İBRAHİM SURESİ TEFSİRİ(14.SURE)
Süleyman Karagülle
951 Okunma
İBRAHİM SÛRESİ 1-4.AYETLER TEFSİRİ

İBRAHİM SÛRESİ - 1. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (1) اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَوَيْلٌ لِلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (2) الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُولَئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ (3) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (4)

 

***

 

. الر كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (1)

E.L.R KiTABun EaNZaLNAvHu EiLaYKa LiTuPRiCa elNAvSa MiNa elJuLuMAvTı EiLa elNUvRı BiEiZNi RaBBıHıM EiLAv OıRAvOı eLGaZIyZı eLXaMIyDi

“Elif, Lam, Ra; Kitabdır. Rablerinin izniyle nâsı zulumattan nura, aziz ve hamid olan Rablerinin sıratına ihrac etmen için onu sana inzal ettik.”

Kur’an’da 114 sure vardır. 19*6’dır yani 19’un 6 katıdır. 19 20’den bir eksiktir. Fatiha Suresi Kur’an’ın fihristidir. Tevbe’de Besmele yoktur. Kalan sureler 112’dir. Bu da 7*16’dır.

Sureler seçkin sayılara göre dizilmişlerdir. Önce 64 sure, sonra 32 sure, sonra 16 sure gruplanmıştır.

64’lü grup ise; ilk 8 sure ikili, sonraki 12 sure üçlü gruplara ayrılmıştır. Toplam 20 sure etmektedir. İkili gruplardaki surelerde İslâmiyet’i anlatmaktadır. Sonraki üçlü surelerde İslâmiyet’e nasıl geçileceğini anlatmaktadır. Birincilerin 6’sı Medine sureleridir. Diğer ikisi Mekke sureleri olmakla beraber nasıl tebliğ yapılacağını anlatmaktadır. Üçlü grup ise insanlara inandırma sureleridir. Hükümler ibare ile değil işaret ve iktiza ile anlatılmaktadır.

Üçlü 12 surenin 6’sının başında ELR getirilmiştir. Bir tanesi ELMR şeklindedir. Bu da 6 sureyi iki gruba ayırmaktadır. ELR surelerinin beşincisidir. Bundan sonra bir sure daha ELR’lıdır, Hicr Suresi’dir.

İkili sûreleri yorumladık.

Şimdi 12 sûrenin de ilk 6’sının dördünü yorumladık, beşincisindeyiz.

1- Yunus Sûresi: ELR Bunlar hakim kitabın ayetleri ile başlıyor. Semavat ve arzı altı dönemde yarattığını beyan ettikten sonra bu sizin Rabbinizdir, O’na ibadet edin diyor.

2- Hûd Sûresi’nde: ELR Kitabdır, âyetleri tahkim edilmiştir. Sonra hakim ve habir tarafından tafsil edilmiştir diyor. Allah’tan başkasına ibadet etmeyiniz demektedir. Burada da semavat ve arzın 6 devrede yaratıldığını söylemekte. Yunus’ta oraya istiva etti diyor. Hûd’da arş mâ üzerinde idi diyor.

3- Yusuf Sûresi’nde: Bu mübin kitabın ayetleridir denmekte ve kıssaların ahseni olduğu bildirilmektedir. Surenin sonunda “Bu benim sebilimdir. Ben Allah’a davet ediyorum” şeklinde görevini anlatmakta, Allah’a ibadet edin yerine Allah’a davet ediyorum denmektedir. Basiret üzerinde denmektedir.

4- Ra’d Suresi’nde: Bunlar kitabın ayetleridir ve Rabbinden sana inzal olunan haktır dedikten sonra semavatı gördüğünüz direk olmaksızın kaldırdığını sonra da arşa istiva ettiğini beyan ettikten sonra arzı medd ettiğini açıklamaktadır.

5- İbrahim Sûresi’nde: “Bu Kitabdır. Nâsı zulumattan nura çıkarmak için sana inzal ettik. Semavat ve arzda olanlar O’nundur.” denmektedir.

6- Bundan sonra gelecek Hicr Sûresi’nde ELR Kitabın ve mübin Kur’an’ın ayetleridir denmektedir. Sonra semada burçlar yaptığını ve arzı meddettiğini beyan etmektedir. Sûrenin sonlarında semavat ve arzı ve aralarındakileri hak ile yarattığını söylemektedir. Sureyi, sana yakin gelene dek Rabbine ibadet et demektedir.

Demek ki bu surelerde dört önemli husus ele alınmaktadır. Peygamberler geliyor. İnsanları Allah’a ibadete davet ediyorlar. Delil olarak Kâinatın yaratılışı anlatılıyor. Ve tebliğ yaparken kavga yapmamasını emrediyor. Biz sadece söyleriz ama kimseye karşı savaşmayız. Onların hesabını biz değil O görür.

Surelerde “ELR Kitabdır” denmektedir. Biz Allah’tan risale manasını veriyoruz. Yani bu surelerde Kur’an’ın insanlara ulaştırılması görevi vardır. Kur’andaki bu harflerden M harfi de meleği ifade eder. Bu Kitabdır, melek vasıtasıyla resule gelmiştir şeklinde ifade edebiliriz. Burada vahiyden değil inzalden bahsetmektedir. Doğrudan muhatap Hazreti Muhammed’dir. Bu Kitab tüm insanlara nazil olmuştur ama ilk muhatap Hazreti Muhammed’dir. Biz Kur’an’ı ondan öğreniyoruz. Bugün biz Resulün halifesi olarak Kur’an’ı insanlığa ulaştırmaya görevliyiz, zulumattan nura çıkarma görevi yüklenmişizdir.

Karanlık bir odaya girdiğiniz zaman hiçbir şey görmemektesiniz. Burası zulmettir. Oradaki hayatı, oradaki davranışlarınızı düşünün. Sonra lambanın anahtarını çevirin, her taraf aydınlansın. Artık her şeyi görmektesiniz. İşte o da nurdur. Nur aydınlıktır.

İnsanlık ne bakımdan zulumat içinde idi?

Bir bilgileri yoktu. Kur’an geldi, insanlara nasıl öğreneceklerini öğretti. Kıyas-ı şer’î dedikleri benzeterek hüküm çıkarma. Bu nasıl mümkün olmaktadır? Allah her şeyi birbirine benzer yaratmış. Birinde mevcut olanın diğerinde benzeri vardır demektir. Bunlar kesin delil değildir ama bu sayede çok çabuk aradığınızı bulursunuz ve doğru olduğunu uygulama ile kanıtlarsınız.

Ben size derim ki; çay şu odada şu raftadır.

Siz de gidip orada çay paketini bulsanız, demek ki benim söylediğim doğrudur.

Söyleyene değil söylenene bakacaksınız.

Şeker nerdedir dendiği zaman, çayın olduğu yerde şekerin de olması gerekir. Çünkü bunların kullanılış yerleri aynıdır. O halde şekerin nerede olduğunu ararken çayın olduğu dolaptan başlarım. İşte buna şer’î kıyas denmektedir. Kur’an bunu yalnız müminlere öğretmemiş, tüm dünyaya öğretmiş, böylece insanlık bugünkü uygarlığa ulaşmıştır.

Demek ki karanlık cehalet dönemidir, cahiliye dönemidir.

Nur da bugünkü uygarlıktır. Bu uygarlık müsbet ilme dayanmaktadır. O sebeple surelerde hep semavat ve arzdan bahsetmektedir.

Zulumat nedir?

Eğer insanlar kurallarla değil de gelişigüzel hareket ediyorlarsa bu benim için karanlıktır. Çünkü ben kimin ne yapacağını bilemem. Dolayısıyla sosyal davranışlarını bana göre yaptıracak nura sahip değilim. Ama eğer herkesin nasıl davranacaklarını bilirsem ben ona göre davranırım. Cuma günü herkes toplantıya gelecekse ben istediğim kişi ile orada görüşürüm ve vereceğimi verir, alacağımı alırım. Batılılar buna “hukuk sistemi” diyorlar.

