İBRAHİM SURESİ TEFSİRİ(14.SURE)
Süleyman Karagülle
965 Okunma
İBRAHİM SÛRESİ 27-31.AYETLER TEFSİRİ

İBRAHİM SÛRESİ - 7. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ (27) أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَةَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ (28) جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا وَبِئْسَ الْقَرَارُ (29) وَجَعَلُوا لِلَّهِ أَنْدَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَبِيلِهِ قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ (30) قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا يُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خِلَالٌ (31)

 

***

 

 

يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ (27)

YuÇabBiTu elLAvHu elLaÜIyNa EAvMaNUv Bi eLQaVLı elÇAvBiTi Fıy eLXaYAvTi elDuNYAv Ve FIy eLEAvPıRaTi Va YuWılLu e elLAvHu elJAvLıMıYNa Va YaFGaLu elLAvHu MAv YaŞAyEu

“Allah iman etmiş olanları dünya hayatında ve âhirette sabit kavl ile tesbit eder. Allah zalimleri idlal eder ve meşieti olanı fiil eder.”

Tayyib kelime ile habis kelimeyi, tayyib ağaç ile habis ağaca benzettikten sonra onun bir açıklamasını yapmaktadır. Kökü olan ağaç yerindedir, oraya buraya sürüklenmemektedir. Oysa kökü olmayan ağaçlar oraya buraya sürüklenip yuvarlanmaktadır.

Kelimeyi sabit kavl ile açıklamaktadır.

Sabit kavl ne demektir?

Sabit kavl değişmeyen kavildir, Kur’an’dır.

Kur’an’ın özelliği nedir?

Her yerde ve her zaman geçerli hükümleri içermektedir. Zamanla ve yerle kendisi ve hükümleri değişmemektedir. Yeryüzünde bu özelliği taşıyan başka kitap bulunmamaktadır.

Bugün gelişmiş kayıt cihazları ile her söz kaydedilmektedir. Ne var ki dil değişmektedir. İstanbul’un dün manası başka idi, bugün başkadır. Kişi İstanbul hakkında bir rakam verdiği zaman o rakam hemen değişmekte, çünkü hayat her an değişmektedir.

Kur’an ise her zaman yeni nazil olduğu için kelimelerin manaları da değişmektedir. Ayrıca değişmeyen kısmı vardır. Kur’an dili en ince ayrıntıları ile tesbit edilmiş bulunmaktadır. Dünya hayatında diyor ve âhirette diyor. Âhiret hayatında demiyor. Allah aynı kavli sabiti âhirette de dünya hayatında da sabit kılıyor. Bunun anlamı şudur ki, Kur’an âhirette de kitabımız olacaktır. Orada hayatımızı sabit kılmayacak, orada kendisi sabit olacaktır. Bu dünyada anlamadıklarımızı orada anlayacağız.

İman etmiş olanları sabit kavl ile yani Kur’an ile sabit tutuyor.

Kur’an okuduğunuzda imanınız artmakta ve sabit olmaktadır. Namazlara devam etmezseniz, Kur’an’ı birlikte okumazsanız, içinizde reyb/şüphe doğmaya başlar. Allah var mı yok mu diye düşünmeye başlarsınız. Âhirette gerçekten dirilecek miyiz diye düşünmeye başlarsınız. Kur’an’ı yorumlayarak okumaya devam ettiğiniz takdirde imanınız sabitleşir, ne Allah’ın varlığından ne de âhiretten bir kuşkunuz olur.

Sabit kavle vereceğiniz bir başka mana daha vardır. Kendiniz verdiğiniz sözde durursanız, imanınızda bir sağlamlık meydana gelir. Sözde durmanın yüceliğini hissetmeye başlarsınız. Allah’ın da verdiği sözde duran biri olduğuna bütün gücünüzle inanırsınız. Kolay söz vermeyeceksiniz ama verdiğiniz sözde mutlaka duracaksınız. Sözünde durmayana karşı siz de durmayabilirsiniz. Ama karşı taraf sözünde durmadığı halde siz sözünüzde durursanız ihsan etmiş olursunuz. Sonunda görürsünüz ki siz kazanırsınız ve sizde iman ve amel sabit olur. İnsan söz verdi mi Allah’a söz vermiş olur. Karşı taraf sözünde durmazsa zalim olur. Ama siz de sözünüzde durmazsanız siz de zalim olursunuz.

Yine bu âyette “Allah” kelimesi tekrar edilmiştir. İman etmiş olanların Allah’ı ile zalimleri idlal eden Allah’ı farklı ilah olarak tezkir etmektedir. Allah adildir, aynı zamanda ahsene’l-halikindir, muhsindir. İhsan ederken Allah istediğine ihsan etmektedir ama adalette ise zerre kadar zulmetmemektedir. Allah herkes için adildir, müminler için ise muhsindir.

Allah zalimleri idlal etmektedir. Önce onlar zulmediyorlar, Allah da onları şaşırtıyor. Allah ile savaşa giriyorlar. Sonunda Allah onları yeniyor. Küfretmiş olanları uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar inanmazlar. Allah istemedikçe insanları değiştiremezsin. Bize düşen bizim doğru yolda olmamızdır. Onların içinde kimin kâfir olduğunu bilmediğimiz için herkese tebliğde bulunulmaktadır. Onların iman etmiş olup olmamaları bizi ilgilendirmez. Onlar bizden, biz onlardan sorumlu değiliz. Onların hesabını O (Allah) görür.

Allah amil değildir ama faildir, fa’alun lima yüriddir, irade ettiğini fiil eder, yef’alu mâ yeşadır diyor.

Meşiet nedir, irade nedir?

Meşiet kanunları yapmadır. İrade ise kanunları uygulamadır. Meşiet proje ve plandır, irade o proje ve planın icrasıdır, gerçekleştirilmesidir. Biz birçok projeler yaparız ama bu projelerden sadece bir kısmı gerçekleşir, bir kısmı ise gerçekleşmez. Allah için ise durum böyle değildir. O’nun her meşieti sonunda iradeye dönüşür ve gerçekleşir.

“Şey” kelimesi meşiet edilmiş, düşünülmüş, projesi yapılmış demektir. Allah her şeyi bilmektedir. Ama henüz şey haline gelmemişse o yoktur. Yok olan bir şeyin bilinmesi de mümkün değildir. Bizim, Allah niçin böyle yapıyor, şöyle yapsaydı daha iyi olmaz mı idi gibi düşüncelerimiz olmamalıdır. Biz Allah’ın meşietini ve iradesini öğreniriz, oradaki görevimizi biliriz ve onu yapmaya çalışırız. Bizim görevimiz budur.

يُثَبِّتُ اللَّهُ

YuÇabBiTu elLAvHu

“Allah tesbit eder”

“Sibat(Te)” kayış demektir. Bir şeyi başka bir şeye bağlamış olmak anlamında sabit oldu anlamındadır.

Bundan önceki ayetlerde tayyib kelimeyi tayyib şecerle temsil etmiş ve Allah misalleri darbeder diyerek, analoji metodunu öğretmiştir. Allah kelimesini izhar etmiştir. Yani zamir göndermemiş kendisini zikretmiştir. Ve harfi ile atfetmiştir. Kelimenin darbı ile emsalin darbını birbirinden ayırmıştır. Tayyib kelimenin şecere benzetilmesi ile doğayı anlatmaktadır. Orada insanın iradesi söz konusu değildir. Emsalin darbında insanlara fıkıhtaki kıyası anlatmaktadır. İçtihadı anlatmaktadır. Birinde Allah kendi meşietini ve iradesini anlatmakta, diğerinde ise insanlara yüklediği görevi ve irade sahibi insanın Allah’ın halifesi olması hususuna işaret etmektedir.

Şimdi yeniden Allah kelimesi iade edilerek yine insanların kendi iradesi dışında iman edenlerin tesbit edildiğini anlatmaktadır. Allah idlal eder dendiği zaman adaleti gereği bunu yapar denmektedir. Ondan sonra da Allah’ın böyle düzeni kurduğunu gösterir.

Demek ki Allah insanlara üç şekilde tecelli etmekte yani görülmektedir.

