|
|
Muhterem İstanbul Tüccarları! |
|
Reşat Nuri Erol resaterol@akevler.org |
HAZİRAN 2009 |
|
|
|
“Adil Düzen” vurgusu…
Reşat Nuri EROL
05.06.2009
ESAM (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi), 18. Uluslararası Müslüman Topluluklar Kongresi olur; bu kongrenin ana konusu “Yeni Bir Dünya / Küresel Ekonomik Kriz” olur da, bu konuda yazmamak olur mu? Oluyormuş!
Bu toplantıda dünyanın dört bir tarafından gelen tanıdık şahsiyetlerle, özellikle Balkanlar, Doğu Avrupa, Orta Asya, Orta Doğu, Uzak Doğu ve dünyanın diğer yerlerinden gelen dostlarla her gün nice konuları görüşüp dertleştikten sonra bunları siz değerli okuyucularımla paylaşmamak olur mu? Oluyormuş!
Anadolu Gençlik Derneği’nin İstanbul’un en büyük üç stadyumundan birinde gerçekleştirdiği muazzam “Fetih Şöleni”ni yine dünyanın dört bir tarafından gelen misafirlerimizin tam ortasında izleyip de; onların o imrenilesi çok yönlü düşünce ve duygularını yazmamak olur mu? Oluyormuş!
Hele bu toplantının hemen başında ve daha sonra sonunda, sadece Türkiye değil, bütün dünya gündemini sarsacak sözler söyleyen ve “derin değerlendirmeler” yapan Erbakan Hocamızı dinleyip de, bu konuda yazmamak olur mu?
Oluyormuş!
Neden oluyormuş?
Oluyormuş! Çünkü dünyanın dört bir tarafından gelen dostlarla sabahtan gece yarılarına, hattâ daha da geç vakitlere kadar ilgilenmek durumunda kalınca, siz değerli kardeşlerime ulaştırmam gereken izlenim ve değerlendirmelerimi yazacak vakit bulamadım. Vakit bulamayınca yazamadım. Yazamayınca, her şey gibi bu konu/lar da yeni gündemlerin kurbanı oldu. Türkiye öyle bir ülke ki, her gün yeni gelişmeler oluyor. Artık onlara yoğunlaşmak gerekiyor. Mesela, “Mayın Meselesi” çok çok önemli, hem de birkaç gün yazılmayı ve üzerinde çok değişik boyutları ile durulmayı hak edecek kadar önemli.
Bu önemli meseleyi yazmalıyım.
Yazacağım inşaallah…
***
ESAM (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi), 18. Uluslararası Müslüman Topluluklar Kongresi’nin ana konusu “Yeni Bir Dünya / Küresel Ekonomik Kriz” idi...
Kongrenin beni en çok ilgilendiren yönü; Erbakan Hocamızın son değerlendirme konuşmasında “Küresel Ekonomik Kriz”in çare ve çözümleri meselesi ve “Yeni Bir Dünya”nın kurulması gereği üzerinde dururken, üstüne basa basa, tekrar ede ede ve vurgu yaparak söyledikleriydi...
Üşenmedim, tek tek saydım; Hocamız tam kırk defa çare ve çözüm olarak “Adil Düzen” dedi, “Adil Ekonomik Düzen” dedi…
“Adil Ekonomik Düzen nedir?” deyip, “Adil Ekonomik Düzenin Temel Esasları nedir?” deyip, “Adil Düzen”in tam 23 tane temel esasını tek tek saydı…
Ve çok önemli bir şey daha söyledi:
Biz ciddi çalışmalıyız…
Çare ve çözüm olarak daha ne desin ki?
Kırk yıllık Adil Düzen Çalışanı olarak bendenizi en çok kongrenin bu yönü ilgilendiriyordu. Hocamızın bu “Adil Düzen ve Adil Ekonomik Düzen” vurgusunu, dünyanın dört bir tarafından gelen misafirlerimize her gün her vesileyle tekrar tekrar anlattım, anlattım, anlattım…
Onlara anlatırken, siz değerli okuyucularıma değerlendirmelerimi yazamadım.
***
Oktay Abi, Vali Bey; Hazım Oktay Başer!
