|
|
Muhterem İstanbul Tüccarları! |
|
Reşat Nuri Erol resaterol@akevler.org |
EYLÜL 2009 |
|
|
|
Kriz biterken!..
Reşat Nuri EROL
01.09.2009
Başlığa bakıp sakın aldanmayın!
Kriz bir zamanlar fî tarihinde başladı, şimdi de bitiyor iddiasında değilim.
Bize göre gerçek anlamda bir kriz başlamadı ki bitsin.
Bu köşenin müdavimi olanlar bilir; bizim meselelere bakışımız hep farklı olduğu gibi “kriz meselesi” söz konusu oldu mu, bu meseleyi de hep farklı değerlendirdik.
Nitekim bu yazımızda da “kriz meselesi”ne farklı bir pencereden bakacağız.
Gün geçmiyor ki yerli veya yabancı bir ekonomi uzmanı(!) şu malum ve de meşhur “ekonomik kriz” konusunda yorum yapmasın. Artık kanıksadık.
Fala bakar gibi yorumlar ve değerlendirmeler yapılıyor…
Kriz bitti, bitiyor, bitecek; veya kriz yeniden başlıyor, başladı, başlayacak; ya da kriz bitmedi, bitmeyecek, dalgalı bir şekilde devam edecek!..
Krizle ilgili daha neler neler…
Her biri her gün farklı bir şeyler söylüyor…
Söylemesine söylüyor da; acaba kimin adına söylüyor?..
Bu kadar söylem arasında bu büyük(!) kriz uzmanlarından hangisine inanalım?!.
***
Küresel kapitalizmin kalbi neresi?
Elbette ABD; küresel sömürü sermayesi oraya çöreklenmiş.
Küresel sömürü sermayesi dünya çapında gerçekleştireceği bütün operasyonları burada planlıyor, organize ediyor, harekete geçiriyor ve bütün dünya ülkelerine ihraç ediyor.
Bütün bu yapılanların sebebi veya sebepleri var.
Barack Hüseyin Obama ABD başkanı seçilmeden önce ve seçildikten sonra, bu köşede değerlendirme yazıları çıktı. O yazıları okuyanlar hatırlasın; okumayanlar arşivden bakıp okusun. O yorumlarımızda önemli değerlendirmeler ve hatırlatmalar yaptık. Bu değerlendirmelerin ışığında bugünlere geldik ve şimdi de özellikle “kriz meselesi” ile ilgili farklı değerlendirmeler yapıyoruz…
Barack Hüseyin Obama ABD başkanı seçilmeden, hattâ aday bile olmadan önce, ABD’de ve bütün dünyada “suni bir ekonomik kriz” çıkarıldı.
Bu kriz çıkarılırken gaye ve hedef neydi?
Ana gaye ABD’deki başkanlık seçimlerine etki etmek, Amerikan halkını korkutmaktı. Dediğimiz gibi; aynen 11 Eylül’de kendi kulelerini kendi kendine yıkma operasyonuna benzer şekilde, bu operasyon yani “kriz” de tamamen suni bir kriz idi, kendilerince çıkarılmıştı. Obama’nın başkan seçilmemesi için planlanmış ve uygulamaya geçilmişti…
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı, ABD halkı kandırılamadı, Obama seçildi.
***
Barack Hüseyin Obama ABD başkanı seçildikten ve Beyaz Saray’a geldikten sonra da küresel sömürü sermayesi yöneticileri suni krize devam etmek istemişlerdir...
Ama baş edemeyeceklerini anlayınca, şimdilik teslim oldular.
Şimdi yeni planlar kuruyorlar...
İnternete girin, Google’da arama yapın, “ekonomik kriz” diye yazın; karşınıza derhal ekonomik kriz ile ilgili bir milyon 300 bin sonuç çıkar!
Daha ilk sayfadaki ilk on sonuçtan birincisi;
“Ekonomik kriz tsunami gibi geliyor…” diye başlar; sonra “ABD’deki bu kriz, 1929’dan sonra yaşanan en büyük ‘ekonomik kriz’ olarak nitelendiriliyor. Dünya, en ağır ekonomik bunalımını 1929’da yaşadı…” şeklinde devam eder gider…
Yine birinci sayfadaki bir yorumun başlığı aynen şöyledir:
“Büyük ‘ekonomik kriz’ bir ABD aldatmacası mı?” (11 Ekim 2008)
Değerlendirmenin devamı şöyle:
Amerikalılar diyor ki;
“Bu tarihin en büyük ekonomik krizi. Öyle ki 1929 krizi bile gölgede kalacak...”
Amerikalılar(!) böyle dediğine göre, çare yok, size inanmak düşer; inanacaksınız!..
Kriz bitmedi(!), ama bitecek(!); değerlendirmem de bitmedi, devam edeceğim…
***
Kriz Türkiye’yi ne kadar etkiledi?
Reşat Nuri EROL
06.09.2009
Kriz ABD’de başladı veya başlatıldı ve dünyaya ihraç edildi. ABD’de sömürü sermayesi ile halk savaştadır. Bu mücadele, bu ekonomik savaş sonunda ya halkın zaferi ile sonuçlanır veya Amerika Birleşik Devletleri dağılır gider...
Sermaye uzun zamandan beri ABD askerini kendi çıkarı için kullanmaktadır ama ABD halkı da giderek uyanmakta, kullanıldığını anlamaktadır.
Bu uyanış zirveye ulaştığında, sömürü sermayesinin tahakkümü sona erecektir.
Bundan dolayı sermayenin bu son çatışmada galip geleceğini sanmıyorum.
ABD Başkanı Obama’nın nasıl seçildiğini bu köşede yazdım; merak edenler o yorumlarıma bakabilirler.
İşte o yorumlarımın ışığında bugün diyorum ki; Obama, dolayısıyla ABD halkı iki sene içinde sermayeye karşı büyük bir savaş vermek zorunda kalabilir…
Göründüğü kadarıyla, sömürü sermayesi tarafından oluşturulan suni ekonomik kriz sona ermek üzeredir.