Biri, mutlak halık olan Allah bu düzeni kurmuş, meşieti ile sabit olmuştur.

Sonra, Allah insanlara yol göstermiş, nasıl hareket etmeleri gerektiğini ihsan sıfatı ile göstermiştir. Allah’ın halifesi olarak insanların nasıl amel etmeleri gerektiğini öğretmiştir.

Sonra, zalimleri cezalandırmak ise Allah’ın adalet sıfatı ile tecellisidir.

Allah’ın bize tezahürü yani görülmesi bu üç farklı şekilde olmaktadır; zatı ile görülmektedir, ihsan ile görülmektedir ve adaleti ile görülmektedir.

Tek olan ilah farklı cihetlerden farklı görüldüğü için kelimelerle tekrar edilmiştir. İnsana önden bakarsanız başka, arkadan bakarsanız başka, yandan bakarsanız başka türlü görürsünüz. Kur’an aynı kelimeyi kullanmakla her üç görüntünün aynı kimseye ait olduğunu belirtmiş oluyor ama faklı şekilde göründüğü için de Allah kelimesi tekrar söyleniyor.

Farklı görünmek demek bize farklı muamele yapmak demektir. Bizim farklı olmamızdan dolayı uyguladığı kurallar da farklı olmaktadır.

الَّذِينَ آمَنُوا

elLAÜIyNa EAvMaNUv

“İman etmiş olan kimseler”

Bugün kim iman etmiştir?

“Adil Düzen”e inanan kimseler iman etmiştir.

“Adil Düzen” demek Kur’an düzeni demektir.

Türkiye’de yaşayanlar nasıl Türkiye cumhuriyeti kanunlarına tabi iseler, Rusya’da yaşayanlar nasıl Rus kanunlarına tabi iseler; iman etmiş olanlar da Allah’ın kanunlarına tabidirler. Beyinlerindeki nüfus kâğıtlarında mümin yazılıdır.

Peki, bunlar Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına uymayacaklar mı, Rusya’da iseler onların kanunlarına uymayacaklar mı?

Evet, uyacaklardır ama Kur’an öyle emrettiği için uyacaklar. Kur’an isyan edin, anarşi çıkarın deseydi, o zaman uymazlardı. O halde ben müminim, cumhuriyet kanunlarına uyuyorum, çünkü Kur’an bana böyle emretmektedir. Uymayacaksan hicret et diyor, Kur’an. Nereye hicret edeyim diye soruyorum. Erdullah vasidir diyor.

O halde boş yerlerde yüz lojmanlı apartmanlar yapacağız. Oraya hicret edeceğiz. Bugünkü kanunlar böyle kooperatifler kurmamıza ve orada istediğimiz gibi yaşamamıza izin verdiği için orası bizim hicret yerimiz olur. Eğer böyle bir ortaklığı kurmayı devlet yasaklıyorsa, o zaman o ülkeden çıkıp gitmemiz gerekir.

بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ

Bi eLQaVLı elÇAvBiTi

“Sabit kavl ile”

“El-Kavl” burada marifedir. “Sabit kavl ile tesbit eder” diyerek sebat edebilmek için bir dayanağa ihtiyaç vardır, o dayanak da Kur’an’dır, diyor. Kendisi sabittir. Sahabelerin icması ile yazılan metin günümüze kadar aynen gelmiştir. Yalnız metni değil, onun dili de bize kadar gelmiştir. Başka bir sabitlik de verdiği haberlerin doğru çıkmasıdır.

Kur’an nazil olduğu zaman Mekkeliler henüz şeriat kavramından habersizdiler. Mahkeme, başkan, polis diye bir şey yoktu. Yirminci yüzyılın sorunlarını çözen Kur’an asırlar geçtikçe uygulana uygulana gelmiştir.

Cumhuriyet dönemine geçildiği zaman Kur’an unutulup geçecek, insanlar kendi akılları ile gerçekleri bulacaklardı! Bugünkü perişan halleri onların akıllarının ne kadar çalıştığını göstermektedir. Yakın zamanda Kur’an’ın nuru yeryüzüne yayıldığı zaman yeryüzü cehennem olmaktan çıkıp cennete dönecektir.

İşte, hükümlerin kıyamete kadar geçerli olması kavli sabittir.

Kur’an sayesinde biz ne yapacağımızı öğreniyoruz.

Kur’an sayesinde biz bugünkü uygarlığa ulaştık.

فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

Fıy eLXaYAvTi elDuNYAv

“Dünya hayatında”

Evet, bu dünyada söylenen sözler gerçekleştiği için kavli sabittir. Yirminci yüzyıl bunun en büyük şahididir. Bundan sonra da uygarlaşmalar devam edecek ve insanlığın sorunlarını Kur’an çözmeye devam edecektir. İcmalarla birlik sağlanacak, içtihatlarla da farklı sorunlar çözülmüş olacaktır.

Allah Adil Düzen Çalışanlarına sebat etme gücünü Kur’an’la vermiş olacaktır. Risale-i Nur şakirtlerine, Süleyman Tunahan talebelerine sebat gücünü Kur’an vermiştir. Gün geçtikçe Türkiye’de Kur’an üzerinde yapılan çalışmalar artmaktadır. Farklı ekoller artık Kur’an’ı yorumlayarak yaşama imkânını bulmaktadırlar.

Yüz dairelik lojmanlar yapıldığında, Kur’an’ı tedris eden lojmanlar kavli sabit ile sebat edecek ve dağılmayacaklardır. Kur’an’ı tedris etmeyenler sık sık kavga ederek dağılacak, değişecek ve başarıya ulaşamayacaklardır.

وَفِي الْآخِرَةِ

Ve FIy eLEAvPıRaTi

“Ahirette de”

Âhirette kavli sabit olacaktır. Dünyadakinden farklı olarak orada yeni uygarlıklar olmayacak, her şey en üst seviyeye yükselmiş olacaktır. Kavli sabit ile Kur’an’ın tam uygulandığı bir dünyaya ulaşacağız.

Genel hizmetlere ait anlattıklarımız uygulandığı zaman insanlar cennet hayatının örneklerini yaşayacaklardır.

İnsan insandır. Bugün arızaları varsa elbette gelecekte de olacaktır. Ama sorunlar çözülecektir. Adil Düzen geldiğinde de insanlar öldüreceklerdir. Faili meçhul cinayet olmayacaksa, fail bulunmadığı zaman kimseye ceza verilmeyecektir.

وَيُضِلُّ اللَّهُ

Va YuWılLu e elLAvHu

“Ve Allah idlal eder”

Doğa kanunları vardır. Su 0 derecede donar. Bu kanunları Allah koymuştur. Bu kanunlarda değişiklik olmaz. Allah da onları değiştirmez.

Bunun dışında Allah’ın kanunları vardır. Ancak o kanunlar değişmez değildir. Şöyledir. Kanunlar uygulanır. Ne olacağı belirlenmiştir. Eğer Allah müdahale etmezse, o kanun suyun donması gibi yeni bir iradeye gerek kalmaksızın devam eder. Allah bunlara müdahale eder ve bazen değiştirir. Yahut yeni kurallar koyar.

Bir kimse yemek yediği zaman karnı doyar, çalıştığı zaman iş yapmış olur. Ama çalıştığı için ücret almaz, ücret başka nedenle ödenir. Bir kimsenin zulmetmesi onun dalalette olması anlamında değildir. Ücret nâsın sözleşmesi sebebiyle ödeniyorsa idlal etmez, Allah’ın başka iradesi ile oluşur. Kişi başka nedenlerle idlal edilmiş olur.

الظَّالِمِينَ

ElJAvLıMıYNa

“Zalimleri”

Zulmeden kimsenin zulmetmesi kişinin iradesine bırakılmıştır. Zulmedenin hata edip zulme devam etmemesi ilahi irade ile olmaktadır. Birlikte Kur’an okuyacak, arkadaşları ile istişare edecek. Sonunda kendi aklıyla ve bilgisiyle karar verecek ve onu uygulayacak. Diğer kitap sahipleri de bunu yapacaklar. Kur’an veya diğer ilahi kitap sahipleri kitaplarını okuyacak ve zalim olmaktan kurtulacaklardır. Kur’an veya diğer ilahi kitaplarla meşgul olmayanlar, bilmeden zulmederler. Bilerek de zulmederler.