Allah sana gani gani rahmet eylesin… Mekânın cennet olsun…
Son yıllarda Salı veya Cuma günleri gazeteye uğrayacaksam, biliyordum ki sen mutlaka oradasın… Buluşacağız, selamlaşacağız, kucaklaşacağız ve görüşüp sohbet edeceğiz… Ama artık bu dünyada böyle bir şey mümkün olamayacak…
Buluşma ve görüşmelerimizin devamı cennette, inşaallah…
***
Mayın sadece mayın değildir!
Reşat Nuri EROL
06.06.2009
İsrail oğullarının bir kısmı asıl değerli insanların kendileri olduğuna, diğer insanların kendilerine hizmet etmek için yaratılmış olduğuna; dolayısıyla diğer insanların akılsız ve aptal olduğuna inanırlar. Bazı insanların, hele hele bazı sorumlu kişilerin düşündüklerine, söylediklerine ve yaptıklarına baktığınızda; doğrusu haksız da değildirler.
Neden?..
Suriyeliler kendilerine avanta vermeden Türkiye’ye hurma satamasınlar; Türkler de kendilerine avanta vermeden Suriyelilere koyun satamasınlar diye; yani Suriye ile Türkiye arasında güya kaçakçılık olmasın bahanesiyle bir ordu beslenmiş ve binlerce insan mayınlarla öldürülmüştür! Büyük bir arazi milyarlar harcanarak mayınlanmıştır! Yani akılsız ve aptal Türk ve Arap milletlerinin kendi kelepçelerini böylece kendilerine taktırmıştır!
Bu yetmemiş gibi;
-Mayınları bize sattığı, hattâ döşettiği için bizden milyarları almıştır!
-Şimdi de mayınları temizleyeceğim diye yine milyarları almak istiyor!
-Akılsız ve aptal bizler de bu saçmalıklar için güya kanunlar yapıyoruz!
***
Bu “Mayın Meselesi”nden sorumlu olan sadece AKP değildir. Sorumlu olan siyasilerden ve sivillerden askerlere kadar herkestir. Halkımıza bazı gerçeklerin hatırlatılması ve anlatılması gerekmektedir. Peki, bu görev gereği gibi yapılmakta mıdır?
Hayır!
Her şeyden önce, mayın döşeme ve temizleme işi Türk ordusuna aittir.
“Mayın Meselesi”ni, özellikle mühendisler dâhil pek çok bilenlere sordum. Bir bilen olarak, bir mühendis bakın neler söylüyor: Bir elektrik mühendisi olarak size hemen söyleyebilirim ki; toprakta mayın tesbit etme işi çok ilkel metotlarla bile kesin olarak bulunur. Türkiye üniversitelerinde bununla ilgili ilmî çalışmalar vardır. Ayrıca ASELSAN da bunlara ait bilgilere sahiptir. Bu konuda üretilecek araçların maliyeti de çok ucuzdur. Hattâ istenirse robotlarla da yapılabilir. Üniversitelerde bu tür robotlar üzerinde çalışan bölümler vardır.
Var olmasına vardır ama nedense ve her ne hikmetse, bu var olanlar değerlendirilmiyor, yapılması gerekenler yapılmıyor.
Neden yapılmıyor veya yapılamıyor?
Yapılamıyor, çünkü İsrail oğulları akılsız, aptal ve adeta hayvan kabul ettikleri insanları böyle yularlarından çekip susuz dolaştırıyorlar...
***
Her şeyden önce; bugünkü teknoloji ile öyle mayın koyabilirsiniz ki, tank geçse bile o mayın patlamaz. Ama Amerika’dan yapılacak bir sinyalle çok kolay patlatabilirsiniz. Bunun için gerekli teknoloji bir telefon zilini çaldırmak kadar kolaydır. Anlaşılan, ömrü bitmiş mayın tarlasını yeni teknoloji ile yeniden döşemek istemektedirler.
-Bugünkü yaşayan yöneticiler böyle saçma kararlar alıyorlar!
-Bugünkü halkımız da bu yapılanlar karşısında susuyor!
-Gelecekteki nesillerin hak ve hukukları çalınıyor!