Dünyadaki etkisi giderek azalmaktadır.
Böyle giderse, bir müddet sonra etkisini kaybedecektir.
Kriz Türkiye’de de etkisini kaybetmektedir.
Bugünkü yazımda asıl bu konu üzerinde durmak istiyorum; krizin Türkiye’ye etkisi veya etkisizliği…
***
Kriz genel olarak Türkiye’yi etkilemiş ama Anadolu’ya uğramamıştır.
Bunun iki önemli sebebi vardır.
Birincisi; Anadolu ekonomisi dışa bağımlı değildir. Erbakan’ın çalışmaları sonunda Anadolu ekonomide bağımsızlığını önemli ölçüde elde etmiştir.
Millî Görüş Hareketi, “her ile ve her önemli ilçeye bir fabrika” hamlesiyle yola çıkmıştı: Zamanla her il ve ilçemizde “sanayi siteleri” kuruldu. Bu hamle yakın dönemde “halk holdingleri” hâline dönüştü. Güzel bir örneği bu vesileyle hatırlayalım: Geçen gün (31.08.2009) Millî Gazete’nin ekonomi sayfasında İttifak Holding’in halka daha çok açılması haberi vardı. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na (İMKB) kote olan İttifak Holding hisselerinin en geç önümüzdeki Ekim ayında işlem görmesi planlanıyor; yüzde yüzü halka açık olan holding hisseleri gelecek ay alınıp satılmaya başlanacak…
İkincisi ise; Anadolu’nun dış ticareti Batı’dan çok Doğu’ya, Ortadoğu’ya ve Afrika ülkelerine dayanmıştır.
Sömürü sermayesinin oluşturduğu suni kriz Doğu dünyasında Batı ülkelerinde olduğu kadar etkili olmamıştır. İşte bu önemli sebepten dolayı Anadolu’daki halk ve KOBİ (küçük ve orta ölçekli işletmeler) ekonomisi “küresel kriz” karşısında çok az etkilenmiştir.
Kriz İstanbul’a, İstanbul ekonomisine etki etmiştir. Çünkü İstanbul ekonomisi ihracata ve ithalata dayanmaktadır; ayrıca ihracatını da Batı’ya dayandırmıştır. Bununla beraber bazı firmalar iflas etmiştir. Ancak bazı firmalar da fırsattan istifade ederek büyümüştür. Dolayısıyla İstanbul’a bile kriz çok az etki etmiştir.
Bu arada Merkez Bankası her nasılsa doğru iş yapmış, kademe kademe faizleri düşürmüştür; hâlen de düşürmeye devam etmektedir...
***
Ayrıca ve en önemlisi, Türk ekonomisi “sermaye ekonomisi”nden çok “HALK EKONOMİSİ”dir. Dolayısıyla dışarıdaki krizlerin Türkiye’ye etkileri sanıldığı kadar fazla değildir. Türkiye bu bakımdan, yani “halk ekonomisi” bakımından dünyadaki en güçlü ekonomidir.
Bugüne kadar gerçekleşen o kadar ağır darbelere rağmen, 28 Şubat ve Ergenekon’a rağmen, Anadolu holdingleri iflas ettirilememiştir.
Varlıklarını sürdürmüşlerdir.
İttifak Holding örneğinde de görüldüğü üzere, halk holdingleri yeniden canlanmaktadırlar.
Krizin dünyaya etkisinin beklendiği kadar olmaması, dünyadaki sermaye sömürüsünün adım adım sona ermekte olduğuna işarettir.
Hele krizin Türkiye’ye en az etki etmesi, ekonomik alandaki tek çare, çözüm ve kurtuluşun “HALK EKONOMİSİ”ne geçişte olduğu varsayımımızı açıkça desteklemektedir.
***
Kriz bir aldatmaca mı?
Reşat Nuri EROL
07.09.2009
Kriz ile ilgili ilk yazımın (01.09.2009) son paragrafında, “Büyük ‘ekonomik kriz’ bir ABD aldatmacası mı?” başlıklı bir değerlendirmeden söz etmiştim.
Değerlendirmenin bizi ilgilendirmeyen kısımlarını geçiyorum.
Asıl üzerinde duracağım kısım, dünya çapındaki büyük ekonomik krizin bir aldatmaca, bir komplo olabileceği bölümü olacak.
“Şimdi gelelim konunun (yani büyük krizin) “komplo teorisi” bölümüne.
Ekonomistler gazete sayfalarında ve TV ekranlarında kriz tahlilleri yapıyorlar.
Kimi çok güzel anlatıyor, anlıyoruz; kimi hiç anlamadığımız teknik terimlerle kafamızı allak bullak ediyor.”
Evet, aynen öyle; ya görevli veya kiralanmış, ya da kalemini satmış sözde ekonomistler güya kriz tahlilleri yapıyorlar.
Ama aslında hiçbir şey yapmıyorlar.
Sadece halkın kafasını karıştırıyor, allak bullak ediyorlar.
Zaten asıl görevleri de o değil mi?
Ortalığı, ortamı ve kafaları karıştırıp bulandırmak...
Böylece bulanık suda balıkların yani halkın avlanmasını sağlamak...
***
“Ben bazılarına soruyorum, ‘Bu işin (sözde büyük krizin) sonunda ne olacak, kim kârlı çıkacak?’ diye. Bazı ekonomistler “Sonuçta ABD kârlı çıkar” diyor.”
Aynen öyle.
Sonunda bu “sözde büyük ekonomik kriz”den ABD yani ABD’yi yöneten küresel sömürü sermayesi kârlı çıkacak gibi görünüyor...
Ama bana sorarsanız, bu aynı zamanda sömürü sermayesinin son oyunu olacak.