Kur’an’ı bugünkü müsbet ilimlerle yeniden yorumlamalıyız. Akevler bunu yapmaktadır. Diğer kitap verilenler de kitaplarını müsbet ilme ve Kur’an’a göre yorumlayacaklar, ilme veya Kur’an’a aykırı ifadeleri Kur’an’a göre tevil edeceklerdir.

Böylece ortaya çıkan kitapları okumayanlar zulmederler, zulmettikleri için de dalalete düşerler. Sosyalistleri düşünelim. Sosyalizm kapitalizmden daha ileri bir düzendir. Ama ilahi kitapları reddettiklerinden dalalete düşmüş, hatalar yapmışlar, saçmalıklar yapmışlardır. Dini, mülkiyeti ve yönetimi inkâr etmişler ve bu sebeple de bir asır içinde yok olup gitmişlerdir.

وَيَفْعَلُ اللَّهُ

Va YaFGaLu elLAHu

“Ve Allah fiil eder”

“Fiil” irade sahibi varlığın meşietini iradesi ile gerçekleştirmesidir. Kendi kendisi için yapar. “Amel” ise başkasının çıkarına göre onunla uyumlu olarak iş yapmasıdır.

Allah fiil yapar ama Allah amel etmez. İrade sahibi olduğu için O da bizim gibi istediğini fiil eder. Onu bağlayan başka birisi yoktur, kendi kendine öyledir.

Allah bir başkası tarafından var edilmeyen, evvel ahir olan bir varlıktır. Evveli olamayan demiyoruz, evvel O’dur diyoruz. Ahiri olmayan O’dur demiyoruz, sonrası yoktur demiyoruz, ahir O’dur diyoruz. Allah’ın zahiri ve batını yoktur. Zahir de batın da O’dur. Kendisi zahir ve batındır. Kelamcılar bu sebeple Allah’ın sıfatları ne kendisi ne de gayrisidir demişlerdir.

مَا يَشَاءُ (27)

MAv YaŞAyEu

“Meşieti olanı”

Önce Allah’ı anlamak için insanı anlamak gerek. İnsandaki psikolojik özellikler onda da vardır. Var ettiği kâinat da O’nun bedenidir. İnsanın katılması için oluşturulmuş modeldir. İnsandan farkı şudur. İnsan gerek kâinatın gerekse ruhlar âleminin bir cüzüdür, onlarla birlikte vardır. Varlığı diğer varlıklara muhtaçtır. Oysa Allah sameddir. Bir başka şeye ihtiyaç duymadan varlığını sürdürür ve istediğini yapar. İnsanın irade sahibi olup olmadığı tartışılmıştır ama insan irade sahibidir ki sorumludur. Allah’ın da iradesi vardır, yeni şeyleri düşünür ve yeni şeyleri var eder. Düşünür dediğimiz zaman biraz şeriatın sınırlarını aşar.

Örnek olarak, biz düşünürüz, hata ederiz, Allah da hata eder mi?

Korkmadan konuşuyorum.

Konuştuklarımın hepsi saçma olabilir ama Allah’ı böyle görmezseniz Allah’ın kulu olamazsınız, O’nunla irtibat kuramazsınız. Hazreti Musa’ya ateş olarak göründü. Ateş miydi? Hayır. Sesini duydu ama o ses O’nun sesi değil onun yarattığı idi.

Kur’an’da diyor ki; eğer siz dediklerimizi yapmazsanız, sonra sizin yerinize başkalarını getiririz ve onlar sizin gibi olmazlar. Yani Allah bizi deniyor; başarırsak biz kalacağız, başaramazsak bizden daha iyilerini yaratacak, buradaki hataları orada yapmayacaktır. Bunun anlamı, Allah da deneye deneye bugünkü düzeni kurmuştur.

Allah denemeden melekleri yaratmıştır. Onlarda hata yoktur. Ama insanı ve cini yaratırken deneyerek oluşturdu. Yani evrimlerle buraya geldi. Demek ki Allah da halıktır ama aynı zamanda rabdır. Kendisinde bir evrim yoktur. İnsanların DNA’ları gibidir. Ama yaptıklarında evrim vardır. Evrim sayesinde daha ileri hayata gidilmektedir.

Kendiliğinden var olan Allah böyle bir Allah’tır. Kendisinde tagayyür yoktur ama hilkatinde tagayyür vardır. Planında da yenilikler var yani yeni şeyler vardır. O yeni şeyleri yeniden tasavvur eder. Eğer şey daha düşünülmemişse o şey yoktur demektir. Ama onun yokluğu da yoktur. Çünkü yokluk varlık değildir. Olmayanı bilmek mümkün değildir. Ama düşünülmüşse yani şey olmuşsa o artık vardır. Fiilen yoksa da hükmen vardır. İrade sahibi olma demek daha önce düşünülmemişleri yeniden düşünebilmedir.

Bu ifadeler ancak bizim için zaman ve mekân içindeki durumdur. Zaman ve mekânı da Allah var ettiğine göre Allah’ın zatı için bütün bunlar doğru değildir. O ne evveldir, ne de ahirdir ama biz O’nu idrak edemeyiz.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَةَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ (28)

Ea LaM TaRa EiLay elLaÜıYNa BadDaLUv NıGMaTa elLAvHı KuFRan Va EaXalLUv QaVMaHuM DAvRa eLBaVAvRı

“Allah’ın nimetlerini küfre tebdil edenleri re’y etmedin mi? Onlar kavimlerini bevar darına ihlal ettiler.”

İman etmiş olanları sabit kaville tesbit etmiş, zalimleri ise idlal etmiştir. Allah’ın nimetini küfre tebdil edenlere bakmadın mı?

Bir oluşun failine bakacaksanız “İlâ” ile getirirsiniz, yapılan işe bakacaksanız meful olarak getirirsiniz. Allah burada Allah’ın nimetlerini küfre tebdil ettiler diyerek tebdile değil de kendilerine bakmamızı beyan etmektedir. Nimeti küfre tebdil etmek...

Öyle kimseler vardır ki kendilerine verilen nimetten başkaları yararlanmasınlar diye kendileri de yararlanmazlar. Böylece nimet gizlenmiş olur. Bu küfre döndürmek demektir.

Allah bir nimet verir.

Örnek olarak, askerleri gönderdi ve bize İstiklâl Savaşı kazandırdı. Askerler kötü olabilirler ama yaptıkları iş iyidir ve Allah’ın nimetidir.

Mesela, Lozan bir zaferdir, Allah’ın ihsanıdır. Mustafa Kemal’e kızıp Lozan’ı inkâr etmek; işte bu nimeti küfre çevirmektir.

Başka bir örnek de; 1969 yılında Erbakan ve arkadaşlarının, 15 kişinin bağımsız adaylıklarını koyması, Allah’ın Türk milletine nimetidir. Allah bu insanları yaratmış, onlara bu aklı vermiş, o sayede Necmettin Erbakan milletvekili olmuş, o sayede Millî Görüş ve “Adil Düzen” gelmiş, o sayede 14 senedir AK Parti iktidardadır. Bağımsız adayların adlarını kimse duymasın diye o nimeti gizlemekte ve örtmektedirler.

İşte, Allah bizden bunları re’y etmemizi istiyor.

Biz yapılan işe bakarız. Onun Allah’ın nimeti olduğunu kabul ederiz. Yahut Allah’ın cezası olarak görürüz. Kişilerin cennetlik veya cehennemlik olmalarına bakmayız. Biz ne savcıyız ne hâkim. Onların hesabını Allah görür.

Kavimleri bevarından ihlal ettiler. Kavimlerini çorak topraklara soktular. Köyleri terk edip kentlere göçmek kavmi bevar diyarına sokmaktır. Köyler, tarlalar, meralar Allah’ın nimeti iken, onları terk ederek, nimetlerin şükrünü vermeyerek verimsiz topraklar hâline soktular. Bugün köyler boşalıyor, kentler doluyor. Oysa Allah’ın Güneş enerjisi nimeti köylerde ve tarlalarda vardır. Oraları terk etmek demek Allah’ın nimetlerinden yararlanmamadır, değerlendirmemedir. Küfretmek demek, deveye verilen yemin ete ve süte dönüşmemesi demek, şükretmek ise ete ve süte dönüşmesi demektir.

