***
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 11
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَفَمَنْ يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ(19) الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَلَا يَنقُضُونَ الْمِيثَاقَ(20) وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الْحِسَابِ(21)
وَالَّذِينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ(22)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍ(23) سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ(24)
وَالَّذِينَ صَبَرُوا
(elLaÜIyNa ÖaBaRUv)
“Sabreden kimseler.”
Lub sahibi olan kimseleri tavsif ederken, iki “Ellezîne” getirilmiş ve Adil Düzen Çalışanlarını ikiye ayırmıştır. Bunlardan biri Adil Düzen çalışanlarıdır, ilim yapanlardır. Dört delile dayanarak zamanımızın sorunlarını çözen ve ilmî çalışmaları yapanlardan bahsetmiştir. İkinci grup ise bunlara maddeten katkıda bulunanlardır. Yani bedenleri ile ilim yapanlar ve diğer grup ise maddeten bu çalışmalara katılanlardır.
Şimdi üçüncü “Ellezîne” gelmiştir. Ne var ki yukarıdaki atıflar yapıldığı halde, burada atıf “men ya’lamu”ya yapılmıştır. Mübteda haber cümlesi getirilmiştir. Bunlar “Adil Düzen”i kabul eden topluluklardır. Yani halktır. Bunlar “Adil Düzen”e katılmazlar ama yaşarken, seçerken “Adil Düzen”i benimseyenler iktidar ediliyorlar.
Adil Düzen Çalışanları kimlerdir? Kısaca buna temas edelim.
- Türkiye Tanzimat’la Batılılaşmaya başladı. Türkiye’yi yıkmak amacı ile Türkiye’de azınlıklara haklar tanımak şeklinde ortaya çıktı. Sonuç ne oldu? Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı. Osmanlıların mücadelesinin sonucu imparatorluk ortadan kalkmı
- ştır. Ama onların yetiştirdiği kadro ile Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu. Birinci hamlede Cumhuriyeti kuranlar Adil Düzen adımını atmışlardır. Türkiye’nin siyasi bağımsızlığı, ekonomik bağımsızlığı ve Adil Düzene doğru atılan adımlar vardır.
- Bundan sonra Adil Düzen Çalışmaları açısından Demokrat Parti de ele alınabilir. Türkiye demokrasiyi getirme konusunda Adalet Partisi ve DYP de adımlar atmışlardır. Turgut Özal onlarla senelerce çalışmış, Millî Selâmet Partisi’nin İzmir adayı olduktan sonra Adil Düzen için çok olumlu uygulamalar yapmışlardır.
- Milliyetçi Hareket Partisi’nin de Adil Düzene doğru adımları vardır. Türklük ideali anlayışı içinde Adil Düzenin gelmesini istemiştir.
- Hâsılı, gerek Osmanlıcılığın devamı olan CHP yani cumhuriyetçiler, gerek Batıcıları temsil eden DP grubu, gerekse Türkçülüğü temsil eden Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’ye Adil Düzenin gelmesi için çaba göstermişlerdir. Sömürü sermayenin baskısı sonucu İslâmcılar yıllarca dışlanmıştır. İslâmcılar da bunlara katılmış ve takiyye yapmışlardır. Sonunda Millî Görüşçüler ortaya çıkmış, Adil Düzeni tanımlamış ve sistem olarak koymuşlardır.
Türkiye’de Adil Düzene katkıda bulunan İslâmcılar da olmuştur. Bunlar Adil Düzene açıkça cephe almışlar ama sonuç itibariyle yaptıklarıyla kendileri Adil Düzen taraftarı olmuşlardır. Risale-i Nur şakirtleri, Süleyman Tunahan müntesipleri, tarikatçılar ve diyanetçiler hep Adil Düzene insan yetiştirmişlerdir.
Geçmişte Türk halkı “Adil Düzen”i kabul etmiş, bugün benimsendiğini bildirmiştir. Budan sonra da halk yine yeni Adil Düzen Çalışmalarını benimseyen güçleri destekleyecektir. Türk milleti ne yapmıştır? Sabretmiştir. Sabır ne demektir? Susup beklemek. Karşı çıkıp iç savaşı çıkarmamak ama sabırla teslim olmamak, fırsat kollamak, fırsat ele geçince hemen kendisini göstermektir.
Türk Milleti İstiklâl Savaşı’nı dinini korumak için yaptı. Komutanlar da halkın bu duygulara dayanarak İstiklâl Savaşı’nı kazanmışlardı. Sonra ne oldu? Türk halkı zaferi kazanmamış gibi en kötü dinsizleştirme programı ve baskı içinde kaldı. Türk milleti sabretti. 17 sene “Tanrı uludur, Tanrı uludur” derken, 1950’de bir gün sonra yürürlüğe giren kanunun sabahında “Allahu Ekber”i okudu. Bir müezzin bile “Tanrı uludur” demedi. İşte sabır budur.
Türk Milleti ikinci sabrı Demokrat Parti’yle denedi. Demokrat Parti döneminde, CHP’nin 27 senede yaptığı yanlış şeyleri düzeltmesini beklerken sabretti. Kendi cezasını kendisinin vermesi istendi. Böylece burada gösterdiği sabır sonunda demokratik anayasalar geldi.
Türk Milleti başka bir sabrı da bugün yaşıyor. Halkın Anayasa ekseriyeti verdiği AK Parti’den isteği, CHP ve DP taraflarının geçmiş dönemlerde yaptığı hataları düzeltme olduğu halde, o Avrupalı olma hevesi içinde zinayı meşrulaştırmaya çalışmıştır. Türk halkının bu engin sabrının sonunda meyve ortaya çıkacak, Adil Düzen gelecek ve Allah’ın dediği yapılacaktır. Türk halkı Adil Düzen aşkının mükafatını alacaktır.
“Ellezîne Saberû” mübtedadır. Haberi “Ülaike Lahum Ukbeddar”dır.
“Adil Düzen”in gayesi bu üçüncü gruba saadet kazandırmadır.
Adil Düzen başkalarının saadeti için değil, halkın saadeti içindir.
ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ (iBTıĞAEa VacHı RabBıHıM)
“Rablerinin vechini ibtiğa etmeleri için.”
“BĞY” boğa kelimesinden gelmektedir. Boğanın dişiye saldırması misali saldırmaya bağy denmektedir. Şer’i hükümleri aşıp kamu düzenini bozmak için kullanılır. İbtiğa da kendi hukuk sınırları içinde kazancı aramaktır. Yani bağy gayrimeşru yıldan çıkarı için çalışmadır. İbtiğa ise meşru sınırlar içinde çıkarını aramaktır.
Allah’ın vechini ibtiğa etmek demek, O’nun teveccühünü kazanmak demektir. Yani Allah’ın yüzünü çevirip istenenleri değerlendirmedir.
Kur’an’da bu tür âyetler çoktur. Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Onlar dönerlerse Biz de döneriz. Burada da Allah’ın kendileriyle ilgilenmesini istemek için sabrettiler.
Halktan istenen “Adil Düzen” için çalışmak değil ama Adil Düzen Çalışanlarını desteklemede sabretmek, yani oyları onlara vermektir.
Türkiye’de dindarlara baskı vardır, hâlâ da devam etmektedir. Mevcut bürokrasi dindarlara karşı baskısını sürdürmektedir. İktidara gelmişiz ama bürokrasi direnmeye devam ediyor. Yani o da kendi anlayışında direniyor. Halk da direniyor. Bürokrasi halkı dininden vazgeçirmekle uğraşıyor. Halk da direniyor, oyunu bürokrasinin istediği partilere vermiyor.
İşte bu Adil Düzen mücadelesinde Adil Düzen Çalışanları çalışmalarına devam edeceklerdir. Ama halkımızdan istenen de sabretmesidir. Bakalım bürokratların dindarlara baskısı mı başarılı olacaktır, yoksa halkın Adil Düzeni desteklemesi mi zafer kazanacaktır?
Bir gerçeği bilmeniz gerekecektir. Türk ordusu bürokratik bir yapıda değildir. Vatandaşlarımız askerlik hizmetini ifa etmektedir. Komutanlar için getireceğimiz tek şey, Silahlı Kuvvetlerin 12 ordudan oluşması, askerlik yapacakların kendi ordularını kendilerinin seçmeleridir. Böylece askeri bürokrasi devam edecektir. Her ordu bağımsız olarak kendi iç düzenlemelerini kendileri yapmalıdır. Askeri düzen gereği bu böyledir.
Sivil bürokrasi ise serbest meslek erbabına dönüştürülmelidir. Örnek olarak maliye teşkilatı kalkmalıdır. Serbest muhasiplik aynı zamanda maliye bakanlığının işlerini yüklenmelidir. Bu birden olmaz. İsteyen maliyede kalmalı, isteyen serbest muhasipliğe geçmelidir. Serbest muhasiplerin maaşlarını da devlet vermelidir. Aylık ücret olarak değil de, sorumlu olduğu işletmelerden gelen kamu payı nisbetinde bir de muhasebesini tuttuğu kişiler sayısına göre pay verilmelidir. İsteyenler maaşlı görevli olarak kalmalıdır. Yeni atamalar yapılmamalıdır.
Bu inkılap yapılmadıkça, beşyüz sene de geçse, bürokratlar halka karşı olmaktan vazgeçmezler. Çünkü onlar kendilerini halkın üstünde görmektedirler. Hükmetme zevki ve arzusu içindedirler.
Türk halkı sabreder de Adil Düzen Çalışanları çalışmalarını tamamlarsa, Adil Düzen gelir. Bu savaşı kazanmak için bugün kanunen oluşmuş sınıflar vardır. a) Partiler, b) Sendikalar ve odalar, c) Avukatlar, d) Muhasipler. Bunlar halk örgütleridir. İşte bürokrasinin baskısını ortadan kaldıracak olan bu kuruluşlardır.
Bunu nasıl başaracaklar?
Kendileri Adil Düzene göre hazırlanacaklar, iyi hizmet yapacaklar, bürokratlara karşı hizmette yarışacaklardır.
Adil Düzen Çalışanları halkı nasıl örgütleyecekler?
Halktan istenen başta sabretmek, oylarını Adil Düzen taraftarlarına vermektir. Bugün iki parti anlayışı vardır. Bunların başında geleni Cumhuriyet Halk Partisi’dir. İktidarını bürokrasiye dayamıştır. Halka değil de bürokrasiye arka çıkmaktadır. Dolayısıyla devleti CHP yönetmektedir. İktidarda AK Parti vardır, ama yöneten Halk Partisi’dir. Halk bu sebeple oyunu ona vermemektedir. Ama o da yönettiği için halkın oyuna fazla talip değildir.
Halk Partisi’nin bu yönetimine karşı, alternatif bürokratlar oluşturulmaktadır. Yöneticiler olarak MHP’liler atanmaktadır, Risaleciler atanmaktadır. Yani bunlar bürokrasi içinde bu sorunu çözmeye çalışmaktadır. Yarım asırlık mücadele göstermiştir ki, bir arpa boyu yol alınamamıştır. Bürokrasi sorun olarak çözülememiştir.
