Diktatörlük ve “Adil (Ekonomik) Düzen”
Toplulukta sosyal gruplar oluşur. Her grup kendi mensuplarını korumaya başlar. Başarılı gruplar diğer grupları eriterek kendileri büyürler. Öyle bir gün gelir ki bir grup diğer grupları hepten ortadan kaldırır ve yönetimi tamamen ele geçirir.
Bu iki yolla gerçekleşir.
Birinci ve olması gereken normal durum şöyledir: Topluluğa katılan mensuplarına “ÇOK İYİ İMKÂNLAR SAĞLADIĞI” ve “ADİL BİR YÖNETİME SAHİP OLDUĞU” için büyümektedir. Halk onlara iyiliklerinden ve adaletlerinden dolayı katılmaktadır.
Bir de ikinci ve anormal bir durum vardır ki o da şöyledir: Grup güçlü bir grup olur, kendi grubunu sıkı disiplin altına alır. Karşı tarafı ise korkutarak onları eritir ve yok eder.
Korkutarak güç oluşturan ve böylece hâkimiyetini kuran kimseler aslında çok azdır. Bunu yapanlara “diktatör”den çok “terör başı” gözü ile bakılır.
Böyle diktatörler genellikle dışarıdan beslenirler. Sovyetler döneminde Lenin ve Stalin böyle Batı sermayesi yani sömürü sermayesi ile sosyalizmi, daha doğrusu komünizmi getirdiler. İnsanları zorla hâkimiyetleri altına aldılar ve devleti diktatörlükle yönetip büyüttüler. Halkına zulmeden Stalin’in ordusu bir başka ülkenin değil Rusya’nın yani bizzat kendi halkının ordusu idi. Komünizm zulmünün ne olduğunu iyi bilen ve bizzat yaşayan bir ailede yani eski Yugoslavya’da doğup çocukluğumun ilk yıllarını orada yaşamış biri olarak yazıyorum bu satırları. Nitekim babam sadece ve sadece komünizm zulmünden kaçmak için Türkiye’ye hicretimize karar vermiş ve çok büyük mücadelelerden sonra bunu başarmıştır.
Asıl büyük diktatörler çok iyi bir başkanlık önderliği ile grubunu büyütür, diğer gruplar da mecburen ona katılırlar. Başkanın yakın çevresinde bir grup oluşur. Bunlar başkanı ablukaya alırlar. Başkanı büyütmeye başlarlar ve öylesine büyütürler ki; artık onlar onun yani başkanın adına yönetime başlarlar. İşte “asıl diktatörlük” bundan sonra başlar. İsim başkanın olur ama başkan aslında hiçbir etkiye sahip değildir veya etkisi olsa da aslında bu etki çok azdır. Onu istismar eden etrafındakiler yönetimi tamamen ellerine alırlar.
Halk; ‘Bizim başkanımızın kendisi çok iyidir ama çevresi bozuk ve kötüdür!’ demeye başlar. Nitekim olduğu kadarıyla Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün diktatörlükleri böyledir. Zamanla bu diktatörlük yıkılarak demokrasiye geçildi. Türkiye’de o dönemdeki Sovyetler Birliği, Almanya, İtalya’da ve benzerlerinde olduğu gibi bir diktatörlük oluşmadı.
Diktatörlüğü yasalar oluşturmaz.
Mevcut yasalardan yararlananlar çıkar şebekesi kurar ve diktatörlüğü oluştururlar.
Türkiye yıllardır “terör belâsı” ile boğuşmaktadır…
Terör örgütü bilindiği ve görüldüğü üzere “diktatörce” yönetilmektedir…
Çevremizdeki ülkelerde ve dünyada ne kadar “diktatör” var diye düşünmek yeter…
ABD başta olmak üzere, “demokrasi” ile yönetildiği iddia edilen Batı ülkelerinde ne kadar “demokrasi” olduğunu varın siz düşünün… (Bkz. Konu ile ilgili bu köşedeki yazılar.)
***
Diktatörlükle ilgili bu acı gerçekleri neden hatırlattık?
Elbette “ADİL DÜZEN”de adil bir yönetimin nasıl olması gerektiğini bu vesileyle bir kere daha anlatmak için hatırlattık; umulur ki birileri bu hatırlatmalardan nasiplenir…
“ADİL DÜZEN”de meclis seçilmiş âlimlerden oluşur. Meclisteki grupların başkanları “ilmî şura”yı oluşturur. Başkanı sıralama usulü ile grup başkanları seçerler. Başkanlığın tamamlanması için bölgelere ordu komutanlarını atarlar. O bölgeden olmayan halk o komutanlara biat ederler. Bütün halk biat edince başkanın başkanlığı tamamlanmış olur.
Devletin iki yönlü yapısı vardır; sivil örgütlenme ve askeri örgütleme. Başbakan var, bir de genelkurmay başkanı vardır. Başbakanlık askere, asker de başbakanlığa karışmaz. Başkan, barış döneminde devleti “parlamenter sistem” ile savaş döneminde “başkanlık sistemi” ile yönetir. Yani ülke o andaki “savaş” veya “barış” dönemine göre “başkanlık sistemi” veya “parlamenter sistem” ile yönetilir. Mesele bu kadar basittir ama anlayanlara…