Çünkü giderek daha da bilinçlenen halk (halk ekonomisi) ve dünya ülkeleri (ülke ekonomileri), bir daha bu tür büyük oyunlarla aldatılamayacak…
“Peki, kim zarar edecek?”
“Bazı Avrupa ülkeleri, Rusya, Hindistan, Çin ve gelişmekte olan ülkeler...
Dolaylı olarak da Japonya...
Böylelikle dünyada yeniden bir düzen kurulacak, ABD hami rolüyle zordaki ülkelere “yine” yardıma koşacak.”
Burada açıkça belirtildiği üzere iki ana hedef var.
Birincisi;
ABD yani küresel sömürürü sermayesi karşısında baş kaldırma veya direnme ihtimali olan ülkelere haddini bildirmek…
İkincisi ve daha da önemlisi;
Yeni bir dünya düzeni kurmak…
Ancak, bence burada dikkat edilmesi gereken kritik bir nokta var.
Acaba yeni bir dünya düzeni kurulurken, bu düzen küresel sömürü sermayesinin düşlediği ve planladığı “zalim düzen” mi, yoksa Allah’ın murad ettiği ve planladığı “Adil Düzen” mi olacak?
İşte bütün mesel bu!
***
“İyi de ABD sonuçta kârlı çıkmak için kendi de çok büyük yıkıma gitmiyor mu?”
“Gidiyor tabii de, etrafa (diğer dünya ülkelerine) öyle bir hasar veriyor ki, sonuçta sanki kendisine hiçbir şey olmamış gibi olacak.”
Plan ve proje işte bu; sonuçta bu suni küresel büyük kriz sebebiyle bütün dünya “zarar” görecek ama kendileri bu badireden “kârlı” çıkacaklar.
Evdeki hesap, evdeki plan ve proje bu!
Ama acaba evdeki hesap çarşıya/piyasaya/dünyaya uyacak mı?
Bence uymayacak.
Sermaye beşyüz yıldır ilk defa faka basacak, kendi kuyusunu kendi kazmış olacak ve sonunda kazdığı kuyuya kendisi düşecek.
Nitekim bunun böyle olacağının emareleri görülmeye başlamıştır.
Mesela Türkiye, Türkiye ekonomisi, Türkiye’deki “halk ekonomisi”, Türkiye’deki -İstanbul değil ama- “Anadolu ekonomisi” bu küresel kriz karşısında farkını ve farklı olduğunu gösterdi.
İşte bu fark, bir kriz yazımızın konusu olacak, inşaallah…
***
Kriz nasıl çözülür?
Reşat Nuri EROL
08.09.2009
Kriz ile ilgili bu yazı serimizde sırasıyla ne dedik?
Önce, “Kriz biterken!..” dedik...
Sonra, “Kriz Türkiye’yi ne kadar etkiledi?” dedik...
Sonunda, “Kriz bir aldatmaca (ABD aldatmacası) mı?” dedik…
Bu serinin son yazısında sorunun çözümü üzerinde duracağız;
“Kriz nasıl çözülür, kriz nasıl çözüme kavuşturulur?” diyeceğiz...
***
Kriz sorununun kesin olarak çözümü için neler yapılmalıdır, ya da sorunu gerçekten çözmek isteyen devletler neler yapacaktır?
1.
Kriz sorununu kökünden çözmek isteyen devletler her şeyden önce ve en başta “Adil Düzen”e, “Adil Ekonomik Düzen”e geçmeli ve her Adil Düzen Devleti şu önemli kararı almalıdır:
“Devlet olarak ben sadece ülkemdeki kendi paramla satış yaparım; sadece kendi paramla borç veririm ve borç alırım; hattâ devlet olarak hiçbir şeyi yabancı para ile almam” diyecektir.
O zaman bu devlet sadece kendi vatandaşlarının parası ile iş yapacak, yabancı paraya el sürmeyecektir. Bunun anlamı ve sonucu şudur:
Dünyadaki sömürücü ülkelerin paraları, şimdiye kadar sömürdükleri ülkeleri sömürmeye devam edemeyecektir. Her ülkenin parası hiç olmazsa kendi ülkesinde konvertibl hâle gelecektir.
2.
Kriz sorununu çözmeye karar veren Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen devletlerinin yapacakları ikinci iş nedir?
Devlet olarak faizi sıfırlayacaklardır.
Borç ve alacaklarının para değerini koruyacak, ama hiçbir zaman -yarım puan dahi olsa- faiz uygulamayacaklardır.
Kredi verirken enflasyon yapmayacak şekilde her isteyene faizsiz kredi verilmelidir.
3.
Kriz olmasını istemeyen Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen devletlerinin yapacakları üçüncü iş ise; ihracat ile ithalatı dengede tutmak için Merkez Bankaları aracılığıyla ülkeler arası karşılıklı para kredileşmesini sağlamak olacaktır.
Mesela, Türkiye İran Merkez Bankası’na Türk Lirasını kredi olarak verecek, İran Merkez Bankası da Türkiye’ye İran Riyalini kredi olarak verecektir.
Bankalardaki para stokları para kurunun tesbitinde etkin olacaktır.
4.
Bir daha kriz olmasın diyen Adil Düzen devletleri son bir iş daha yapacaklar; aralarında anlaşıp ortak vergi sistemleri geliştireceklerdir.
Vergiler yalnız anayasalara değil, aynı zamanda uluslar üstü hukuka bağlanmalıdır.
Adil Düzen devletleri arasında gümrükler, vizeler, kotalar vs. engeller kalkmalıdır.
Her devlet uluslar üstü kurallara göre vergisini alacak, vergisi ödenmiş malların ve sermayenin hareketleri tamamen serbest olacak, emek dolaşımı da serbest olacaktır.
***
Demek ki neymiş?
Küresel sermaye sömürüsüne son vermek için devletlerin savaşması gerekmez. Bundan önce sermayenin silahlı gücü vardı.
