mutlak Varlık olan Rabb’e aittir. Dinsel alandaki hukuk ve adalet dediğimiz de, işte tam budur.
İslam anlayışlarındaki yanlışlıklar, herkes aynı yanlışı yaptığı için, mübah durumuna çıkmaz.
Dinsel ve kutsal alana dair olan bütün salahiyet Mutlak Varlık olan Rabb içindir.
Yahudilerin ve Hristiyanların yaptığı yanlışların aynılarını bugün Müslümanlar yaptığı için, Adil Düzen İlmihali hukuk ve adaleti savunarak, yanlış İslam anlayışlarını uyarmaktadır.
Ne Diyanet ne de dini grup/cemaat/ ve tarikatlar Mutlak Varlık olan Rabb’in salahiyet alanına tecavüz edemezler.
Dini rant, güç ve konum elde edemezler. Onların yaptığı bu davranış, Rabb’in dinsel/kutsal alanına tecavüzdür ve hukuksuzluktur.
Mutlak Varlık Rabb, insanların alanına müdahale etmemiş ve onu geniş yetkilerle donatarak özgür irade vermiş ve bununla ona günah işleme yetkisini tanımıştır. Ancak bir şartla, kendi alanına tecavüz edilmesini men ederek.
İslam ilmihallerinde ve dini grupların/cemaatlerin eserlerinde işlenenler, her zaman Yaratıcı Rabb adına ahkâm kesme ve O’nun adına hüküm verme üzerinedir.
Rabb, gönderdiği hükümlerle hukukun sınırlarını çizmiştir. Ama buna rağmen bu eserlerde TANRI ADINA karar verenler ve hüküm verenler vardır.
İşte Adil Düzen İlmihali’nin hukuk ve adalet anlayışı bu yüzden çok önemli ve etkilidir. Kişinin özgürlük alanı ve günah işleme yetkisi kulun hakkıdır.
Hiçbir fani, bir diğer faniyi, Yaratıcı Rabb adına uyararak dini telkin etme hakkına sahip değildir.
Bu, özgür iradenin ihlalidir.
Her kişi kendi hayatından sorumludur ve kendi hayatı hakkında söz sahibidir.
Adil Düzen İlmihali bu bakış açısı ile kişilerin özgürlük alanlarını hukukla sabitlemiştir. Bu durum, sadece dine yakın olan-dindar olan kişiler için geçerli değil, aynı zamanda dindar olmayan insanlar için de aynı kurallar geçerlidir.” (Sinan Eskicioğlu)
Devamı var...