Adil Düzenciler ve Millî Görüşçüler ise bürokraside kadrolaşma imkanını bulamadılar. Bunlar da bürokrasiyi ıslah etme ve ikna etme cihetine gitmişlerdir. Bürokrasi içinde kadrolaşamadılar. Emir-komuta ile bu işi halledeceklerini sandılar. AK Parti de hâlâ böyle düşünüyor.
Bunların hepsi yanlıştır.
Sıkıntı Halk Partisi’nden gelmiyor ki, onu değiştirmekle sorunu çözelim.
Sıkıntı bürokrattan gelmiyor ki, yeni bürokrat getirelim de sorunu çözelim.
Sıkıntı bürokrasi sisteminden gelmektedir. Bunu değiştirmemiz gerekir. Bunu da hemen değiştirme imkanına sahip değiliz.
- Halk bize oy vermekle bürokratların fazla ezmelerine izin vermemiş olur. Bu düzen içinde bir şey yapmamızın mümkün olmadığını herkes bilmelidir.
- Halkın bizi desteklemesinden yararlanarak halkı örgütlememiz gerekir. Bu nasıl olacak? Namaz müessesesini yeniden kurmamız gerekir. Namaz demek, kendi kendine abdest alıp dua etmek demek değildir. Namaz demek, günde beş defa bir araya gelerek sorunları birlikte çözme çabasıdır. Evlerimizi bir araya getirerek günlük toplantıları birlikte yapmalıyız. Önce bu toplantılarda Adil Düzeni elifbasından öğrenmeğe başlamalıyız. Halkımızdan istediğimiz, birlikte Kur’an okumaya ve yorumları karşılaştırmaya başlamalarıdır. Allah’ın halkımızdan istediği budur. Çok değil, on kadar aile bir araya gelip gece sohbetlerini birlikte yapmalarını, akşam ile yatsı arasındaki vakti birlikte değerlendirmelerini istiyor, Allah.
وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ (Va EaQAvMUv elÖaLAvTa)
“Ve salâtı ikama edenler.”
Bir “Ellezîne” ile sabrettiler ve salâtı ikame ettiler deniyor.
Burada dikkat edeceğimiz şey, ikame edenler çok ama ikame edilen bir salâttır. Yani emredilen ayrı ayrı namaz kılmak değil, bir namazı çok kişinin birlikte kılmasıdır. Sonra “sallû” demiyor da “ekamû” diyor. Onu ikame ettiler, ona durdular, ona kıyam oldular. Yani kayyum oldular. Salât görevini birlikte ifa ettiler diyor. Yani namaz kılmak şimdi bizim yaptığımızı yapmak değildir.
Biz ne yapıyoruz?
Ayrı ayrı namaz kılıyoruz. Yahut mescide gidip birlikte kılıyoruz. Halbuki Allah’ın bize emrettiği salâtı ikame etmektir.
“Salât”ı Arapçada “vav”la aldığınızda, atların veya öküzlerin bineğe veya koşuma eğitilmesidir. Bu anlamıyla namaz bir eğitim merkezidir, bir okuldur. Bu okulda sömürü sermayesinin talimatları okunmaz. Bu okulda insanın kendisine yararlı olan şeyler okutulur ve uygulatılır. İşte burası bir “halk okulu”dur. Adil Düzeni öğrenecek ve uygulayacağız.
Acaba neler öğreneceğiz?
Bir araya gelip Kur’an’ı mealleri ve tefsirleri ile öğrenmeye başladığımızda, o bize ne yapacağımızı öğretir. Ben şimdi burada ne yapacağımızı söylersem yanlış olur. Ancak Yenibosna’da çalışanlara öneri getirmiş olurum. Siz kendiniz bu okumaları yaptığınızda Allah orada size Kur’an vasıtasıyla ne yapacağınızı söyleyecektir. Bakınız, burada emir mutlaktır. Zaman ve sayı belirtilmemiştir. Kendi imkanlarınızla başlatacaksınız.
- Haftada en az bir defa toplanacaksınız.
- Her gün en az bir defa toplanacaksınız.
- Her gün en az iki defa toplanacaksınız.
- Her gün en az üç defa toplanacaksınız.
- Her gün en az beş defa toplanacaksınız.
Sizden istenen tedrici olarak bu toplantıları yapmaktır.
Kimler toplanacak?
- Erkekler toplanacak.
- Ergin erkek ve kadınlar toplanacak.
- Tüm aile fertleri bu ortak toplantılara katılacak.
Ne yapılacak?
- Bir başkan seçilecek ve bu oturumları yönetecektir. Söz verdiği kimse en az yarım, en çok bir saat konuşacak.
- Sıra ile herkese söz verilerek istişare yapılacak.
- Kur’an ilimleri tecvitten başlanarak okunacaktır. Bilenler bilmeyenlere ders verecektir. Demek ki herkes en az yarım saatini öğretmenlikte, en az yarım saatini öğrencilikte geçirecektir. En az bilenler iki öğretmenden ders alacaklar, kendileri ders vermeyeceklerdir. En çok bilenler ise daha üst seviyedeki toplantılara katılmış olacaktır.
- Çalışmalar ders notları şeklinde gelecektekilere bırakılacaktır.
وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ (Va MimMAv RaZAQNAvHuM YuNFıQUvNA)
“Rızıklandırdıklarımızdan infak ederler.”
Önce zekâtı anlatalım.
Zekât demek, canlının kendi kendisini temizlemesi demektir. Ağaç yaprakları üstlerine konan tozları sulandırırlar. Yağmur yağınca da tozlardan temizlenmiş olurlar. Hayvanlar da kendi kendilerini temizlerler. İnsanlar ise topluluğun mallarını kullanarak üretim yaparlar. Siz bir tarlaya sahip iseniz, onu ihya edenlere parasını verdiniz. Ama toprak insanlığındır. Onun kirası verilecek. Başkanın emrinde toplanacak ve dağıtılacaktır. Bugün bilhassa kredileşmede kullanılmamaktadır. Halk Adil Düzencilerin uygulamak istedikleri kuruluşlara katılacaktır.
Tarihimiz bu çalışmalara katılan insanların örnekleri ile doludur.
a) İstiklâl Savaşımızı biz din adamlarının çağrısı üzerine kurulan Kuvvayı Milliye Teşkilatı sayesinde kazandık. Halk, bilhassa esnaf bu çağrıya kulak vermeseydi şimdi Türkiye olmazdı.
b) Yapılan inkılaplarda halk Kur’an kurslarını ve tarikatları destekledi. İslâmiyet varlığını korudu. Yoksa unutulur giderdi.
c) Biz Akevler’i kurduk, halk bize katıldı, böylece Adil Düzen ortaya çıktı.
d) Risalecilerden vakıfçılar ortaya çıktı, bugün tüm dünyada teşkilatımız vardır.
e) Millî Görüşçüler desteklendi de bugün anayasa ekseriyeti ile Adil Düzen tarafında olanlar iktidardadır.
f) Anadolu holdingleri halkın desteği ile halk ekonomisini kurdular.
İşte Kur’an’ın emrettiği zekât budur. Topluca yerine getirilecektir. Emir çoğul, zekât tekil. Namaz gibi o da marifeli.
O halde şimdi ne yapacağız?
Önce İstanbul’u organize edeceğiz. Ortaklıklar kuracağız. Sonra Türkiye’yi, sonra da dünyayı Adil Düzen işletmeleriyle dolduracağız. Karşımızdaki azılı müesseseler faizsiz müesseselere dönüşmek zorunda kalacaklardır. Dikkat edin, ben faizli müesseseler ortadan kalkacaktır demiyorum, faizsiz müesseselere dönüşeceklerdir diyorum.
- Marketler kuracağız. Mala-mal marketleri, konsinye marketleri, elektronik marketler, esnaf marketleri oluşturacağız. Bunları kurduğumuz zaman bu emri yerine getirmiş olacağız.
- Ahşap evler ortaklığı kurup dinlenme siteleri yapacağız.
- İnşaat kooperatifleri kuracağız ve İstanbul’u zelzeleye mukavim hâle getireceğiz.
- Genel Hizmet ortaklıkları kurup halkı Adil Düzene göre örgütleyeceğiz.
İşte biz Adil Düzen Çalışanları olarak ortaklıklar kuracağız. Halkı davet edeceğiz. Halk da bizi destekleyecektir, yani insanlar bize ortak olacaklardır. Bu iş bu kadar basittir.
Burada “zekât verin” denmemiş de “rızıklandırdıklarımızdan infak ederler” denmiştir. Çünkü henüz kendi yönetimimizi kurmuş bulunmuyoruz. Devletimiz var, o vergisini topluyor ve harcıyor. Halktan Allah’ın istediği nedir? Rızıklandırdıklarımızdan infak ederler. Bunun birinci mânâsı halk olanlarla geçinirler. Bugün bunu yapabiliyor muyuz? Yapamıyoruz.
- Cebimize TL’yi koyduğumuzda faize bulaşmış oluyoruz. Çünkü bu paranın karşılığı faizdir. İlk haramlık burada başlıyor.
- Biz vergi kaçırmadan yaşayabiliyor muyuz? Hayır! Hepimiz nasıl vergi kaçırırız diye uğraşıyoruz. Başka türlü yaşama şansımız yoktur.
- Hile yapmak zorundayız. Herkes hileli mal satınca, biz hilesiz malı o fiyatla satamıyorsak devre dışı kalmış oluruz.
- Maliyet değerini söylemeden satmak karşı tarafı aldatmaktır, haramdır. Peki, maliyet değerini söyleyerek satış yapabiliyor muyuz?
O halde hepimiz haram yiyoruz.
Bu durumda ne yapmalıyız?
Haram yemeden yaşama yolunu aramalıyız.
İşte “Adil Düzen” demek, bunu gerçekleştirmek demektir.
“Adil Düzen” demek, mevcut düzeni değiştirmek değildir; mevcut düzeni adil bir şekilde yaşanacak şekle getirmek demektir.
“İnfak etmek” harcamak demektir. Helalinden yemek anlamına geldiği gibi, yukarıda anlattığımız zekât vermek anlamına da gelir.
سِرًّا وَعَلَانِيَةً (SırRan Va GaLAyNıYaTan) “Sırran ve alenen.”
Yani kazanç açıkça helal olur, yahut sırran helal olur. Yani haramlığını kimse bilmeyebilir. Başkaları görsün veya görmesin, her şey her şartta helal yenecektir, helal giyilecektir. İnsan yalan söylemiyorsa, insanın gizli işi yoksa, o insan iyi insandır.
Burada insanların suç işleyip işlemediğine böyle karar verilir. Ben bu işi yaparken başkaları olsaydı gizlenir miydim diye sormayacak, hayır gizlenmeme gerek yok diyecek. İşte o insan iyi iş yapıyor demektir.
“Sırran” kelimesinin önce kullanılması; kimsenin görmediği yerde iyi iş yapma, herkesin yanında iyi iş yapmadan daha önce olduğu içindir. Takdimin sebebi budur.
Eğer infaktan maksat zekât ise gizli infak olmaz, şöyle olur. Sizde altın var, kimse bilmiyor. Siz kırkta birini çıkarıp zekât vermişseniz bu sırran infaktır. Yine başkana vermiş olursunuz. Bütçe geliri olarak kaydedilir. Ama neyin karşılığı olduğu belirtilmemiş olur. Yani vergi kaçırabildiğiniz halde kaçırmıyorsanız sırran infaktır.