Kavimleri bevar diyarına soktular. Halklarını kırlardan aldılar, kentlere getirdiler. Oysa oralarda Allah’ın nimeti olan Güneş enerjisinden yararlanma imkânı yoktur.

“Dâr” marifedir, tüm ülkedir. “Bevar” da ekilmeyen yerlerdir. “Ihlal etmek” demek orada serbestçe yaşamak demektir. “İhram etmek” ise yasaklar içinde yaşamak demektir. Köylerde yapılan baskıya ve yoksulluğa dayanamayan halk kentlerin gecekondularına doldu, hâlâ da dolmaya devam ediyor.

Bugünkü teknoloji ile köydeki güneş ve topraktan daha çok ekin almamız gerekirken, sanayi nimetini kullanarak insanları refaha getirmemiz gerekirken, bunlar oraları terk edecek bir politika izlediler de bugün verimsiz kentin trafiği ile çorak yerlere soktular.

أَلَمْ تَرَ

Ea LaM TaRa

“Rey' etmedin mi?”

“Elem tera” ifadesi bu surede üç defa geçmektedir. Bu üçüncüdür.

Birincisinde, Allah’ın gök ve yerleri nasıl yarattığını re’y etmedin mi demektedir.

İkincisinde, tayyib kelimeyi misal olarak nasıl darb ettiğini anlatmaktadır.

Burada da, Allah’ın nimetini tebdil edenleri anlatmaktadır.

“Görmedin mi” derken gördün demektir. Bu da bunlar müsbet ilmin verileri içinde görülür demektir. Bugüne kadar fen işlerinde müsbet ilim metotları uygulanmış ve başarıya ulaşılmıştır. Vazi ilimler henüz müsbet ilim metotları ile incelenmemiştir.

Vazi ilim demek insanın da katkısının bulunduğu ilim demektir. İnsanlar kelimelerle konuşurlar. Bu müsbet ilmin metodudur. Fail var, fiil var, meful var, sıfat var, tamlama var. Bunlar bütün dillerde vardır. Kelimeleri topluluk seçer. Araçlar teknolojiye dayanır, ama uçağın tipini insanlar seçerler. Birinci alan elementlerde insanın hiç müdahale edemediği alandır. İkincisinde ise insan onları kullanır. Orada da insanın doğrudan müdahalesi yoktur ama onlarla kendisi gerek dilde gerek teknikte seçimler yapar.

Bu üç “Elem Tera” bu üç tür oluşumu ayırmaktadır.

إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا

EiLay elLaÜıYNa BadDaLUv

“Tebdil etmiş olanları…”

Bundan önceki ayetlerde “Elem Tera” “İlâ”sız kullanılmıştır. Burada “İlâ” ile beyan edilmektedir. Kur’an’da yalnız bir ayette hem “İlâ” hem de meful birlikte gelmiştir. Diğer ayetlerde ya mefulle veya “İlâ” ile gelmiştir.

أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا (25/45)

“Rabbinin gölgeyi nasıl med ettiğin re’y etmedin mi? …”

Yapılan işe değil de yapana bakıyorsun. Allah’ın nimetini tebdil etmelerini re’y etmedin mi? Onlara bakmadın mı? Onun üzerinde düşünmedin mi?

İnsanlar Allah’ın nimetini şükür ile karşılayacaklarına tam tersini yaparlar. Onlar her şeyi Allah’ın yaptığını bilmezler, senin yaptığını sanırlar veya insanların yaptığını sanırlar. İnsanları da yüceltmemek için Allah’ın nimetini inkâr ederler.

Bunun üzerinde bakıp düşünmemiz gerekmektedir. Biz bir şey yapmış olsak bile yaptıran O’dur. Zararı da biz vermiyoruz. Onlar zararı hak ettiklerinden Allah zulmetmemize izin vermektedir. O halde biz ne kimseye şükür borçluyuz, ne de kimsenin düşmanıyız. Bizim yapacağımız iş her şeyin Allah’tan geldiğini kabul edip iyiliklerine şükretmeliyiz. Kötülüklerin sebeplerini bulup kendimizi düzeltmeliyiz.

Bu husus çok önemlidir. Başaramamışsak bilelim ki bizdeki yanlışlıklardan dolayıdır. Allah bizi uyarmaktadır. Hatalı işler yapıyorsunuz, düzelin demektedir. Müçtehit Yetişme merkezi çalışmamızdaki denemede başarılı olamadık. Yeni çözümler arıyoruz. Başarsaydık, hatalı işler başarıya ulaşacaktı ve sonunda yanlış doğru olarak yaygınlaşacaktı.

Yapmış olduğum Ağaç Evler Projeleri de vardır. Seri üretime geçemedik. İyi ki geçemedik. Şimdi onlardan çok daha ileri projeyi yaptık. Yeni ortaklar katıldı. Eğer bu denememizde de başarısızlığa uğrarsak, demek bir eksiğimiz vardır, onu düzeltmeliyiz. İzmir’de de bu tür düzeltme ve yeni çözümler arama çalışmaları vardır.

Akevler başarısız değildir. AP/DYP başarısızdır, ANAP başarısızdır; bırakıp gittiler. Oysa Akevler onlardan önce kurulmuştur ve bugün azimle çalışmaktadır. 

نِعْمَةَ اللَّهِ

NıGMaTa elLAvHı

“Allah’ın nimetini”

Her biriniz kendi hayatınızı düşünün, nereden nereye geldiğinize bakın. Allah’ın size ne kadar çok nimetler verdiğini görün. Ondan sonra deyin ki: Madem Allah bana bu nimetleri ihsan etti, ben ne yapmalıyım deyip şükrünü ifa edin.

Kendi hayatımı düşündüğüm zaman, hiçbirisini bilinçli olarak yapmadım. Babamın da beni okutacak imkânı olmadığı halde, bilinçsiz bir şekilde okumaya devam ettim. Ama Allah baştan hiç duymadığım imkânları ihsan etti. Mesela, parasız yatılı orta eğitimi ne duymuş ne de işitmiştim ama ortaokula başladıktan sonra öğrendim ve kazandım, liseyi bitirdim. Babam ölmüştü. Evde küçük çocuklar ve kalabalık aile kalmıştı. Bir sene tahsili terk ettim. Babamın baskı ile beni nişanladığı eşimle evlendim. Onun desteğiyle hem üniversiteyi okudum hem de evdeki kalabalık ailenin yaşamaları ve yetişmeleri sağlandı. Görevimden Demokrat Partilisin diye attılar. İzmir’e gittim, o sayede Akevler kuruldu. Kırgızistan’dan döndüm, İzmir’dekiler hiçbir faaliyetimi desteklemediler, İstanbul çalışmalarını başlattık, şimdi bu vesileyle ve bu sayede size bu satırları yazıyorum...

Bunlar yalnız benim hayatımda olan şeyler değildir.

Sizin her biriniz düşündüğünüz zaman hep Allah’ın nimeti ile bu duruma geldiğinizi bilebilirsiniz. Bu satırları okumanız bile Allah’ın büyük nimetidir. Siz bu sayede Kur’an’a ulaşacak ve onun nuru ile aydınlanacaksınız.

Kişiler için bu böyle olduğu gibi topluluklar için de bu böyledir. Malazgirt Meydan Muharebesi Allah’ın bir nimetidir. Selçuklu ve Osmanlı uygarlığı Allah’ın nimetidir. Tanzimat, İstiklâl Savaşı, Cumhuriyet, CHP, DP, DYP, ANAP ve Millî Görüş Allah’ın nimetleridir. AK Parti Allah’ın nimetidir.

Bunlardan dolayı Allah’a şükretmeli ve gereğini yapmalıyız.