Gelecekteki nesillere hatırlatıyor ve diyorum ki:
İsrail oğullarına bu yaptıklarını ödeteceksiniz. Hem birinci mayınların parasını tahsil edeceksiniz, hem bu kadar zaman burasını kullanmadığımız için onun parasını tahsil edeceksiniz, hem de şimdi ödenecek meblağı tahsil edeceksiniz. Acımayacaksınız. Tazminat bedeli olarak İsrail devletinde yerleşecek İsrail oğullarına ödeteceksiniz.
Ve bileceksiniz ki, “Mayın Meselesi” sadece “mayın” değildir.
“Mayın Meselesi” ile ilgili yapılması gerekenleri ayrıca yazacağım.
***
Sömürü sermayesi ve değişim
Reşat Nuri EROL
15.06.2009
Tekel sömürü sermayesi, beş asırdan beri yeryüzünü sermayenin tek devleti hâline getirmek için planlar hazırlamış ve uygulamalar yapmıştır. Bu yolda yaptığı en önemli uygulama, İslâm âlemini ve İslâm uygarlığını Batı dünyasına tanrısız bir âlem ve tanrısız bir uygarlık olarak tanıtmak, bu sayede bin seneden beri Müslümanlarla Hıristiyanları çatıştırıp savaştırmak olmuştur. Haçlı Seferleri’nin özü ve özeti budur.
Tekel sömürü sermayesi, işte bu çatışma ve savaş ortamından yararlanarak gittikçe etkinliğini artırmış, asırlarca bütün insanlığı sömürmüştür. Yirminci yüzyılı yani geçen yüzyılı hatırlayalım. Ateizm bütün Batı’ya hükmetmektedir. Papalık ve kilise adeta ortadan kaldırılmış, toplum nezdinde silinmiş bir durumdadır. Bu arada İslâmiyet’in de tamamen ortadan kaldırılması planlanmıştır. Mesela, Türkiye’de cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan itibaren ateizm pompalanmıştır. 1960’ların başlarına gelindiğinde yapılan planlama neydi?
İslâmiyet’e taviz veren DP darbeyle yıkılmış, onun yerine ateist bir CHP iktidarı tasavvur olunmuştur.
Ancak, Millî Görüş Hareketi bütün bu planları bertaraf etmiştir.
Tekel sömürü sermayesinin planları ve uygulamaları vardı, ama ona karşı Allah’ın da planları ve uygulamaları vardı. Elbette Allah plan, proje ve uygulama yapanların en hayırlısıdır. Nitekim geçmiş asırlarda yapılanların hepsi “şer” gibi görünse de, genel olarak bakıldığında bu şerlerin hepsi sonunda bir şekilde “hayra” dönüşmüştür.
Geçmiş asırlarda böyle olduysa, bundan sonra da aynen böyle olacaktır.
***
Tekel sömürü sermayesi asırlardan beri yapabileceklerini yapmış, insanlığa verebileceği zararları vermiş; ama en sonunda beşeriyet daima bu değişim ve gelişmelerden kazançlı çıkmıştır. Şerler daima hayırlara dönüşmüş ve yeryüzünde müsbet yönde büyük değişiklikler olmuştur.
Bu tarihî değişim ve değişiklikleri kısaca hatırlayalım.
1) Sovyetler, sosyalizm ve komünizm yıkılmış, sömürü sermayesinin din düşmanlığı siyaseti yeryüzünde sona ermiştir.
2) Sosyalizm ve komünizmin çökmesinden daha önemli bir gelişme olmuş; kapitalizmin alternatifi komünizm/sosyalizm yani “Batı Düzeni” çökünce, insanlık yeni bir düzen arayışına girmiş ve Türkiye’deki çalışmalar sayesinde bunun “Adil Düzen” ve “Adil Ekonomik Düzen” olduğu anlaşılmıştır.
3) Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu, pek çok alanda çöküntüler yaşadıktan sonra, özellikle son yıllarda kendi varlığını koruyup sürdürebilmek için Türkiye ve Millî Görüş Hareketi ile iyi geçinmesi gerektiğini iyice idrak etmiş durumdadır. Almanya ve Fransa’da hâlen iktidarda olan parti yöneticilerinin son direnişleri de yıkılıp sona ermek üzeredir.