Bunları yapmaya kalkıştığınız zaman ABD orduları üstünüze yürürdü.
Şimdi ise sömürü sermayesinin böyle bir ordusu yoktur.
Olsa bile, artık dünyayı veya İran’ı yahut Türkiye’yi yenecek güçte değildir.
ABD’nin sadece hava kuvvetleri güçlüdür, denizlerde hâkimdir.
Karada ise Iraklıları, Afganlıları, Pakistanlıları bile yenemeyecek kadar zavallıdır.
Malum olduğu üzere, her ana savaş sonunda karada biter, ABD’nin de böyle bir kara gücü yoktur, bundan dolayı sonunda mağlup olmaya mahkûmdur.
Bunun için bir devletin bu işe başlaması yeterlidir.
Mesela, böyle bir uygulamaya İran başlayabilir; başlamalıdır.
Atom bombasından, hattâ atom santralinden vazgeçmeli; ama kesinlikle parasını yani İran Riyalini faizsiz hâle getirmeli, “ADİL DÜZEN EKONOMİSİ”ne geçmelidir.
Sömürü sermayesini yenecek asıl bomba işte budur: ADİL EKONOMİK DÜZEN.
***
Ramazan, sel ve ekonomi
Reşat Nuri EROL
16.09.2009
Ramazan sadece “oruç ayı” değildir.
Ramazan “oruç ayı” olmakla birlikte; aynı zamanda yardım, zekât, fıtır sadakası (fitir), genel sadaka, infak ve Ramazan kumanyası dağıtılan bir aydır ve bu yönüyle “ekonomi ayı”dır.
Yaşanan ve yaşanması muhtemel “sel” âfetlerinden sonra, yapılacak yardımların değeri bir kat daha artmıştır.
Ramazan ayındayız, oruç günlerinin çoğu gitti azı kaldı...
Ramazan vesilesiyle hatırlanıp uygulanması gereken önemli bir mesele var;
Ramazan’ın infak, yardım ve sadaka yönü var, yani Ramazan’ın bir de “ekonomik yönü” var.
Ramazan ayının başından itibaren başlatılan çok yönlü yardım faaliyetleri, oruç ayının son günlerine yaklaşıldıkça iyice yoğunlaşır ve fıtır sadakası (fitir) ile son bulur.
Fıtır sadakasını vermedikçe bayram (Ramazan Bayramı) yapamazsınız…
Sel âfetleri yaşanan bu günlerde sadakayı ve yardımı daha çok hatırlayalım, yardımlaşmayı daha çok düşünelim…
Çağımızda hükümran olan “üç ana ekonomik sistem” var; kapitalizm, sosyalizm (komünizm) ve karma ekonomi.
Bunların hepsine alternatif bir de “İslâm ekonomisi” var.
Ramazan ayı, başta da ifade ettiğim üzere, çok yönlü pek çok yardım, sadaka ve zekâtın dağıtılması sebebiyle, “ekonomi ayı” olma özelliğiyle de temayüz etmekte, bu hayırlı vesilelerle aynı zamanda “İslâm ekonomisi”ni hatırlamamıza vesile olmaktadır.
Kapitalizm insanlığın ekonomik sorunları başta olmak üzere, temel sorunlarını bugüne kadar çözemedi, çözemiyor; bundan sonra da insanlığın sorunlarını çözemeyecek…
Komünizm ve sosyalizm zaten kendisi çöktüğü için; kendisi muhtacı himmet bir dede iken, nerde kaldı başkalarına, beşeriyete yani insanlığa himmet ede…
Karma ekonomi şimdiye kadar kısmen uygulandığı ülkelerde ve bölgelerde yeterince başarılı olamadığına göre; insanlık için ondan da ümit yok…
İslâm ekonomisi bu “zalim ekonomik düzenler” karşısında biricik/tek alternatif gibi duruyor ki; biz işte ona “ADİL EKONOMİK DÜZEN” diyoruz.
Ramazan ayı aynı zamanda “ekonomi ayı” olduğuna göre; bu hayırlı vesileyle biraz da “İslâm ekonomisi” üzerinde duralım…
İslâm ekonomisi, dar anlamdaki İslâm din/inanç sahibi Müslümanın ekonomik ahlâkından farklı bir kavramdır.
İslâm ekonomisi ile Müslümanların ekonomisi de aynı şey değildir.
Ayrıca İslâm ekonomisi son derece dinamik bir yapıdır.
Temelde aynı olsa, temel ilkeleri aynı olsa da; bin sene önceki İslâm ekonomisi ile günümüz İslâm ekonomisi de aynı değildir.
İslâm ekonomisi, en başta Kur’an, sonra Hazreti Peygamberin uygulamaları temelinde, İslâm bilginlerinin ortak görüşleri üzerinde, bilim rehber alınarak oluşturulan bir “ekonomik yapı”dır.
Dar anlamdaki din/inanç ilkeleri ile ahlâk anlamındaki ilkeler, “İslâm ekonomik sistemi”nin ruhsal destek unsurudur.
Mesela, “haram” kavramının İslâm inancı/ahlâkı yönünden tanımı başkadır, İslâm ekonomisi yönünden tanımı farklıdır.
İslâm dini/inancı/ahlâkı açısından “riba” (faiz anlamında) kötüdür ve âhirette cezası vardır.
İslâm ekonomisi açısından ise “riba/faiz” toplumu/insanlığı batırır, kilitler, ilerlemesini engeller, tekele neden olur, gelir dağılımını bozar, zengin-fakir uçurumuna neden olur…
İslâm ekonomisinin temeli ilmî ekonomik ilkelere dayanır.
Ekonomi temelde “fayda-zarar ilkesi”ne dayanır. İslâm ekonomisinde “faiz”in zararlı, alışverişteki “kâr”ın faydalı olduğu görüşü temel görüştür.
Bununla birlikte faizin ve alışverişin ayrıntılı tanımlarında farklı görüşler vardır.