كُفْرًا

KuFRan

“Küfre”

Geçmişte olanların hepsi hayırdır. Allah şerre izin vermez. Olayları değerlendireceksiniz. İyiliklere yeni iyilikler katmaya çalışmalıyız. Kötülüklerden ders almalıyız. O ikazlarla kendimizi düzeltmeliyiz. Kur’an’dan sonra artık Cebrail gelip şunu yanlış yaptınız, şöyle yaptınız, böyle yapın demiyor. Olayları ele alıp incelemeliyiz. İçtihat yapıp amel etmeliyiz. Başardığımızda isabet etmiş oluyoruz demektir, şükretmeliyiz. Başaramadığımızda hatamız vardır demektir, düzeltmeliyiz.

Bizim nesil 1960’lardan itibaren cihada başladı, gerek insanlığın gerekse Türkiye’nin kötü durumunu düzeltmeye girişti. Başarıya ulaştık. Gerek siyasi bakımdan gerekse ekonomik bakımdan zirvelere ulaştık. Demek ki o hususlardaki çalışmalarımız isabetli imiş. Ama gerek dinde yani ahlakta gerekse ilimde çöktük.

Ben üniversiteyi 1955 yılında bitirdim. Demek ki benim bilgilerim 1960 yılı öncesine ait olmalıdır. Bizim neslin başarılarını bugün yapan yoktur. O ilme bugün sahip olan yoktur. Geriledik. İlerleyemedik. Yetmedi, ahlak bakımından, haram-helal bakımından da o günkü iman ve ittikanın yarısı değil, dörtte biri bile kalmamıştır. Büyük anneler çarşaflı, anneler mantolu, çocuklar mini etekli gezmektedirler. O zamanın dünyasında bizler faizden fersah fersah kaçanlar, bugün faizli kredilerle herkes ev satın alıyor! Sosyal yapı aileye ve cinsi ahlâka, ekonomik yapı küçük işletmelere dayanır. Birini cinsi serbestlik, diğerini de faiz yıkar. İkisinde de batağa düşmüş bulunuyoruz. Nimeti küfre tebdil etmiş bulunuyoruz.

Demek ki bizim nesil bir hata yaptı. İşte onu düzeltmemiz gerekir.

Bu hatamız nedir?

Bu ayet üzerinde düşünmemiz gerekir. Biz topluluğu zengin edeceğimize kişileri zengin ettik. İnsanların ilimlerini ve imanlarını artırmadan önce makamlarını ve servetlerini artırdık. İşte onun sonucu bugün ilimde ve imanda gerilere düştük.

Kurmakta olduğumuz dinlenme evleri ile yüz lojmanlı apartmanları bu dönemlerdeki hatalardan uzak tutmalıyız. İnsanların imanlarını ve ilimlerini artırmadan iktidara ve servete talip olmamalıyız. Topluluk yükselecek. Kişiler değil kooperatifler zengin olacak, kişiler değil kooperatifler yani topluluklar iktidarda söz sahibi olacaklardır.

Düzeni değiştirmeden, zalim düzeni sona erdirmeden müminleri çoğaltmaya çalıştık. Mevcut düzende başarılı olamayınca da müminler çoğaldı ama iman elden gitti. Allah’ın nimetini halk küfre tebdil etti. Risale-i Nur şakirtlerinin paralelci olmaları da bu Allah’ın nimetini küfre tebdilden başka bir şey değildir.

İşte, siz yeni nesilleri bekleyen en büyük sorun, bu İLMİN VE İMANIN ÇÖKÜŞÜNÜ durdurup gerisin geriye nasıl döneceğiniz sorunudur. Ne Risale talebeleri ne de tarikatlar bu işte başarılı oldu. Akevler de başarılı olamadı. Baskı ile insanları ahlaklı yaşatmak başarı değildir. Zorlarsanız, kızınız başını örter ama ilk fırsatta açar. Benim bir arkadaşım vardı. Kızkardeşi mini etek giymek istiyordu, arkadaşım da buna şiddetle karşı idi. O kız özel etek yaptırmıştı. Kardeşinin yanında uzatırdı, uzaklaşınca belden katlar kısa giyerdi.

Böyle bir ahlak istemiyoruz. İnsanlar inanarak baskısız ahlaklı olmalıdır. Kızlar ve erkekler ona göre hareket etmelidir. Babalarının analarının serveti ile kızlara caka satan delikanlılar istemiyoruz, kendisi kazanarak evlenen delikanlı istiyoruz.

Bunun için yüz lojmanlı apartmanlar inşa edeceğiz. Buraya herkes katılacak ama sonra otururken istedikleri yani anlaştıkları kimselerle istedikleri katlarda oturacaklar ve kendi aralarında istedikleri düzeni yaşayacaklardır. Çalışmada (iş hayatında) ve yaşamada (ev hayatında) birbirleri ile anlaşmış olan kimseler aynı katta, aynı apartmanda toplanacaklar. İş hayatında ve ev hayatında yarışacaklar. İman edenler başaracak, etmeyenler inkıraz edecekler.

وَأَحَلُّوا

Va EaXalLUv

“Ve ıhlal ettiler”

Şekeri çay bardağına atarsınız, karışır ve her tarafını tatlı yapar, çay da her tarafını kırmızı yapar. Bunlara mahlûk denmektedir.

“Ihlal etmek” demek karıştırmak demektir, birlikte olmalarını sağlamak demektir. Onlar kavimleri bevar darında ıhlal ettiler diyor. Yani kötülüklerin içine atıp erittiler demektir.

Evet, biz Millî Görüşçüler, biz Risale-i Nur şakirtleri cemaatimizin ahlakını bozarak faizli ve açık saçık dünyaya eriştik. O eski inanmış ve başını açmayarak okulları, görevleri terk eden annelerin kızları başlarını örtmüyorlar. Başörtüsü yasağı kalktı ama başını örtenler azaldı. Yarın birkaç binden başka başörtülü görünmezse şaşmayınız.

قَوْمَهُمْ

QaVMaHuM

“Kavimlerini”

Burada “kavimleri” ulusları manasına geldiği gibi cemaatleri manasına da gelebilir. Yani cihat yapan cemaatlerini bugünkü kötü dünyaya atmış oluyorlar. Yeryüzü bataklık içindedir. Gerek faiz gerekse iffet hususunda bevar yurduna atılmış bulunmaktadır.

Evet, Millî Görüşçüler, Nur cemaati bu haldedir.

İşte, bunun çaresi olarak iman etmiş olanlar bir araya gelerek birlikte Kur’an’ı tedris etmeli ve hayatlarını Kur’an’a göre düzenlemelidirler. Uyum sağlayamayanlar başka yüz lojmanlı apartmanlara hicret etmeliler. Herkesi bu bataklıktan kurtarma yerine, gemiye binenlerin kurtulmasını sağlamak hedefimizdir. Sonra ne olacak? Sonra semt kooperatifleri arasında çıkacak yarış Kur’an ehlinin galibiyeti ile bitecektir. Yarışın olabilmesi ve isteyenin istediği takımda oynayabilmesi için karşı takımın olması gerekir. Bunun çözümü de yüz lojmanlı yaygın apartmanlardır.

دَارَ الْبَوَارِ (28)

DAvRa eLBaVAvRı

“Bevarın dârına.”

“Bevar” çoraklaşmış veya kırlaşmış arazilerdir.

Köyümdeki tarlalar eğer birkaç sene ekilmemiş olarak bırakılırsa araziyi çalılar kaplar. Sonra o arazileri tekrar tarla hâline getirmek için birkaç sene uğraşmak gerekir. Ayrıca her arazinin ekilmesi için ayrı teknolojiye gerek duyulur. Tarlaların verimli hâle getirilmesi için o tarla üzerinde yıllarca, hattâ asırlarca çalışma gerekmektedir.

Bugün ekonomi bakımından topraklarımız kırlaşmakta ve çoraklaşmaktadır. Köylüler kentlere taşındığı için tarım ve hayvancılık da yok olmaktadır. Demek ki ekonomide başardık diyorsak da aslında başaramadık. Ülkemizi çölleştiriyoruz. Yarın insanlarımız açlıktan ölecekler veya savaşacaklardır.

İşte, kooperatifimiz buna da çareyi yüz lojmanlı apartmanlarda bulmaktadır. Köylerde bu apartmanlar yapılacak, ileri hayat oraya götürülecek. Tarımda çalışanlar boş zamanlarını oralarda değerlendirecekler. Tarımdan artırdıkları zamanlarını apartmanın bodrum katında küçük sanayi işletmelerinde geçireceklerdir. Böylece topraklarımız bevarın dârı olmayacaktır.

جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا وَبِئْسَ الْقَرَارُ (29)

CaHanNaMa YaÖLavNaHAv Ve BiESA eLQaRaRı

“Cehennem... Ona sıly olacaklar. Kararın beisidir.”

“Cehennem” “Dar”ın bedelidir.

“Cennet” kelimesi bahçe demektir. Bu dünyadaki bahçeler için de kullanılır.

“Cehennem” kelimesi fırın demektir. Bu dünyadaki fırınlar için kullanılıp kullanılmadığı hususu üzerinde çalışma yapmak gerekiyor. Burada bundan önceki ayetlerle bundan sonraki ayetlere bakılırsa bu cehennem dünyadaki cehennemdir.

“Ve” harfi ile atfedif Allah’a endad ca’lettiler demektedir. O takdirde köyleri terk edip insanların kentlere dolması sonucu oluşan kentler birer cehennemdir, kötü bir karar yeridir.  

جَهَنَّمَ

CeHanNaMa

“Cehennem”

Bevar darı bir cehennemdir. Cehennemin kökü CHM olabilir, CHN olabilir, CNM olabilir. C harfi toplanmayı ifade eder. Diğer harfler zaid harfler olabilir.

Kentler birer toplanma yeridir. Dağınık halde yaşayan insanlar birleşip bir yerde yaşadıkları için cehennem olmuş olabilir. H harfi hava, har gibi uçurum boşluk manalarına gelir. Nun tekit edatıdır. B çukurun başı veya içi demek olur.

Ahiretteki cehennemin bu şekilde adlandırılması oradaki hayatın molekül değil de atomik olmasından dolayıdır.

Dünyadaki büyük kentlerin bu şekilde adlandırılması toplu yaşamanın doğurduğu sorunlar nedeniyledir.

Kentlerin cehennem haline gelmemesi için yüz lojmanlı apartmanlar sistemine geçilmesi gerekmektedir. On dönüm yerde bir apartman kurulacak. Onda biri meskûn hale gelecektir. Herkes oturduğu apartmanın içinde çalışacaktır. Başka yere gitse bile servisle ve trafiğe girmeden gidecektir. Ayrıca kentte oturanların civarda dinlenme evleri olacaktır. Böylece kentleşme cehenneme dolma olmaktan çıkacaktır. Trafik sorunu, hava kirliliği sorunu, birbirini tanımama sorunu, kiracılık sorunu böylece çözülmüş olacaktır.

يَصْلَوْنَهَا

YaÖLaVNaHAv

“Onu sıliy ederler”

“Yaslavna Fîhâ” demeyip “onu sıliy yaparlar” denmektedir. Burada, kentlerin kırlardan daha çok imar edileceği ve orasının sıla hâline getirileceği anlamındadır. Bevardır, ekim yapılmaz ama yapılar bitişik olduğu için kent hayatı daha çok birlikte yaşama hayatıdır. İyi tarafları vardır. Biz bu sebeple kentsiz köy olmaz, köysüz kent olmaz diyoruz.

Nüfusun yarısı kentlerde yarısı da köylerde yaşamalıdır. Tarım ve sanayi sektörleri dengede tutulmalıdır. Bunun için kent bucaklarını köy bucakları ile kardeş bucaklar yapıyoruz. Kardeş bucaklar arasında devamlı çalışan ve insan ile mal nakleden araçlar koyuyoruz, mala-mal market dükkânları koyuyoruz. Her iki bucağın nakitleri birbirine karşı konvertibl hâle getiriliyor.

Taşıma bedava olacak, değiştirilen malların fiyatlarına bindirilecektir. Mallar taşıma masraflarında birbirini sübvanse edecektir. Kişiler de bedelsiz seyahat edeceklerdir.

وَبِئْسَ الْقَرَارُ (29)

Ve BiESa eLQaRaRu

“Ve kötü karardır.”

“Ve” harfi ile atfetmiştir. Demek ki sılıy etmesi farklıdır. Sılıy iyi taraflarını gösterir ama kalma bakımından kötüdür. Yani kentleşmenin iyi tarafları vardır, kötü tarafları vardır.

Dinlenme evleri ve lojmanlı apartmanlar sistemi kentlerin iyi taraflarını köylere götürür, kentlerin kötü taraflarını ortadan kaldırır.

“ADİL DÜZEN’E GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” ile henüz tamamlanmamış olan “ORTAKLIK EKONOMİSİ” kitaplarını anlayacak şekilde çalışacaksınız, uygulayarak yaşayacaksınız. Eksiklerini tamamlayacak, yanlışlarını düzelteceksiniz.

İşte, Allah’ın nuru bu şekilde gelecektir.

وَجَعَلُوا لِلَّهِ أَنْدَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَبِيلِهِ قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ (30)

Va CaGaLUv LielLAHı EnDADan LıYuWılLUv GaN SaBiYLİHIy QuL TaMatTaGUv FaEinNa MaÖIyRaKuMu EiLay elNaVRı

“Ve sebilinden ıdlal etsinler diye Allah’a endad ca’lettiler. Kavl et; temettu ediniz. Masiriniz nâradır.

“Ve” harfi ile atfederek ketlerde toplananlar endadı ca’lettiler demektedir.

Kırlarda şirk azdır. Orada küfür ve nifak vardır. Kentlerde ise işrak vardır. Ekonomide karşılıksız parayı, olmayan malları, Allah’ın gerçek mallarına katarak Allah’a işrak ediyorlar, sömürenleri Allah’a ortak ediyorlar. Allah yeryüzünü yaratmış, kullarına amel ve ihtiyaca göre bölüştürmüştür. Onlar karşılıksız para ile Tanrı’ya ortak olarak o sayede çaldıkları Allah’ın mallarını başka işlerde, O’nun düzenini bozmakta kullanıyorlar.

Bunun dışında kâinatı yalnız Allah var ettiği, insanlığın hizmetine verdiği ve onu değerlendirmek için insanı halife yaptığı halde; onlar iktidarda olanlara ve sermaye sahiplerine de pay verdiler, iktidarda olanlara kanun yapma yetkisini verdiler. Ekseriyetin ekalliyete (çoğunluğun azınlığa) hükmetme kurallarını koydular.

Bunları niye yaptılar?

İnsanları Allah yolundan, şeriat düzeninden saptırmak için yaptılar. Lenin’e ve Mustafa Kemal’e taptırdılar, kendileri sömürsünler diye. Hitler’i ortaya çıkardılar, Yahudileri Filistin’de toplasınlar diye, tıkanmış ekonomilere yeni yatırım alanları açılsın diye...

“Masiriniz ateştir” demiyor, “masiriniz ateşe doğrudur” diyor. Bu dünyada adım adım ateşe doğru gitmektedirler. Bu ateş savaş ateşi olabilir. O halde siz şimdi üçüncü cihan savaşına doğru adım adım yaklaşıyorsunuz diyor.

وَجَعَلُوا لِلَّهِ أَنْدَادًا

Va CaGsaLUv LielLAHı EnDADan

“Ve Allah’a endad ca’lettiler”

“Endad” öbekleşmiş develer demektir. Yani sürüden ayrılıp ayrı bir grup oluşturan develerdir. “Endad” ayrı öbeklerde olanlar demektir.

Toplulukta bir yönetici sınıfının oluşması endad ca’letmedir.

Topluluğun bir ortağı yoktur. Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’ın halifesi olan topluluğundur. Kişiler topluluğun halifesidirler. Onlar adına istişare ederler ve aldıkları kararları topluluk adına uygularlar.

Topluluğu bir zümreye, bir hanedana, bir yönetici sınıfa vermek endad ca’letmedir. Dolayısıyla bürokrasi bir endad sistemidir. Ekseriyet sistemi bir endad sistemidir.

Meclis halkın temsilcileridir, vekillerdir, onlar adına topluluğu yönetirler. Onlara hükmetmek için değil, onlara hizmet için vardır. Hükmetme ise tarafların seçtikleri hakemlere aittir. Hakemler de bir başhakem seçerler. Onların kararı Allah ve resulünün kararıdır. Tarafların gönderdiği elçiler, Allah’ın gönderdiği elçilerdir, topluluğun elçileridir, verdikleri karar Allah’ın kararıdır, topluluğun kararıdır.