İşte, Kur’an gelinceye kadar içtihat sistemi yoktu. Kurallar sınırlı idi ve baskıcı bir şekildeydi. Allah Kur’an’ı göndererek insanlara içtihat sistemini öğretti. Kişi kendi istediği gibi hareket etmekte serbesttir ama kurallara göre hareket etmelidir ki diğerleri sosyal zulumat içinde olmasınlar. İnsanlık bu düzeni öğrenmeye Hazreti Nuh aleyhisselam zamanında başlamış ve ancak 5000 (beşbin) sene sonra bugün bunu uygulayacak seviyeye gelmiştir. Dünya hâlâ içtihat sistemine göre değil, kanun sistemi ile yönetilmektedir. Çünkü şimdiye kadar içtihat sistemini uygulayacak seviyeye gelmemişti. Şimdi içtihat seviyesindedir ama henüz uygulamaya geçmemiştir.

İşte…

“ADİL DÜZEN” bu geçişi insanlığa uygulamakla görevlidir. Kur’an’ı biz atalarımızdan öğrendik. Onlar da Hazreti Muhammed’den öğrendiler ama beyanı atalarımız yaptılar. Usulü Fıkhı geliştirdiler. Şimdi biz o usule göre çağımızın sorunlarını çözeceğiz.

Demek ki Kur’an’ın Hazreti Peygambere verdiği görevi şimdi biz tamamlayacağız. Bu sebepledir ki Hûd Suresi’nde hep “Rabbin” dendiği halde burada “Rablerinin sıratı” denmektedir. İhrac edecek Hz. Muhammed değildir, ihrac edecek ona nazil olan Kur’an’dır. Demek ki insanlığı uygarlığa biz değil Kur’an götürecektir.

Kur’an’ın çağımıza göre yorumunu Bediüzzaman başlatmıştır. Süleyman Tunahan da Kur’an Arapçasını yaygınlaştırmıştır. Biz şimdi onlara tabiyiz. Bediüzzaman tefsirlerde iman cihetini ortaya koydu. Biz iktisat ve yönetim cihetini koyuyoruz. Erdoğan siyasette Erbakan’ın varisidir. Fethullah da imanda Bediüzzaman’ın varisidir.

Onlar zemin hazırladılar, cemaati oluşturdular. Akevler ilmî çalışmayı yapmaktadır. “Adil Düzen” işletmelerini kurduğumuzda insanlar fevc fevc “Adil Düzen”e gelecekler ve dünya aydınlanacaktır. Biz burada görevliyiz. Kur’an sayesinde bunlar olmakta ve olacaktır.

“Aziz ve hamidin sıratı” olarak tanımlanmaktadır “Nur”.

“Aziz” nedir?

Korkutarak değil saygınlık içinde söz geçiren kimse demektir.

Demek ki Kur’an düzeni öyle bir düzendir ki o düzende herkes kurallara uyacaktır ama korktuğu için değil kendi isteği ile uyacaktır. Topluluk içinde özgür olacaktır. Kur’an bunu “hicret demokrasisi” ile sağlıyor, “biat sistemi” ile sağlıyor. Üstünü ast kendisi seçiyor ve her zaman değiştirebiliyor. Herkes her zaman ocağını ve bucağını değiştirebiliyor. Yüz lojmanlı apartmanlar sayesinde değiştirme çok kolay ve basit olmaktadır.

“Hamid” ise tam sosyal güvenliktir. Kişinin hiçbir katkısı olmasa da o düzende herkesin yaşama hakkı vardır. Çalışmak isteyen herkesin istediği işte çalışma imkânı vardır.

“ADİL DÜZEN’E GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nı okuduğunuz zaman Kur’an’ın nasıl böyle bir uygarlığa insanı götüreceğini daha iyi anlarsınız.

Her Adil Düzen Çalışanı KUR’AN üzerinde çalışmak zorunda olduğu gibi FIKIH üzerinde de çalışmak durumundadır.

Fıkıhçılar özel hukukta derinlemesine ilerlediler. Bugün zaman geçtiği için bunların uygulanamaz cihetleri vardır. Ama FIKIH KİTAPLARINI okuduğun zaman şaşırır kalırsın, o zaman o şeyleri nasıl düşündüler dersin. Fitne olmasın diye onlar kamu hukuku üzerinde fazla ileri gitmediler. Bu sebeple biz boşlukta olan bu konular üzerinde durduk. Ama klasik fıkıh kitaplarının bütün maddeleri güncellenmelidir.

الر

E.L.R

“ELR”

Kur’an’da 29 surenin başına Arap harflerinden oluşan harfler konmuştur. 29 harf vardır. 14’ü zikredilir. Yani yarısı. Onlar da gruplar şeklinde zikredilir. Örnek olarak RLNM zikredilir de W,J,Z,Ü harfleri zikredilmez. G ve X zikredilir de Ğ ve P zikredilmez.

ELR, ELM, ELMR, ELMÖ olarak zikredilmektedir.

Sure gruplarına işaret eder. Sureler Mekkî ve Medenî olmak üzere ve başlarındaki harflere göre gruplanırlar. Bunlar Kur’an’ın adları olabileceği gibi surenin adı da olabilir. Surenin içinde bu harflerin sayıları özel olabilir. Üzerinde çalışılması gerekmektedir.

Bugün Kur’an üzerinde çalışılmaktadır. Ne var ki bunlar dağınık olarak ve birbirinden habersiz çalışmaktadırlar. Kur’an çalışmaları ile ilgili bir internet sitemiz olmalıdır. Tüm çalışmalar sansür edilmeden burada yayımlanmalıdır. Her çalışmaya burada bir alan açılmalıdır. İşbölümü içinde çalışılmalıdır. RUHU’L-KUR’AN’daki programlarda arama tekniği daha çok geliştirilmeli ve kullanma kılavuzu hazırlanmalıdır.

كِتَابٌ

KiTABun

“Bir kitabdır”

“Kitab” “ELR”nın haberidir. Nekre olarak getirilmiştir. Sureye işaret ediyorsa bir suredir anlamındadır. Kur’an kastediliyorsa o zaman diğer Tevrat ve İncil benzeri bir kitaptır demektir. Hattâ Marx’in Kapital’i de bir kitaptır. Kur’an da bunlardan biridir.

Böylece Kur’an kendisini baştan diğer kitaplardan biri olarak görüyor. Her söze kulak verileceği gibi Kur’an’a da bir kitap olarak kulak verilmelidir. Diğer kitaplardan yararlanma usulü ile yararlanılmalıdır.

Batı bu kurallara uymamış, Kur’an’ın okunmasını yasaklamaya kalkmış, Kur’an okumasınlar diye Türkiye’de Arap harfleri yasaklanmıştır. Cuma Pazar’a çevrilmiştir. Medreseler ve tekkeler yasaklanmıştır.

Biz hiçbir kitabın alınıp satılmasını ve okunmasını yasaklamayız.

أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ

EaNZaLNAvHu EiLaYKa

“Onu sana inzal ettik”

 “ELR”yı sure adı olarak anlamak durumundayız. Çünkü Kur’an henüz inzal edilip tamamlanmamıştır. Eğer bugünümüzde anlarsak, Kur’an bize cümleten vahide olarak gelmiştir.

Bununla beraber Kur’an şimdi bize de atalarımızdan nazil olmaktadır.

Bu sure indiği zaman henüz kâğıt yoktu, tahta parçalarına ve kemik üzerine yazıyorlardı. Bugün bilgisayarlara birkaç saniye içinde aktarıyoruz. Kur’an “onu biz indirdik biz koruyacağız” diyerek bu günü o gün haber vermiştir.

Kur’an hem “enzelna”yı hem “nezzelna”yı hem “ilâ” ile hem “alâ” ile beyan etmektedir. Kur’an kitap olarak birden bize gelmektedir ama mana olarak her gün yeni şey anlıyoruz. O zaman da tenzil olmaktadır. Biz Kur’an okumasını öğreniriz, ondan sonra onu başkalarına aktarırız. “İlâ” ile “alâ” arasında şu fark vardır; “ilâ”da gaye muğayyaya etki etmez, “alâ”da ise değiştirir.

Evet, Kur’an Hazreti Muhammed’e gelecek, o da insanlığa aktaracak ama onda değişiklik olmayacaktır. Uygarlık sonradan nura ihraç edilecektir. Dünya bugün henüz Kur’an nuru ile aydınlanmış değildir. Bundan sonra aydınlanma olacaktır. Birinci Kur’an uygarlığı da daha çok Sünnet ile etkili olmuştur. Kur’an’ı Cebrail öğretmiş, uygulamasını da öğretmiş, o uygulama insanlığa 1400 sene yetmiş, o sayede insanlık bugünkü duruma gelmiştir.