Akevler Yenibosna çalışmasında yalan söylemeden nasıl ekonomi kurabiliriz, bunun üzerinde çalışıyoruz. Bunun için şu çözüm yollarını bulmuş bulunuyoruz.
- Nakit ortaklığı yerine aynî ortaklık kurulmalıdır. Dolayısıyla enflasyondan dolayı vergi ödemek durumunda olmazsınız.
- Ortaklık kurarsınız, sabit faiz vermezsiniz, sabit işçilik vermezsiniz, sabit kira vermezsiniz, böylece sabit bir vergi vermezsiniz. Yani zarar etseniz de vergi ödemezsiniz. Böylece kayıtlı ekonomiye rahatlıkla geçebilirsiniz.
- Kooperatifte üretimi aynî olarak bölüştürürsünüz. Dolayısıyla asgari vergilendirmeden kurtulabilirsiniz.
- Selem senedi ile ucuzluk ve aracı kârını aynî olarak sağlarsınız. Nakdi kazanç azalır, vergisi de azalır. Oysa reel geliriniz artmış olur.
Bütün bunlar meşru tedbirlerdir. Bu yoldan yalan söylemeden, vergi kaçırmadan da Türkiye’de yaşama imkanını bulursunuz. Bunun için halkın organize olması gerekir.
İşte, biz Adil Düzene göre kooperatifler kuracağız, bunlar da bu şekilde organize olmalarını kabul edeceklerdir. İşte Allah bu üçüncü sınıf halka bunu emretmiş oluyor.
Helal rızık kazanmak isteyenlere Allah bu dâveti yapmaktadır. “Lehu Da’vetu’l-Hakki” demek bu demektir. Hakka davet etmektedir.
Burada bir hususa işaret etmemiz gerekir. Adil Düzende çalışanlar bu çalışmaların ister ilmî tarafında ister mâli tarafında olsunlar, bunlar gizli faaliyette bulunmazlar. Biz varız diyecekler ve cihatlarına devam edecekler. Ama halktan olanlar ise ortaklığa katılırken gizlilik isteyebilirler. Yani onlar bize katılır ve katılmalarını gizli tutarlar.
Adil Düzen cihatla elde edilecektir, savaşla değil.
Eskiden demokrasi yoktu, seçim yoktu, hicret imkanı yoktu. Bugün ise hicret var, demokrasi var, hukuk düzeni var. Adil Düzen için savaşmaya gerek yoktur, sabır yeterlidir.
Biz şimdi ömrümüz olduğu müddetçe sizlere Kur’an’ı açıklıyor ve “Adil Düzen”in Kur’an’a nasıl dayandığını anlatmak istiyoruz. Bizden sonra da bu açıklamalara devam edilecektir. Artık III. Bin Yıl Fıkıh Ekolü kurulmaktadır. Siz de katılacaksınız. Adil Düzen ilmî çalışması ve uygulama çalışması devam edeceği gibi, halkın katılması da devam edecektir. Rablerine istiane ettiler müjdesi geçmiş bulunmaktadır.
“Lillezîne İstecabû LiRabbihim”de “men” değil “ellezî” geldiği için isticabe edenler olacaktır demektir.
وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ
(Va YaDRaEUvNa Bi elXaSaNaTı elSayiEaTa)
“Seyyieyi hasene ile der’ ederler.”
Sabrederler, toplantılar yaparlar, maddi dayanışma içinde olurlar.
Halktan istenen başka bir şey de seyyieyi hasene ile der’ etmedir.
“Der’ etmek” savmak demektir. Etkisiz hâle getirirler. Zırh ile akraba bir kelimedir. Kötülüğü yok etme yerine, kötülükten sakınma, savunma esastır.
Biz şeytanı öldüremeyiz, biz şeytandan kendimizi koruruz. Mikropları yok edemeyiz, mikroplardan sakınırız. Topluluktaki kötülükleri yok edemeyiz, kötüler de ortadan kalkmaz. Ama iyilikle kötülükten korunmuş oluruz.
Allah’ın bizden istediği kötüleri yok etme değildir, kötülere kötülük yapma değildir, kötüleri ortadan kaldırma değildir; kötülükleri iyilikle etkisiz hâle getirmedir.
Bir örnek verelim. Son Peygamber Muhammed aleyhisselâm Medine’de mescit yaptırmıştı. Mescidin tabanı topraktı. Mescide gelenler ayakkabı ile namaz kılıyorlardı. Bir bedevi mescide girdi ve bir köşede işedi. Resulün arkadaşları öfkelendiler. Hazreti Peygamber, ‘Durun!’ dedi. ‘Bana bir kova su getirin’ dedi. Suyu aldı, üstüne döktü ve sohbetine devam etti.
Görülüyor ki, biri kötülük yapsa bile siz iyilik yapın ve o kötülüğü giderin.
Bugün Türkiye’de insanlar birbirini kötülemektedirler. Bu küfürdür.
Bizim işimiz nedir? Biz ne iyilik yapacağımızı anlatmalıyız. Başkalarının verdiği zararları nasıl dengeleyeceğimizi anlatacağız.
İşte “Adil Düzen” bugün parti kursa bu bataklığa düşebilir. Bizim geçmişte yaptığımız hata bu olmuştur. Kur’an’ın siyasetini öğrenmeden siyasete başladık. Başlamasaydık bugün bu bilgileri elde edemezdik. Hata yaptık ama bu hatayı Allah yaptırdı. Hesabımızı niyetimize göre vereceğiz. Ama ne yazık ki Adil Düzen partileri de bu hataya düştüler. Hasene ile giderilmesi gereken seyyieyi saldırarak gidermeye çalışmaktadırlar. Bunlar bu kötü tutumlarından vazgeçmelidirler.
Dikkat edilecek olursa, burada Halk Partisi’nden çok AK Parti’den ve Saadet Partisi’nden bahsediyorum. Çünkü onları Adil Düzenci kabul ediyorum. Acaba ne yapabiliriz de bu kötülükleri iyilikle etkisiz hâle getiririz? Bunlara oy verdiğim için bunları eleştirme hakkım vardır. Onlar da buna darılmıyor ve benimle ilişkiyi kesmiyorlar. Allah razı olsun.
Burada çok dikkat edeceğimiz husus hasenenin takdim edilmesidir. Bu tahsis içindir. Yani başka şeyle değil, hasene ile giderilecektir. Halkın kötülükleri iyiliklerle giderme görevi vardır. Ama kötülükle mücadele etme görevi ve yetkileri yoktur. Kötülükle mücadele ancak iktidarın işidir. Halk ceza verme yetkisine sahip değildir.
Dört çeşit müslim vardır.
- Cihat yapan mü’minler. Bunlar iktidarda değildirler. Cihat yaparlar. Adil Düzeni getirmek için faaliyet gösterirler. Halkı organize ederler.
- Cihat yapan yönetimdekiler. Yani iktidar olan yönetim. Biz iktidarda değiliz. Kimseyi cezalandırma yetkimiz yoktur. Biz sadece uyarırız ve halkı kurtuluş için organize ederiz.
- Cihada katılan halk. Ortak olan, maddeten destekleyen halk. Başaracağız, Adil Düzen işletmeleri kurarak kötülükleri gidereceğiz diyen halk. Biz faizli bankaları yıkmayacağız, faizsiz bankaları kurarak onların yaptıkları kötülükleri gidereceğiz.
- Karşı olmayanlar. Dördüncü Müslimler ise bize ortak olmayanlar ama Adil Düzen geldiği zaman bunlar karşımızda olmayacaklardır. Şimdi de bize karşı değildirler.
Burada zikredilen kimseler cihat yapmayanlar ama cihadı destekleyen kimselerdir. Bunlar ne yapacaklar? Baskı ile karşılaşacakları için sabredecekler. Adil Düzeni birlikte öğrenecekler, Adil Düzen ortaklıklarına katılacaklar, kötülüğü iyilikle gidereceklerdir.
أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ(22)
(EuLAEiKa GuQBa eldDARı)
“İşte dârın ukbası onlarındır.”
“EuLAEiKa” işte bunlar.
Mübteda ile haber cümleleri arasında bir şey konmaz. Yahut zamir konur. “Ahmet âlimdir” dendiğinde, Ahmet mübteda, alimün haberdir. Aralarında herhangi bir kelime getirilmez. İkisinin merfu olması ve birinin marife diğerinin nekre olması yeterli olduğu için bu kâfi gelmektedir. Bazen bu yeterli olmayabilir, aralarına fasıl zamiri konur. Bu zamir tektir. “Ahmedü huve alimun” dersiniz. Eğer mübteda ellezî ile bir cümle yapılmışsa bu zamir değil işaret zamiri olur.
Kur’an’da böyle çok cümle vardır.
Burada “Ülâike” getirilerek “ellezîne saberu”nun “ellezîne yufun”a değil de “men”e atıf olduğunu ifade etmiştir. Burada işaret edilen sabreden, toplantılar yapan, ortaklıkları oluşturan ve kötülüğü iyilikle gideren halktır. Cihada katılan halktır.
Mübteda ile haber arasına bir zamir getirilerek sıfat değil de haber olduğunu belirlemiş olur. Eğer burada “ülâike” getirilmeseydi, “ellezîne saberû” “ellezîne yufuna”ya atfedilmiş olurdu. “Lehum ukbe’d-dar” da sıfat veya hâl olurdu. “Ülâike” getirilmekle “ellezîne saberu”nun mübteda olduğu, “lehum ukba’d-dar”ın da onun haberi olduğu ifade edilmiş olmaktadır. “Ellezîne saberu”, “yufuna”ya değil “faman ya’lamu”ya atfedilmiş olmaktadır.
İşte onlar gayba işaret eder. Sabredenlerin kişilerine işaret ediliyorsa yakın ismi işaret kullanılır. Onların şahsına değil de cinsine veya istiğrakına işaret ediyorsa, o zaman uzak işareti kullanılır. Katil geldi, bu adam zaten suçludur dersiniz. Katil hapistedir. Öyle katil olanlar yirmi sene mahkum olurlar dersiniz. Burada da öyle olanlar anlamında ismi işaret getirilmiştir. Araya zamir faslı getirilebilirdi. “Ülaike Hüm” denebilirdi. Ancak buna gerek görülmemiştir. Ülaika hümü’l-müflihun.
“Lehüm” takdim edilmiş haberdir. Mübtedası “Ukbe’d-dar”dır. Burada tahsis için gelmiştir. Yalnız tahsisi iki şekilde anlamamız gerekir. Bir iki şeyi mukayese ederken onu değil bunu olduğunu ifade etmesi için yapılır. “Bu kalem Ahmet’indir.” Bir tahsis vardır. Yani başkasının değil Ahmet’indir demiş olursun. “Doğuran kadınlardır” dersek, başka doğuran yoktur mânâsı ortaya çıkar.