Kapitalizmde kamu mülkiyeti oranı düşüktür, özel mülkiyet hakimiyeti ve tekeli vardır ve sınırı yoktur.
Sosyalizm ve devamındaki komünizmde kamu mülkiyeti ağırlığı ve tekeli vardır ve sınırı yoktur.
İslâm’da “özel mülkiyet ve kamu mülkiyeti dengesi” vardır.
Bu “denge” zekât/vergi ile düzenlenmiştir.
Serbest rekabet ortamında “azalan verimler ekonomik temel kanunu” ve “sermayenin vergilendirilmesi prensipleri” içerisinde, özel mülkiyetin ve devlet mülkiyetinin şişmesi ve diğerlerini ezmesi önlenmiştir.
Devam edeceğim; ama önce sele karşı alınması gereken tedbirler üzerinde duracağım…
***
Sel, tedbir ve korunma
Reşat Nuri EROL
24.09.2009
Sel, zelzele, yangın ve kazalar “doğal âfetler”dendir.
Hırsızlık, soygun, sabotaj ve saldırı “beşeri âfetler”dendir.
Bu âfetlerin olmaması için tedbirler alınabilir.
Bugünlerde ülkemizde “sel âfetleri” yaşıyoruz…
Sel âfetlerine karşı ne gibi koruma tedbirleri alınabilir?
-Su havzalarında barajlar yapılarak selden korunmak mümkündür.
-Dere yatakları gerektiği şekilde ıslah edilerek korunmak mümkündür.
-Meteoroloji verileri en iyi şekilde değerlendirilerek korunmak mümkündür.
-Şehir yerleşim ve imar planlarını uygun şekilde yaparak korunmak mümkündür.
Ama bunların hiç birini yapmazsanız, gerekli tedbirleri almazsanız; bugünlerde Trakya’da başlayıp İstanbul’a gelen ve neredeyse bütün Anadolu’ya yayılan sellerde olduğu üzere, her şiddetli ve yoğun yağışta sel âfetini bekleyebilirsiniz…
Deprem, yangın ve her türlü kaza âfetlerine karşı da çok yönlü tedbirler alınabilir.
Ama bu âfetlerin bazılarına karşı önleme tedbirleri alınamaz, sadece korunma tedbirleri alınabilir.
***
KAPİTALİZMDE sel, deprem ve yangın gibi her türlü âfetlere karşı engelleme tedbirleri ile korunma tedbirlerini sigorta şirketleri alırlar. Kişiler kendilerini, araçlarını, evlerini ve iş yerlerini sigortalarlar, zarar vuku bulduğunda tazmin ederler. Cana gelen zararlar da hayat sigortası ile tazmin edilir. Bu takdirde böyle anlarda sigortalananlar korunmuştur. Sigorta primi ödemeyenlerin ise bu düzende herhangi bir hakları yoktur!
Kapitalizmin felsefesi budur.
Para kazananlar yaşarlar, kazanamayanlar kaybeder veya ölürler.
Kapitalistlere göre doğanın ayıklama dengesi budur. Aksi halde, kapitalizme göre dünyanın nüfusu o kadar artar ki, sonunda yeryüzünde yaşamak mümkün olmaz.
SOSYALİZMDE ise nüfus regülasyonu doğum yasakları ile sağlanmakta, mesela Çin’de birden fazla çocuk yapma suç kabul edilmektedir. Doğmuş olan herkesin bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmaktadır. Bu mantığa göre tabiî ve beşerî âfetlere karşı bütün tedbirleri alma görevi devlete verilmiştir.
KARMA EKONOMİLERDE ise tedbirlerin neler olduğu belli değildir. Gerektiğinde devletin eli kolu bağlanmakta, gerektiğinde de devlet veya yerel yönetimler her türlü oluşlardan sorumlu tutulmaktadır.
Selin geleceği belli olan yerlerde inşaat yapılması, sitenin veya fabrikanın inşası kamunun (devletin veya belediyelerin) suçu mudur, yoksa orada ev/bina yapan vatandaşın (veya herhangi bir şirketin) suçu mudur?
Her sorun gibi bu sorunu da çözerken işe temelden başlamamız gerekir.
***
BİZE VEYA “ADİL (EKONOMİK) DÜZENE GÖRE;
-Doğum sınırlaması yapılmaz. İnsanlar istedikleri kadar çocuk yapabilmelidirler.
-Doğan çocuğun hayatı sadece anne babasına terk edilemez. Eğer anne babasının gücü yetmiyorsa, kamu o çocuğun büyümesi, eğitilmesi, sağlıklı yaşaması ve büyüdüğü zaman da iş, aş, eş bulması için gerekli tedbirleri almalıdır.
-Yaşayanların gelecektekilere engel koyma yetkileri yoktur. Doğmuş olanların yaşama hakkı olduğu gibi, doğacakların da yaşama hakları vardır.
-Nasıl “serbest rekabet sistemi”nde fiyat ve ücret sınırlaması yapılamazsa, serbest rekabet piyasayı dengede tutuyorsa; aynı şekilde “adil bölüşme sistemi” de nüfus regülasyonunu sağlar.
***
Adaletsiz krediler ve seller…
Reşat Nuri EROL
26.09.2009
Cumhuriyet döneminde krediler sadece İstanbul’a, sadece İstanbul’daki iş adamlarına verildi, verildi, verildi…
Bu adaletsiz kredi vermeleri, bu adaletsiz kredileşme sistemi, bu zalim kredi dağılımı sadece İstanbul ekonomisini palazlandırdıkça palazlandırdı, şişirdikçe şişirdi, semirttikçe semirtti…
Fabrikalar sadece İstanbul’a ve İstanbul civarına inşa edildi…
Anadolu’da iş ve aş bulamayan halk, işte bu adaletsiz dağıtılan krediler sayesinde “taşı toprağı altına dönüşen” ve dolayısıyla bu kredilerle fabrikalar kurulan İstanbul’a hücum etti, hicret etti, göç etti, bu şehirdeki varoşlara yerleşti…
Nereye ve ne zamana kadar?