Kur’an ancak bugün tam olarak uygulanabilecek durumdadır. Ulaşım, haberleşme, aydınlanma/elektrik ve sanayi olmadan Kur’an’ı yaşamamız mümkün değildir. O sebeple nurda “alâ” değil de “ilâ” getirilmiştir.

لِتُخْرِجَ النَّاسَ

LiTuPRiCa elNAvSAa

“Nâsı ihraç etmen için”

İnsanların bulunduğu yere nur geliyor. İnsanlar karanlıktan aydınlığa götürülüyor. Çevrede değişiklik yapılmıyor, insanda değişiklik yapılıyor. Gözler katarakt olmuşsa gözler açılıyor. Yoksa da oda karanlık iken lamba yanıyor. Karanlığın olması ortalıkta ışığın olmamasından ileri gelmemektedir, insanların ışıktan yararlanmamasından ileri gelmektedir. Kur’an’ın uygulanabilmesi için teknolojinin gelişmesi gerekmekteydi. Ama aslolan insanı değiştirmedir.

-İnsanlığın yeniden imana ihtiyacı vardı.

-İnsanlığın yeniden ilme ihtiyacı vardı.

-İnsanlığın yeni teknolojiye ihtiyacı vardı.

-İnsanlığın yeni hukuka ihtiyacı vardı.

İşte, insanlık 1400 sene içinde “yeni ilme” ulaştı, “yeni teknolojiye” ulaştı ama henüz “yeni iman” gelmedi, “yeni hukuk” gelmedi. Bediüzzaman yeni imanın temellerini attı, Erbakan yeni hukukun başlangıcını yaptı. Şimdi Akevler bu ihracı tamamlamak için faaliyettedir. İmanda ve hukukta yenilikler için hazırlıklara devam etmektedir.

-İnsanlık “işçilik sistemiyle” ekonomide dalalettedir.

-İnsanlık “kanun sistemiyle” yönetimde dalalettedir.

Kur’an bizi “ortaklık sistemine” götürecek, Kur’an bizi “içtihat sistemine” götürecek.

Kur’an bize bunun için nazil olmuştur. Biz Kur’an’la bunları yapmış olacağız.

مِنَ الظُّلُمَاتِ

MiNa elJuLuMAvTı

“Zulumattan”

“Zulmet” karanlık demektir.

“Zulumat” sistematik karanlık demektir. Harfi tarifle gelmiştir. İnsanlık Kur’an sayesinde zulümden kurtulacaktır.

Bu sistematik karanlık nedir?

Birincisi cehalettir, bilgisizliktir.

Kur’an’ın getirdiği ilmî araştırma metoduyla insanlar astronomide en uzak yer bilgilerine ulaştılar, Kâinatın yaratılışına ulaştılar. En küçük kuantumlara kadar indiler. DNA’ları keşfettiler. İnsanlar yıldızları birer kandil zannediyorlardı, Kâinatlarını böyle biliyorlardı. Müslümanların geliştirdikleri Fıkıh ve Fıkıh Usulü ilimleri ile de içtihat yapacak seviyeye ulaştılar. Yeni uygarlık doğmaya başladı.

Şimdiye kadar insanlar çoğalıyor, birbirinden uzaklaşıyor, farklı kültürler oluşuyordu. Şimdi artık insanlar birleşiyor ve tek vücut haline geliyor. Bugün Rusya ABD’den ithal ediyor ve Türkiye’ye ihraç ediyor. Rusya ile savaşa girdiğinde ithal edemeyecek. Bu durum Rusya kadar ABD devletini de rahatsız edecektir. Üretemeyince neyi satacak? Bugün insanlık tek millet haline gelmektedir. Ne var ki bunun hukukuna sahip değildir. İnsanlık hâlâ Hz. Nuh nebiden kalma tarım dönemi hukukuyla yetinmektedir.

İşte…

Kur’an bize “ADİL DÜZEN’E GÖRE ANAYASA”yı öğretti, biz de onu dünyaya ulaştırdığımız zaman insanlık zulumattan huruç edecektir. Bunu sağlayabilmemiz için insanlığa “Adil Düzen” işletmesinden bir örnek göstermiş olacağız. Dinlenme evleri bu işe yarayacaktır. Buraya gelen turistler “ADİL DÜZEN” cennetini göreceklerdir. YÜZ LOJMANLI İŞYERİ APARTMANLARI bunu gösterecektir. Oralarda KUR’AN DÜZENİNİ göreceklerdir. MALA-MAL MARKETLERİ insanlığa İSLÂM DÜZENİNİ yaşatacaktır. BİN DİL ÜNİVERSİTESİ’nde bunun tedrisi yapılacaktır. Bugün Adil Düzen Çalışanları henüz yapamadılar ama ne yapacaklarını biliyorlar, ne olacağını biliyorlar.

إِلَى النُّورِ

EiLa elNUvRı

“Nura”

Nura götürmesi için inzal olunmuştur. 1400 senelik bir geçmiş bu götürmeyi yaşamıştır. Bugün yirminci yüzyılda Avrupa’da yapılan inkılâp tüm insanlığın 60 000 senede yaptıklarından daha fazladır.

Avrupa bu uygarlığın İslâmiyet’in etkisiyle doğduğunu inkâr edebilir mi?

Hazreti Nuh zamanında başlayan ve Kur’an’ın inzali ile tamamlanan bir öğreti sonunda insanlık bugünkü duruma gelmiştir. Müslümanlar önce Persleri, sonra Çinlileri yenerek insanlığı müsbet düşünceye götürdüler. İspanya’ya giderek müsbet düşünme mantığını Batı’ya ulaştırdılar. Malazgirt Savaşı’yla başlayan bir serüvende Batı’ya coğrafyayı, kâğıdı, astronomiyi, pusulayı, barutu, gemiciliği öğreterek bugünkü uygarlığı kurdular. Batılıların hâlâ mezuniyet törenlerinde giydikleri cübbeler medrese âlimlerinin kıyafetidir. Hâlâ Arap rakamları ile öğrendikleri cebir sayesinde denklemleri çözüyorlar. Batılılar eski Yunan ile Roma’yı bile önce Müslümanlardan Arapçadan öğrendiler, Latince sonra gelişti.

Nur nedir?

Müsbet ilmin verileridir.

Nur nedir?

Fıkıhtır. Şeriattır. Sözleşmelerdir. İçtihatlardır.

Batı daha bunları bilemiyor. Ekseriyetin elleri ile kararlar almaktadır. Batı dünyası bu haliyle zulumatın ta kendisidir.

Nur istişaredir, biattır, içtihattır, icmadır. Bu sayede hem çevremizi görüyoruz hem de ne yapacağımızı biliyoruz.

بِإِذْنِ رَبِّهِمْ

BiEiZNı RaBBıHıM

“Rablerinin izni ile”

Burada uygarlaşmanın insanlar tarafından yapılacağını, Kur’an’ın etki edeceğini, senin bu Kur’an’ı insanlığa ulaştıracağını bildirmiştir ama asıl uygarlaşmayı Rablerinin onlara vereceği izinle kendilerinin yapacağına da işaret etmektedir. Nitekim Müslümanlar Fıkıh ve Usulü Fıkhı geliştirdiler. Batılılar da teknolojiyi geliştirdiler. Teknolojideki araçlarla da müsbet ilimleri ortaya koydular. İnsanlık uygarlığı kendisi kurdu ve geliştirdi.

Tarlaya tohum atarsınız. O tohum ilerde orman olur. Ormanı tarla yapmıştır ama atılan o tohum sayesinde olmuştur.

Kur’an da böyle bir tohumdur, ortaya atılmıştır ve filizleri yeşerip gelişmektedir. Artık ağaç olmuştur, birkaç meyve de vermiştir. Yakında dalları meyvelerle dolacaktır. Bundan sonra insanlık sonbaharda meyveleri verecek ve ilkbaharda yeniden başlayacaktır. Artık yeni tohum oluşmayacaktır.