Hakemler hata yaparlarsa, hakemler haksızlık yaparlarsa yeni hakemlere gidilir. Hüküm değişmez, hata yapanın hatası hakemlerin kararıyla dayanışmasına ödetilir.

لِيُضِلُّوا عَنْ سَبِيلِهِ

LıYuWılLUv GaN SaBiYLİHi

“O’nun sebilinden ıdlal ettirmek için”

İçtihatlar, sözleşmeler, istişari kararlar, hakemlerin kararları şeriatı yani Allah’ın yolunu göstermiş olur, topluluğun kurallarını oluşturur.

Herkes topluluğun kurallarına uyar. Uymayanlar kendi seçtikleri hakemler nezdinde muhakeme olunurlar ve herkes hakem kararlarına uyar. Uymayanlar görevliler tarafından yerine getirilirler. Kimse mahkeme kararları dışında kimseyi zorlayamaz. Bakanların kanun yapması yoktur. Bakan talimat vermez. Bu bugün de böyledir ama fiiliyatta ise bakanlar kanunları istedikleri gibi uygulatıyorlar. Demek ki bakanlar birer nidd’dirler.

“Sebil” yol demektir. “Şeriat” da yol demektir, “kanun” da yol demektir. Çoklu hukuk sistemine işaret ederek sebil kelimesini getirmektedir.

قُلْ تَمَتَّعُوا

QuL TaMatTaGUv

“Temettu ediniz diye kavl et”

Yani biz onların düzenlerine karışmıyoruz, onların düzenlerini bozmuyoruz, onları kendi hallerinde bırakıyoruz.

Biz ise semt kooperatifleri kurup kendi dünyamıza çekiliyoruz. Onlarla alışveriş yapıyoruz. Vergilerimizi veriyoruz. Ama onlar gibi nidlere ibadet etmiyoruz.

Buradaki “söyle”nin manası budur.

فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ

FaEinNa MaÖIyRaKuM

“Masiriniz”

Masiriniz, dönüşeceğiniz yer nârdır, savaşa doğru gidiyorsunuz.

Nidler demek sonunda paralel devlet demektir. Bürokrasi ortadan kalkmalıdır. Bürokrasinin kendisi şirktir. Onların böyle yapmalarını normal karşılamayız.

Bir de masir demek dönüşme demektir. Yani molekül yaşayıştan atom yaşayışına dönüşmedir. Sizler cennete değil cehenneme gideceksiniz ve orada ateşe yani atoma yani nârdan olan ma’ric’e dönüşeceksiniz. Bu sebeple “Fa” harfi getirilmiştir.

Cehenneme doğru ve savaşa doğru adım adım gittikleri için biz onlara karışmıyoruz. Üçüncü cihan savaşı lehimize olacaktır. Sermaye ile siyaset birbirini yiyecek, sonunda meydan “Adil Düzen”e kalacaktır. Yahut Sermaye ve/ya siyaset “Adil Düzen”i benimseyecek, üçüncü cihan savaşının sonunda onlar kalacaklardır.

إِلَى النَّارِ (30)

EiLay elNaVRı

“Naradır.”

Burada “İlâ” getirerek nârın kendisinden değil de oraya dönüşmesinden bahsetmektedir. Düzenleri sonunda savaşa dönüşecek, nidler birbirleri ile savaşacaklardır. Veya âhirette insanlar krizalit devresini geçirerek ateş ehli olacaklardır. Me’vahumu’n-nâr” anlamında değildir.

قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا يُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خِلَالٌ (31)

QuL Lı IBAvDıYaelLaÜUyNa EAvMaNUv YuQIyMUv elÖaLAvTa Va YuNFıQUv MimMA RaZaQNAvHuM SirRan Va GaLAvNiYaTan MıN QaBLı EaN YaETıYa YaVMun LAv BaYGun FIyHı Va LAv PıLALun

“İman etmiş olan ibadıma kavl et; içinde bey’in ve hılalın olmadığı yevm ityan etmeden önce salâtı ikame etsinler, rızkettiklerimizden sırran ve aleniyeten infak etsinler.”

İman etmiş olan kimseler kimlerdir?

Adil Düzen Çalışanlarıdır; bugünkü sorunları Kur’an’a göre çözmeye çalışmalıdırlar.

Kur’an’ı okumaya başlayanlar vardır. Ama hâlâ sorunlarını Batı’nın şirk bataklığında çözmek isteyenler de vardır. Hâlâ karşılıksız para kullanmaktadırlar. Hâlâ modalara uyarak evlenmemektedirler. Hâlâ bir veya iki çocukla yetinmektedirler.

Bu sure Mekke suresidir. Namaz Mekke’de farz olmuş, zekât ise Medine’de farz olmuştur. O halde Mekke döneminde de zekât vardır.

Bugüne gelelim. Biz şimdi Mekke döneminden Medine dönemine geçiyoruz, dârı ve imanı hazırlıyoruz. Yüz lojmanlı apartmanlar dârdır. Oralarda toplanıp dayanışma içinde korunmaya geçme imandır. Yüz lojmanlı apartman on dönüm içindeki beş dönüm üzerinde kurulacak. Her apartmanın çevresi duvarla, tel örgüyle, elektrikli tellerle korunacaktır. Bunu yapabilmemiz için Mekke dönemindeki müminler gibi toplantılar yaparak “Adil Düzen”i öğreneceklerdir. Ortak fon oluşturup “Adil Düzen”i uygulayacaklardır. “Adil Düzen” işletmelerine birden geçilemez. Biz şimdi ne yapıyoruz? Ortalıklar kuruyoruz. İşyerleri yapıyoruz. Aramızdan müsait olanları bu işletmelerin başına geçiriyoruz. Bu işletmelerin “Adil Düzen”den taviz vermemesi gerekmektedir. Başarılı olunca diğer ortaklarımızı da bu işletmelerimize katacağız. Böylece “Adil Düzen İşletmeleri” kurulacaktır.

Yani biz makroda insanlığı “Adil Düzen”e götürmeden önce, kendimiz mikroda yüz lojmanlı işyeri apartmanlarımızda tedrici olarak “Adil Düzen”e geçeceğiz. Sonra öyle bir gün gelecek ki; ekonomik kriz olacak, artık alışveriş yapılamayacak, çünkü karşılıksız paraya kimse itibar etmeyecek... Sosyal dayanışma sigortası da işe yaramayacak... Maaşınız olacak ama o maaşın satın alma gücü olamayacak... Tam bir anarşi, kaos, kargaşa durumu gelecek...

Kur’an bu haberi verirken, günümüze bakacak olursak, işte tam da buraya doğru gitmekteyiz. Çünkü durmadan karşılıksız para basılmakta, paranın kendisi para olmaktan çıkmaya doğru gitmektedir. O zaman geldiğinde ne ticaret ne de yönetim kalır. Şimdi bu sebeple insanlık karşılıksız paradan vazgeçemiyor. Tekel Sermaye de karşılıksız para üreterek insanlığı savaşa zorlamaktadır.

Demek ki Kur’an’ın haber verdiği alışverişin ve dayanışmanın olmayacağı, sigorta şirketlerinin iflas ettiği günlere doğru gidiyoruz...

İşte o gün gelmeden önce toplantılar yapıp Kur’an’ın günümüzdeki uygulamalarını öğreneceğiz. Kazançlarımızdan artırım yaparak yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını inşa edeceğiz. Kardeş tarım ve sanayi bucakları ile o gün kendimizi koruyacağız...

Aramızda bey’de hilallik de devam edecektir.

500 ile 1000 kişi arasında bu seminerlerimizi takip edenler vardır.

Bu söylediklerime dikkat ediniz. Müsbet ilimlerle çevreye bakınız. Usulü Fıkıh ile Kur’an ile bakınız ve onların da nasıl aynı şeyleri söylediğini görünüz...

قُلْ لِعِبَادِيَ

QuL Lı IBAvDıYa

“İbadıma söyle...”