İstanbul artık bu çarpık kredileşmeden çatlayıp patlayıncaya kadar...
İstanbul bu çarpık kentleşmeden dolayı yaşanamayacak hâle gelinceye kadar…
İstanbul’a gelen gariban ırgatlar ev yapacak arsa bulamayıp da dere yataklarına bile ev denemeyecek gecekondular yapıncaya kadar…
Ve de bugünlerde bir sel felaketi gelip de İstanbul’daki bu çarpık şeyleri hatırlatana, yani evlerimizi, iş yerlerimizi ve en önemlisi insanlarımızı sürükleyip götürene kadar...
***
İstanbul’da olanlar tamamen çarpık ve adaletsiz bir düzenin sonucu doğmuştur.
-Krediler İstanbul’daki azınlığa (genellikle TÜSİAD üyelerine) verildi. Bunlar İstanbul’u bırakıp da Anadolu’ya gidemedikleri için yatırımlarını hep burada yapmışlardır.
-Anadolu’da artan nüfusa iş bulunamadı. İlkel tarımda aç kalan insanlar İstanbul’a akın etti. İstanbul nüfusu artan ama altyapısı yapılmayan bir varoşlar kentine dönüştü.
-İstanbul’a gelen taşralılar gündüzleri fabrikalarda iş bulmuşlar ama geceleri barınacak mağara bile bulamamışlardır. Halk ne yapmış? Kendilerine gecekondular kondurmuş!
-Belediyeler ve hükümetler bu duruma göz yumdu. Çünkü öyle yapmasalar fabrikalar dururdu. Onlara ev yapacak imkâna da sahip değildiler. İşte bu arada çözüm yerine ütopik yasaklar konmuş ve rüşvet sayesinde İstanbul çarpık bir gecekondulaşma diyarı olmuştur.
***
Ana sorun ve asıl mesele nedir?
Ana sorun kredilerin küçük bir azınlığa verilmesi ve Türk halkının onlara esir edilmesidir. Halkımız onlara yani TÜSİAD ve benzerlerine esir edilmek istenmiştir.
Sonunda ne oldu?
İstanbul’un nüfusu bir milyondu ve o nüfusun da yarısı azınlıktı.
Şimdi İstanbul’un nüfusu 15-20 milyon olmuştur.
Onların nüfusu ise artmamış, bilakis azalmış ve yüzde beşlerin altına düşmüştür.
Anadolu’dan gelen ırgatlar yavaş yavaş genişlemekte, güçlenmekte, yerleşmekte ve patron olmaktadır.
İşte bugünkü asıl mesele, asıl mücadele budur ve bu mesele ayrı bir yazı konusudur.
Çözüm olarak yapılması gereken nedir?
İstanbul’un belli yerleri tarla fiyatı ile kamulaştırılmalı, genel ve gerçekçi planlama yapılmalı, oluşturulan arsa ve araziler planlı inşaat yapanlara karşılıksız verilmelidir...
***
Başkan diyor ki:
“Birilerinin belki canı yanacak, ama kimse kusura bakmasın...
Kimseye acımayacağız, dere yataklarında ne varsa yıkacağız!..”
İçinden dere geçen gecekondular ve de lüks villalar!..
İstanbul’un su havzalarında son üç yıldaki betonlaşma uydu fotoğraflarıyla tespit edildi...
Koruma kuşağındaki Ömerli’ye F1 pisti…
Elmalı ve Terkos’a lüks siteler…
Büyükçekmece’ye fabrikalar...
Uzmanlar uyarıyor:
Betonlaşan tüm havzalar sellere teslim olacak!..
Bu konuda daha ne yazayım ki;
Aklı başında olanlar için bu kadarı da yeter!
***
Sistemsizlik ve gelişmeler…
Reşat Nuri EROL
27.09.2009
Adam Smith anlayışına (kapitalizme) göre sistem; devletin ekonomiye müdahale etmemesi, kendi kendine en iyisinin olacağı şeklinde idi.
Marx’a (komünizme ve sosyalizme) göre sistem; devleti elinde tutan güç ekonominin dizginlerini tamamen devlete verir, devlet her şeye karışır.
İslâmiyet’e göre ise sistem; sadece “reel ekonomide” kapitalistlerin dediği gibi devlet asla ekonomiye karışmaz, ancak “finans ekonomisinde” tamamen sosyalizm anlayışı içinde ekonomik düzenlemeler yapılır.
Bugün ise yeryüzünde bu sistemlerin hiçbirisi uygulanmamaktadır.
Dünyamız tam bir sistemsizlik ve düzensizlik içinde kıvranmaktadır.
***
Ne var ki, zaman geçtikçe, her alanda olduğu gibi ekonomide de İslâmiyet’in istediği sisteme doğru gidilmektedir.
Bunlar, bu olumlu gelişmeler, bu yeni uygulamalar nelerdir?
- Faizler (başta ABD, Japonya ve Türkiye olmak üzere) pek çok ülkede gittikçe düşürülmekte, hattâ sıfıra doğru gitmektedir...
- Gümrük vergileri, dış ticaret kısıtlamaları, vize ve pasaport uygulamaları (AB’de ve son Suriye-Türkiye uygulamasında olduğu gibi) gittikçe azaltılmaktadır...
- Para işleri ister istemez devletlerin imtiyazına doğru kaymakta, “karşılıksız kâğıt para” yerine, giderek “enflasyonsuz kaydî para” anlayışına doğru gidilmektedir...
- Ülkelerde ve uluslararası ilişkilerde, zulümlerin sona erdirilmesi ve gerçek adaletin tesis edilmesi amacıyla “hâkim sistemi”nden “HAKEM SİSTEMİ”ne doğru kayılmaktadır...