Burada sabredenler için dârın ukbası vardır deniyor. Mukayesede tahsis anlamında ise sabretmeyenler anlamı için darın suu vardır denmiş olur. Eğer genel olarak söyleniyorsa, yukarıda zikredilen cihad edenler, yani Adil Düzen Çalışanları için ukbe’d-dâr denmiş olmaktadır. Çünkü bundan Adil Düzeni getirecekler yararlanmış olmayacaktır. Bu çalışmaların meyvesini onlara tâbi olanlar alacaklardır. Onlar güzel yurtlarda yaşayacaklardır. Oysa asıl cihadı yapanlar ömürlerini cihatla geçirmiş olacaklardır. Ukbe’d-dârı bazıları yaşamayacaklardır. Ama getirenler için ise ukbe’d-dâr onların olmuş olacaktır.
“Ukbe’d-dâr” demek kalıcı son yurt demek olur. Buna karşı aşağıda “sue’d-dâr” gelmektedir. Ukbe’d-dâr, sue’d-dâr. Karşılaştırdığımızda ukba, hüsna eddar olarak kullanılmaktadır. Burada iki önemli hususa işaret edilmektedir. Akıbeti olan yani takipçisi olan sabredenlerdir, gelip giden bir daha gelmeyen su’dur.
Tarihte uygarlıklar gelmişlerdir. Hak uygarlıklar hep birbirlerini takip etmişlerdir.
Hazreti Nuh aleyhisselâm ilk şeriat düzenini getirdi.
Hazreti İbrahim aleyhisselâm ilmî müesseseyi dinî müesseseden ayırdı.
Hazreti Musa aleyhisselâm yönetimi dinden ayırdı.
Hazreti Davut aleyhisselâm ekonomiyi dinden ayırdı.
Hazreti İsa aleyhisselâm lâik düzende dinin yerini belirledi.
Hazreti Muhammed aleyhisselâm lâik devlet düzenini kurdu.
Şimdi biz de lâik devlet düzenini çağımızın uygarlığına uyarlıyoruz. Onlar Cebrail’e, biz de müsbet ilme dayanıyoruz. Her uygarlık kendisinden sonra gelen uygarlığın bir aşaması oluyor. Oysa kuvvet uygarlıkları hep birbirini ortadan kaldırmışlardır. Yani onların sonları yoktur.
Burada başka bir müjde daha vardır; cennetin sonsuz olduğu, cehennemin ise sonu olduğu yani insanlar cezalarını çektikten sonra cehenneme yer kalmayacağı için kapanacağına işarettir. Bazı samimi kardeşlerimiz bu ifadelerden rahatsız oluyorlar. Bizi küfürle itham ediyorlar. Biz mutlaka bunun böyle olduğunu iddia etmiyoruz ama âyetlerden onların anladığı mânâların çıkmadığını söylüyoruz. Tevil edebilirler. Biz önce tevilsiz mânâsını koyuyoruz. Tevile sonra gidiyoruz. Öyle bir kelam ilmini tedvin etmeliyiz ki Kur’an’a aykırı olmayacak. Bugünkü müsbet ilme ve evrensel adalet anlayışına aykırı olmayacak. Bu Matüridi’nin görüşlerine aykırı olabilir.
“Dâr” devreden kelimesinden de gelmektedir. Periyodik olandır. Tenasühe inananlar insanın hayvan suretinde evrimleştiğini ileri sürüyorlar. Biz bunların anlayışlarının daha ötesine gidiyoruz. Âhirette cennete girdikten sonra değişmeler olacaktır. Daha üst âleme geçilecektir. Ama bu insanın ölümü ile değil, insanın dört boyutlu uzaya geçmesi ile gerçekleşecektir.
Buradaki dâr kelimesinin ve ukbanın mânâsının, bu dünyaya gelecek Adil Düzeni ifade etmesi sözkonusudur. Ancak öldükten sonra da asıl ukbe’d-dâr orada vardır.
***
RA’D SÛRESİ TEFSİRİ - 12
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَالَّذِينَ صَبَرُوا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ(22) جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلَائِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍ(23) سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ(24) وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ(25)
جَنَّاتُ عَدْنٍ (CanNAvTu GaDNin) “Adn cennetleri”
“Ukba”nın bedelidir, “Dâr”ın bedeli değildir. Dârın ukbası adn cennetidir. Dâr zamanla değişerek adn cennetine dönüşecektir.
Dârın ukbasını öldükten sonrası için de mânâlandırırız. Elbette hatalı olmaz. Doğrudur. Ama dünyadaki Adil Düzen yurdunu anlatmış olmaktadır. Yani Adil Düzende hedeflenen adn cennetidir.
“ADN” kelimesi “maden” kelimesi ile akrabadır. Yaz kış meyve veren bahçelere “adn” denmektedir. İlk insan adn bahçelerinde yaratıldı. Ancak meyve yiyebiliyordu.
Dünya adn cennetlerine dönüşecektir. Yani yaz kış meyve veren, her mevsimde taze meyve ve sebzesi olan bir ülkeye dönüşecektir. “Adil Düzen”in insanlara vaadettiği nimettir.
Bu nasıl olacaktır?
Meskenlerin çatıları seralar olacaktır. Güneşin ışığı boşa gitmesin diye çatılar seralar hâline getirilecektir. Hattâ duvarlar da seralarla kaplanabilir.
Bizim tasarladığımız adn cennetleri şöyledir.
Bin metrekarelik bir alanda her katta on daire vardır. Her daire dışarıya iki odası ile bakar, her odanın iki metrekarelik penceresi vardır. Kalan duvarlar ve çatılar sera ile kaplıdır. Böylece kent adn bahçeleri ile donanmış olur. Bunlar yaz kış oksijen üretirler. Kent temiz hava ile dolmuş olur. Çatıda böyle yeşillik ve meyvelik olacaktır. Yani gelecekte evler aynı zamanda bahçeler şeklinde olacaktır.
Bunun dışında orman olmayan ve tarım yapılan yerlerde tam verimle çalışılmalıdır. Mesela fındık bahçesi fındık üretiminin dışında serada başka meyvelerini verir. Toprağın gübrelenmesi ile farklı ziraat yararlıdır, zararlı değildir. Böylece doğayı kendi hâlinde bırakıp halkullahı tağyir etmeyiz. Ama ziraat yapacaksak tam olarak yapmamız, ondan sonuna kadar yararlanmamız gerekir. Doğanın yapısını değiştirmeden yararlanma vardır. Doğanın yapısını değiştirerek yararlanma vardır. Bunun için tam yararlanmamız gerekmektedir.
Burada önemli bir noktaya işaret etmemiz gerekir. O da şudur. Batılılar sanayiyi ilmileştirdiler ama tarımı ilmileştirmediler. Merkezi kapitalist sistemde tarım ilmileşmez.
Bunun dört sebebi vardır.
a) Tarım canlıdır. Her dediğimizi yapmaz. O bize uymaz, biz ona uyarız. Oysa sanayide eşya bize itaat eder. Uygun emir verdiğimizde onu yapar.
b) Sanayide merkezi üretim yapılabildiği halde, tarımda biz tarlaya gitmek zorundayız. Dolayısıyla merkezi yönetimle tarım yapılamaz.
c) Tarımda doğa şartlarına göre değişik tarım yapılır, dolayısıyla tarımda büyük işletmeler oluşamaz. Her arazi kendisine özgü bilgilerle kullanılabilir.
d) Tarımda işçilik ile ürün orantılı değildir. Yer ve duruma göre değişik emek harcanır. Çok farklı ürün elde edilir.
İşte, Batı sanayide devrim yapıp uygar üretime geçebildiği halde, tarımda böyle bir duruma geçememiştir. İşte Adil Düzen Çalışanlarına müjde verilmektedir. Sonunda Adil Düzen ülkeyi adn cennetlerine götürecektir. Yani yaz kış üretim yapan seraları müjdeliyor.
Adn nekredir. O halde değişik adn cennetleri vaat edilmektedir. Bitkiler meyveleri mevsim mevsim verirler. Çiçek açan ağaçlar ve bitkiler, sıcaklığa ve günışığının uzunluğuna göre açarlar. Sıcaklığı camekan içine alarak sağlamaktayız. Gün ışığını şimdilik ayarlamayı fazla beceremiyoruz ama seralarda becereceğiz.
Canlılarda üretim yapraklarda yapılır. Köklerden bazı maddeleri almaktadır. Havadan karbondioksit almaktadır. Henüz topraktan aldığı maddeleri serum olarak verip köksüz bağ dallarına üretim yaptıramıyoruz. Tarım onları da bulup seralarda buna göre üretim yapacaktır. İşte bu seralara “adn bahçeleri” denmektedir.
“Cennât” kelimesi kurallı dişi çoğuldur. Seralarda işbölümü yapılmalıdır. Ancak topraklar zamanla karıştırılıp birbirinin ürünlerinden yararlanmalıdırlar. Tek bahçe değil de, tamamlanan bahçeler olacaktır. Yani değişik yerlerde değişik sera ziraatı yapılacaktır.
يَدْخُلُونَهَا (YaDPuLUvNaHAv) “Oraya dahil olurlar.”
Bahçelerle meskenler aynı yerlerde olacaktır. Sera kentler de oluşturulabilir. Bir geniş camlı kubbe yapılır. Oranın kliması yaşanacak şekilde oluşturulur. Ne soğuk olur ne de sıcak olur. İnsanın rahat yaşadığı sıcaklık olur. Bahçede özümleme yapıldığı için de ayrıca havalandırmaya gerek kalmaz. Temiz havada ve ormanlarda yaşayanların iklimine uygun siteler oluşacaktır. “Adil Düzen” size bunları vadediyor.
Bugünkü teknoloji ile şeffaf kubbenin maliyeti çok ucuza yapılabilir. On katlı apartman, her katta on daire olsa, otuz metre çapında bir şeffaf kubbe yapılabilir. Yüz dairelik apartman 10 dönüm yerde kurulur, 10 000 metrekare eder. Demirden çerçeve yaparsak, metrekaresi 5 metrelik boru olarak alsak, 2 metre 20 YTL, cam da 20 YTL, 40 eder, işçilikle 50 YTL etmektedir. 500 bin YTL eder.
Daire başına 5 bin YTL düşmektedir. Bugün arsa 50 000 YTL kadardır.
İşte Kur’an bize bir taraftan sera ziraatını haber vermekte, diğer taraftan da klimalı apartmanı bildirmektedir. Apartmanın çevresi ve çatı her mevsimde taze üzüm veren asmalarla çevrilidir. Adil Düzen işletmeleri bunu hep deneyeceklerdir.
“Oraya duhul ederler” diyerek cennet yani bahçe aynı zamanda onlar için mesken olur. Pisliklerden ve böceklerden korunmak için yapılar inşa ederler. Soğuk ve sıcak ise sitede yararlanılır.
وَمَنْ صَلَحَ (Va MaN WaLaXa) “Ve salih olanlar.”
Burda teknik imkanların dışında sosyal imkanlar da sözkonusu olacaktır. Yüz dairelik apartmanda yaşayanların böyle bir siteye uyabilecek yapıda ve eğitimde olmaları gerekir.
Biz kooperatifler kuruyoruz. Tapuları ortaklara vermiyoruz. Hakemler kararı ile siteye uyum sağlayamayanlar siteden uzaklaştırılırlar. Kendileri maddi sıkıntılara sokulmazlar. Orada mevcut olan taşınmazların bedelleri hemen ödenir.
“SaLaHa” denmiş olmasının sebebi budur. Siteye uyum sağlayamayanların orada oturmalarına izin verilmez. Yani maddi refahın yanında manevi saadetli bir cennet, bir site.