4) Bütün bu olumlu gelişmelerin üstüne üstlük; Papalık İslâmiyet ile temas, diyalog ve işbirliği arayışlarına girmiş, bu yönde Türkiye dahil önemli İslâm ülkelerine ziyaretler yapılmıştır. Bütün bu gelişmelerden daha da önemlisi, Papa İslâmiyet’in “faizsiz ekonomi ve kredileşme sistemi”nden yararlanılması yönünde görüş beyan etmiştir. Bütün bu gelişmeler hayırlı yeni gelişmelerin habercisi ve müjdecisidir.
***
Meselenin bir de ülkemizde yapılan son seçimler ve bu seçimlerin özellikle bugün ele aldığım konu açısından değerlendirilmesi var.
Bugünlük, Türk milletinin her seçimde olduğu gibi bu son seçimlerde de en dengeli bir şekilde ve yakın gelecekte sadece ülkesine değil, adeta dünyaya nizamat vereceğinin işaret fişeklerini çakarcasına oy kullandığını belirtmekle iktifa edelim.
Devamı gelecek yazıda, inşaallah…
***
Dünyaya D-8 adaleti gerek!
Reşat Nuri EROL
20.06.2009
Millî Gazete, 15 Haziran Pazartesi günü, Ahmet Zeki Gayberi’nin hazırladığı ‘analiz dosya’sını birinci sayfadan vererek şu manşetle çıktı: Dünyaya D-8 adaleti gerek!
15 Haziran 1997 günü, yani bundan 12 yıl önce, İstanbul’da bir araya gelen Bangladeş, Endonezya, İran Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Türkiye’nin devlet ve hükümet başkanları, dünyaya gerekli olan adaleti tesis etmek için bir araya geldiler ve D-8’i kurdular. Aradan geçen yılların ardından da iyice görüldü ve anlaşıldı ki; ırkçı emperyalizmin ekonomik kriz, manevi çöküş ve siyasi kaoslarla mahvettiği dünya, ancak adaleti tesis edecek bir anlayış, sistem, düzen ve mekanizma ile kurtulabilir.
Aynı zamanda İslâm Konferansı Örgütü’nün de üyeleri olan D-8 kurucusu sekiz ülke, Refah-yol Hükümeti Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan önderliğinde bir araya gelerek, insanlık için ismiyle müsemma “İslâm/barış” birlikteliği oluşturmuş oldular. Bu ülkelerin tamamı tabiî kaynakları, kalabalık nüfusları, çok yönlü birikimleri ve potansiyel pazarlarından ötürü, kendi bölgelerinde önemli konum arz etmektedirler. Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da düzenlenen 6. D-8 zirvesinde, D-8 daimi Sekreteryasının İstanbul’da olmasına karar verildi. Bu karar 20 Şubat 2009 tarihinde imzalanan anlaşma ile resmiyet kazandı. 22 Ekim 1996 tarihindeki “Kalkınmada İşbirliği Konferansı”nı izleyen bir dizi hazırlık toplantılarından sonra, 15 Haziran 1997 tarihinde İstanbul’da yapılan ve devlet ile hükümet başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilen zirvede, “İstanbul Deklarasyonu” ile D-8’in kuruluşu resmen ilan edildi. Böylece dünyada “adalet”i tesis edecek, “Yeni Bir Dünya”nın kurulmasını gerçekleştirecek hareket başlatılmış oldu.
***
D-8’lerin bayrağında yer alan altı yıldız, D-8’lerin temel ilkelerini sembolize etmektedir. Bu altı ilkeyi bu hayırlı kutlama vesilesiyle hatırlayalım:
-Materyalizm değil, maneviyatçılık.
-Çatışma değil, diyalog.
-Çifte standart değil, adalet.
-Tekebbür değil, eşitlik.
-Sömürü değil, işbirliği.
-Baskı ve faşizm değil, insan hakları, özgürlük ve demokrasi.
D-8, dünya üzerinde beş asırdan beri hükümran olan “ateş, savaş, yokluk ve zulüm medeniyeti”nin temsil eden, emperyalist ve Siyonist sömürü sermayesinin kontrolündeki ülkelerin politikalarına karşı; “su, barış, refah ve adalet medeniyeti”ni temsil edenler tarafından dünyayı ıslah etmek gayesi ile kurulmuştur.