Kur’an uygarlığı getirecektir. O son kitaptır. İnsan da evrimin son canlısıdır.

إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ

EiLAv OıRAvOı eLGaZIyZı

“Aziz olanın sıratına”

“Sırat” kelimesini müfret kullanmıştır. Demek ki tüm insanlar için tek sırat olacaktır. Müstakim sırat olacaktır. Bu tek sırat da Kur’an’ın “Adil Düzen”i olacaktır.

Hazreti Âdem’den beri insanlık dağıldı, dağıldı, ayrı ayrı yollardan yürüdü… Üçüncü binyıldan itibaren birleşmeye başlayacak ve tek sırat olacak, o da şeriat sıratı olacaktır... Birlik içinde özgürlük sıratı olacaktır... Seyahat hürriyeti yol varsa, araç varsa, yakıt varsa gerçekleşir; bunlar yoksa hukuken özgür olursunuz ama fiilen özgür olmazsınız.

Fiilen özgür olmanız için birlik içinde olmanız gerekmektedir. Tek sırata ihtiyaç vardır. Yargı tekliğine ihtiyaç vardır. Özgür olmanız için de kendi içtihadınızla hareket edeceksiniz ve kendi seçtiğiniz hakemler tarafından yargılanacaksınız; hukukta çokluk, yargıda teklik. Yalnız bu birlik izzet içinde olacaktır. Korku ile değil, silah sebebiyle değil, çıkar paralelliği içinde ve gönül rızası ile sağlanan bir birlik olmalıdır. Bu da ancak içtihat sistemi ile oluşmuş hukukla sağlanabilir, hakemlerle oluşmuş yargı ile sağlanabilir, hicret demokrasisi ile sağlanabilir.

الْحَمِيدِ (1)

eLXaMIyDi

“Hamid olan.”

Öyle bir düzen kurmalıyız ki çalışmayanlar da çalışamayanlar da orada yaşayacaklardır. Çünkü yeryüzü bütün insanlarındır. Allah kişileri yaratınca onların rızkını da var etmiştir. Yeryüzünde onlara da pay ayrılmıştır. Çalışanlar çalışmayanlara yeryüzünün kirasını verirler ve onlar da yaşarlar.

Sonra birlik olmanın sağladığı o kadar büyük avantajlar vardır ki onlar da yaşarlar. Örnek olarak yapılan yoldan herkes geçer, akan çeşmeden herkes su içer.

Aziz kapitalizm ise hamid de komünizmdir.

İslâm düzeninin tarifi şudur: Üretmede kapitalist, tüketmede komünist, mübadelede liberalist, borçlanmada sosyalist, çalışmada girişimci, yapılaşmada plancı bir düzendir.

Her düzenin iyi tarafları var ve her düzenin kötü tarafları vardır.

İslâm düzeni iyi tarafları içeren, kötü tarafları dışlayan bir düzendir.

اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَوَيْلٌ لِلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (2)

elLAvHi elLaÜIy LaHUv MaV Fıy elSaMAvTı Va MAv FIy eLEaRWı Va VaYLun LiLKAvFıRIyNa MiN GaZaBin ŞaDIyDin

“Semavatta olanların arzda olanların kendisine ait olduğu Allah’ın. Ve kâfirler için şiddetli bir azabdan veyl vardır.”

“Aziz ve hamid olanın sıratı” diyor. Önce sıfatları sayıyor, sonra ismini söylüyor. Takdim edilmiş sıfatlardır. Arapçada sıfatlar takdim edilmez. Önce söylenenler sıfat olmaz, isim yerine geçen sıfat olur. Sonra söylenirse ona atfı beyan denmektedir.

Neden önce isim yerine geçen sıfatları söyledi de sonra ismini belirtti?

Bize sıratı sıfatlarla tarif etmektedir. Aziz ve hamid olanın sıratına gitmekle insanlık zulumattan nura çıkacaktır. Bu sıfatları taşıtan da Allah’tır. Bize yüklenen görev yine bizim çıkarımızadır. Allah’ın bizim görevlerimize ihtiyacı olmadığı gibi bir işine yaramamaktadır. Allah bize namazı emretmişse bizim yararımıza, orucu emretmişse bizim yararımıza emretmiştir.  İçtihadımızı yaparken aziz ve hamid olanın gereklerine göre içtihat yapacağız, onun için sıfatlar takdim edilmiştir.

Semavat ve arzdan bahsedilmektedir. Kâinatın Kur’an’daki adı semavat ve arzdır. Arş ve kürsi semavat ve arzın içinde değildir, kürsi semavat ve arzı içine almıştır. Bu Bakara’da açıkça ifade edilmiştir. Arş ise daha büyüktür. Buna dayanarak kürsi dört boyutlu uzaydır, arş ise beş boyutlu uzaydır diyoruz.

“Kâfirler için veyl vardır.” Buradaki kâfirler nankörlerdir. Allah’ın bu uygarlık nimetlerinden yararlandıkları halde şeriatın hükümlerine uymayanlardır. Yani bütün insanlar karanlıktan aydınlığa, kişi yönetiminden şeriat yönetimine çıkarılacaktır. Kur’an bunu yapacaktır. Kur’an’la biz bunu yapacağız. Ama bu nurdan yararlanıp iyi işler yapacaklarına bu nurdan yararlanıp kötü işler yapıyorlar. Onlara da veyl vardır. Faizli işler yapanlar kâfirlerdir. Zinayı meşrulaştıranlar ve eşcinsellik yapanlar kâfirlerdir. Onlara veyl vardır.

“Veyl” kelimesi “Beyn” kelimesinden dönüşen bir kelimedir. “Beyn” yarık ve uçurum anlamlarına gelir. “Veyl” de uçurum manasına gelir. Türkçeye “vay” olarak geçmiştir. Çukura düşen bir kimsenin bağırmasına “vaveyla” denir. Onlara azab çarpacaktır. Bir kısmı bu dünyada olacak, bir kısmı da âhirette olacaktır.

Burada “li’l-küfri” demeyip “li’l-kâfirîn” denmesi azabın bu dünyada kendilerine geleceğini ifade eder. Yani insanlardan bir kısmı nura huruç etmeyeceklerdir. Onlar için şiddetli azab vardır.

“Azab” nekredir. Belirli olmayan azaplardan biri onlara aniden gelecektir.

اللَّهِ

elLAvHi

“Allah’ın”

Allah’ın Kâinatı yaratmadan önceki adı “Hüve”dir, O demektir, O vardır.

Kendisine muhatap olan ruhu var etti, “Lehu” oldu, hepsi O’nun demektir.

Sonra bunlar için Kâinatı var etti, sebep-sonuç ilişkilerini oluşturdu.

“Billâh” oldu. “Bi” harfinin temsil ettiği Kâinat ayrıldı mahlûk oldu.

İnsanın bir taraftan Allah’la ilişkisi vardır, bir taraftan da sebeplerle ilişkisi vardır. İki “L” bunu ifade eder. “B” ayrıldı Halik olan Allah oldu.  “Hüve” vahdeti vücudu ifade eder. “Ellah” ise kendisinden başka mahlûku olan tanrıyı ifade eder. “Hüve”nin sıfatları yoktur. “Allah”ın sıfatları vardır. Azizdir, hamiddir. Hayatı var edince de “Rahman” olur. İrade sahibi insanı var edince de “Rahim” olur.  Alusi tefsirinde bunlar anlatılmıştır.

الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ

elLaÜIy LaHUv MaV Fıy elSaMAvTı

“Semavatta olanların kendisinin olduğu ol kimse”

“Allah” marifedir. “Ellezî” ile yapılan cümle onun sıfatı olur. Semavatta olanlar O’nundur denmektedir. Semavat O’nun denmiyor, semavatta olanlar O’nundur. Allah’ın aziz ve hamid olması semavatta olanların da O’nun olması ile sağlanmıştır.

İnsanlar yeryüzünde gökten gelenlerle yaşarlar. Gökten gelen ışıktır. Güneş enerjisi yeryüzüne hayat vermektedir. Yağan yağmur da aslen gökten gelmektedir. Denizlerdeki suyu o buharlaştırır ve dağlarda yağmur olur. Güneş ışığının dışında yıldızlardan gelen ışıkların da tohumları çimlendirmede etkili olduğu tesbit edilmiştir. X ışınları veya mor ötesi, kızıl ötesi ışınları geçirmeyen tohumların çimlendiği görülebilir.