Millî Görüş Hareketi’nin en önemli meyvesi olan “ADİL DÜZEN”in ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN”in kırk senede ortaya koyduğu ilkelere doğru insanlık -ve birileri istese de istemese de- zorunlu olarak gitmektedir. Çünkü bundan başka bir çare ve çözüm yoktur.
***
Bugün bütün dünyada sistemsizlik ve düzensizlik hakimdir.
Bu böyle devam edemez, insanlık bu yükü daha fazla taşıyamaz.
Dünya ister istemez “ADİL DÜZEN”e ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN”e gelerek sistematik sisteme doğru gidecektir. En sonunda bütün dünya devletleri ister istemez bu “adil sistem”e girecektir. Yoksa bu kadar büyümüş ve gelişmiş bir dünya ve bu dünyanın ekonomisi sistemsiz olamaz, düzensiz olamaz. Yani reel ekonomide kapitalizmin (liberalizmin) olumlu yönlerinin, mâlî yani finans ekonomisinde de sosyalizmin müsbet taraflarının uygulanacağı bir sistemi insanlık er veya geç kabul edecektir.
Dikkat edilirse, var olan ana sistemlerin olumlu yönlerini dışlamıyoruz, ancak o sistemlerin olumsuz yönlerini de insanlık zulüm tarihinin çöp sepetine atıyoruz.
Başka bir deyişle;
“ADİL DÜZEN” ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN” çok basit ve sadedir.
Bu düzende devlet “kâğıt para” basıp üretime faizsiz ve cebri icrasız kredi verecektir.
Karşılığında ise anayasada belirtilmiş vergisini alacak, buna karşılık kamu görevlerini ve genel hizmetleri yapacaktır.
Yani “faiz”in yerini “vergi” alacaktır.
Krediyi devlet verecek ama faizsiz verecektir.
Enflasyon yapmayan bütün kredileri devlet karşılayacaktır.
Devlet için bunu yapmak çok kolaydır, çünkü devlet için paranın maliyeti sıfırdır.
Ekonomik programlama yapılırken millî hâsılayı artıracak ekonomik sistem/düzen uygulanmalıdır.
Böyle olunca artan millî hâsıladaki kamu payı da artacaktır.
Artan kamu payı sayesinde devletin genel hizmetlerini artırmak mümkün olacaktır.
Adil gelir dağılımı ile birlikte bu artış her ülkeyi arzulanan seviyeye çıkarır.
Bu giriş yazısından sonra;
“Bu yazdıklarımın nasıl gerçekleştirilebileceği” ile
“Ekonomiden Sorumlu Sn. Bakan Babacan’ın ekonomi programı ile ilgili söylemlerinin değerlendirilmesi” bundan sonraki yazımın konusu olacaktır.
***
Hükümetin programı ve yapılması gerekenler
Reşat Nuri EROL
29.09.2009
Önceki yazımda, bir taraftan var olan sistemsizlik ve düzensizliğe rağmen, diğer taraftan olumlu gelişmelerin de olduğunu ve daha da olabileceğini yazdım.
Sözünü ettiğim bu olumlu gelişmeler nasıl gerçekleşecektir?
- Devletin dış borçları ve faizler sıfırlanmalıdır.
Dolayısıyla faiz yükünden kurtulan halk ve devlet yatırımlara yönelecektir. Bu da millî hâsılanın, dolayısıyla devlet gelirlerinin artmasına sebep olacaktır.
- İşsizlik önce önlenmeli, sonra tamamen ortadan kaldırılmalıdır.
Millî hâsılanın artması sadece emeğin artmasıyla sağlanabilir. Vatandaşlara tam istihdam sağlanabilirse, millî hasıladaki artış gerçekleşebilir. Çünkü insanımız ve halkımız için emeğinden başkası yoktur.
- Yurt dışından emek ithali de millî hâsılanın artışına sebep olur.
Bunun için yurt dışından gelen insanların ülkede çalışmalarına izin verilecektir. Bu uygulamaya değişik sebeplerle karşı çıkacak olanlara deriz ki; Almanya ve Avrupa ülkeleri bizim işçilerin emeği ile kalkınmadı mı? Yasaklara rağmen ülkemizde pek çok kaçak emekçi yok mu?
- Bunlara ilaveten ayrıca teknik eğitimle, genel planlamayla ve çalışanın verimini artırma yoluyla millî hâsıla artmış olacaktır.
Bu dört unsurun dışında söylenenlerin hepsi aldatmacadır.
***
Ekonomiden sorumlu Sn. Bakan Ali Babacan’ın konuşmasının tamamını canlı olarak dinleyemedim. Daha sonra kısmen takip ettim ve inceledim. Ancak, maalesef bu sefer de yukarıdaki ana meselelerden söz bile edilmemiştir.
Sn. Bakan’a -dolayısıyla Sn. Başbakan’a- tekrar hatırlatıyor ve soruyoruz:
- “Faizler sıfırlanacak ve cebri icralar kaldırılacak” dendi mi?
Hayır!
- “Çalışana çalışma kredisi verilerek Türkiye’de işsizlik kaldırılacak” dendi mi?
Hayır!
- “Dışarıdan gelecek emeğe serbestlik verilecek ve ülke kalkınacak” denebildi mi?
Hayır!
- “Usta-çırak sistemi ile tüm halk meslekî eğitime tâbi tutulacak ve tarım sektörü sanayi ile desteklenecek” dendi mi?
Hayır!
O halde, Sn. Bakan Babacan (yani Hükümet’teki ekonomiden sorumlu bakan) ne anlattı?
Büyüklere hikâyeler!!!
Bu hikâyeleri yedi yıldan beri dinliyoruz; sadece dinliyoruz…
Sonuç olarak, söyler misiniz ne oldu, ne yapılabildi?
Halkımızın hangi ana sorunu çözüldü?