Küresel ekonomik krizin tekel sömürü sermayesinin vahşi uygulamaları sebebiyle iyice azgınlaştığı bu dönemde, bu gidişata dur demek ve “Adil Ekonomik Düzen”i tesis etmek için D-8’leri hayata geçirmenin tam zamanıdır. Dünya savaşlarının ardından, günümüzde de ölmeye devam eden milyonların sorumlusu, bugünkü Batı zihniyetidir. Kapitalizm de aynen komünizm gibi çökmüş durumda; “çare ve çözüm” üretemiyor, sadece “sorun ve zulüm” üretiyor. Batı Medeniyeti’nin biricik alternatifi olan İslâm Medeniyeti’nin “Adil Ekonomik Düzeni”ni uygulamanın tam zamanıdır.
***
Mete Gündoğan, beş gün önce (15.06.2009), D-8’in kuruluş günü münasebetiyle yazdığı yazıda önemli hatırlatmalarda bulundu.
Benim dikkatimi en çok Erbakan Hocamızla ilgili bir hatırlatması çekti: Hocamız D-8 çalışmalarına başlamış…
Üst düzey bir şahıs, bu hareketi eskilerin fütuhatlarına da benzeterek Hocam’a soruyor; “Böyle bir hareketi niçin yapıyorsunuz?”
Hocam da güzel bir cevap vermiş. Cümle aynen şu; “Bu hareketi yapmak mecburiyetindeyiz çünkü Türkiye büyümezse küçülecek!” Ve devam etmiş; “Bütün bu coğrafya adil temeller üzerinde bir ve bütün olarak hareket etmeli...”
D-8’in 12’inci yıldönümü, Erbakan Hocamızın katılımıyla bugün İstanbul’da kutlanıyor…
Sonuç ve sözün özü bugünkü yazının başlığında var: Dünyaya D-8 adaleti gerek!
***
Haydi Türkiye!
Reşat Nuri EROL
21.06.2009
Yaz mevsiminin başlamasıyla birlikte farklı bir hareketlenme de başladı. Turizm ülkesi olan Türkiye’ye, dünyanın her tarafından insanlar gelmeye başladı. Kış aylarında yabancı ülkelerden iş gereği tek tük gelen dostlar, baharın ardından yaz mevsiminin gelmesiyle birlikte, akın akın, kafile kafile ülkemize ve İstanbul’a akmaya başladılar.
Yaz başladığından beri, her gün olmasa bile, her hafta İstanbul’da yabancı bir misafirimizle bir araya geliyor ve kendisini ilgilendiren konuları görüşüyoruz.
ESAM’ın (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi) İstanbul’da düzenlediği, 18. Uluslararası Müslüman Topluluklar Kongresi ve kongrenin ana konusu “Yeni Bir Dünya / Küresel Ekonomik Kriz” vesilesiyle gelen konuklarımızı daha önce yazdım. Bu toplantı boyunca ve daha sonra, dünyanın dört bir tarafından gelen tanıdık şahsiyetlerle, özellikle Balkanlar, Doğu Avrupa, Orta Asya, Orta Doğu, Uzak Doğu ve dünyanın diğer yerlerinden gelen dostlarla her vesileyle siyasi, sosyal ve ekonomik konuları görüşüp dertleştik.
Bir yaz dönemi de böyle başladı ve devam ediyor…
***
Geçen hafta, Türk-Suud İş Konseyi 9. Ortak Toplantısı İstanbul’da yapıldı. Suudi Arabistanlı iş adamları, 80 milyar dolarlık projeleri görüşmek üzere geldiler. Bu, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesinde faaliyet gösteren bir çalışmaydı.