Bizim yaşamamız için iki şeye ihtiyacımız vardır; biri madde, diğeri enerji.

Enerjiyi gökten almaktayız ama yerin her noktasında alamamaktayız.

Dolaysıyla yere ihtiyacımız vardır.

وَمَا فِي الْأَرْضِ

Va MAv FIy eLEaRWı

“Ve arzda olanlar”

Arzda maddeler vardır. Toplam olarak 118 madde çeşidi vardır. Bunlardan kararlı olanlar yüzden azdır. Bunların birleşmesi ile çeşitli cisimler oluşur. Canlıların birleştirdiği karbonlu cisimler milyonlardan fazladır. Sonra gökten ışık halinde gelen enerji yeryüzünde kimyasal, mekanik, ısı ve elektrik enerjilerine dönüşmektedir. Bunlarla yapılan sentezle canlılar oluşmaktadır. Sentezi de canlılar yapmaktadır.

İnsan da canlıdır.

İnsanın diğer canlılardan farkı yeni araçlar icat edebilmesidir. Bu icatların en büyükleri ve fazlaları yirminci yüzyılda olmuştur.

Bütün bunlar “M” harfinin içinde toplanmıştır. Bunların hepsi Allah’ındır. Siz bunları kullanarak yaşıyorsunuz. O halde onun koyacağı kurallara uymanız gerekmektedir.

İşte, Kur’an size bu kuralları öğretmektedir.

Bir aleti aldığınızda aracın kullanma talimatını da verirler. O aletten yararlanmanız için o talimata uymanız gerekir.

Kâinatın kullanma talimatı da Kur’an’dır; ona göre çalışır ve ona göre yaşarsınız.

وَوَيْلٌ

Va VaYLun

“Ve veyl vardır”

Arabayı kurallara göre kullanmayana ne olur?

Uçuruma yuvarlanır yahut bir direğe çarpar.

Gökten gelen enerjiyi ve yerdeki cisimleri yaratılış kuralları içinde kullanmayanlar olacaktır. Onlar kaza yapacak veya zehirlenecek ve yeryüzünden eleneceklerdir.

Tarlada mısır ekeriz, çıkan fideler çok olur, ayıklarız. Mısırdan başka otlar gelir, onlardan da ayıklarız. Buna çapalama denmektedir. İnsanlar içinde de böyle işe yaramayan ve zararlı olanlar ayıklanır. Onlar için şiddetli azab olacaktır.

لِلْكَافِرِينَ

LiLKAvFıRIyNa

“Kâfirler için”

“Kefera” demek bir şeyi kapatmak, görünmez hâle getirmek demektir. Tarım işlerini yapanlara “kâfir” denir; tohumları toprak içine gömerler. Bir şeyi saklamak küfretmektir. İyilik gördüğün kimsenin yaptığı iyilikleri inkâr etmek kâfir olmaktır.

Gökte olanlar ve yerde olanlar hep O’nun olduğu halde, O’nun her şeyi tepe tepe kullanıldığı halde Tanrı yoktur demek küfürdür.

Verilen aracı usulüne göre kullanmamak küfürdür. Kullanma talimatına uymamak küfürdür. Bugün tüm insanlık küfür içindedir. Çünkü herkes doların peşinde koşmakta, Kur’an’ın insanlığa arz ettiği ilimlere kulak vermemektedir. Bu sebepledir ki insanlık çevre kirliliği ve anarşi gibi yüzlerce tehlikelerle karşı karşıyadır.

Yalnız Adil Düzen Çalışanları kurtulacak, diğerleri ise veyl çukuruna düşeceklerdir.

مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (2)

MiN GaZaBin ŞaDIyDin

“Şiddetli bir azabdan.”

Şiddetli azabın veyli vardır. “Min” harfi iptidai gaye için olur veyl oradan başlar. Karşılıklı etkileşim yoktur. Burada bu uygun değildir. Tebyin cins için olur. O zaman veyl azabın bir türü olur. Azaplardan veyl vardır demek olmuş olur.

Beklenen azabı anlayabilmemiz için bu ifadelere dikkat etmemiz gerekmektedir. O zaman veyl pişmanlıktır.

“Şedit” kelimesinin kullanılması cins için olma ihtimalini azaltmaktadır. Teb’iz için olur. Nekrede adet teb’izi yapılır, azabın tamamı değil de onun bir kısmı gelir demektir.

Nahivciler fazla fazla üzerinde durmamakla beraber “Bi”de olduğu gibi “den dolayı” manasını verebiliriz. Yani “Bi” gibi sebebiyet manasını taşımakta olabilir.

O halde şu soruya cevabı burada bulabiliriz. Sonunda ekonomide kriz, siyasette terör olarak anlayabiliriz. Kur’an hükümlerini uygulamayanlar ülkelerini ekonomik krizden ve terör olaylarından kurtaramazlar.

الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُولَئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ (3)

elLaÜIyNa YaSTaXıbBUNa elXaYAyTa elDüNYAv GaLAv eLEAPiRaTi Va YaOudDuNa GaN SaBIyLı elLAvHı Va YABĞUvNHav GıVaCan EuLAVEiKa FIy WaLALın BaGIdDin

“Dünya hayatını Âhiret hayatına istihbab eden, Allah’ın yolundan sudud edenler ve onda ıvec bağy edenler, onlar baid dalalet içindedirler.”

“Ellezîne” kâfirleri tavsif eden sıla olabilir. O zaman haberi olmaz. Burada ise haber vardır. Dolayısıyla burada sıfat değil mübtedadır. Sadece şedit azabın veyline çarpanlar değil, kim olursa olsun gelen ifadedir.

Bu Hazreti Nuh’tan başlayıp Kur’an’la tamamlanan İslâm yolculuğunda iki cephede insanlar olacaklardır. Yakın hayatı isteyenler, acil hayatı isteyenler ile âhireti isteyenler. Ben şimdi yaşayayım da sonunda ne olsun diyenler vardır. Ailede çalışırken ben şimdi kazanayım, yaşlılıkta işime yarar, ben şimdi kazanayım çocuklarımın işine yarar, ben şimdi çalışayım mensup olduğum topluluk ilerde yararlanır ve ömrü uzar, ben bu dünyada çalışayım âhirette beni cennetlere götürür diyenler âhiret hayatını dünya hayatına tercih etmişlerdir.

Bugün çalışanlar, bugün tasarruf edenler, bugün sıkıntılara katlananlar, ilerde semerelerini kat kat alırlar. Böyle yapmayanlar, bugün çalışmayıp zevk ve eğlencede olanlar, israf edenler, bugünün sıkıntılarına sabretmeyenler, ilerde kendilerini yollarını kaybetmiş olarak şaşkın hale gelmiş olurlar.

Dünya için hayat, âhiret için âhiret hayatı dememekte, sadece âhiret demektedir. Dünyada ölüm korkusu vardır. Ölmeyeyim diye her an endişededir. Âhirette ise ölüm korkusu yoktur. Çünkü orada kimse ölmeyecektir. Bu hususa işaret etmek için dünya hayatı denmiş de âhiret için hayata izafe edilmemiştir.

Yoldan ayrılmayı ifade eden iki kelime vardır; biri seddetmek, biri dalalet etmektir.

“Seddetme” sed çekmek, saptırmak anlamındadır. “Dalalet” ise kaybolmak anlamındadır. “An” ile taaddi etmektedir. Bilerek yoldan sapma sudud etme, bilmeden yoldan sapma dalalettir. Bu âyette her ikisi birden zikredilmiştir. Yoldan sapmış ama sonra dalalet içinde olmuşlardır.

Batılılar önce faizi meşru görmüşler ama sonra işin içinden çıkamamışlardır. Batılılar önce ekseriyet sistemine sapmışlar ama şimdi işin içinden çıkamıyorlar.

Yani başlangıçta sudud, sonra dalalet.

Iveci bağy ediyorlar. Onun eğrisini istiyorlar.

