İBRAHİM SURESİ TEFSİRİ(14.SURE)
Süleyman Karagülle
961 Okunma
İBRAHİM SÛRESİ 12-17.AYETLER TEFSİRİ

İBRAHİM SÛRESİ - 4. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ (12) وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ أَرْضِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ (13) وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْ ذَلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ (14) وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (15) مِنْ وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَى مِنْ مَاءٍ صَدِيدٍ (16) يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ وَمِنْ وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ (17)

                                                                                   

وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ (12)

Va MAvLaNAv EaN LAv NaTaVakKaLu GaLay elLAvHı Va QaD HaDAyNAv SuBuLaNa Va LaNaÖBiRanNa GaLay MAv EaÜaYTuMUvNAv Va GALay elLAvHı Fa eLYaTaVakKaLı eLMuTaVakKiLUvNa

“Ve bize Allah’a tevekkül etmememiz olamaz ve bizim sübülümüzü hidayet etmiştir. Ve biz, bize yaptığınız eziyete de sabretmeliyiz. Ve mütevekkiller Allah’a tevekkül etsinler.”

“Tevekkül etmek” demek, verilen görevi yaparken içinde bulunduğun ahval ve şeraiti düşünmemek demektir. Sen görevini yaparsın, sonra onu değerlendirme sana değil O’na aittir. Tevekkül budur. Tedbir alacaksın ama kaderden kendini koruma tedbirini alamazsın. Sadece Allah emrettiği için tedbir alırsın. İşte bu Allah’a tevekkül etmedir. Topluluğun çıkarları için topluluğa dayanmış olursun. Benim ihtiyaçlarımı topluluk giderir dersin. Mümin demek bu demektir. İnsan yaşamak ister. Neden yaşamak ister? Kendisine verilen görevleri yapmak ister ve ondan sonra âhirete gitmeyi düşünür. Demek ki tevekkül etme yatıp uyuma demek değildir, emrolunduğunu yapmak demektir.

Şimdi siz bu yazdıklarımı okuyorsunuz. Oysa bu yazdıklarımı okuma imkânına ulaşmamış 8 milyar insan bunu okumaktan mahrumdur. O halde, madem ki bu seminer notlarını okudun; ben ne yapmalıyım diye düşünmeli ve gereğini yapmalısın. Artık Kur’an’ın tamamını anlayarak ve düşünerek okuyacaksınız ve gerçekleri göreceksiniz. İşte buna karşı şükretmeniz gerekir, bu şükür de Kur’an’ın dediğini yapmaktır.

Değişmez kural vardır. Hak yolunda çalışanlar eziyete uğrarlar.

Birkaç sene önce İran Konsolosluğu’ndan telefon ettiler ve ‘Sayın Konsolos sizinle görüşmek istiyor’ dediler. Memnuniyetle dedim. Bayrama on gün kadar vardı. ‘Bayramdan sonra ben sizi ararım’ dedi. Aylar, yıllar geçti, arayan olmadı! Neden?

Konsolos İran’a gidiyordu. Benim hakkımda bilgisi yoktu. İran’a gitti. Orada ona akıl verdiler. Sonra görüşemedi.

Sermaye dünyanın her tarafını işgal etmiştir. Yarım bin yıldır bunu yapıyor. Yakından tanıdığımız ve karşılıklı saygı duyduğumuz Recep Tayyip Erdoğan’la Sermaye 13 senedir özel olarak bizi görüştürmüyor. AK Parti bu barajı aşamadı.

Benim hayatımda giriştiğim bütün işlerde bu gizli eli buldum. Şahsım olarak bir eziyete uğramadım. Ama Kooperatif olarak, İslâmiyet’i anlatma bakımından büyük sıkıntılarla karşılaştım. Kooperatif olarak arkadaşlarımızla sabrettik. Tevekkülü elden bırakmadık. Çalışmalarımız devam ediyor. Allah Kur’an’ı günümüzün ilmi ışığında anlayıp “Adil Düzen”le ilgili çalışma ekibi içinde olmayı bana ve size nasip etmiştir. Bu rütbe peygamberlere halef olma rütbesidir. Bundan daha büyük bir rahmet olur mu?