Bu toplantıdan iki hafta önce İstanbul’da beraber olduğum Suudlu iş adamları, bu toplantıya da geleceklerini söylemişlerdi. Onlardan, Arabistan Yarımadası’ndaki bu en büyük ülkede yapılacak yatırım hamlelerin öğrenmiştim. Türk-Suud İş Konseyi toplantısının bir bölümüne katılmakla beraber, toplantıyla ilgili daha geniş detayları diğer bir katılımcı arkadaşımdan öğrendim. Yedi yıl yaşadığım bu ülkenin altı bölgesine yeni sanayi ve yaşam kentleri kuruluyor: Liman Kenti, Sahil Kenti, Eğitim Kenti, Yaşam Kenti, Endüstri Kenti… 2020 yılına kadar inşa edilecek oto yollar, demir yolları, enerji santralleri, dört milyon konut ve bütün bunların altyapıları… Toplam 80 milyar dolarlık projeler Türk iş adamı ve müteahhitlerini de bekliyor…
Yıllardır yakından takip ettiğim için iyi biliyorum. Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler son yıllarda olumlu yönde gelişmeler kaydetti; daha da kaydetmeye devam ediyor... Mesela, 2008 yılında Türkiye’den Suudi Arabistan’a yapılan ihracatın bir önceki yıla oranla yüzde 47 artış gösterdiği, iki ülke arasındaki dış ticaret hacmin 5,5 milyar doların üzerine çıktığı biliniyor. İki ülke arasındaki ticaret giderek canlanıyor…
***
Bu arada eğitimlerini Türkiye’de tamamlamış bir grup Arap işadamı, ülkemize olan vefalarını göstermek için yatırım atağı başlattılar. “Türkiye’ye Vefa Girişimi Projesi” için İstanbul’da bir araya gelen 30 sivil toplum kuruluşunun düzenlediği toplantıyı El Cezire Televizyonu canlı yayınladı. İşadamları, proje çerçevesinde ‘Şukran Türkiye’ sloganıyla bütün Arap ülkelerini dolaşarak yatırım çağrısında bulunacak. Kampanya için hazırlanan 25 saniyelik reklam filmiyle Arap sivil toplum kuruluşları, vatandaşlarını Türk malı kullanmaya çağırıyor, Arapların tatil için Türkiye’yi tercih etmeleri isteniyor...
***
Bu hafta, 1. Uluslararası Gazze’nin İmarı Konferansı’yla, Filistin için en büyük ve en somut adım İstanbul’da atıldı. 600’ü yabancı olmak üzere, 1000’den fazla işadamı, toplam tutarı 300 milyon doları aşan 460 projenin uygulanması için 17-18 Haziran günlerinde İstanbul’da bir araya geldi...
D-8’in 12’inci Yıl Kutlama Toplantısı da, 20 Haziran’da İstanbul’da yapıldı…
Haydi Türkiye, yeniden ve asıl yönelmen gereken ufuklara doğru…
Hamlelerin hepsi de hayırlı, verimli, bereketli ve devamlı olur inşaallah...
***
Zulüm dünyasından adalet dünyasına…
Reşat Nuri EROL
23.06.2009
Cumartesi sabahı Ümraniye’den Üsküdar’a geçerken, bu kadar ‘derin ve geniş düşüncelere’ kapılacağım aklımın ucundan geçmiyordu. Önce Ümraniye’deki iki iş yerime uğradım, arkadaşlarla gerekli görüşmeleri yaptım ve yola çıktım. 21 yıldır genel sekreterliğini yaptığım İslâm Medeniyeti Vakfı’na uğradıktan sonra, yakınındaki Üsküdar İskelesi’ne yöneldim. Ümraniye’den yola çıkarken, Üsküdar’dan karşıya vapurla geçmeye karar vermiştim. Eski İstanbullular karşıya geçmeyi ‘İstanbul’a gitmek’ diye tabir ederler. Üsküdar’dan Eminönü’ne geçiyordum, vapurdaydım; Boğaz’ın iki yakasına yani Asya ve Avrupa’ya bakıyordum ve işte o andan itibaren ‘derin ve geniş düşüncelere’ daldım... Vapur özellikle Sarayburnu yakınlarına vardığında, o mütevazı Topkapı Sarayı’na baktıkça, sözünü ettiğim ‘derin ve geniş düşüncelerim’ daha da depreşti ve zirveye çıktı. Altı asırlık ‘Osmanlı Adaleti’ üç kıtaya (Asya, Avrupa, Afrika) işte bu mütevazı saraydan yayılmıştı… Ve günümüzde beşeriyet sadece Asya ve Avrupa’da değil, Afrika ve Amerika dâhil bütün kıtalarda korkunç ‘zulümler’ altında inim inim inlerken; yeniden işte o ‘Osmanlı adaleti asırlarının özlemi’ ile yanıp tutuşmuş durumdaydı. Dünya yeniden öylesi adalete dayalı altın asırları yaşayabilir miydi? Zulüm zirvedeyse ve artık çökmeye başlamışsa, neden olmasın? Tarih hep tekerrür ediyor, devran dönüyor, dönemler birbirini takip ediyorsa; ‘zulüm dünyası’ sona erip, onun ardından yeniden bir ‘adalet dünyası’ neden kurulmasın?