“Ivece” eğri sopa, eğri yol, engebeli arazi demektir. Doğru olan tektir. En kısa olan odur. Eğri olanlar çoktur. Eğrilik derecesine göre uzundur. Allah’ın sebilinde eğrilik olsun istiyorlar. Onda kusur arıyorlar. Oysa Kur’an’ın gösterdiklerinde en küçük bir eğrilik yoktur.

الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ

elLaÜIyNa YaSTaXıbBUNa

“İstihbab eden kimseler”

“Habbe” tane demektir, su kaynadığı zaman çıkan kabarcık demektir. Türkçede “kalbim ısındı” deriz. Birisine kaşı duyduğumuz yakınlık duygularını ısınma “kelimesi” ile ifade ederiz. Araplar da sevmeyi “muhabbet” ile ifade ediyorlar. Birisinden uzak olmasını isterseniz “kerih” olur, yakın olmasını isterseniz “habib” olur.

İstifal babı muhabbeti talep etmek demektir. Başka bir deyişle tercih etmek demektir. “Alâ” kelimesi ile tercih etme anlamındadır. İstifa etmek de tercih anlamındadır. Orada seçme vardır. Diğerleri atmadır. Burada ikisini istemek ama yakın hayatı tercih etmek demektir.

Ambarınızda buğday vardır. Karnınızı tam doyurmak için günde 1 kiloluk ekmek yemen gerekir. 700 gram da yeseniz sağlığınız bozulmaz, belki sofradan doymadan kalkarsınız. İşte, tam doyup hepsini yemek istihabdır. 300 gramı artırıp tohum yapma ahireti istihbab etmedir. Evlenmeyip çocuk yapmak dünya hayatını istihbab etmedir. Evlenip sıkıntı çekme âhiret hayatını istihbab etmedir. 15 yaşına gelen kız ve erkeği evlendirmek emirdir, farzdır. Tabii onlara da evlenmek farzdır. Kur’an emir sigasıyla “evlendiriniz” diyor. İnsan evlenecektir ama kendisi için değil bir karşı cinsi evlendirmek için.

Resmi nikâh yapmadan evleneceksiniz, geçinemediğiniz zaman kolayca boşanacaksınız. Ben mümin oldum demek sanıldığı kadar kolay iş değildir. Kur’an’ın emirlerini yerine getireceksiniz. Topluluk maddi imkânları sağlamalıdır. Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanı Projesi, evleneceklere hiçbir engel bırakmamaktadır. Bizim önerdiğimiz düzende 15 yaşını doldurmuş kız erkek eşlerini de, işlerini de, meskenlerini de bulmuş olacaktır.

Akevler’in çözümü vardır, Kur’an’dan öğrenmiştir.

Onların çözümü nedir?

الْحَيَاةَ الدُّنْيَا

elXaYAyTa elDüNYAv

“Dünya hayatını”

“Deni” alçak manasına geldiği gibi yakın manasına da gelir. Kökü Türkçedeki “dana” kelimesinden gelir. Arapçada aynı manadadır. Annesinin sütünü alttan emdiği için alçaklık manasını aldığı gibi daima peşinden koştuğu için de yakın demektir.

Karşıtı “kusva”dır, uzak manasınadır. “Bu’d”dan farkı “baid” bizden uzak anlamındadır, “kusva” ise çevremizin uzağı demektir. Kişi, dünya, kusva, baid şeklinde sıralanır. Bu, şu, o ile sıraladığınız dünya bu, kusva şu, baid o şeklinde ifade ederiz.

“Hayat” kelimesi yaşamayı ifade eder, yaşama zamanını içerir.

“Dünya hayatı” demek yakın hayat demektir. Zekât vermezseniz yakın hayatınızı zengin edersiniz. Zekât verirseniz âhiretinizi zengin edersiniz.

Tarlanızı ektiğiniz zaman uzun zaman ona infak edersiniz ama mahsulü sonbaharda birden alırsınız.

Dünya, “Hayat” kelimesi ile beraber getirilmiştir. Âhiret için ise hayat kelimesi getirilmemiştir.

وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ (64)

“Bu dünya hayatı laib ve lehvden ibarettir. Âhiret dârı o hayavandır. Bir bilseler.”

Âyette âhiret için “dâr” kelimesini zikretmektedir. Hayat değil hayavan olmaktadır. Bu kelime yalnız bir yerde geçmektedir.

عَلَى الْآخِرَةِ

GaLAv eLEAPiRaTi

“Âhirete…”

Âhiret darına tercih ediyorlar.

Ekonomide tasarruf kavramı vardır. Tasarruf=yatırım demektir. İnsan artırdığı zaman oyun ve eğlence ile geçirmez, çalışır artırır ve yatırım yapar. Çocuklarına mülk bırakır. Bu arada zekâtını da vererek kendisine âhiret için yatırım yapar. Çalışırlar ve kazanırlar. Kazandıkları ile çocuk yaparlar. İnsanların sayısını artırırlar. Onlara işyeri kurarlar, çocuklarına işyerleri hazırlarlar.

Bugünkü uygarlık israf ekonomisine dayanmaktadır. Halk çalışsın, bugün elde ettiğini bugün tüketsin, patronlar büyük yatırımları yapsınlar. Tükendikleri zaman da savaş çıkarsınlar, grev yaptırsınlar, lokavt yapsınlar, içki ve kumarda harcasınlar.

Tarihte bugünkü kadar gününü gün eden bir çağ yaşanmamıştır. Zinayı meşru yapıyor ve evlenmiyorlar. Çocuk yapmıyorlar. İçki, kumar ve zina ile günü gün ediyorlar. Gereksiz mobilyalar, gereksiz kıyafetler yani israflarla varlıklarını harcıyorlar. Taksitle arsa alıyor, taksitle lüks araba alıyor, sonra eşek gibi çalışıp borçlarını faiziyle beraber ödüyorlar! Mevcut binaları yıkıp daha da kötü yeni binalar yapıyorlar! 

وَيَصُدُّونَ

Va YaOudDUvNa

“Ve sudud ettiriyorlar”

Kendileri Allah’ın yolundan sapıyorlar yahut başkalarını saptırıyorlar. Ateizmi moda haline getirip Allah’a inanmayı ayıp haline getirmişlerdir. Kendilerini tanrı yapmışlardır. İlahi kitapları okumayı yasaklamışlar ve kendi uydurdukları sömürü kurallarını kanun yapmışlardır. Kendileri O’nun yolunu terk etmiş, insanları da silah zoru ile terk etmeye başlamışlardır. Kur’an’ın bu tasvirlerine uyan böylesine başka bir çağı insanlık yaşamamıştır.

عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ

GaN SaBIyLı elLAvHı

“Allah’ın sebilinden”

“Sebil” ağ şeklinde olan yollardır, şebeke yollarıdır. Tekil kelimedir. Müfret zamir de gitmektedir, çoğul zamir de gitmektedir. “Kavm” kelimesi gibidir. Yollardır ama ayrı yollar değil bütünlenmiş yollardır. Sıratı müstakim vardır, bir de sebilullah vardır. Aziz ve hamidin sıratı vardır, bir de sebilullah vardır.

Mantıkta iki kümenin içerdiği şeyler toplanır. İki kümenin ortak elemanlarını göstermek için çarpılır. Canlı dediğimiz zaman hayvanlarla bitkileri içerir. Çarptığınız zaman çok hücreliler ortaya çıkar. Kur’an’ın getirdiği şeriatta içtihatlarla oluşan şeriat vardır. Birbirinden farklıdır ama hepsi birbirini tamamlar, bir bütündür. Bunlardan her birine şir’a denir. Hepsine birden şeriat denir. Bir de ortak kurallar vardır ki bunlar da icma ile sabit olur. Bu hamid ve aziz olanın tek sıratıdır. İcma ile sabit olmaktadır. Müstakim sırattır.

Sebil ise değişik içtihatların birlikte olmasıdır, bu da sebilullahtır.

Fakihler bu hükümleri koyarken Kur’an’a bu manaları vererek koymadılar. Sünnete dayandılar. Sünnet ise Kur’an’ın fiilen açıklanmasıdır. Şimdi bir bir Kur’an’daki delillerini buluyoruz.

Bu ayetlerde sırat ile sebil geçmektedir yani icma ile içtihat geçmektedir.