مِنْ آبَائِهِمْ (Min EaBAEiHiM) “Âbâından”
Site 100 hanelik olacak, maliyeti hesaplanacak. İnşa edilecek. Yüzde birini ödeyen orada ortak olabilecektir. Böyle bir meskene sahip olanların usulü isterse gider orada yaşar. Onların maliyete katkıda bulunmaları gerekmez.
“Âbâihim”den bahsediliyor da “ümmehatihim”den bahsedilmiyor. Kıyas ile onlar da âbâine dahil olur. Buradaki ifade salih olduklarını ispat külfeti onlara düşmektedir. Başvuracakları hakemler salih olduklarına karar verecek demektir.
وَأَزْوَاجِهمْ (Va EazVACiHiM) “Ve eşlerinden”
Yani eşlerinin de buna salih olmaları gerekir. Bunlar için de karar alınması gerekmektedir. Eşler anne babadan sonra gelmektedir. “Min” harfi tekrar edilmemiş. Bu onlar arasında fark olmadığını ifade eder.
Buradaki sıra yakınlığın teşekkül etmesine göre sıralamadır. Bu bize nafaka hususunda tercihlik konusunu ifade eder. “Ezvacihim” şeklinde zikretmesi ile damatların ve gelinlerin bu hususta yararlanamayacakları anlatılmış olmaktadır.
وَذُرِّيَّاتِهِمْ (Va ÜurRiYaTiHiM) “Ve çocuklarından”
İnsanın bakmakla mükellef olduğu kimselerdir. Çocuklar ve torunlar dahildir. Usul ve füru bu siteye girer, site nimetlerinden yararlanır.
Kendileri çadır kurabilirler, taşınır ahşap ev yapabilirler. Elektrikten ve sudan bedelsiz yararlanırlar. Tam bir sosyal dayanışma içinde olurlar. Bu cennet sosyal yapısıyla da cennettir. Burada doğal ihtiyaçların asgari olarak giderilmesi imkanına sahip olurlar.
Bunu nasıl sağlayacaklardır?
Bunu bir hizmetle anlatmaya çalışalım.
Siteye giren içme ve yemeklerde kullanılan su miktarı 100 ton olsun. Bunun 50 tonu nüfusa bölünür ve o kadar suyu herkes bedava kullanır. Diğer yarısı da iki misli fiyatla satılır. Böylece buradaki sudan orada oturanlar yararlanırlar. Bunlara usul, füru ve eş olma şartı getirilmiş bulunmaktadır. Siteye siteden birinin davetlisi olarak herkes girer. Ama o sitenin sosyal haklarından yalnız site sahipleri ile onların usul ve füruu ile eşler yararlanırlar. İnsanın doğal ihtiyaçlarının hemen hepsi bu şekilde sağlanır, yarısı bedava, yarısı ise iki misli para ile satılır.
Bunu nasıl yapacağız? İnsanlara birinci hafta mesela yiyecekleri para ile satarız. Değeri iki kat koyarak satarız. Siteye başka yiyecek sokmayacağımız için iki misli fiyatla almak zorundadırlar. Sonra ikinci hafta gelen paranın yarısını nüfusa göre bölüştürürüz. Yine iki kat fiyatla satmaya başlarız. Böylece geçmiş hafta gelecek haftayı dengeler.
Bu site kapalı alandır. Bir veya iki kapısı vardır. Tüccar malı getirip sitenin mağazasına satar. Yahut konsinye olarak koyar. İki tane koyar. Birinin parasını alıp gider. Satarken ise alış fiyatı ile satarız.
وَالْمَلَائِكَةُ (Va eLMaLAEıKaTu) “Melekler.”
“Melek” çamur karan amelenin adıdır. “Fülk” kelimesi ile akrabadır. Çamuru yoğurmak bir türlü döndürmedir. Sonra inşaatçıların yaptıkları yapılara milk denmektedir. Duvar yapar ve kapalı alan yaparlardı, o alan onların olurdu.
“Melek” demek görevli demektir. Allah kâinatı meleklerle tedvir etmektedir. Allah kâinatı şuurlu varlıklar için yaratmıştır. Bunlar insanlar, ruhlar, melekler ve cinlerdir.
Bir toplulukta da böyle topluluğun melekleri vardır. Görevliler vardır. Onlar “Genel Hizmet” yaparlar. Bunları 25 Genel Hizmet olarak belirliyoruz. Bunlar halka karşılıksız olarak hizmet verirler. Bu siteye gelip hizmet verirler. Buradaki meleklerden kasıt âhirette bize selam verecek melekler olabilir ama biz bu dünyanın meleklerinden yani görevlilerinden bahsetmekteyiz.
Usta ile işveren arasında son derece nazik ilişki vardır. Köyde ustalar çok azdır. Dolayısıyla ustalar özel muamele görürler. Köyde imam nasıl saygın kişi ise, ağa nasıl saygın kişi ise, usta da öyledir, saygın kişidir. Halk onlara muhtaçtır. Köylerde bir başkasının işini yapmak ayıptır. Komşuları ve akrabaları yardıma çağırırsınız. Gelirler ve senin işini yaparlar ama onlara ücret vermezsiniz. Böyle bir şey ona hakarettir. Onun ücret alması da ayıptır. Ama bu husus imamlar için geçerli değildir, ustalar için geçerli değildir, ağalar için geçerli değildir, sağlıkçılar için geçerli değildir. Onlar ücret almazlar ama taltif edilmeyi istihkak ederler. İşte Kur’an’a göre kamu görevlileri de böyledir.
“Adil Düzen Anayasası”nda bu görevlilerin durumları anlatılmıştır. Bunlar işletmelere ortak olurlar. İşletmelerin Genel Hizmetlerini yaparlar.
Bu Genel Hizmetler yirmi beş (25) tanedir:
A) Birincisi baş hakemlerdir. Bunlar Genel Hizmet sorumlularıdır. Çıkan ihtilafları hemen hallederler, işler aksamadan devam eder. Mağdur olanlar hakemlere gider ve mağduriyetleri giderilir. Bugün zilyetlik davalarına mülki amirler bakmaktadır. Bu hükmün devamıdır.
B) İkinci grup hizmetliler evrak kaydını yaparlar, demirbaşları kaydeder, borç-alacak hesaplarını tutarlar, bir de malların bulundukları yerleri tesbit ederler, envanter kayıtlarını yaparlar.
C) Halkın meslekî, ilmî, ahlâkî ve savunma eğitimlerini verip dayanışma içinde sigortalarlar. Teminatlı diploma verirler.
D) Hatırlatma, bilgilendirme, ambar ve kasa hizmetlerini yaparlar.
E) Basın, yayın, ulaşım ve haberleşme hizmetlerini yaparlar.
F) Planlama, sağlık, bakım ve güvenlik hizmetlerini yaparlar.
Bunlar bu işletmelerden hizmet paylarını alırlar. Bu paylar ikiye bölünür. Yarısı merkezde ortak fonda toplanır. Diğer yarısı ise genel hizmetlilerin işletmelerden aldıkları kendi paylarıdır, gelirleridir.
Genel Hizmet sahipleri halka bu yirmi beş (25) hizmeti karşılıksız yaparlar ve bunun ücretini ortak paydan bölüşerek alırlar.
Bu sera sitesine bu görevliler girerek onlara karşılıksız hizmet verirler.
Bunlar aynı zamanda kamu görevlileridir. Başkanların vereceği emirleri yerine getirirler, onun için ortak bütçedeki “âmilîn” faslından maaşlarını alırlar.
يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ (YaDPuLUvNa GaLaYHıM) “Onlara girerler”
Görevliler onların üzerinde hizmetli olarak dahil olurlar.
Bu görevliler site içinde yaşamazlar. Çünkü bunlar bir sitenin hizmetini değil, ondan fazla sitenin hizmetlerini yaparlar. Dolayısıyla onların üzerine gelirler, onların hizmeti için gelirler. Siteyi inşa edenlerin malıdır site. Onların yakınları da oradan yararlanmaktadırlar. Oraya girmektedirler. Oysa görevliler sadece hizmet vermek için girip çıkarlar, sitenin imkanlarından yararlanmazlar. O sebeple onların üzerine dahil olurlar deniyor.
Âhirette de böyle işler olacaktır. Ama orada belki nurdan var edilmiş melekler hizmet edeceklerdir. Yahut orada da böyle görevliler olacaktır. Şunu bilmemiz gerekir ki âhiret sebep-sonuç ilişkileri içinde vardır. Cennet hayali bir şey değildir. Orada da bu dünyadaki kanunlara benzer doğa kanunları ile yaşanacaktır. Hiçbir şey kendiliğinden olmayacaktır.
مِنْ كُلِّ بَابٍ (MiN KulLi BAvBın) “Her bâbdan.”
Yirmi beş çeşit hizmetin yirmi beş çeşit merkezi olacaktır. Kayıtlar orada tutulacak, hizmet merkezleri orada olacaktır. Doktor oraya gelecek, mühendis oraya gelecek, hakem oraya gelecek ve isteyenlere hizmet verecektir. Gelemeyecek olanların ayağına gidilecektir.
“Bâb” kapı demektir. İçeriye girilecek her şeye kapı denir. Kitapların bölmelerine de kapı denmektedir. Dolayısıyla hizmet kapısı anlamındadır. Ekmek kapısı tabiri buradan gelir. Onların üzerine her çeşit hizmeti yapmak üzere gelirler demektir.
Buradaki “MiN” mini iptidaiyedir.Çünkü sera sitesine oralardan giriş yapılacaktır. Her hizmetin bir kapısı olacaktır.
سَلَامٌ عَلَيْكُم (SaLAMun GaLAYKuM) “Size selamet var.”
“Selâm” barış demektir. Eğer bir toplulukta genel güvenlik sağlanmışsa, herkes iş, aş ve eş bulmuşsa, artık boğuşma olmayacaktır. Aç ve çıplak kalınca, kimsesiz kalınca, o insanlar birbirleriyle didişmeye ve boğuşmaya başlar.
Bu görevliler bütün bunları nasıl sağlayacaktır?
“Adil Düzen” budur. Sizler Adil Düzen anayasasını anlayarak okur da uygularsanız, görürsünüz ki bütün bunlar sağlanmıştır.
Bunun için ne yapılmaktadır?
a) Yol, su, elektrik, kamu alanlarından yararlanma herkes için eşit şartlarla sağlanmaktadır. Böylece ihtiyaçların yarısı böyle giderilmektedir.
b) Herkese faizsiz çalışma kredisi verilerek herkesin rahatlıkla istediği işi bulmasına imkan sağlanmaktadır.
c) Yeryüzünün kira payı olarak herkese çalışmasa da yaşayacak gelir temin edilmektedir.
d) Haksızlık yapmak isteyenlere karşı genel güvenliği kimseden bir masraf talep etmeden devletçe sağlanmaktadır, kamuca sağlanmaktadır. Herkes eman ve selam içindedir.