***
Elektrikte enerji sabitse, volt ile amperin çarpımı sabit kalır.
Trafolar koyarak akımı çoğaltır, gerilimi düşürebilirsiniz.
Ama dışarıdan enerji enjekte etmediğiniz zaman elektriği artıramazsınız.
Yani, ekonomi başta olmak üzere halkın hiçbir ana sorununu çözemezsiniz.
Ekonomiden sorumlu Sn. Bakan Ali Babacan (yani Hükümet ve Sn. Başbakan) ne yaparsa yapsın; yukarıda sözünü ettiğimiz dış borçları ve faizleri sıfırlamazsa, emeği çoğaltıp üretimi artıracak eğitimi yükseltemezse, ülkemizin ana sorunlarını çözemez.
Bununla berber, eksiklerine rağmen ilk defa ciddî bir program yapılmış ve IMF’ye; ‘biz bunları yapacağız, isterseniz programımızı kritik edebilirsiniz’ denebilmiştir.
Türkiye’nin böyle demesi gerçekten yenidir.
Bunun şimdilik en önemli sonucu, Türkiye’nin bu konuları düşünmeye ve tartışmaya başlamasıdır.
Bu da takdir edilip tebrik edilecek bir durumdur: Tebrikler…
Allah tamamına erdirsin…
***
Tekel sermaye sorunu ve çözümü
Reşat Nuri EROL
30.09.2009
Bugünkü Batı uygarlığı “faizli tekel sermaye”ye dayanmaktadır. Beşyüz yıllık birikim Batı uygarlığını oluşturmuştur. Ancak, her oluş sonunda kendi ömrünü tamamlar.
Bugün gelinen seviyeye bir taraftan uygarlık, gelişme, ilerleme sayabilirsiniz; diğer taraftan bazı değerler açısından barbarlık, gerileme ve çöküş diyebilirsiniz…
Hangi pencereden bakarsanız bakın, önemli değildir.
Önemli olan sonuçtur; insanlık müsbet ve menfi yönleriyle, yani iyi ve kötü taraflarıyla tekel sermaye sayesinde gelişmeler kaydet ve bugünkü hâle geldi.
Ama gelişme ömrünü tamamladı ve artık geriliyor…
Bütün bu tesbitler bir yana, insanlığın bugün en büyük sorunu da “tekel sermaye sorunu”dur.
Bu sorun sebebiyle yeryüzündeki insanlar ve ülkeler borç batağı içindedir...
Aile müessesesi çökmek üzeredir...
İşsizlik hemen her yerde insanlığı inim inim inletmektedir...
Her tarafta terör olayları sürüp gitmektedir...
Bütün bunların ana kaynağı “faizli tekel sermaye”dir.
İnsanlık tekel sermaye sorununu mutlaka çözmelidir.
Bu sorunu isterse tekel sermayenin kendisi de çözebilir.
***
Bu tekel sermaye sorununu çözmek için;
- Tekel sermayenin bizzat kendisi “faizli ekonomi”den vazgeçmeli, “faizsiz ekonomi”ye yani “faizsiz kredileşme sistemi”ne geçmelidir.
- Tekel ekonomi “karşılıksız para” ihracından vazgeçmeli, “karşılıklı kaydî para sistemi”ne geçmelidir. Merkez Bankaları faiz karşılığı değil, faizsiz kredi vererek para çıkarmalıdır. Sistem faiz karşılığı vergi almaktadır. Faizli ekonominin yerini “faizsiz ekonomi” almalı, tekele son vermeli, rekabete dayanan piyasa oluşturulmalıdır.
- Büyük sermaye Ortadoğu’ya taşınmalıdır. Şimdilik merkez İstanbul olabilir. Bu konuda yapılması gereken geniş düzenlemeler olacaktır, onlar ayrı bir yazı konusudur.
- Tekel sermaye rekabetli reel ekonomi içinde sadece uluslararası ticaretle meşgul olmalı, ülke içi ekonomilerden çekilmelidir. Bu arada -bugüne kadar yaptıklarının aksine- ilme, dine ve siyasete asla etki etmeye ve onları yönetmeye çalışmamalıdır.
Tekel sermaye varlığını sürdürmek istiyorsa, bunu kendi gücüyle yapmalıdır. Bunu kolaylıkla yapabilir. Bu yeni sisteme nasıl geçileceği hususunda, biz de dâhil olmak üzere, ilim adamları onlara yardımcı olabilirler.
***
Tekel sermeye bu uyarılarımıza değer vermez, “faizli sömürü sistemi”ne devam ederse; o zaman insanlık kendisi bu sermayeye karşı cephe almalı ve onu devre dışı bırakmalıdır.
Tekel sermayeyi devre dışına itmek için ülke ve devletler şunları yapacakladır:
- Her devlet kendi parasını tanımlayacak, tanımlanan bu değerler karşılığı olarak parasını çıkartacaktır.
- Her devlet sadece kendi parasıyla alış-veriş yapacak, yabancı para ile bir şey satmayacak ve bir şey almayacaktır. Dış ekonomik ilişkiler halk tarafından halklar arasında yürütülmelidir.
- Devlet, para değeri korunmuş olarak “faizsiz kredi”yi halkına verecek, buna karşılık “faiz” yerine “vergi” alacaktır. Vergi geliri ile devleti yönetecek, ülke içinde işsizliğe son verecektir.
- Karşı taraf gümrük uygulasa bile; tek taraflı olarak gümrük ve kota gibi kayıtlayıcı uygulamalar kalkmalıdır. Giren mallardan sadece yüzde yirmiyi geçmeyen vergi alınabilir.
Bu hususta işe bir devlet başlar.
Diğer devletlerle zamanla işbirliği yapılırsa, tekel sermayenin karşılıksız parası işe yaramadığı için tekel sömürü sermayesi de devletlerin parası ile iş yapmaya başlar.
Böylece tekel sermayenin sömürüsü sona erer.
***