Burada “Kul” emrini alanlar vardır. “İbad” olanlar vardır. Kur’an’ı okuyup yorumlayanlara söylemektedir. Herkes Arapça öğrenip Kur’an’ı metinden öğrenecek değildir, Kur’an’ı tercüme edenlerden öğrenecektir, yorumlayanlardan öğrenecektir.

İşte, Kur’an’ı yorumlayıp anlatanlara emir verilmektedir.

Allah’ın kullarına söylenecektir. Yani Kur’an’ı tebliğ edenlerin tebellüğ edenler üzerinde herhangi bir emretme yetkileri yoktur. Resuller işe koyulurlar ve kendileri yaparlar. Halktan inanmış olanlar sonra tabi olurlar. Onlara itaat eder demiyoruz, tabi olur diyoruz. Çünkü Kur’an’ı aktaranlar emretmez, sadece yaparlar.

İşte bu sebeple “İBADIMA SÖYLE” diyerek, muhatapların şirksiz O’nun ibadı olduklarını ifade etmektedir. MÜSLİMLER de ibaddırlar ama onlar Allah’la cihad anlaşmasını yapmamışlardır. Ama onlardan MÜMİN olanlar Allah ile cennet karşılığı mallarını ve canlarını vermeyi taahhüt etmiş olanlar vardır; işte onlara söylenecektir.

الَّذِينَ آمَنُوا

elLaÜUyNa EavMaNUv

“İman etmiş kimselere”

Müminler başka, müslimler başka, iman etmiş olanlar başka. İman etmiş olanlar örgütleşenler demektir; Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi’ni kurmuş olanlar demektir; İkinci Kur’an Düzenini/Medeniyetini kurmayı taahhüt edenler demektir.

Önce şunu belirtelim.

Allah nurunu tamamlayacak mı yani İkinci Kur’an Düzeni/Medeniyeti gelecek mi?

‘Hayır!’ diyenlere bir diyeceğimiz yoktur.

Allah nurunu tamamlamış olacak demek, nurunu Kur’an ile tamamlayacak değil midir? Evet. Peygamberler gelmeyecek, onların yerini âlimler alacaktır. Bunda da bir ayrılığımız olamaz. Ne var ki bunlar Akevler âlimleri değil de Risale-i Nur âlimleri olabilir, belki de Hong Kong âlimleri olabilir yahut hepsi olabilir.

Demek ki İkinci Kur’an Uygarlığını getirmeyi taahhüt edenler getireceklerdir. Bizim için bunlar Adil Düzen Çalışanlarıdır. Nakşîler için günde 100 defa Allah diyenlerdir. Başkaları için başka şeydir. Kim getirirse getirsin, maksat Allah’ın düzeninin gelmesidir.

Nasıl gelecektir?

يُقِيمُوا الصَّلَاةَ

YuQIyMUv elÖaLAvTa

“Salâtı ikame etsinler”

Burada fiilin başında “Li” vardır. Emri gaibdir. “Li” harfi silinmiştir. Emir olmasaydı yukimune-s salata olurdu. Bununla beraber mahzuf şartın cevabı olabilir. Gerçekten iman etmiş isen o zaman salâtı kılar zekâtı verirsiniz denmiş olur. Haber vermiş olabilir.

“Salât” zikirdir, Kur’an’dır. Yani toplanarak birlikte Kur’an üzerinde çalışmadır.

“Salât”ın marife olduğu unutulmamalıdır.

وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ

Va YuNFıQUv MimMA RaZaQNAvHuM

“Ve kendilerine rızık verilenlerden infak ederler”

Bu infak zekât verme şeklinde de olabilir. Ahşap dinlenme evlerine ortak olma şeklinde katılma da olabilir. Yüz lojmanlı apartmana ortak olma manasında da olabilir.

Biz şimdi ortak olma şeklinde anlıyoruz. Henüz zekât emrolunmamıştır. Zekâtı harcayacak yönetim oluşmamıştır. O halde biz ihsanen infakı değil de iştiraken infakı anlıyoruz.

Evet, müminler mevcut zulüm düzeninde çalışacaklar, kazandıkları ile geçinecekler, artırdıkları ile Kooperatif işletmelerine yatıracaklar, Adil Düzen işletmelerine yatırmış olacaklardır. Müminler için “Adil Düzen” dışındaki işletmelere yatırım yapmak haramdır. Kurulmuş işletmelere şimdilik ortaklıkları devam eder. Çalışırlar ve imkân buldukça “Adil Düzen” işletmelerine giderler.

سِرًّا وَعَلَانِيَةً

SirRan GaLAvNiYaTan

“Sır ve aleni olarak”

“Adil Düzen” çalışmalarına ve Akevler Kooperatifi’nin işletmelerine katılanların bir kısmı kendi adlarının geçmesini istemezler. Çünkü onlara göre öbür taraftaki işleri bozulmuş olur. Katılırlar ama kimliklerini saklı tutarlar.

Bu ayet buna da izin vermektedir.

“Adil Düzen” çalışmalarına katılanlardan böyle olanlar vardır.

“Sırran ev aleniyeten” denmektedir. “Ve” harfi ile getirmemektedir. O halde kişiler infak yaparken gereğine göre alenen gereğine göre de sırran katılacaklardır. Hassaten yoksullara ve fakirlere yapacakları harcamaları sırran yapmalıdırlar, takdir bu emri yerine getirenlere aittir.

مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ

MıN QaBLı EaN YaETıYa YaVMun

“Bir gün gelmeden önce”

Burada “yevm” nekredir. Nerde ne zaman geleceği belli değildir. Ama böyle bir gün beklenmektedir. Böyle bir yevm gelmeden tedbir almak zorundayız. Yüz lojmanlı apartmanlar kurmalıyız, tarım ve sanayi semtleri oluşturmalıyız. Bunlar arasında bey’i ve hilali gerçekleştirmeliyiz. O gün geldiği zaman çağımızda oluşturmuş olduğumuz Nuh gemilerimize çekilip fırtınanın dinmesini beklemeliyiz.

Kur’an’ı okuyup mücmel manalarla yetinmek demek onu uygulamamak demektir. Zekât veriniz mücmeldir. Ama servetin kırkta birini veriniz dersiniz. Rasihlerin görevi ayetleri tevil ederek müteşabihleri muhkem hale getirmektir.

Biz yorumlarımızı yaparken hep bunu yapıyoruz.

“Lâ bey’un fîhi” derken alışveriş yoktur demektir. Oysa “Lâ kesbun fîhi” olabilirdi.

Üretim ve tüketim durmayacak, devam edecektir. Üretilen mallar satılamayacak, tüketilen mallar bulunamayacaktır.

لَا بَيْعٌ فِيهِ

LAv BaYGun FıyHı

“Orada bey’ yoktur”

Evet, duracak olan üretim ve tüketim değil, bey’dir. Öz üretim ve öz tüketim durmayacak, işçilik üretimi ve tüketimi duracaktır. Çünkü işçilere ödenecek para yoktur. Altın ve gümüş tekelin eline geçmiştir, halkta yoktur. Dolar da enflasyona uğramış ve batmıştır.

İşte o gün ancak semt kooperatifleri işe yarayacaktır.

Semt bonosu ile malları alıp başka semtlerdeki mallarla değiştirecek ve onları da borçlu olduğu semte getirip verecektir. Takas sistemi geçerli hale gelecektir.

Bu suretle karşılıksız para da devreden çıkmış olacaktır.

وَلَا خِلَالٌ (31)

Va LAv PıLALun

“Ve hılal da yoktur.”

“Hal” sirkedir. Suyun içine dağılmıştır. Halil’i, iç içe geçmeden dolayı dost olarak tercüme etmektedirler.

“Hılal” çoğul olduğu gibi masdar da olabilir.

“Bey’” masdar olduğu için bunun da masdar olması gerekir.

Bir müessesedir, bey’e benzer bir müessesedir. O da sigorta sistemidir. Farklı mübadele şeklidir. Bey’ olmadığı gibi sigorta sistemi de çalışmaz olur. Çünkü sigortanın ödeyeceği bir para mevcut değildir. Paralar enflasyon nedeniyle değerini kaybetmiş ve henüz yeni para doğmamıştır. O halde dayanışma şeklinde anlayabiliriz.

***

 

 

 



© 2024 - Akevler