بِمَا صَبَرْتُمْ (Bi MAv ÖaBaRTuM) “Sabrettiğinizden dolayı”
Ellezîne saberu olarak bunları tarif etmişlerdir. Bu sitelerin planlarını Adil Düzen alimleri yapmışlardır. Uygulamasını Adil Düzen Çalışanları yapmışlardır. Nihayet halk ortak olmuş ve bu siteler kurulmuş, bu sera siteleri kurulmuştur. Yalnız bu sitelerin oluşması için ortak olan halk vardır. Onlara büyük baskılar yapmışlardır. Ama onlar sabretmiş, yine ortak kalmışlar ve oylarını da vermişlerdir.
Hıristiyanlara yapılan zulümlere bakın, sonra dünyaya hakim olmalarını düşünün. Risalecilere bakın, ne zulümler çekmişlerdir. Ama şimdi nasıl refah ve saadettedirler. Millî Görüşçüler de öyle. Ne zulümler yapılmıştır onlara. Şimdi AK Parti’dekiler o dönemdeki sıkıntıların keyfini sürdürmektedirler. “Adil Düzen”i kuranlar ise bu nimetlere ulaşamamışlardır. Çünkü onlar için âhirette üstün derece vardır.
Şimdi “Adil Düzen” için çalışanlar da kendileri bu cennet sitelerde yaşama imkanını belki bulamayacaklardır. Ama Allah onlar için orada adn cennetleri hazırlamıştır.
İşte bu sebepledir ki burada tarif edilen cennet hem âhiret için hem de dünya için doğrudur. İki tarafa da yorumlanabilir. İkisi de doğrudur.
فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ (FaNıGMa GuQBa elDAvRı) “Dârın ukbası ne iyidir.”
Dârın ukbası ne kadar iyidir. Böyle bir siteyi kurarken hemen nimetlere ulaşılamayacaktır. Sabırla çalışıp o siteyi kurmak gerekir. Önce sitenin planı yapılacak. İçerisinde yaşayan insanlar için sözleşme hazırlanacak. Bu sözleşmenin tam olarak çalışması için en az bin hanelik site kurmamız gerekmektedir. Yani on sera sitesi kurmalıyız. Bunun için İstanbul’da bin ortak bulmamız gerekecektir. Her ortak buradan bir daire alacaktır.
Nasıl alacaktır?
a) Nakdi olanlar nakit ile katılacaklardır.
b) İnşaat malzemesi olanlar malzeme vereceklerdir.
c) Evleri olanlar evlerini satacak, buradan ev alacaklardır.
d) Evleri olmayanlar da fazla mesai ile buralara katılacaklardır.
Akevler bu amaçla kurulmuştur. Hiçbir yerden bir kuruş kredi alınmadan ve yardım görmeden beş blok inşa edilmiştir.
“Adil Düzen” işte bu imkanları sağlayacaktır.
Başka bir çözüm daha vardır. İstanbul’da on bin inanmış insan buluruz. Bunların beşer bin liralık katkıları ile bu siteyi kurarız. Sonra artık halk kendisi benzer siteleri kurar.
Biz çalışırsak bu sabreden cemaatin de oluşacağını görürüz.
Bu âyet bize bunun olacağını bildirmiş olmaktadır.
Halka ulaşmak için önce siyaset yapmak gerekir. İnsanlara tebliğ yaptırabilmemiz için insanlar bir şey yapmamızı isterler. İnsanlardan hemen para istersek, ‘bunlar bizi soyacaklar’ derler. Ama önce oy istersek, oy parasız olduğu için inanmış olanlar verir. Geçen senelerde bunu denedik ve başardık. Bugün yüzde elli civarında oy alıyoruz. Bilgimiz olmadığı için oyların hakkını veremedik. Şimdi de ‘oylarımızı geri alırız hâ’ diyorlar.
Parti kurduğunuz zaman halk ihtiyacı olduğu için size hazırlanmadan oy veriyor ve iktidar oluyorsunuz ama sonra beceremiyorsunuz. Bizim 1970’lerde yaptığımız hata bu idi. Hatanın elbette yararı da oldu. Ama sonuç serap oldu.
Şimdi işe daha basitten başlayacağız.
a) Kırk kişi bulacağız, bunlar İstanbul’un her ilçesi için bağımsız aday olacaktır. Bu adayın her biri on kişi civarında arkadaş bulacak, bunlar muhtarlıkları bölüşecek ve orada sandık sorumlularını bulacaklardır. Böylece teşkilatlanmış olacağız.
b) Akevler merkezinde ilmî çalışmalar yapılarak her ilçe için ayrı Adil Düzen modeli kitap olarak anlatılacaktır. Adaylar ve arkadaşları, sandık temsilcileri bu kitabı halka ulaştıracaklardır.
c) Temsilciler kitapları evlere dağıtacak, bir hafta içinde okumaları istenecektir. Kitabı satın alanlardan parasını, satın almayanlardan kitabı alacaklardır. Böylece beş sene bu şekilde çalışma devam edecektir.
d) Mevcut belediye başkanlarına mektup yazılarak, eğer her gün bir saati bize ayırır ve Adil Düzeni öğrenmeğe çalışırlarsa, o ilçede adaylığımızı koymayacağız. Tebliğimizi yapabildiğimiz için sadece bu çalışmayla yetineceğiz. Eğer adayımızla günde bir saat çalışmayı kabul etmezlerse veya eder de sonra gelmezlerse, o zaman biz kabul eden parti olursa o partiden adaylığımızı koyacağız. Etmezlerse, o zaman bağımsız olarak adaylığımızı koyacağız.
İşte biz bu çalışmaları yaptığımız zaman on bin kişiyi bulmak demek, her ilçede 250 kişi bulmak demektir. Her kişiden 5000 lira isteyeceğiz. Bunu 50 ay içinde alacağız. Her ay bize 100 YTL verecek demektir.
Şimdi, demek ki sorun kırk (40) kişi olabilmek demektir. Hazreti Ömer’in Müslüman olduğu yıl içindeyiz demektir. Artık açılmak zorundayız. On seneden fazladır kapalı çalışıyoruz. Kim ‘ben varım’ diyor, kim ‘ben yokum’ diyor, bilelim. İlmî çalışmalarımıza devam ediyoruz. Zorluklar içinde adım adım ilerliyoruz. Artık bize katılacak ve bizi destekleyecek insanlara ihtiyacımız vardır. Hazreti İsa gibi Allah’a giden yolda yardımcımız kimdir diyeceğiz.
Bizi bu anlamalara ne getirdi? Tamamen Arapçanın dil kuralları getirdi. Atıflar, tekrarlar ve farklılık kuralı bizi bu mânâları anlamaya getirdi.
Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Kur’an okurken veya çalışırken sadece kuru ilim yetmemektedir. Sezi de gerekmektedir. Allah size hatırlatır. Siz peygamber değilsiniz ama çevredeki insanlar da sizi tasvip ederse, yani Allah onlara ilham etmiş ve onlara sizi tasdik ettirmişse, o zaman sizin anladığınız mânâ doğrudur. Demek ki benim bu yorumlarımın doğruluğu sizin bunları Allah rızasını düşünerek kabullenmenize bağlıdır. Artık Cebrail gelip ‘sen bunu doğru anladın’ demiyor ama sizin kalplerinize yine ilham ile Allah doğru anladığınızı bildirecektir. Yalnız beni okuyup anladıktan sonra sözü dinleyecek ve beyanda bulunacaksınız. Hem de katılacaksınız.
Çıkalım ve insanlara bakalım, Allah on bin kişiye bize katılmayı ilham edecek midir? Benim acelem yoktur. Siz uygun görürseniz attığınız adımlarınıza katkıda bulunacağım. Bizim nesil yapacaklarını yaptı. Biz şimdi yaşadıkça sadece bildiklerimizi aktarmaya çalışıyoruz. Bizim neslin daha fazla yapacağı bir şey yoktur.
Bu derslerin yazılması ve dinlenmesi büyük nimettir. Hamd ederiz. Biz şimdilik bundan fazla bir şey istemiyoruz.
وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ
(Va elLaÜIyNa YaNQuWUvNa GaHDa elLAvHi)
“Allah’ın ahdini nakzedenler.”
Her bin senede yeni uygarlık doğar. Uygarlıkların başlangıçları Hazreti İsa’nın doğum günüdür. Onun için O’nun doğumu mucizedir. Kur’an’a kadar yeni uygarlık, yeni kitap ve yeni peygamberle kurulmakta idi. Kur’an’dan sonra yeni peygamber gelmeyecek, kitap da Kur’an olacaktır. Sorunları o çağın âlimleri çözecektir.
Delil = Nakil x Akıl = (Kitap x Sünnet x İcma x Kıyas) x Akıl
Delil iki çeşittir. Akıl ve nakil.
Nakli delil de dörttür: Kitap, sünnet, icma ve kıyas.
Bunların hepsi çarpım olarak etki eder. Biri yok ise hepsi yok demektir. Bütün bunlar delil olarak kıyamete kadar devam edecektir. İçtihat kapısı hiçbir zaman kapanmayacaktır. Aklî ve naklî deliller bir bütün olarak ele alınmalıdır. Bunlar olmadan Adil Düzen olmaz.
İşte bunların bir kısmı “Adil Düzen”in ilmî çalışmalarını yaparlar, bir kısmı da uygulamasını yaparlar. Üçüncüler ortaklığı kabul ettiler ve böyle bir siteyi kurdular. Sonunda bunları yapanlar için ukbe’d-dar vardır.
Ya bir de karşı çıkanlar varsa -ki olacaktır- işte onlardan bahsetmektedir. Sükut edenler ukbe’d-dardan yararlanacaklardır. Ama misaktan sonra misaka uymayanlar, sonra tebliğ etmeyi yüklendikleri halde tebliğ etmeyenler; işte bunlardan bahsetmektedir.
“Nakzetmek” demek bozmak demektir.
Allah’ın ahdini bozmak.
“Allah’ın ahdi” nedir?
“Adil Düzen”i kurma ahittir. İslâm düzenini kurma ahittir. Şeriat düzenini kurma ahittir. Hak düzenini kurma ahittir. Batı diliyle demokratik, laik, liberal ve sosyal hukuk devletini kurma ahittir. Peygamberlerin yerine geçip ilmî içtihatlar yapma ahittir.
Kur’an’dan evvel ulus olarak uygarlıkları kurma görevi İsrail oğullarına verilmiştir. Onların içinden peygamberler gelir ve uygarlıkları kurarlardı. O devirde ancak aile eğitimi ile bu yapılırdı. Başka türlü insanları eğitmek mümkün değildi. Bugün ise artık veraset yoluyla görev alma sistemi kaldırılmış, onun yerine bilgiye göre görev alma sistemi getirilmiştir.
Âlim olmak ise insanın kendi elindedir. Çalışır, kendisi için içtihatlar yapar ve sorunları çözer. İşte içtihat yapmak demek, Allah’la ahitleşmek demektir. Sonra artık onu bozamazsınız. Sorumlu olursunuz.
مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِه (Min BaGDi MiÇAQıHı) “Misakından sonra.”
Yani Allah ile ahitleştikten sonra artık onu nakzetmek büyük günahtır.
Şimdi Allah ile ahit yapmak nasıl olacaktır?