***
D-8 12’inci yıl kuruluş kutlama programının gerçekleştirileceği Eminönü’ne gidiyordum ve vapur yavaş yavaş sahile yanaşıyordu... ‘Elveda Rumeli!’ deyip Kosova’dan Türkiye’ye hicret ettiğimiz 1957 yılında, İstanbul ile ilgili hatırladığım en önemli hatıralarım işte bu semtte oluşmuştur. Burada onları anlatacak değilim. Ama şu kadarını yazmadan geçemeyeceğim: Asırlar öncesinde ecdadım Anadolu’dan (Bursa ve Konya/Karaman’dan) Balkanlar’a gönderildikten sonra, yarım yüzyıl öncesinde yeniden Anadolu’ya dönüşümüzü düşündüm… Ve bugün Topkapı Sarayı’nın yakınlarındaki Osmanlı Oteli’nde, “zulüm” altında inleyen dünyaya “adalet” üzere yeniden nizamat vermeyi hedefleyen D-8 toplantısına katılmaya gidiyordum… Tevafuk eseri olsa gerek, bu seneki toplantı Çırağan Sarayı Oteli’nde değil de, tarihî eski Vakıf Han’da yani Osmanlı Oteli’nde yapılıyordu…
Toplantı başladı ve konuşma sırası Erbakan Hocamıza geldi. Meğer o da benim kapıldığım ‘derin ve geniş düşüncelere’ kapılmış. Sözlerine şöyle başladı: Anlamlı bir şekilde 12. kutlamayı bu otelde (Osmanlı Oteli) yapıyoruz… Bunun detaylarını anlatmayacağım, çünkü bunu hepinizin iyi takdir edeceğinizi biliyorum… Büyük olaylar içinde yaşanırken iyi anlaşılmaz, tarih daha sonra tesbit edip yazar…
Kurucusu olduğu D-8’i Erbakan Hoca üç bölümde anlattı: D-8’in önemi ve özellikleri, D-8 ve G-8 geçmiş 12 yılda neler yaptı ve şimdi D-8’ler neler yapmalı…
Zulüm dünyasından adalet dünyasına geçerken yapılması gerekenleri anlattı…
Adil Bir Dünya kurmak için çalışmak zorundayız dedi ve devam etti…
Adil kriterlere ve Adil Düzene dayalı Adil Bir Dünya…
Bugünkü zulüm dünyasına alternatif bir dünya…
***
Millî Gazete, bu tarihî toplantıyı dünkü nüshasında, “Zulüm dünyası yıkılsın, adalet ve saadet dünyası kurulsun” manşetiyle duyurdu. D-8’ler “Yeni Bir Adalet ve Saadet Dünyası” kurulmasının adımı ve bu dünyanın çekirdeğidir…
D-8’ler, kuvveti üstün tutan zulüm dünyası yerine, hakkı üstün tutan yeni bir adalet ve saadet dünyasının kuruluşu hareketidir…
Dünkü Millî Gazete’den bütün detayları bir kere daha dikkatlice okuyabilirsiniz.
Erbakan Hocamızın dediği gibi; içinde olup bizzat yaşadığımızdan dolayı her ne kadar yeterince farkında olmasak da; tarihî ve büyük olayları ve gelişmeleri yaşıyoruz…
Adım adım “zulüm dünyası”ndan “adalet dünyası”na geçiyoruz…
***
Faizler ve kredi kartları
Reşat Nuri EROL
24.06.2009
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, faizleri yarım puan daha geri çekti. Böylece gecelik faiz oranı 8.75’e kadar düştü. Faiz konusunda ortalama her ay yarım sevinç yaşıyoruz ama Müslüman bir ülkede faizler (mesela Amerika ve Japonya’da olduğu gibi) bir türlü sıfırlanamıyor. Maalesef Türkiye’de hâlâ dünyanın en yüksek faizlerini ödüyoruz!