وَيَبْغُونَهَا

Va YaBĞUvNaHav

Ve onda iveci bağy ediyorlar

Burada zamir sebile gitmektedir ve müennestir. Sebil, feîl vezni üzeredir. Mef’ûl olunca müzekkeri de müennesi de “t”siz söylenir. Müennes olunca zamir müennes gider çoğul manasında müennes olabilir.

“Bağy etmek” aramak, çaba göstermek demektir. Ona yani sebile ıvec ararlar demektir. O’nun şeriatında eksiklik yanlışlık ararlar demektir.

Fıkıhçıların kabul ettikleri ilkeler vardır. Sahabenin Kitap ve Sünnete dayalı icmalarında hata olmaz, sonrakilerde hata olur. Biz bu kuralı kabul ettiğimiz gibi bu kurala şunu ilave ediyoruz. Tüm insanlık müçtehitlerinin icma ettiği hususlarda hata olmaz. 3+8=11’de kimse hata yapmaz, yeter ki bu sayılar onluk sistem içinde tanımlanmış olsun. Yahut su uygun şartlarda 100 derecede kaynar, bunda hata olmaz.

Allah’ın sebili farklı yol parçalarından oluşur ama o birlik içinde tektir. Yerinden yönetim ilkesi budur. Her bir kimse içtihatları ile işlerinde bağımsızdır ama icmalarla merkezin içindedir; bağlı değildir, içindedir. Kişilere değil kurallara uyar. Kendi seçtiği hakemlerin kararlarına uyar. Yönetimde birlik yoktur, yargıda bütünlük vardır.

عِوَجًا

GıVaCan

“İvec”

Eğrilik olsun istiyorlar. Faiz serbest olsun, zina serbest olsun, baskı serbest olsun yargı kopuk olsun istiyorlar. Yarışma yerine çatışma olsun istiyorlar.

Demokratik (içtihat sistemi), laik (barış sistemi), sosyal (yardımlaşma sistemi), liberal (dayanışma sistemi) kabul ediyorlar ama sonra onları eğiyorlar!

Ekseriyet kararlarına demokrasi diyorlar, dinsizliğe laiklik diyorlar, paralı sigortaya sosyallik diyorlar, tekelciliğe liberalizm diyorlar! Dokunulmazlıkları icat ediyorlar!

Bugünkü “ıvecen”i anlatmaya kalkışsak kitaplar yetmez. Çünkü ıvecleştirmedikleri yani eğriltmedikleri bir yer yoktur.

أُولَئِكَ

EuLAVEiKa

“Onlar”

İşte “onlar” yani bugünkü kapitalistler, bugünkü sosyalistler ve bugünkü karmacılar. Onlara işaret etmektedir. Onlar bunu istiyorlar, halk da onlara uymaktadır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan %52 oy aldı diye %48’ini hesaba katma gereğini duymuyor. Ona oy verenlerin isteklerini de yerine getirmiyor. Başkanlık sitemi ile de halktan iyice kopmak istiyor.

Burada Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir kusuru olarak değerlendirme yapılamaz. Kusur mevcut düzendedir, Sermaye’nin düzenindedir, Allah’ın şeriatında ıvec arayanlardadır.

 فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ (3)

FIy WaLALın Daalket BaGIdDin

Baid bir dalal içindedirler.”

“Dalle” kaybolan deve demektir. Şaşırmak anlamına gelir. Yoldan şaşırmak ve kaybolmak demektir.

Ormandan ayrılan deve düz yerlerde yolunu bulabilmektedir ama ormanlı yerlerde kaybolmaktadır, dönüş yerini bulamamaktadır.

Köyümden biri bir ineği Batum’a götürüp satmış -12 saatlik bir mesafedir- üç-dört ay sonra inek eve gelmiş, yolunu bulmuş. Hayvanlar geldikleri yeri bulmak için araçlarla donatılmıştır. Köpek gittiği yollarda işer, sonra o koku ile geri döner. Arılar Güneş ışığına ve kilometreye göre yol alırlar. Ayrıca günlük saatleri vardır. Bazen bu araçlar çalışmaz ve artık kendi bulunduğu yere dönemez yahut dönmek istemez.

“Baid” demek uzak demektir.

Hayvanları gündüz meraya salarlar, gelmezlerse gidip ararlar. Bulmak için de boyunlarına çan takarlar. Çan sesleri ile bulurlar. Yakın yerlerden itibaren araştırmaya başlanır. Uzaklaşmışsa günlerce bulanamayabilir. Kurt kapmış olabilir, o zaman da ancak kemiklerini bulabilirsiniz.

Bu ayetleri okurken o günleri yaşamış olmak ve topluluğun dalalet etmesinin manasını ona göre yorumlamak gerekir.

Bunlar kaybolmuşlardır. Kur’an’ı ve diğer mukaddes kitapları, hattâ müsbet ilimleri kullanarak hidayete ulaşma imkânına sahip değildirler. Uzak yerlerdedirler. Bizim de onları bulup yola getirmemiz mümkün değildir.

وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (4)

Va MAv EaRSaLNAv MiN RaSULin EilLAv Bi LiSAvNı KaVMiHIy LiYuBayYıNa LaHuM Fa YuWılLulLAHu MaN YaŞAyEu Va YaHDIy MaN YaŞAEu Va HuVa eLGaZIyZU ElXaKIyMu

“Ve kendi kavminin lisanı dışında resullerden irsal etmedik. Onlara tebyin etsin diye böyle yaptık. Allah kime dalalet isterse onu idlal eder, kime meşiet ederse ona hidayet eder. O azizdir hakimdir.”

Buradaki “enzelnâ” kelimesi ile “ve erselnâ” kelimesi arasındaki benzerlik bu atfın oraya olduğunu göstermektedir. Orada sana (Hazreti Muhammed’e) inzal ettiğini beyan etmektedir. Burada da bu inzalin insanlığa ulaşması için her kavme resul gönderdiğini ve kendi kavminin lisanı ile gönderdiğini ifade etmektedir.

Her kavmin hâdisi vardır ilkesini burada açıklamaktadır. 

Her kavme kendi dili ile beyan edilecektir. Her aşiretin dili ayrıdır. Orada kullanılan kelimeler bilinmektedir. “Ahmet” deyince soyadsız da bir Ahmet anlaşılır. “Sola” denince bilinen sola anlaşılır. İsimler somuttur. Soyut olarak değil de somut olarak konuşurlar. Her bucağın dili vardır.  Burada soyadı ile herkes bilinmiş olur. Dağların adları vardır. Tepelerin adları vardır. Kabilelerin adları vardır. Bunlar somut olarak bilinmektedir. Kurallar buralarda konur. İl dili sanat dilidir. Ülke dili ise anlaşma dilidir. Arapça ise ilim dilidir, insanlığın dilidir.

Her kavmin dili ayrıdır. Devlet orada oluşur. Nebiler yani meclisler orada oluşur. Şuralar orada oluşur. Uygarlık devletler içinde gerçekleşir. Resuller yani başkanlar kavimlerin devlet başkanları olurlar. Her birinin kendi iç yolları vardır, ülke karayollarını oluştururlar. Ama bunlar uluslararası yollara bağlıdırlar. E5 karayolu bunlardandır. Bu meclisler kendi ülke dilleri ile de içtihatlar yaparlar. Halk onlara uyar. İllerin içtihatları ülkenin icmalarına aykırı olmaz. İller içtihat ve icma yaparken ülke müçtehitlerinin görüşlerinden birini seçmelidirler.

Buradaki ayetle kavmin dil birliğine dayandığı anlaşılmaktadır.

Beyan edildikten sonra beyandan yararlanan kimseler vardır. Kimi dalalete kimi de hidayete gider. “Biz irsal ettik” diyor, sonra “Allah idlal eder ve hidayet eder” diyor. Allah herkesin halikidir, herkese eşit güç vermiştir. Eşit irade ile dalalete de hidayete de O götürür. İnsanlığı var etmiştir. İnsanlık doğmuştur ve uygarlaşa uygarlaşa büyümektedir.

Allah iki taraf koydu; dalalet ve hidayet. İnsanlar istedikleri tarafa giderler. İyi insanlara hidayet eder. Kötü insanları dalalete koyar.

Bizim insanlara düşmanlık yapmamız söz konusu değildir, onları yok etmek gibi bir düşüncemiz söz konusu değildir.

O azizdir hakimdir. Mümin demek Allah’a saygı duyanlardır. Hakimdir demek zorla da olsa hükmünü yerine getiren demektir, herkese hakkını veren demektir.

وَمَا أَرْسَلْنَا

Va MAv EaRSaLNAv

“Ve irsal etmedik”

Kitabı inzal etmiştir, resulleri irsal etmiştir. Kitab son kitaptır ve tek kitaptır. Resuller ise vahiy alan kimselerden oluşmuştur. Kur’an’dan sonra melekten vahiy alan biri gelmeyecektir. Meleklerin yerini âlimler alacaktır. Onlar içtihat yapacak ve resuller de kavimlerine şeriatı götüreceklerdir. Resuller şeriat koymazlar. Resuller şeriatı uygularlar.

Sebilullahı zikrettikten sonra her kavmin ayrı şeriatı olduğunu ve kavimler içinde mezheplerin şir’alarının bulunacağını beyan etmektedir.

İnsanın topluluk içinde özgür olmasını gerçekleştirmek için kurulmuş mekanizmalar vardır. Yeryüzü ülkelere, ülkeler illere, iller bucaklara ve bucaklar aşiretlere ayrılmıştır. Kişi istediği aşirette, bucakta, ilde ve ülkede yaşayabilmektedir. Ayrıca ilmî, ahlâkî, iktisadî veya siyasî dayanışma ortaklıkları içinde istediğini seçebilmektedir. Böylece özgür olmaktadır.

مِنْ رَسُولٍ

MiN RaSULin

“Resulden”

Kur’an’dan önce Allah resulleri irsal ediyordu.

Şimdi ise meclisler başkanlarını seçiyor.

“Erselellahu” demiyor da “Erselna” diyor. Yani meclisler aracılığı ile seçiyor. Onlara ilham ediyor, onlar da seçiyorlar. Halk iyiyse başkan da iyi oluyor, halk kötü ise başkanlar da kötü oluyor.

Meclisteki seçim ekseriyet seçimi değildir. İlmî dayanışma ortaklıkları adaylar gösterirler. Meclis üyelerinin tamamı sıralama usulü ile tercih yaparlar. Aleni yapılır. Listede bütün adayların adları vardır. Seçmenler sadece sıralama yaparlar. Bir adayın aldığı sıra terslerinin toplamı dereceyi verir. Birincisi başkan olur. Diğerleri ise başkanlık danışma kurulunun üyeleri olurlar, başkanın gaybubeti halinde sıra ile başkanlık yaparlar.

إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ

EilLAv Bi LiSAvNı KaVMiHIy

“Sadece kavminin lisanı ile”

İnsanlık yüze yakın ülkeye ayrılır, her birinin kendi dilleri vardır. Aynı dili konuşan devletler olsa bile zamanla farklılaşırlar, farklı şekilde gelişirler. “Ulü’l-emri minküm” denmektedir. O halde başkanları da evleviyetle minküm olacaktır. Ülkelere merkezden yöneticiler atanmaz. Her kavmin hukuk dili aynıdır. Ayrıca illerin yerel dilleri vardır. Bunlar sanat dilleridir. Bucaklardakiler ise sözleşme dilleridir. Ocaklardakiler yaşama dilidir. Burada kastedilen kavmin dilidir. Diğerleri kıyasla değerlendirilecektir.

Halk kendi dilleri ile konuşur. Halk hukuk dilini bilmez ama insiyaki olarak hükümleri düşünür. Âlimler o dilleri inceler, halkın ona ne manalar verdiklerini ortaya koyar ve hukuk diline çevirir. Yani hukukçular dili üretmezler, üretilen dile mana verirler ama bu konuşma dilinden çıkar ve mantık diline dönüşür. Mantık sınırları belli kavramlardır. Halk Erciyes der, hukukçular ona bir sınır çizerler. Böylece her ülkenin ayrı hukuku oluşur.

İşte… Resuller hukuk dili ile konuşurlar, onlara beyan ederler. Buradaki beyan sadece Kur’an’ın beyanı değildir. Devlet olarak halka ne söyleyecekse hukuk diliyle söylerler. O dil de kendi kavminin dili olacaktır. Halk Kayseri dendiği zaman kenti anlayacak. Hükümler tanımlanmış kelimeler üzerinden olacaktır.

لِيُبَيِّنَ لَهُمْ

LiYuBayYıNa LaHuM

“Onlara tebyin etsin diye”

Onlara beyan etsin, onların lisanı ile anlatsın diye.

Müçtehitler ayrı ayrı içtihat yapacaklar ama başkana anlatacaklardır. Yani resmi gazetede yayınlanacaktır. Resmi gazete başkanın hutbelerini içerecektir. Resmi gazetede değil resmi internette yayınlanacaktır. Kanunları ve kararnameleri yayınlayan hep cumhurbaşkanı olacaktır.

فَيُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ

Fa YuWılLulLAHu MaN YaŞAyEu

“Allah meşieti olanı idlal eder”

Buradaki “Yeşau”nun faili “Allah” olabileceği gibi isteyen kimse de olabilir.

Dolayısıyla kime isterse ona hidayet eder, kime isterse onu da idlal eder. Yani burada “Hu” hazfedilmiş olabilir.

Dalalet etmek isteyene dalalet etmesi için gereken imkânları verir.

Hidayet isteyenlere gereken imkânları verir.

Yapan Allah’tır ama kulun duasını kabul ettiği için yapmaktadır.

Yani biz hidayet istersek Allah bize hidayet etmeyi vaat ediyor ve hidayete götürecek.

Biz dalaleti istersek bizi dalalete götürecektir. 

Yolların biri kurtuluşa ve sonra cennete gider, yolların diğeri ise helâke ve sonra da cehenneme gider. Ama Rabbimiz Allah bizi istediğimiz yere götürecektir.

وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ

Va YaHDIy MaN YaŞAyEu

“Ve meşieti olana da hidayet eder”

Burada da Men YeşauHu”dur. Biz hidayeti istediğimiz zaman bize hidayet edecektir.

Bugünkü insanlar hep Dolar’ın arkasından koşmaktadırlar. Allah da onlara Dolar’ın nasıl kazanılacağını öğretmekte ve onlar da onun götürdüğü yere gidiyorlar.

Biz Adil Düzen Çalışanları ise Dolar’ın değil üretimin, siteleşmenin peşinden koşuyoruz. Biz yüz dairelik lojmanları yapacağız. Biz yüz dinleme evi olan siteler kuracağız. Bunu Dolar’la yapmayacağız, halkın katkıları ile yapacağız. Malzeme alacağız, pay vereceğiz. Çalıştıracağız, pay vereceğiz. Market kuracağız, paylarla satacağız. Tüccarlar malımızı satacak, bize hammadde ve markete tüketim maddesi getirecek. Dolar veya TL değil, mal istiyoruz. Emeğimizi mala çevirmek istiyoruz. Başkalarının malları ile emekleri ile değişiyoruz. Allah bize bunları, onlara da dolarları verecektir. Bize mal belgelerini ve taşınmazlardaki hisseleri verecek, onlara karşılığı olmayan dolarları verecektir.

وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (4)

Va HuVa eLGaZIyZu XaKIyMu

“O azizdir hakimdir.”

“Vav” harfi ile getirilmiştir. Aziz ve Hakim vasfıyla bunları yapacaktır. Çünkü O sözünü saygı ile dinletir. Yahut hüküm ile sopa ile dinletir. İslâm devletinin özelliği budur. Herkes hakemlere gider, kendi seçtiği hakemin kararına seve seve uyar. Uymayanlar olursa devletin silahlı gücü vardır, onunla zorla uydurur. Bu uymayan fert ise iç güvenlik ilkeleri içinde cezalandırılır, eğer topluluksa o zaman savaş kuralları ile cezalandırılır.

Yukarıda Hamid olan Aziz Allah tarafından inzal edilmişti.

Burada Hakim olan Aziz Allah tarafından irsal olunmuştur.

Bu ayetteki “ve”nin o ayete atıf olduğuna başka işarettir. Orada da marife idi burada da marifedir. Hakim Azizin sıfatıdır, Hamid de onun sıfatıdır. İkisinde de sonunda herkesin O’nun talimatına uyma anlamında azizdir.

 

 

 

 

 

***