Bir cemiyet kurduktan sonra Allah ile ahitleşmiş olursunuz. On kişi bir araya gelir ve bir sözleşme yaparlar, başkanlarını seçerler, faaliyet merkezini belirler ve uymayanlara uygulanacak müeyyideleri de belirlerlerse, bu Allah ile ahitleşmektir, O’nunla sözleşme yapmak demektir. Bu sözleşmenin Allah ile ahit olması için giriş ve çıkış serbest olmalıdır. Faaliyetler açıkça yapılmalıdır. Kapalı toplantılar ve çalışmalar yapılmamalıdır. Hakemlik müessesesi kabul edilmelidir. Parti kurmak Allah ile ahittir. Sonra ona isteyenler katılacaklardır. Böylece topluluk oluşacaktır. Kur’an’dan sonra peygamber gelmeyecek, vahiy gelmeyecektir. İnsanlar Kur’an, sünnet/hadis, icma ve kıyasa dayalı olarak sözleşme yapar ve birlikte faaliyete geçerlerse, Allah ile ahitleşmiş olurlar.
Akevler Allah ile ahit üzerine kuruldu.
Millî Görüş partileri Allah ile ahit üzerine kurulmuştur.
AK Parti de Allah ile ahit üzerine kurulmuştur. Millî Görüş gömleğini çıkardıklarını söyleyenler bunu iktidar olduktan sonra söylemişlerdir. Baştan Türk halkına giderken; ‘Biz Millî Görüşte yetiştik ama biz “Adil Düzen”i kabul etmedik. Millî Görüşü de satıyoruz. Biz muhafazakar parti kuruyoruz.’ deselerdi ve eşlerinin de başlarını açsalardı, namazı bırakıp da içki içmeye başlasalardı, Allah’la sözleşme yapmamış olurlardı. Onlar birlikte İslâmî sistem içinde iktidar olmayı vaad ettiler ve halk da onlara onun için oy verdi. Sonra ‘gömleği çıkardık’ dediklerinde takiyye yapıyorlar, çünkü amellerinde hiçbir noksanlık yapmamaktadırlar. O halde Allah ile yaptıkları ahdi bozmamaları gerekir.
Burada biz Akevler’in bir kusuru vardır. “Adil Düzen”i tam olarak ortaya koymadan ve örnek göstermeden “Adil Düzen”e davet ettik. Halkımız da bize erkenden görev verdi. Bu kadar başardık. İşte şimdi bizim yapmak istediğimiz “Adil Düzen”in ikinci aşamasıdır, ikinci adımdır. Bu da “Adil Düzen” çabasıdır. Bunun bir uygulamasını yapıp gösterdikten sonra Adil Düzen Partisi’ni kurabiliriz. Bu ahdi yapanlar “Adil Düzen”in ilmî çalışanlarıdır.
Bunların görevi bitmez. “Adil Düzen”in teorisini yaparken maddi bakımdan da katılmak ve katkıda bulunmak durumundadırlar. Kendi imkanlarını seferber edecekler, maddeten katılanlara öyle çağrıda bulunacaklar. Bu sebepledir ki nakzda ayrı “Ellezîne” değil, bir “Ellezîne” getirilmiş bulunmaktadır.
وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ
(Va YAQOaHUvNa MAv EaMaRa elLAHU EaN YuvÖaLa)
“Allah’ın vasletmesini emrettiği şeyleri kat’ eder.”
Bu emir nedir? İlim adamlarının çalışıp elde ettiklerini bu sefer onlarla birlikte örnek uygulamayı ortaya koyarlar, sonra da onu halka ulaştırırlar. Yani ortaklıklar kurup halkı ortaklığa davet ederler.
İşsizliği nasıl önleyeceğiz? Bunu Kur’an’dan öğrenip ortaya koymak Allah’la yapılan ahittir. Sonra bunu uygulamaya geçirmek ve halka arz etmek isaldır, ulaştırmadır. Ulaştırmamak ahdi nakzetmektir, isalı kat’ etmektir.
Gelin, Allah’ın cennetinde yüksek derecelere ulaşmak isteyenler gelin. Cehennemden korunmak isteyen siz mü’minler bu dünyada nimetlere ulaşmanız için “Adil Düzen” kervanına katılınız. Ondan sonra dönmeyiniz, vazgeçmeyiniz.
Biz halka nasıl götüreceğiz?
Öyle şirketler kurmalıyız ki, bize gelen kimseye ‘işimiz yok’ dememeliyiz. Gelen herkes iş bulabilmelidir. Bu nasıl sağlanacaktır? Allah’ın emrettiği zekât ve karz-ı hasen müessesesini çalıştırırsak işsiz insan kalmaz.
Para nedir? Para bir kredi mektubudur. Devlet diyor ki, bu para sahibi sizden bir şey istediği zaman pazarlık yapın ve bunu verin, ben bu senede kefilim diyor.
Peki, bugün neden işsizlik olmaktadır? İşsizlik olmaktadır, çünkü paranın karşılığı olan şey tanımlanmamıştır. Para karşılığı bir şey yoktur.
Oysa biz karşılıksız para çıkarmayacağız. Mal senetleri, selem senetleri, hisse senetleri ve işletme senetlerini çıkaracağız. Bunlar birer mal ile tarif edilecektir. O senedi ibraz eden ambarda o malı bulacaktır. Bunu yapmamız için ortak ambar yapmamız yeterlidir. Bir insan günde iki kiloluk yemek yese, 360 gün 720 desimetreküp eder. Siz bunu 1 metreküp alın. Bir metrekare kadar bir alan işgal edecektir. İki metre yüksekliğinde olursa yarım metreküp eder. Bunun maliyeti de 150 liradır. Her ay 10 lira verse 15 ayda bunu öder. Bunu veremeyen aile de olmaz. O halde böyle bir ambar yapacağız.
Kim ne üretirse üretsin, bu ambara getirirse koyacağız. Ona malın belgesini vereceğiz. Sonra her mal için teminat değeri koyacağız. O malda da kent gıda senedini çıkaracağız. Dolayısıyla gerektiği kadar para da çıkmış olur.
Faizle para alıp sömürülmenin ne mânâsı vardır. İman nurunun olmayışı dışında bir mânâ yoktur. Sömürü sermayesi gözlerinizi karartıyor. Sizin kör gözleriniz onu göremiyor.
İşte bunun bir örneğini yaparsak, işte o zaman Allah’ın emrettiğini isal etmiş oluruz. Gösterdikten sonra kabul eden etmiş olur ve kurtulur. Etmeyenler de etmez ve nereye isterlerse oraya giderler. Bizim onlarla bir ilişkimiz olmaz. Bunu yapmamız için devlet olmamız gerekmez. Basit bir ilçede, hattâ bir muhtarlıkta da faaliyete geçebiliriz.
Saadet Partisi isterse bir sene içinde işsizliği çözebilir. Ama onlar “Adil Düzen”den uzak olmak için çalışmaktadırlar. Asıl onlar Allah’ın isal edilmesini emrettiğini nakzetmektedir. AK Parti üçüncü gruptandır. “Adil Düzen”in asıl sahipleri Millî Görüşçülerdir. Bakalım Allah Millî Görüşçüler için ne diyor.
وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ
(Va YuFSiDUvNa Fiy eLEARWı)
“Ve arzda ifsad ederler.”
Biz kimseye “Adil Düzen”i kabul edin demiyoruz, arzı ifsat etmeyin diyoruz. Başka çözümünüz varsa buyurun onu getirin. Ama getirmezseniz arzı ifsad ediyorsunuz demektir.
Dış borç sorununu çözdünüz mü?
İşsizlik sorununu çözdünüz mü?
Terör sorununu çözdünüz mü?
Yalancı basın sorununu çözdünüz mü?
Hayır, hayır, hayır, hayır!
İşte siz arzı ifsat ediyorsunuz.
Bir yazı işleri müdürü bir derginin, bir basın-yayın kurumunun başında oturur da istediğini yayınlar, istediğini yayınlamazsa, o arzı ifsat etmektedir. Çünkü ona CIA istediklerini ezberletmiştir. Fesad için ne gerekiyorsa cahil yazı işleri müdürü öğrenmiş onu uygulamaktadır. Yazınızı beğenmez, basmaz. İşte şu yanlıştır der. Siz de dersiniz ki, bak ben şu şu aklî ve naklî delilleri getiriyorum, sen de bana delil getir. Utanmadan ben âlim değilim der. Peki, ilmin yoksa âlimlere nasıl emirler veriyorsun. Mektup almış. Kimden? Falan köyden. Âlim mi? Hayır! Ninesinden, dedesinden duymuş. Bunlar CIA’nın emirnameleridir. O da ne yapsın, öyle yapmasa işinden olur.
“Adil Düzen”de fesadın önlenmesi şöyle olur. Herkes kendi içtihadı ile yapar veya yazar. Yazı işleri müdürünün müdahale hakkı yoktur. Yazı işleri müdürü bir bakkal gibidir. Firmanın ambalajlı mallarını satar. Bozuk çıkarsa bakkal değil firma sorumlu olur.
Bakınız, bu durumda bir yazı işleri müdürü fesadın kaynağıdır. Çünkü fesadı önleyen yazıları sansür etmektedir. Oysa serbest olsa, fesat yapan yazarlar hakemlerin huzuruna çıkıp cezalanacaklar, diğerleri ise faaliyet imkanını bulacaklardır.
“Adil Düzen” dışında kalan ne varsa hepsi fesattır. Çünkü sonunda fesada gider.
Başka bir örnek verelim. “Adil Düzen”de boşama tek taraflı beyana bağlıdır. Karı veya kocadan her biri ‘ben seni boşadım’ derse boşanma tamam olur. Hakemler boşanmanın olup olmamasından ziyade, boşanmadan doğan kadın için takdir edilen mihrin miktarı üzerinde dururlar. Boşama kadın tarafından gelmişse ve koca kusurlu değilse, kadın aldığı mihri iade eder, yani boşanma tazminatı almaz. Şimdi Medeni Kanun’da boşanma tazminatı kalkmıştır, senelerce süren boşanma davaları ile sorun çözülmek istenmektedir.
Bunun zararları nelerdir?
a) Karı kocadan her biri bu nasılsa benden kolay boşanamaz diye karşı tarafa saldırmakta, aile bir kavga alanına dönüşmektedir.
b) Kolay kolay boşanma olamamaktadır diye insanlar evlenmemektedir. Böylece eş bulamayan erkek veya kadın evlilik dışı ilişkilere girişmektedir. Erkekler için genel evler tesis edilmiş, kadın da genel ev sermayesi olarak kullanılmaktadır.
c) Zührevi hastalıklar ve AİDS yayılmakta, bu sefer insanlar cinsel ilişkiden nefret emeğe başlamaktadır.
d) Hâsılı, boşanmanın zorluğu aile müessesesini çökertmektedir. Bugün Avrupa’daki nüfus azalmasının kaynağı budur.
Şeriatın dışında konan her kural yeryüzünü ifsattır.
Şeriat hükümlerine karşı çıkmak yeryüzünü ifsattır.
İşte “Adil Düzen”e karşı çıkanlar bunlardır. Başlayıp da bırakanlar da buna alet olmaktadırlar. Eğer başladıkları şeyleri tamamlamazlarsa, o takdirde onlar için suu’d-dâr vardır.
Şöyle bir kural vardır. Şartlar oluşunca “Adil Düzen”in getirilmesi farzı kifayedir. Eğer farz yerine getirilirse tüm insanlık kurtulmuş olur. Eğer Adil Düzeni getirmezlerse, Adil Düzen Çalışanları kurtulur, diğer halk içlerinde iyi olan insanlar da dahil olmak üzere helak olur. Adil Düzen Çalışanları bu çalışmaları sayesinde tüm yeryüzünün helakini de önlüyor. Sevapları bundan dolayı o kadar yüksek olmaktadır.
III. bin yıl uygarlığını getirmek için Türk milleti seçilmiş, iki asırdan fazladır yetiştirilmektedir. Yeni uygarlığın merkezi İstanbul’dur. O halde biz İstanbul’da olanlara daha fazla yük yüklenmiş bulunulmaktadır.
Çalışıp da “Adil Düzen”i getirmezsek İstanbul’un durumu o kadar kötüdür. Bu da çok açıktır. İstanbul kendi üretimi ile bir gün bile yaşayamaz. Eğer bir kriz olur da Anadolu ile yahut dünya ile ilişkisi kesilirse, İstanbul belki bir hafta bile yaşayamaz.
Peki, diyeceksiniz ki kriz zamanında Adil Düzen ne yapacaktır da krizi atlatacaktır?
İstanbul Anadolu kasabalarıyla kardeşlik tesis edecek, her mahalle Anadolu’daki bir ilçe veya il ile kardeş yapılacaktır. Sürekli ulaşım servisi oluşturulacaktır. Bir yıl yetecek yakıtı da depo etmeliyiz. Diyelim ki Ahlat ile Zafer Mahallesi kardeş yapılmalıdır. Mesafe 2000 kilometre ise 200 litre yakıt yakacaktır. Haftada bir servis için on ton yakıt yetecektir. Yakıtın yarısı İstanbul’da, yarısı da Ahlat’ta bulunur. Dolayısıyla kriz zamanında da irtibat devam edecektir Sanayi mallarımızı satacak, karşılığında tarım malları alacağız. Tüm Anadolu bunu yapıyorsa kriz atlatılmış olmaktadır.
َ أُوْلَئِكَ (EuLAEiKa) “İşte onlar.”
Burada işaret edilen kimseler ahitten sonra misakı nakzedenlerdir. Yani “Adil Düzen”i hazırlamak, bir örnek ortaya koymak farzı kifayedir. Ama ortaklık kurulduktan sonra herkesin ona ortak olması farzdır. Yani herkes “Adil Düzen”e göre hareket etmekle yükümü olacaktır. Uymak istemeyenler ayrılıp giderler.
Sistem kurulduktan sonra artık herkes eşitlik içinde “Adil Düzen”den yararlanır. “Adil Düzen” kuranların imtiyazları yoktur. Kurucular kurarken faaliyet gösterirler ama biz kurduk diye kendilerine imtiyaz sağlamazlar. Bunu ifade etmek için bu üç grubun zıt vasfını bir ellezî içinde toplamıştır.
Bu ismi işaret zamiri fasl yerine geçmektedir. Mübteda cümle olunca ismi işaret getirilmesi daha beliğdir. Hum ile de takviye edilebilir. Bu “ülaike” bedel olur.
لَهُمُ اللَّعْنَةُ (LaHUMu elLaGNaTu) “Onlar için lanet vardır.”
“LaHuM” mukaddem haberdir. Tahsisi ifade eder. Lanet yalnız onlar içindir. Burda sürgün etme şartı getirilmiştir. Bir kimsenin sürülebilmesi mevcut mevzuata uymalıdır. Yani Allah’ın ahdi olmalıdır. Bu emrin ne olduğunu kişi bilmelidir. Bilgisizlikten uymamış ise lanet edilmez. Bir de onların bu tutumları fesada sebep olmalıdır. Bunları sürgün etmek farzdır. Onun için takdim edilmiştir. Sonra getirmiş olsaydı sürebilirsiniz anlamı çıkar.
“Lanet etmek” demek dışlanmak demektir. Yani topluluğun onu artık kendi üyesi olarak kabul etmemesidir. Onunla konuşmaması, onunla evlenmemesi, alışveriş etmemesidir.
“Adil Düzen”e karşı gelenlere uygulanacak ceza dışlamadır. Ocaksa, bucak hizmeti verilmez. Bucaksa, bucak hizmeti verilmez. Dışlama bununla sağlanır.
وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ(25) (Va LaHuM SUvEu elDAvRı) “Darın suu vardır.”
Demek ki “Adil Düzen”i kabul etmeyenlere uygulanacak sistem dışlamaktır. “Adil Düzen”in nimetlerinden yararlanmama cezalarıdır. Sonra kendilerine ayrı aşiret/ocak, ayrı kabile/bucak, ayrı ülke oluşturabilirler. Bunlar “Adil Düzen”in nimetlerinden yararlanamazlar. Onlar için dârın suu vardır, yani zalim düzen vardır. Zalim düzenin başında hukuk düzeni yerine askeri düzen olması, yargının çalışmaması, hukuk düzeninin sorunları çözmemesi durumunda devletin silahlı güçleri devreye girer ve dayakla, sopa ile sorunları çözerler. “Adil Düzen” tesis etmeden önce siz polis rejiminin kaldırılmasını, askeri müdahaleyi meşru görmezseniz, polise işkence yasağı koyarsanız devlet yıkılır. Askerler müdahale ederken kendi arzularını tatmin için yapmıyorlar. Ülkenin sorunlarını hukuk düzeni içinde çözemeyince askeri sisteme başvuruyorlar. Bu sebepledir ki ben eskiden askeri müdahalelere karşı idim. Şimdi, ya müdahale etmezlerse Türkiye’nin hâli ne olur diyorum. Şimdi efendice müdahale ediyorlar. Askerler anayasa mahkemesinin salonuna gizli kamera koyuyorlar. İktidar partisini kapatıp Türkiye’yi yıkmaya karar verecekleri zaman komutanlar müdahale ediyor ve kararı değiştirtiyorlar. Böylece Türkiye yıkılmaktan kurtuluyor. Tekçi bu haber yalan olsa, hakimler vicdanlarının sesi ile Türkiye’yi yıkmaktan vazgeçselerdi de iktidar partisini kapatma cüretinde bulunmasalardı. Askerlerin müdahalesine gerek kalmasaydı. Ama askerler görevlerini yapmışlardır. Türk ordusu yerinde otururken Türk milleti rahat olsun.
Ancak bu ilelebet böyle gitmez. Askeri metotla devlet yaşayamaz. Askerler veya hakimler devleti korurlar ama devleti yönetemezler. Bu gerçeği askerler bilmektedirler. Bundan dolayı iktidara el koyduktan sonra en kısa zamanda kışlalarına çekilmektedirler. Ama hakimler bunu bilmiyor. Cumhurbaşkanlığına getirilen zat eşkıyalarla işbirliğine gidebiliyor. Yönetimde böyledir de nerde böyle değildir?
Bugünkü Türkiye’de devlet borç içinde boğulmaktadır. Halkın hepsi borçlu. Bir kriz çıkıyor, en güçlü firmalar patır patır dökülüyor. Cennet olan Türkiye bugün cehenneme dönüşmüştür.
Bunun suçlusu kimdir?
Elbette kişiler değildir. Bunun suçlusu kötü düzendir, zalim düzendir. Ama Kur’an çok açık olarak tüm Türk halkına hitap ediyor. Siz “Adil Düzen”in gelmesine karşı çıkar, Adil Düzen çalışmalarını devre dışında bırakırsanız, her şeyden önce yarın Adil Düzenciler tarafından dışlanırsınız. Yani size ceza vermezler, intikama girişmezler. Sizin gibi merkezi yönetimle tüm insanlara işkence etmezler. Yerinden yönetim getirirler. Sizin topluluğunuzu serbest bırakırlar. Zalim düzen içinde yaşamaya devam edin derler. Sizin ocağınız, bucağınız, iliniz, ülkeniz dünya cehennemi olur. “Adil Düzen”de olanlar dünya cennetinde olurlar.
Bir defa daha hatırlatayım. 1973 seçimlerinde İzmir Bayramyeri’nde kahve konuşmalarını yaptık. Arkadaşlarla davet üzerine Sabahattin Zaim beyin bulunduğu Alsancak’taki bir eve gittik. Belki de Dayhan’ların evi idi. Sabahattin Zaim beyin orada bana sorular sordu, ben de kendilerine izah ettim, Millî Görüşün ne olduğunu anlattım. Henüz “Adil Düzen” ortaya çıkmamıştı. Sonra akrabası olan Avni Özyürek’in evine götürüp bıraktık. Yolda, ‘insan senin anlattıklarını dinleyince kendisini cennette zannediyor’ demişti. İşte o ilim adamının tasdik ettiği cennet bu âyetlerde zikredilen cennettir.
Sonra R. Tayyip Erdoğan, Azmi Ateş ve Feyzullah Kıyıklık; Sabahattin Zaim ve Hayrettin Karaman’ın katıldığı bir ekip oluşturdular. Hedefleri Millî Görüşçüleri “Adil Düzen”den vazgeçirtmekti. Bunu başardılar. Ama şimdi kendilerini de cehennemde, Türk halkını da cehennemde yaşatıyorlar. Hayrettin ve Sabahattin beyler Adil Düzen çalışmalarına karşı gözükmüyorlar ama Millî Görüşçüleri vazgeçirmek istemektedirler.
Allah çok çok razı olsun. Hayrettin Karaman hatırat kitabında bunları anlattı. Neler olduğunu öğrendik. Sabahattin Zaim ise hatırat kitabında Akevler’den hiç bahsetmemektedir. Oysa Sabahattin Zaim ilk İslâm konferansını İzmir’de İslam ekonomisine dair verdi. Konuşması son derece zayıf ve hatalarla dolu idi. Biz konuşmasını kritik etmedik. Bir sene sonra kendisine doğum kontrolü konferansını verdirdik. Gördük ki Sabahattin Zaim bir sene içinde çok değişmiş ve gelişmiş. Artık İslâmiyet’i ruhundan kavramış.
Sabahattin Zaim bizin kooperatif ortağımızdır ve hakemimizdir. Yakın akrabası on kurucudan biridir. Sabahattin Zaim’le olan çalışmamız bu kadarla yetinilmiş değildir. Osman Eskicioğlu onun sorumluluğunda doktora yaptı. Tez aynen Adil Düzen olarak işlenmiştir. Ama ölümünden sonra basılmış hayatı/hatıratı ile ilgili kitabında Akevler’den söz etmemektedir, Adil Düzenden söz etmemektedir.
Gelecek nesle ibret olsun diye bunları burada anlatıyorum.
Darwin de böyle olmuştur. İyi insanlar herkesle iyi oldukları için kâfirler onları kullanırlar. Sonra onun fikirlerini İslâmiyet aleyhinde değerlendirirler. Hayrettin Karaman’dan tekrar tekrar olarak Allah razı olsun. Sabahattin beyin zalimler tarafından kullanılmasına da izin vermemiştir. Onu istismar edenleri deşifre etmiştir.
Sabahattin Bey ilk defa 1973’de Kur’an düzenine cennet düzeni demiştir.
Kur’an şimdi bize aynı şeyi söylüyor.
Hamd olsun.