Para Politikası Kurulu’na göre küçük bir sevindirici gelişme daha: İktisadi faaliyetteki toparlanmanın yavaş ve kademeli olacağı, istihdam koşullarındaki mevcut durumun bir müddet daha süreceği ve bunun neticesinde enflasyonun düşük seyrini koruyacağı öngörülmekte. Yüksek enflasyon oranlarına alışmış bir ülke olarak bu da sevindirici ama faiz-enflasyon bağlantısını bilimsel olarak düşündüğümüzde, ‘ne kadar faiz o kadar enflasyon’ temel ekonomik kuralı aklımıza geliyor ve yine üzülüyoruz…
Para Politikası Kurulu, bence bir de olumsuz görüş beyan etmiş: Kurul, bundan sonraki faiz indiriminin ölçülü olabileceği ve para politikasının aşağı yönlü esnekliğini uzunca bir süre korumasının gerekebileceği, iktisadi faaliyete dair toparlanma işaretlerinin belirginleşmesi hâlinde ise faiz indirimlerinde bir yavaşlamanın veya indirimlere ara vermenin gündeme alınabileceği değerlendirmesinde bulunmuş!
Yani; bizim her vesileyle ‘faizlerin sıfırlanması’ önerimiz bir yana, her ay yapılan küçücük faiz indirimlerine de ara verilecek!
Tekrar hatırlatıyorum: Ne kadar faiz, o kadar enflasyon!
Onlar faizleri sıfırlamadıkça, biz bu vahim gerçeği hep hatırlatmaya devam edeceğiz.
***
Gün geçmiyor ki, bir şekilde ‘faizli kredi kartı felaketleri’ duymayalım, görmeyelim, okumayalım. Nüfusumuzdaki bebekleri, çocukları ve çok yaşlıları bir kenara aldığımızda, şu anda kişi başına en az iki ‘faizli kredi kartı’ düşüyor!
Üretmeden tüketmek, kazanmadan harcamak alışkanlığı veya tutkusu aldı başını gidiyor. Biriken ve ödenemeyen borçlar sebebiyle yaygınlaşan intiharlar ve yaşanan aile faciaları bile, faizli kredi kartı verenlerini ve alanlarını durduramıyor!
Faizli kredi kartları, tâ başından beri gerekli tedbirler ve düzenlemeler yapılmadan, bir şekilde hayatımızın ve harcamalarımızın bir parçası hâline getirildi. Bu kartlar maalesef faydalarından çok felaket denebilecek zararları ile öne çıkıyor. Başlangıçtan itibaren geçmiş yıllarda uygulanan aşırı faizler sebebiyle insanlar faizli kredi kartı borçlarından dolayı intiharlara varan felaketler yaşadı. İnsanlar, işletmeler, aileler ve daha birçok değerler bu yüzden çöktü; hâlen de çökmeye devam ediyor…
Bu durumda Faizli kredi kartı veren faizli bankalar ne yaptı, ya da ne yapıyor?
Bugüne kadar müşteri zaaflarından gayet güzel faydalandılar; öyle görünüyor ki, bundan sonra da aynen yararlanmaya devam edecekler!
Özellikle Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile birlikte Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince, faizli kredi kartı mağduru kitlenin sorunları karşısında derin uykularına devam ediyorlar!
Hatırlanacağı üzere, bir dönem bankaların uyguladıkları yüksek faizler sebebiyle tefecilerin insafına kalanlar bile oldu. O zamanki olumsuzluklara rağmen hükümetler, kart edinme noktasında ağır şartları ve gerekli önlemleri almadılar, alamadılar. Bu cahilce uygulamaların sonunda sonucunda, milyonlara baliğ olan büyük bir faizli kredi kartı mağduru kitle doğdu. Başbakan, bakanlar, bankalar ve diğer yetkililer ne yapıyor?
Bankalar sadece alacaklarının peşinde; onlar hükümetin planladığı yeni bir düzenleme ile sadece alacaklarını tahsil edecekler. Bankalar bu vesileyle bir avantaj daha yakaladı, ‘kredi kartı ücreti’ de resmileşti!
Artık bankalar her yıl kart ücretini resmen alabilecek.
Böyle bir uygulamanın da önü açılmış oldu.
Bugünlerde Merkez Bankası belki de son defa faizleri düşürürken, faizli kredi kartları ile ilgili sadra hiç de şifa olmayan işte bu gelişmeler yaşanıyor…
***