Bundan önce müminler Allah’a tevekkül ederler denmiştir. Şimdi tevekkül edenler Allah’a tevekkül ederler denmektedir. “Allah” kelimesi iade edilmiştir. Bunlardan biri topluluğa dayanmadır. Hangisi olduğunu siz düşünün.

1967’de Akevler Kooperatifi’ni kurduğumuzda çetin günler içinde yaşıyorduk. İslâmiyet inkıraz edecekti. Dindar kimseler çareler arıyorlardı. Gizli gizli toplanıp zikrediyorlar yahut birtakım isyan hareketlerine katılıyorlardı. Biz Allah’a tevekkül ettik. Gizli hiçbir şey yapmadık. Bize eziyet ettiler ama biz sabrettik ve onları yendik.

Biz hiçbir zaman seçim dışı hareket yapmadık. AK Parti bile oyu %40’lara düştüğü zaman sonucu sabırla karşılamış, halkımızın iradesine boyun eğmiş, korkmadan seçime gitmişti. Halka diyordu ki; ya beni gönderin yahut tam yetki verin. Halk Allah’ın onlara verdiği ilhamla tam yetkiyi verdi.

Biz yalnız seçimle halkın isteği olursa iktidar oluruz. İnsanlara sevdirerek iktidar oluruz. Siyasi oyunlarla, oy hırsızlığı yaparak veya baskılarla iktidar olmayız.

وَمَا لَنَا

Va MAvLa NAv

Ve bizim için olamaz”

Halk şunu ister; bir kahraman ortaya çıksın ve biz cihat yapmadan huzura ve saadete kavuşalım. Halk özgürlük değil köle olmayı ister, yeter ki efendisi güçlü olsun. Kadınlar da böyledir. Kadınlar, kendilerini savunan, çatışmada kendisini koruyan koca ister.

Sermaye ise kadınları kocalarına isyan ettirip yalnız kalan insanları kolay sömürmek ister. Bu sebeple ‘kadın hakları, çocuk hakları’ diye bir şeyler icat etmiştir. Oysa insan insandır. Çocuk da kadın da sakat da yani insanların hepsi aynı haklara sahiptir.

Halk da özgürlük değil, kendisini doyuracak ve koruyacak hükümet ister, adil hükümet ister. Bunu bulamayınca isyana kalkışır.

Halk resullerden hak değil sopa istemektedir. Oysa peygamberler halkı baskı altında bir yere götürme yerine halkın kendi kendisini hakka götürmesini istemektedir. Zor kullanmamaktadırlar. Para veya silahla sorunları çözmemektedirler.

أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ

EanLA NaTaVakKaLu GaLay elLAvHı

“Allah’a tevekkül etmememizi”

Biz yapmayacağız, Allah yapacaktır. Biz sadece O’nun bize verdiği görevi yapacağız.

Sonra ne olur?

Sonra Allah ne istiyorsa onu yapmış olur.

Allah’a tevekkül etmek, bir taraftan görev yaparken ben bunu yaparsam şu olmaz demektir. Örnek olarak: Parti kurarsam iktidar olur muyum? Olmam! O halde kurmayayım derseniz, işte bu Allah’a tevekkül etmemedir. Allah eğer bizim parti kurmamızı istiyorsa parti kuralım. Halk ister bizi iktidar etsin ister etmesin. Allah parti kumamızı istemiyorsa o zaman da kurmayalım. 1960-70’lerde parti kurmamız gerekiyormuş; kurduk. Bugün ise parti değil kooperatifler kurmamız gerekiyor. Onun için çalışıyoruz. Sonuç bize değil O’na aittir.

وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا

Va QaD HaDAyNAv SuBuLaNa

“Ve bize yollarımızı göstermiştir”

Sebil de çoğul biz de çoğuluz, o halde hepimizin bir sebili vardır. Sebil, ağ şeklinde yapılmış yollardır. Biz oralarda dolaşacağız. Hepimiz kendi içtihadımızla hareket edeceğiz. Birbirimizin emrinde değil birbirimize yönelmiş ve dayanmış yol üzerinde olacağız.

Tevrat’ı ve İncil’i okuduğunuz zaman sanki birbirinin kopyası şeklindedir. Oysa birbirlerini görmemişlerdir bile ve kitaplarını da okumamışlardır.

“Adil Düzen” üzerinde çalışırken birinin emrinde değil, herkes kendisi kendi anlayışı içinde çalışacak, kendi seçtiği konuyu ele alacak, kendisine göre uygun olanı yapacak. Ama hepsinin ortak yolu olacaktır. Hepsi Kur’an ve müsbet ilimlerle yollarına devam edecek.  1960’tan sonra böyle olmuş, dağınık çalışılmış ama sonunda başarılar elde edilmiştir.

وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا

Va LaNaÖBiRanNa GaLay MAv EaÜaYTuMUvNAv

“Ve bize eziyet etmenize de sabredeceğiz”

Evet, bu dağınıklığımızdan, bu güçsüzlüğümüzden dolayı muhalifler güçlerini bize karşı kullanmakta ve bizi ezmektedirler. Ama biz sabrımızla direnmişiz. Karşı çıkmıyoruz. Onlar bize silah dayıyorlar, biz silah kullanmıyoruz ama onların dediklerini de yapmıyoruz.

İşte inkılâbın temeli budur.

Siz de onlara karşı silah kullanırsanız sonunda birlik ortadan kalkar ve istenen hedefe gidemezsiniz. Onların baskılarına sabretmezseniz bu sefer de yine bir sonuca varılamaz. 

Sabır ve tevekkül; işte başarının sırrı budur. Hak uygarlıkları böyle doğar.

Romalılar Cermenlere yenildiler ama sabrettiler ve sonunda Cermenler Hıristiyan oldular. Müslümanlar Moğollara yenildiler ama sonunda dörtte üçü Müslüman oldu. Müslümanlar CHP’nin zulmünde ezildiler ama sonunda CHP de dindar olmaya başladı.

Adil Düzen Çalışanları hep kaybettiler ama Adil Düzen iktidar oldu ve olacak.

وَعَلَى اللَّهِ

VaGALay elLAvHı

“Ve Allah’a”

“Vemâlena”ya atıftır. Bizim tevekkül etmememiz olmaz, biz Allah’a tevekkülden kaçınamayız. Tevekkül edenler de Allah’a tevekkül etsinler. Birinci tevekkül resullerin tevekkülüdür. Buradaki tevekkül ise herkesin tevekkülüdür.

“Allah” kelimesi iade edilmiştir. Birinci Allah alemlerin rabbi Allah’tır. Bu ise topluluktur. Yani Allah’a tevekkül etmek demek topluluğa dayanmak demektir. Allah’ın emirlerini tebliğ ettikten sonra o topluluğun er veya geç helakten evvel veya helakten sonra ilahi emirlere geleceğine inanmaktır. İnsanlığın er veya geç hidayete ereceğini, dünyanın böyle fesat içinde sürüp gitmeyeceğini anlatmaktadır.

Biz neye inanıyoruz?

Kur’an düzeninin yeryüzüne geleceğine inanıyoruz. Zulüm düzeninin sürüp gitmeyeceğine inanıyoruz. Önümüzü görüyoruz ve rahatız. İşte bu tevekküldür.

فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ (12)

Fa eLYaTaVakKaLı eLMuTaVakKiLUvNa

“Mütevekkiller tevekkül etsinler.”

Biz bu cümleleri şart ve cevap cümlesi olarak alıyoruz. Cevap cümlesi olarak da emir cümlesi olarak gelmiştir.

Mümin iseler Allah’a tevekkül ederler. Tevekkül ederlerse Allah’a tevekkül ederler.

Hem şart hem de cevap cümlelerinde hazifler yapılmıştır. Şart cümlesinde mümin iseler ve mütevekkil iseler hazf edilmiş, cevap cümlesinde ise Allah kelimesi hazf edilmiştir.

“Fa” harfi ile atfederek cevap cümlesi olduğunu beyan etmiştir. Önce müminler Allah’a tevekkül ederler diyor. Sonra da mütevekkiller Allah’a tevekkül ederler diyor. Böylece mümin ile tevekkülü eşleştiriyor. Aralarında harfi atıf olduğu için tevekkül ile iman aynı değildir demektir. Mümin olup mütevekkil olmayan olabilir. Mütevekkil olup mümin olmayabilir. Hem mümin hem mütevekkil olanlar üst dereceyi almış olurlar. Yani kimi cihat yapar ama sonucu bekler, kimi ise cihat yapar ama sonuç onu ilgilendirmez.

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ أَرْضِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ (13)

VaQAvLa elLaÜıYNa KaFaRUv LiRuSuLiHiM LaNuPRiCanNaKuM MıN EaRWıNAv EaV LaTaGuvDunNa FIy MilLaTiNAv Fa EaVXAv EiLaYHıM RabBuHuM LaNuHLiKanNa elJAvLıMIyNa

“Küfretmiş olan kimseler resullerine dediler ki; ya arzımızdan sizi ihraç ederiz ya da milletimize avdet edersiniz. Bunun üzerine zalimleri helak edeceğim diye vahyetti.”

Cümleyi “Ve” harfi ile iade etmiştir. Çünkü bu sözleri önceki konuşmaların devamı olarak söylemediler, ayrı ayrı zamanda söylediler.

Yeni uygarlıklar yeni yurtlarda doğar. Mevcut eski topluluklarda yeni uygarlık doğmaz. Bunu Hz. Nuh peygamberde ve Hz. Musa peygamberde çok açık olarak görüyoruz. Hazreti Peygamber de Medine’ye hicret etmiştir. Hicretsiz doğan medeniyetler vardır. Avrupa medeniyeti hicretsiz doğmuştur. Amerikan uygarlığı hicretle doğmuştur. Sosyalizm hicretsiz doğmuştur, sonuçları bellidir.

“Sizi ülkemizden çıkaracağız” diyorlar. Allah da peygamberlere diyor ki; evet, sizi çıkaracaklar ve siz de çıkacaksınız ama biz buna niçin izin veriyoruz? İzin veriyoruz, çünkü zalimleri helak edeceğiz; oradan ayrılmazsanız sizi de helak etmiş olacağız.

Bugün Allah bize emrediyor; semt kooperatifleri kurun ve oralara hicret edin. Büyük helak günü geldiği zaman önce ekonomik kriz doğar. O zaman kendi ektiğinizi ve biçtiğinizi yemek durumunda kalacaksınız. Çünkü ürettiğiniz malları satamayacaksınız, ihtiyacınız olan malları piyasadan alamayacaksınız. Sanayi ve tarım senetleri ile insanları birbirleriyle kardeş yapınız. Böylece tarım ürünlerini karşılıklı değiştirerek yaşasınlar. Sizin özel su kuyunuz olsun, özel jeneratörünüz olsun, uygun seralarınız olsun. Atları da besleyin, yakıt bulamadığınız zaman onlarla göç edersiniz. Ormanlardan odun taşıma ancak onlarla yapılmaktadır. Semtlerin sığınakları veya hendekleri olsun, bombalar etki etmesin.

İşte “Akevler Projesi” budur.

Zalimlerin helak olacağı gün gelince bizim görevimiz savaşmak olmayacak, bizim görevimiz korunma olacaktır.

Onlar mesken sitelerini ayrı, fabrikaları ayrı yapıyorlar. Tarımı da büyük çiftlikler halinde oluşturuyorlar. Onlar o büyük sosyal tufana tahammül edemeyeceklerdir.

Bize iş vermeyecekler, paralel yapıları bize paralel diyecekler, bizi kamu görevlerinden ve büyük işletmelerden kovacaklardır. Bizim de başka çaremiz kalmadığı için kooperatiflere sığınacağız. Orada da bizi rahat bırakmayacaklar ama biz galip geleceğiz.

Bu ayet bu durumları çok açık ifade etmektedir. