Milli Gazete 2009 Yazıları
Reşat Nuri Erol
2009 1.Baskı
1236 Okunma
2009 Mart

 

 

 

 

 

 

Muhterem İstanbul Tüccarları!

Reşat Nuri Erol
resaterol@akevler.org

 

MART 2009

16.03.2006

 

 

 

 

 

 

Bu düzen değişmeli…

Reşat Nuri EROL

01.03.2009

Zaman zaman sistem/düzen yazıları yazıyorum.

Başkaları bu konuyu işlediğinde dikkatle izliyorum.

Mehmet Gündem, Ekonomist Süleyman Yaşar ile röportaj yapmış. Süleyman Yaşar, iki üniversitede ders veriyor, Taraf gazetesinde ekonomi yazarlığı yapıyor. Önce başlık dikkatimi çekti: Kriz lobisi IMF üzerinden rant düzenini sürdürmek istiyor.

Ekonomist S. Yaşar’a göre; küresel krizde dışarıda para kaybeden ve içeride yanlış yatırımlarla şirketlerini kötü yöneten kriz lobisi ekonomi yönetiminde IMF’yi etkin kılarak hükümeti pasifleştirip zararlarını devlete finanse ettirmeye çalışıyor...

Serde ‘Adil Düzen Çalışanı’ olma, bu ‘zalim düzen’e alternatif ‘adil bir düzen’ üretme sevdası olunca, kırmızıyla yazılmış bir başlık beni daha da cezbetti.

Başlık şöyle:

Bu düzen değişmeli…

Evet, insanı mutlu etmeyen, mevcudiyetini ve geleceğini tehdit eden, korku salan bütün düzenler değişmeli... Devleti ele geçirerek toplumla devlet arasındaki mesafeyi açan, hesap vermeyen, dokunulmazlık ve kutsallık zırhına sığınan bütün düzenler değişmeli... Devlet ve toplum, ekonomide, siyasette, yargıda, medyada, sivil toplumda, üniversitelerde ağırlıklarından kurtulmalı; bu düzen, bu ‘zalim düzen’ değişmeli…

***

Evet, değişmeli ama değişmesi gereken bu zalim düzen, nasıl bir düzen?

Neden değişmeli?

Değişmesini istemeyenler ve değişmemesi için direnenler kimler?

Süleyman Yaşar tarif ediyor: Daha önceden izlenen “düşük kur-yüksek faiz” politikası neticesinde büyük para kazanmış, dış borçla her yüz metrede bir alışveriş merkezi, rezidans yapan, ihracata konu olmayan mal ve hizmet üretimine yatırım yapan ve kaynak dağılımının yanlış oluşmasına neden olan işadamları...

İşte bu iş adamlarından oluşan lobi, dışarıda batırdıkları paraları hükümetten istemeye kalkışıyor, hükümete ‘IMF ile hemen anlaş’ baskısı yapıyor; 35 milyar doları alın ve bize verin diyor!.. Daha sonra lütfedip bu rakamı 20 milyar dolara kadar indiriyor...

Bilindiği üzere, bu süreçte kriz lobisi birtakım dış destekleri de kullandı. Siyasi alanda siyasetçinin karşısına askeri çıkaran işadamları, ekonomik alanda da siyasetçinin karşısına devamlı IMF’yi çıkarır. Türkiye’de işadamlarının IMF’ye başvurma isteği bitmez.

Hükümetlere güvenmeyen işadamları, kamu kesimini sürekli IMF anlaşmalarının sıkıcı koşullarının içine sokmaya zorlarlar. Kendileri ise disiplini bir kenara bırakıp sürekli borçlanırlar. İşte bu anlayışta bir sermaye sınıfı AB’yi istemez, tam demokrasi istemez, hukukun üstünlüğünü istemez… İstemez ama ister görünür. Siyasette istikrar istemez, ekonomide kurallı ve kurumsallaşmış bir yapı istemez. Rant ekonomisine dayandıklarından hukuksuz bir yapı olarak darbeler ve 28 Şubatlarla oluşan askeri yönetimlere meylederler. Dikkat edin kamu maliyesinde en büyük soygunlar askeri yönetimlerin ardından gelir.

Neden IMF sömürü düzenini istedikleri daha iyi anlaşılıyor.

***

İşte o rant ekonomisine bel bağlayanlar, yani siyasette askeri, ekonomide IMF’yi isteyenler, bugünün dünyasını ve Türkiye’sini ıskalamamak istiyorlarsa değişmeliler; demokrasi, hukuk, adalet ve rekabet ortamında para kazanmayı öğrenmeliler...

Anadolu sermayesi dünyadaki acımasız şartlar içinde yükseliyor, rantlardan faydalanmadan büyüyor ve küresel rekabet içinde iş yapıyor...

Asıl çatışma kriz lobisi ile yani büyük sermaye gruplarının bazıları ile Anadolu sermayesi arasında.

Anadolu sermayesinin büyüme ve daha büyük pazarlara açılma istekleri ülkemizdeki büyük sermayeyi rahatsız ediyor, dünyadaki sömürü sermayesini ise deli ediyor...

Hele bir de ‘halk ekonomisi’ kurulsa, ‘ADİL DÜZEN EKONOMİSİ’ gerçekleştirilse;

Yani bu ‘zalim düzen’ tamamen değişip yok olsa, ne olurlar acaba, ne olurlar?..

Evet, evet;

Bu düzen değişmeli…

Bu ‘zalim düzen’ gitmeli…

ADİL (EKONOMİK) DÜZEN’ gelmeli...

 

 

***

 

 

 

 

 

Her seferinde yeniden başlayarak…

Reşat Nuri EROL

02.03.2009

Millî Görüş Hareketi (1969-2009), 40 yıllık geçmişine bakıldığında, bütün engellemelere rağmen, Erbakan Hocamızın tesbitiyle ifade edeyim, “milletimize büyük ve tarihî hizmetler yapmış, ‘HER SEFERİNDE YENİDEN BAŞLAYARAK’ en büyük siyasi güç olmuştur”, yine öyle olacaktır.

Milî Görüş ikinci şahlanış dönemini geride bırakırken, üçüncü şahlanış dönemine gelmiş bulunmaktadır.

Yeni dönemde Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya, hattâ Yeni Bir Medeniyet kurulacağının işaretleri var...

Erbakan Hocamız, İstanbul’daki muhteşem “Fark Var Gençlik Gecesi”nde, ‘Hak var, bâtıl var. Hak nedir? Bâtıl nedir?’ dedikten ve bu soruların cevabını verdikten sonra, ‘Saadet ancak hakkın hâkim olması ile mümkündür’ dedi.

Sözkonusu olan 40 yıllık Millî Görüş Hareketi olunca, Hocamız ‘Millî Görüş nedir?’ diye başladığı konuşmasının ilk bölümünde, Millî Görüş’ün ne olduğunu anlattı… Millî Görüş’ün tarihçesini anlattı, kırk yıllık muhteşem mazimizi anlattı… 1990’lardaki gelişmeler, değişim ve başlatılan 20’inci Haçlı Seferi…

Sözü günümüze, günümüzdeki AKP iktidarına getirdi ve dedi ki:

AKP krizi, terörü, işsizliği, açlığı önleyemez…

İşsizlik, açlık, bütçe açıkları, dış borçlar arttıkça artıyor…

15 milyon işsiz var…

40 milyon aç var…

500 milyar dolar dış borç var…

Bu duruma Hayim Nahum Doktrini ile geldiğimizi ve getirildiğimizi anlattı.

Nedir bu Haim Nahum doktrini?

1. Açlık,

2. İşsizlik,

3. Borç (iş ve dış borçlar),

4. Dinden uzaklaştırma,

5. Böl, 6. Çarpıştır,

7. Yumuşak lokma hâline getir…

Notlarıma bakıyor, altını çizdiğim ifadelere ve vurgulara dikkat ediyorum:

Siyonizm… Kabala… Dolar… Para gücü… Irak savaşı… Filistin savaşı… Firavunların hak anlayışı… Timsah örneği: Üst çene ABD, alt çene AB, kuyruk İsrail…

Tekrar tekrar hatırlatılan ‘Hidayet, Feraset, Dirayet’ meselesi var...

‘Hidayetin kararması’ meselesi var…

‘Hakkı üstün tutma ve maneviyatçı olma’nın önemi var…

Adil Bir Düzen… Adil Bir Nizam… Adil Bir Dünya…

Önce mahallî seçimler, yerel yönetim seçimleri…

Sonra önümüzdeki genel seçimler…

Erken veya normal seçim…

Ve en sonunda ayağa kalkarak hep birlikte verilen söz: ‘Milletimizin saadeti ve selâmeti için… ADİL DÜZEN için çalışacağımıza söz veriyoruz…’

Her şeye rağmen hayat devam ediyor ve ‘her seferinde yeniden başlamak’ gerekiyor…

Bizim ve yaşayan bütün nesillerin Hocamızdan öğrenmemiz gereken en önemli ve de en yeni derslerden biri de bu olsa gerek:

Her seferinde yeniden başlamak…  

Geçtiğimiz iki ayda, Erbakan Hocamızla, her biri 5-6 saat süren iki mutfak çalışması toplantısında bulundum. Yapılan hazırlıklar bir konferans, ‘Uyanalım! Kriz ve Adil Düzen’ konferansı içindi. Bu köşenin dikkatli müdavimleri hatırlayacaklardır, bu konuyu geçtiğimiz aylarda yazmıştım. Ben o çalışmalara istinaden bir konferans beklerken; seksen yaşındaki delikanlı, İstanbul gençleri arasında, muhteşem bir ‘Fark Var Gençlik Gecesi’nde ortaya çıktı, onlarla ve hepimizle kucaklaştı, yeniden heyecan ve ümit getirdi!..

Kırk yıl önce Erbakan Hocamızın önderliğinde başlatılan ‘Bağımsızlar Hareketi’ kısa zamanda ‘Millî Görüş Hareketi’ne dönüştü. O dönemde Hocamız Konya’da, biz Ege ve Aydın’da ilk adımları attık… Bilahare İzmir ve bütün Ege’de MNP ve özellikle MSP teşkilatlarını kurduk… Ege’nin illerini, ilçelerini, beldelerini, köylerini, dağlarını, yaylalarını, yollarını zaman zaman bizzat Erbakan Hocamızla karış karış arşınladık… 1970’li o yıllarda ‘…Ve Zafer Yakındır’ hamlesi yapıldığında Adana, G. Antep, K. Maraş’a kadar uzandık… Konya’ya defalarca gittik…

Şimdi ve ‘HER SEFERİNDE YENİDEN BAŞLARKEN’, MİLLÎ GÖRÜŞ HAREKETİ’nin üçüncü büyük ve de muhteşem hamlesi başlarken; yeniden ve bir defa daha ‘…VE ZAFER YAKINDIR’ diye haykırıyoruz…

 

 

***

 

 

 

 

 

Soygun düzeni

Reşat Nuri EROL

03.03.2009

BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) Başkanı Sayın Tevfik Bilgin’in açıklamasına göre, Kuzey Avrupa ülkelerinin birinde, bir bankada, “mutlu azınlık” mensubu -eskiden öyle derdik- taifesinden bir kısım vatandaşlarımıza ait 60 milyar dolar olduğunu ve bunların Türkiye’ye getirilmesi gerektiğini öğrendik.

Mahir Kaynak, bu konudaki ‘cevaplandırılması gereken ilk soru’ dedikten sonra, bu paraların yurt dışına nasıl çıkarıldığını soruyor ve cevabını da kendisi veriyor: Bunların bankalar kanalıyla çıkarılmadığı açıktır, diyor. Çünkü böyle bir durumda banka kayıtları incelenerek kimin, nerede, ne kadar parası olduğu anlaşılır…

- 60 milyar dolarımız dışarıda ama kimin olduğu ve nasıl kaçırıldığı belli değil!

Bunu bir kenara yazalım ve mesele üzerinde durmaya devam edelim…

***

Bugünlerde “IMF’den 20 milyar dolar dileniyoruz” ama ülkemizdeki sadece küçük bir mutlu azınlığın dışarıdaki bir bankada 60 milyar doları var!

Yani, IMF’den ümüğümüzün sıkılmasına mukabil istenen miktarın tam üç katı!

IMF’den dilenilen 20 milyar ve sadece küçük bir gruba ait 60 milyar dolar!

Mesele bir başka yönüyle de böyle. Bunu da bir kenara not ettik.

Diğer yönüyle ise bu miktar, ülkemizdeki özel sektörün toplam dış borcunun takriben yarısına tekabül ediyor. Bu durumda insan, ‘yurt dışında 60 milyar doları olan bu mutlu azınlık mensupları kim?’ diye düşünmeden edemiyor.

Sakın bunlar, ülkedeki yandaş ve de millî olmayan medyayı kışkırtarak karşımıza kurtarıcı olarak IMF’yi çıkaranlar olmasın?!.

Olabilir; neden olmasın?!.

Utanıp sıkılmadan ve de alenen, ‘daha ne bekliyorsunuz, IMF ile bir an önce anlaşın ve bu paraları bize verin!’ diyen işte bu mutlu azınlık mensupları olmalı, bunlar...

Evet, evet, onlar!

Ve demek istiyorlar ki;

-Bizim 60 milyar dolarımız dışarıda dursun!

-Siz bir zahmet IMF’den birkaç on milyar dolarcık alıverin…

-Sonra dışarıdaki borçlarımızı kapatmak üzere o paracıkları bize veriverin!

Yani;

-Soygun üstüne soygun; her yönüyle dört dörtlük tam bir soygun düzeni!..

***

28 Şubat vesilesiyle bir kere daha hatırlayalım…

Bu “soygun düzeni”nin nasıl ve ne zaman kurulduğunu hatırlayalım…

“İrticayı önlemek için” darbe yaptıklarını söyleyenlerin döneminde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük banka soygunları gerçekleşti.

Onların kendi bankalarını soymalarına, halkın paralarını zimmetlerine geçirmelerine izin verildi. “İrtica geliyor” naralarının ardında nasıl bir “soygun planı” olduğunu biz daha sonra öğrendik.

Türkiye’nin yakın siyasi, sosyal ve ekonomik tarihi aynı zamanda askerî müdahaleler tarihidir. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007. Askerler her seferinde siyasi hayata doğrudan veya dolaylı müdahale ettiler...

Fehmi Koru, “Darbelerden ders çıkarmak” başlıklı yazısının bir bölümünde, ‘Müdahalecilerin kendileri buna ‘post-modern darbe’ adını verdiler ve “Gerekirse 1000 yıl sürer” diye de ilân ettiler... “Gerekirse 1000 yıl sürer” tespitinin sahibi olan aynı emekli asker, geçenlerde, “Artık ülkemizde askeri darbe olmaz” açıklamasını yaptı.’

Bu tesbiti şöyle bağlamış: “Artık askeri müdahale olmaz” deniliyorsa, bunun anlamı, “Türkiye’de dengeler artık değişti” demektir: Darbelerdeki rolü deşifre olan medyanın eski gücü yok... Kitleler de kolay kolay yönlendirilemeyecek bilinçte... Asker ise demokratik sınırlar içinde kalmayı yeğliyor. Varlığını darbelere borçlu, misyonu darbe beklentilerini körüklemek ve gerçekleştiğinde darbe şakşakçılığı yapmak (ve de “soygun düzeni”ni devam ettirmek) olanların şu sıralardaki sıkıntısını herhalde anlıyorsunuzdur.

Yeter, bu “DARBE DÜZENİ”, bu “SOYGUN DÜZENİ” bitsin artık!

 

 

***

 

 

 

 

 

Başbakan siyaseti bırakmasın!

Reşat Nuri EROL

04.03.2009

Bu başlığı İskender Aruoba’dan ödünç almadım; çünkü başlık olarak adını aynen böyle koysam, yani ‘Başbakan siyaseti bırakmasın!’ desem de; kararlaştırdığım yazıyı bir türlü yazmadım, yazamadım; ne de olsa Sn. Başbakan ile eski hukukumuz var! Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde, il yönetiminde birlikte yıllarca çalıştık... Kendisinin teşbihiyle söylersek, ‘bir zamanlar birkaç yıl beraber yürümüştük o yollarda’ ama; sonra o değişti, arkadaşları değişti, gömlek çıkardılar, onlar başka yollarda yürümeye başladılar!..

Biz ise kırk yıllık “Millî Görüş” gömleğinin üzerine bir de “Adil Düzen” ceketini giymeye çalışarak, inandığımız ve bildiğimiz “sırat-ı müstakimde/ doğru yolda” yürümeye devam ederken; değişerek giden o eski arkadaşlarımızın ardından bakakaldık!..

Onlar ABD’ye uçtular… AB’ye gir(eme)mecesine gittiler… İsrail ile kucaklaştılar… Kapalı kapılar ardında daha kim bilir kimlerle aleni/gizli görüşüp anlaştılar…

Kısaca; az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler…

Ve aradan yıllar geçtiğinde hep beraber baktık, gördük, yaşadık ve anladık ki;

Bir arpa boyu bile yol gidemediler!

***

‘Başbakan siyaseti bırakmasın!’ diyen İskender Aruoba, yazısına şöyle başlamış: “Başbakanımız ‘olumlu yapıcı kritiklere açığım!’ dedi; ona güvenerek bu yazıyı yazıyorum. Sn. Erdoğan; ‘Sn. Baykal ve Sn. Bahçeli’ye sesleniyorum, işsizlik için çözümünüz varsa açıklayın, uygulamazsam siyaseti bırakırım’ dedi. Bu, ‘ortak akıl arama’ yerine ‘bilgi ve siyasi üstünlük iddiası’ taşıyor. Yani ‘ben sizden daha iyi biliyorum ve uyguladığım siyaset, işsizlik sorununa karşı uygulanabilir yegâne siyasettir!’ diyor. Oysa bugünkü tablo’da nasıl Sn. Baykal ve Sn. Bahçeli bu sorunu çözecek bilgiye ‘kişisel’ olarak sahip değilse, Sn. Erdoğan’da değildir…” Yazılanlara aynen katılıyorum; sonrasında yazdıklarına katıldığım gibi: “Ekonomik denilen krizlerin çözümünde hiçbir bilim dalı tek başına kullanılmaz. Çünkü ekonomi bilimi daha çok olanların, olduktan sonra ‘niye olduğunu’ anlatır. Bu krizi anlamak ve çözmek için, tarih, matematik, her tür mühendislik, dünya siyaseti, vs. gibi disiplinlerde ‘dünya seviyesinde’ bilgili olmak gerek. Öyle ise, bu tip krizleri kişiler değil, konuya hâkim gruplar çözer…”

Aynen öyle!

Katılıyorum ve akıl için yol birdir diyorum.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eski arkadaşlarını unutmadıysa, beraber çalıştığımız yıllarda her toplantımızdaki hatırlatmalarımı hatırlayacaktır…

Başta Erbakan Hocamız olmak üzere “Adil Düzen ve Adil Ekonomik Düzen” uyarılarımızı da hatırlayacaktır!..

Sadece RP İstanbul İl Başkanlığı’ndaki değil, İstanbul Belediye Başkanlığı’ndaki “Adil Düzen Grubu/Ekibi” hatırlatmalarımı da hatırlayacaktır…

Onları unuttuysa, hatırlamıyorsa;

İşte “dört dörtlük” taptaze bir hatırlatma daha…

***

Türkiye ‘KRİZ’den nasıl çıkar, ‘İŞSİZLİK’ sorunu nasıl çözülür?

BİR:

Türkiye TL ile dolar satın alacak ve faizli dış borçlarını kapatacak; faizsiz kredileşeme, mal ile borçlanma, iştirak yoluyla sermaye transfer etme yoluyla ödeyecektir. IMF’den emir almayacak, IMF’ye emrederek yola getirecektir. Bu yalnız Türkiye için değil, insanlık için değil, bizzat IMF için de en hayırlı iş ve hayırlı bir gelişme olacaktır. IMF ‘faizsiz kredileşme’ kurumuna dönüşmelidir.

İKİ:

Türkiye TL basarak faizsiz olarak üreticiye kredi verecek, borçları devlet ödeyerek ekonomideki krizi yok edecektir. Sonra işletmelerden kazanınca tahsil edecektir.

ÜÇ:

Türkiye çalışana kredi verecek, işvereni borçlandıracaktır. Piyasaya bol para girecek ama mağazalar da bol mallarla dolacak, böylece kriz tamamen ortadan kalkacaktır.

DÖRT:

Yabancıların Türkiye’de çalışmalarına izin verecek, böylece ucuza ürettiği mallara dünyada piyasa bulacağı için Türkiye dünya ekonomisinin kalbi hâline gelecektir.

Ekibimiz bir aylık deneme yapmaya hazırdır.

Hazır IMF ile anlaşma imzalamamışken, önce ekibimizle anlaşsın ve bir aylık başarılarımızı gözleriyle görsün;

Başbakan siyaseti bırakmasın...

 

 

***

 

 

 

 

 

Erbakan’dan önce, Erbakan’dan sonra…

Reşat Nuri EROL

10.03.2009

Önemli bir olay veya gelişme olduğunda onu yazmak, yorumlamak ve tarihe not düşmek gerekiyor. Erbakan İstanbul’a geldi ve “Gençlik Gecesi”nde konuştu…

Konu ile ilgili ilk notlarımı bu köşedeki 2 Mart Pazartesi yazısında okudunuz. Başlık olarak meramımı kısaca anlatmak için ne dedim?

“Her seferinde yeniden başlayarak…”

Aslında yazdıklarımı tam olarak anlatması için başlık şöyle olmalıydı:

“Millî Görüş Hareketi: Her seferinde yeniden başlayarak üçüncü hamlesini yapıyor…” Ancak başlık uzun olacağı için öyle demedim.

Ama yazımın içeriğinde Millî Görüş Hareketi’nin geçmişteki iki hamlesinden sonra, şimdi de üçüncü hamlesini yapmakta olduğunu anlatmaya çalıştım... Bugün yazdıklarımın daha iyi anlaşılması için o yazımı -okumadıysanız- okumanızı tavsiye ederim.

Evet;

Erbakan İstanbul’a geldi ve konuştu…

Erbakan İstanbul’da bizlere ve herkese ne dedi?..

Erbakan’dan önce neler oldu?..

Erbakan’dan sonra neler oldu?..

***

Bugünkü da biraz geriye gideceğim, Erbakan’dan önce neler olduğunu yazacağım.  

Sevr anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu tarih olmuştur... 1920 tarihinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti kurulmaya başlanmıştır... Lozan anlaşması ile Türkiye istiklâlini kazanmıştır. Sonra Cumhuriyet Hükümeti Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını elde etme yolunu aramaya başlamış, bunu gerçekleştirmek için önemli atılımlar yapmıştır.

1. İlk iş olarak Türkiye’yi dış borçlardan kurtarmak gerekiyordu. Lozan’da Türkiye’nin borcu belirlenmiş ve taksitlere bağlanmıştır. Hükümet bu borçları muntazaman ödemiş, 1950’lerden önce bu borç bitmiş, böylece Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı için önemli bir adım atılmıştır.

2. Türkiye’nin ikinci ekonomik esareti sanayi alanındaydı, tüm sanayi tesisleri yabancıların elindeydi. Şehirlerin su ve elektrik tesisleri ile demiryolları da dış sermayenin idi. Hükümet yabancı sermayeye dayanan tesisleri millileştirdi ve ekonomik bağımsızlığa giden ikinci adımını da attı.

3. Türkiye’nin bağımsızlaşması için modern ekonomik tesislere gerek vardı. Bunun için iktisadi devlet teşekkülleri kurulmuştur. KİT’ler teknoloji transferi yapmış, teknolojik eğitimi gerçekleştirmiş, kentleşmeyi sağlamış ve sermaye tekelinin sömürüsünü önlemiştir.

4. Hükümet nüfusu çoğaltma siyasetini gütmüş, Müslüman halkın ülkeye göçünü kabul etmiş ve Türkiye’yi yeterli seviyede ekonomik nüfus sayısına ulaştırmıştır.

***

1950 yılına gelindiğinde CHP iktidardan indirilmiş, DP iktidar edilmiştir...

DP Türkiye’nin ekonomik ve idari siyasetini tamamen değiştirmiştir.

1. Devlet borçlanarak altyapı yatırımları yapmış, böylece ülkeyi günümüzde çökertecek seviyeye ulaşmış olan bir borç yüküne sokmuştur.

2. Devlet ülkeyi yabancı sermayeye açmış, onların Türkiye’de yatırım yapmalarına imkân vermiştir. Ancak Türkiye’yi yıkmayı düşündükleri için yabancı sermaye sadece borç olarak gelmiş, ülkeyi kalkındıracak yatırımlara girişilmemiştir.

3. KİT’ler zarar ediyor diye bedava satılmaya başlanmış, ‘özelleştirme’ adı altında bu furya günümüzde de devam etmiştir. Oysa Türkiye teknoloji transferi yerine teknoloji üretimi yapmak, köylerin boşalmaması için tedbirler almak zorundadır. Bu, tarım teknolojisi üretme yanında, küçük sanayiyi köylere götürecek tedbirler şeklinde olmalıdır. Bunun gerçekleşmesi usta-çırak eğitimi ile mümkündür. Türkiye küçük işletmeleri yani KOBİ’leri organize etmek zorundadır. Bu da ancak KİT’lerin fonksiyonunu değiştirerek sürdürülmesi ile mümkündür.

4. Devlet, doğum kontrolü ve ülkeye gelen göçü durdurma siyaseti ile birlikte, dışarıya işçi gönderme siyaseti ile Türk nüfusunu durdurma çabası içindedir...

Erbakan geldikten sonra neler olduğunu yarın okuyacağız…

 

 

***

 

 

 

 

 

Erbakan’dan sonra…

Reşat Nuri EROL

11.03.2009

Dünkü yazımda anlattığım üzere, Demokrat Parti 1950’den itibaren iktidara gelir gelmez, önceki hükümetlerin özellikle “ekonomik” alanda yaptıklarını yıkmakla meşgul olmuş, ülkeyi borçlandırmaya başlamış; bu yetmiyormuş gibi daha önce başlatılan halkı dinsizleştirme siyaseti de başka versiyonlarıyla sinsi bir şekilde devam ettirilmiştir...

İşte bu gelişmelerin ardından;

- 1960’larda Gümüş Motor kurucusu ve Odalar Birliği Başkanı,

- 1970’lerin başından itibaren de “Millî Görüş Lideri” olarak,

Prof. Dr. Necmettin Erbakan gelmiştir…

O geldiği andan itibaren Türkiye siyasetinde, ekonomisinde ve halkımızın makus talihinde -hattâ insanlığın geleceğinde- yeni bir tarih/dönem yaşanmaya başlanmıştır…

***

Millî Görüş Lideri Prof Dr. Necmettin Erbakan Türkiye’de neler yapmıştır?

1. Gümüş Motor’u kurarak -sömürü sermayesi dışında- ilk motor üretimini yapmış, Türkiye’de çok ortaklı halk işletmelerinin kurulmasına örnek-öncü olmuştur. Bu ilk öncülük sayesinde, bugün ülkenin her bölgesinden en ücra beldesine varıncaya kadar, O’nun başlattığı sanayileşme hareketi/hamlesi gerçekleşmiş, fabrikalar ve sanayi siteleri kurulmuştur.

2. Millî Görüş Hareketi sayesinde, Türkiye’deki anlaşmalı/muvazaalı iki parti sisteminden (DP-CHP), “çok partili gerçek demokrasi sistemi”ne geçilmiştir. Bugünkü mecliste AKP, CHP, MHP, DTP grupları vardır. Bütün baskılara rağmen Türkiye’de ikili parti sistemi oluşturulamamış, bunu Erbakan başarmıştır.

3. Erbakan Türkiye’deki sanayileşmeyi İstanbul tekelinden kurtarmış, İstanbul’dan Anadolu’ya taşımış, O’nun önderliğinde ve öncülüğünde “halk ekonomisi ve sanayileşmesi” Türkiye’nin her tarafına yayılmış, ülkemizin dört bir yanı fabrikalarla donatmıştır.

4. Millî Görüş Hareketi “Önce Ahlâk ve Maneviyat” parolasıyla yola çıkmış, bunun sonucunda Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasalarına bile Din Kültürü ve Ahlâk Dersleri konulacak gelişmelere gidilmiştir. İslâm Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) tam üye olma ve İSEDAK Başkanı olma ile başlayan sürecin ardından, D-8 Projesi sayesinde en büyük İslâm ülkeleri ile çok yönlü birliğine doğru gitme adımları atılmıştır...

5. “Adil Düzen” ve “Adil Ekonomik Düzen” ise zamanla daha iyi anlaşılacaktır…

***

Erbakan önce 12 Eylül 1980 darbesi ile iktidardan uzaklaştırılmış, ancak O’ndan sonra gelen hükümetler hep O’nun başlattığı yenileşmeyi tamamlamış; Erbakan 1970’lerde neler söylemişse, 1980’lerdeki siyasi aktörler tarafından onlar yapılmıştır...

28 Şubat 1997 darbesi sonrasındaki gelişmeleri biliyoruz… 2009

Şubat ayında yorumcular konu üzerinde yeterince durmuş;

Hâlen de durmaya devam ediyorlar…

Burada, tam da 2009 Şubat ayında mânidar şöyle bir soru sorulabilir:

- Millî Görüş Hareketi, o Hareketin Lideri Prof. Dr Necmettin Erbakan ve Millî Görüş Kadroları dimdik ayaktayken, 12 Eylülcüler ve 28 Şubatçılar nerede?!.

Hâsılı, Erbakan kırk-elli sene önce ortaya koyduğu hedeflere ulaşmıştır...

Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan, işte bugüne kadar bu yaptıklarının ve başardıklarının huzuru içinde İstanbul’a gelip “Gençlik Gecesi”nde konuşmuştur...

Evet, Erbakan İstanbul’a geldi, görevini yapmış olmanın gönül huzuru ile “Gençlik Gecesi”nde geleceğin Millî Görüş Kadroları ile kucaklaştı ve konuştu...

Söylediklerini canlı olarak dinledik, basına yansıdığı kadarıyla okuduk...

O konuşmada önemli olan şu cümleleri not etmede yarar vardır:

“Erbakan iki partiyi arkadan idare ediyor diyorlar, beni de AKP’li sayıyorlar!” dedikten sonra, cevaben şunu söyledi:

“Oysa ben şimdi buradayım... Burası neresi?.. Sizin gönlünüz...”

Evet, sizin gönlünüz, hepimizin gönlü, milletin gönlü, insanlığın gönlü…

 

 

***

 

 

 

 

 

500. seminer:

‘Söyle’ emri ve işsizlik sorunu

Reşat Nuri EROL

12.03.2009

1997 yılında ‘aylık’ başlayıp, 1999 yılında ‘haftalık’ seminere dönüşen ilmî çalışmalarımız, son yıllarda artık ‘günlük’ derslere dönüştü. Bu hafta ‘500. haftalık seminer’imizi yapıyoruz, elhamdülillâh… Bugün ve yarın, işte o seminer notlarından derlediğim bir-iki demeti, bu köşenin ‘ekonomi yazıları’ formatına uygun olarak sunuyorum...

[Notların tamamına ulaşmak isteyenler, www.akevler.org’a bakabilirler.]

***

Kur’an’a inanıp onu okuyan herkes buna yani “söylemeye” memurdur.

Kime?..

Kendine söyle, eğer şüphen varsa kendine sor.

Böylece yakinin gelsin, inancın gelsin, kanaatin gelsin.

Diğer mü’minlere söyle. Bilmeyenlere söyle. Kâfirlere söyle. Ama söyle...

İşte bununla biz, yani Kur’an’ı ve bu notları okuyan bizler görevli oluyoruz. / Kur’an’a inanan kimselere Allah görev veriyor. / Tüm insanlığa söylemek zorundayız.

Nerede ve nasıl söyleyeceğiz?

Bir “Dil İlim ve İş İlçesi”ni kurmalıyız.

Burada yüzer dairelik yüz apartman olacak, her katta bir dil konuşulacak, bunlara aynı zamanda iş verilecek, çalışacaklar. Herkes kendi dillerinden Arapçaya, Arapçadan da kendi dillerine tercümeler yapacaktır. Dolayısıyla Kur’an’ın bu âyeti ve diğer bütün âyetleri dünyanın bütün dillerine çevrilecektir. Yeryüzünde bin bölge vardır. Her bölgeden onar aile burada olacaktır. Buraya karı-koca ailece gelecekler, on sene kalacaklar ve burada Arapça öğreneceklerdir. Ayrıca burada meslek eğitimini de alacaklar, çalışacaklar, üretim yapacaklar ve on sene sonra memleketlerine gidip bizim temsilcimiz olacaklar. Onlar oranın mallarını gönderecekler, biz burada satacağız; biz de bizim mallarımızı onlara göndereceğiz...

Görüyor musunuz; buradaki “Kul/söyle” emri bize ne işler açıyor?

Kur’an’ı böyle okuyacaksınız...

Kur’an’ı uygulamak için okuyacaksınız...

Kur’an’ı, üçüncü bin yıl uygarlığını kurmak için okuyacaksınız...

Kur’an’ı sadece kendi başınıza değil, birlikte ve bir araya gelerek okuyacaksınız...

***

Biz bir zamanlar ‘yerli malı kullanmalı’ diye türküler söylerken, şimdilerde faizle IMF’den borç almanın peşinde koşuluyor...

***

İkinci şirk Batıcılıktır. ABD veya AB bir şey istiyor diye, o kötü de olsa kabul ederseniz, işte bu da bir şirktir. Faiz kötü ise kimse onu iyi yapamaz. Onlar sonunda faizleri sıfırladılar; biz ise hâlâ faizlerin ve faizcilerin peşinde koşuyoruz! Eğer zina kötü ise kimse onu iyi yapamaz, AB’ye gireceğiz diye zinayı kimse kutsal yapamaz. Yapanlar tevbe etmezlerse; cezasız kalacaklarını sanıyorlarsa, yanılıyorlar. Biz ABD’nin de, AB’nin de, Rusya’nın da, Çin’in de, Hindistan’ın da dostu olalım; Allah’ın verdiği emri unutmadan dost olalım: İyilikte ve takvada yardımlaşalım, kötülükte ve düşmanlıkta yardımlaşmayalım.

İşte, eğer siz ABD istiyor diye, AB istiyor diye kötülükleri yaparsanız, Allah’ın dışında veliler ittihaz emiş olursunuz.

Erdoğan dâhil, biliyorum, bütün AK Partililer Allah’a inanıyorlar. Ama işte bu Batıcılık batağı içinde yüzüyorlar.

Erdoğan diyor ki;

‘Baykal, yahut Bahçeli çözüm getirsinler, uygulamazsam siyaseti bırakır giderim!’

Onlar çözüm getiremezler.

Çözümü yalnız Allah getirir, semavat ve arzın Rabbi getirir. O çözüm de Kur’an’da yazılıdır. Ve o çözüm de “ADİL EKONOMİK DÜZEN”de tercüme edilmiştir.

İşte, Kur’an veya müsbet ilim yani nakil veya akıl/ilim demeyip de, Bahçeli’ye yahut Baykal’a meydan okuma yanlıştır...

Sadece kedini üstün görüp biliyor zannetmek de yanlıştır...

Bilenlere, mesela Adil Düzen Ekibi’ne yetki ver, onlar naklin ve müsbet ilimlerin bildirdiklerini uygulasınlar; üç, en geç altı ayda işsizlik kalkmazsa, o zaman ekibi suçla ve onlar dışında başka tercümanlar ara; ama mutlaka ara, ilme sor...

Bugün bu konuları tercüme edecek sadece Akevler Adil Düzen Ekibi vardır.

 

 

***

 

 

 

 

 

Erbakan ne diyor? (1)

27.03.209

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, özellikle bir haftadan beri konuşuyor; konuşurken ne diyor, ne demek istiyor?

Tek kelimeyle ‘Saadet Saadet’tedir’ diyen Erbakan’ı özetle anlamaya ve anladıklarımızı anlatmaya çalışalım.

İstanbul’daki miting konuşmasına ‘Cenab-ı Allah’a sonsuz şükürler ve hamdler’ ile başlamasını; kırk yıl öncesinde Millî Görüş Hareketi’nin ilk ortaya çıkışından, bugün ulaştığı seviyeye ulaşmasının şükrü ve hamdi şeklinde geniş şekilde anlıyorum.

Bu şükür ve hamd, son yıllarda İstanbul’daki en büyük mitingleri organize eden/edebilen Millî Görüş’ün son temsilcisi Saadet Partisi’nin ‘Çağlayan Mitingi’nde yapıldı. ‘Onun için bu meydanın diğer bir manevi adı ‘Millî Görüş Meydanı’dır’ derken, Erbakan bir yönüyle de bunu kastetmektedir.

“29 Mart seçimlerine en büyük etkiyi yapacak olan böyle muhteşem bir mitingde kucaklaşıyoruz. Aşkımızı, azmimizi coşturup Millî Görüşün Türkiye’yi ve bütün insanlığı kurtarmak için yürütmekte olduğu “3. Şahlanış Hamlesi”ni yapıyoruz. Bu nimetlerin hepsi Rabbimizin eşsiz lütuflarıdır. Sonsuz şükürler olsun. Elhamdülillah...”

Aşkımız, azmimiz, coşkumuz ve sadece Türkiye’yi değil, bütün insanlığı kurtarmak için yapılan kırk yıllık bir mücadele, mücahede ve kırk yıllık bir yürüyüş…

Bu muhteşem mücadele ve yürüyüşün yeni bir hamlesi: 3. Şahlanış Hamlesi…

İşte Rabbimizin bu kırk yıllık lütuflarına sonsuz şükürler ve hamd: Elhamdülillah…

Erbakan, konuşmasının bu bölümünde anlamamız gerekenleri ‘dua mahiyetinde’ olmak üzere şu cümlede özetlemiş:

“Üçüncü vazifem, bu tarihi eşsiz mitingimizin en büyük zaferlere, Türkiye’miz ve bütün insanlığın kurtuluşuna, iki cihan saadetine, en büyük ecirlere vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz etmektir.”

Erbakan yaptığı her işi planlı ve programlı yapar. Erbakan’ın İstanbul konuşması da işte böyle genel bir plan ve programı içermektedir:

1) 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinin tarihi büyük önemi.

2) İş bu 22 Mart 2009 İstanbul mitinginin büyük önemi.

3) 29 Mart’ta oylarımızı niçin bilerek ve inanarak Saadet Partisi’ne vereceğiz? 29 Mart Yerel Seçimleri’nin tarihî büyük önemine vurgu yaptıktan sonra, bu büyük önemin şu üç sebepten ileri gelmekte olduğunu hatırlatmaktadır:

A) Dünyanın Durumu,

B) Türkiye’nin Durumu.

C) Bulunduğumuz Dönüm Noktası.

Kriz, küresel kriz ile başlayan süreç, bu sürecin günümüzde dünyada hükümran olan ‘kapitalist sistem’ sebebiyle insanlığı nerelere getirdiği meselesi…

Türkiye’yi son birkaç yıldır yöneten Millî Görüş gömleksizlerinin ve hidayetleri kararmış olanların; küresel kriz sebebiyle işte bugünkü çaresiz ve çözümsüz durumlara düşen o faizci kapitalist dünyalılarının peşine düşmüş perişan halleri…

Ve hem Türkiye hem de bütün dünya/insanlık için içinde bulunduğumuz, yaşamakta olduğumuz, ‘yeni bir medeniyet’ müjdeleyen nice sancıları çekişin dönüm noktası…

İşte, dünyanın/insanlığın ve Türkiye’nin bu dönüm noktasında, Erbakan Hocamız her zamanki gibi çok yönlü malum uyarılarını yapmaktadır.

O uyarılarını yapıyor ama burada önemli olan nedir?

Benim kanaatime göre önemli olan anlatılanları anlaşılması gereken bütün boyutlarıyla anlamak ve anladıktan sonra gereğini yapmaktır.

Yazımın bugünkü bölümünü, Erbakan Hocamızın çok önemli tesbit ve uyarılarının bir bölümü ile ‘sonuç’ mahiyetinde sonlandıralım:

Büyük tarihi olaylar, içinde yaşanırken çok kere fark edilmezler. Sonradan olayların azameti anlaşılır. 29 Mart Seçimleri bütün insanlık için “Yeni Bir Dünya”ya atılan tarihi bir adımdır. Çünkü Arşimed, ‘bana uzayda sabit bir nokta ve sağlam bir kaldıraç verin, küre-i arzı yerinden oynatayım’ demiş ve böylece kaldıraç kanununu açıklamıştır.

Yeni bir dünya kurulurken bilelim ki uzaydaki sabit nokta Türkiye’dir, kaldıraç Millî Görüş’tür. 29 Mart Seçimleri Millî Görüş’ün iktidara gelmesinin yolunu açarak kaldıracın mesnede oturtulması kadar önemli bir olaydır. 29 Mart Seçimleri tarihteki şerefli yerini almak için Türkiye’nin attığı tarihi bir adımdır.

İki “ikiz-kardeş”ten, bir ezen ve ezilen düzeni olan komünizm nasıl iflas etti ise, diğer bir ezen ve ezilen düzeni olan faizci kapitalist sistemin de yerini kısa zamanda “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”e bırakması kaçınılmaz bir zorunluluktur.

 

 

***

 

 

 

 

 

Erbakan diyor ki; Dünyanın durumu

Reşat Nuri EROL

28.03.2009

Erbakan’ı dinlemeye ve ne dediğini anlamaya devam ediyoruz.

Erbakan önce Saadet Partisi’nin Çağlayan Mitingi’nde, son olarak dün gece Fox TV’de canlı yayında konuştu ve bir dönüm noktası olan 29 Mart Seçimleri öncesinde son tarihî uyarılarını yaptı.

Kâinat ve insan meselesi, bütün meselelerin özü ve özetidir.

İnsanın mükâfata nail olabilmesi için “Hakk”ın ve “Bâtıl”ın var olması…

Hazreti Âdem’den beri Hak ve bâtıl var...

Hak, her şey altında doğru olan şeydir.

Bâtıl ise, her şey altında yanlış olan şey demektir.

Saadete ancak Hakk’ın hâkimiyeti ile ulaşılabilir.

Bâtılın olduğu yerde saadet olmaz, zulüm olur.

Aziz milletimiz, asırlardan beri doğru bir hak anlayışıyla, yeryüzünde hakkın hâkimiyeti için çalışmış ve bütün insanlığın saadetine hizmet etmiştir.

Bâtıl, yanlış bir hak anlayışının sonucudur, tek bir merkezden yönetilmektedir.

Bu merkez günümüzde “Irkçı Emperyalizm”dir.

Ecdadımız 2. Viyana Kuşatması’na kadar bin yıldan fazla süren bir süre boyunca hak anlayışını hâkim kılmış ve insanlığa saadet getirmiştir. 2. Viyana Kuşatması’ndan sonra maddi kuvvet üstünlüğü ırkçı emperyalizmin eline geçmiştir. Onun yanlış hak anlayışı yüzünden insanlık 1683’ten beri “Zulüm Dünyası” yerine, bir “Saadet Dünyası”nın özlemi içindedir. Irkçı emperyalizm ne diyor?

Biz Allah’ın asıl kullarıyız, dünyaya hâkim olmak için yaratılmışız, diğer ırklar bize köle olmak için yaratılmıştır. Biz dünyanın efendisi olacağız, diğerleri bizim kölemiz olacaklar ve böylece yaradılış gayesine ulaşılacaktır.

Bunun gerçekleşmesi için 3 görevi yerine getirmemiz gerekmektedir:

1. Ben-i İsrail’in Filistin’de toplanması.

2. Büyük İsrail’in kurulması, emniyetinin sağlanması.

3. Mescid-i Aksa’nın yerine, Süleyman Mabedi’nin kurulması…

1683’ten beri, bir yandan “Faizci kapitalist Sistem” vasıtasıyla “Para gücü”nü eline geçirmiş, diğer yandan da 1 doların üzerindeki “Dünya hâkimiyetine ulaşıldı mühründe” gösterilen 13 katlı piramitle “işbirlikçiler” organizasyonunu kurmuş ve böylece kendi ırkından olmayanları kendi inancı için çalıştıracak sistemi tesis etmiştir.

Bu yolla, 13 katlı piramitle sembolize edilen organizasyonla insan gücünü eline geçirmek için gereken çalışmaları yapmıştır.

1990’dan sonra; ırkçı emperyalizm bütün insanları köle yapmak için asırlar boyu Saadet Dünyasını kurmuş ve korumuş olan milletimizi ve onun doğru hak anlayışına dayanan inancını hedef almaktadır. Bunun için takriben 130 seneden beri aşağıdaki planlar uygulanmaya konulmuştur:

1) Teoder Hertzel: Osmanlı’nın yıkılması planı (1897 Basel Konferansı).

2) Emanuel Karasso: Bu planın uygulanması.

3) Haim Nahum Doktrini ile Selçuklular ve Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye’nin yumuşak lokma metodu ile İsrail’e vilayet yapılması.

1990’da Sovyetler dağılıp, komünizm iflas edince, ırkçı emperyalizm 20. Haçlı Seferi’ni başlattı, Margret Teacher 1990 İskoçya NATO toplantısıyla bu seferi ilan etti.

19 yıldan beri bu Haçlı Seferi’nin hedefine ulaşması için, Siyonist ırkçı emperyalizm bütün gücüyle çalışmakta, gizli-açık planlarını uygulamaktadır.

Böylece Dünyamız, Irak, Afganistan, Filistin savaşlarıyla tarihin görülmemiş vahşetini yaşamakta, gözyaşı ve kan gölü hâline gelmiş bulunmaktadır.

Hâlen ırkçı emperyalizm bir yandan sistem olarak çökerken ve medeniyet olarak iflas ederken, diğer yandan inancının gereğini yerine getirmekten geri durmamakta, kararlı bir şekilde adım adım hedefine yürümeye çalışmaktadır.

Böylece Yeni Döneme girilmiştir. Bu dönemdeki değişikliği idrak etmeden, dünya olaylarını anlamak ve idrak etmek mümkün değildir. Bu değişiklik şudur: 1990’dan önce, kominizim varken, Sovyetler dağılmadan yeryüzünde insanların görüşleri “Sağcı-Solcu” diye ikiye ayrılıyordu. 1990’dan sonra bu tasnifin değeri kalmamış, ırkçı emperyalizmin gözü kara atılımları sonucu olarak insanlar şu şekilde ikiye ayrılmışlardır:

Siz menfaatleri dolayısıyla ırkçı emperyalizmin Dünya hâkimiyetine hizmet eden bir “İŞBİRLİKÇİ” misiniz?

Yoksa yeryüzünde bütün insanlığın saadeti için Hakkın ve Adaletin hâkim olduğu bir “Saadet Dünyası”ndan yana mısınız?

İşte bu ikincilere “Millî Görüşçüler” denmektedir.

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Milli Gazete 2009 Yazıları
1-2009 Ocak
1258 Okunma
2-2009 Şubat
1144 Okunma
3-2009 Mart
1236 Okunma
4-2009 Nisan
1135 Okunma
5-2009 Mayıs
1204 Okunma
6-2009 Haziran
1169 Okunma
7-2009 Temmuz
1149 Okunma
8-2009 Ağustos
1087 Okunma
9-2009 Eylül
1242 Okunma
10-2009 Ekim
1127 Okunma
11-2009 Kasım
1310 Okunma
12-2009 Aralık
1107 Okunma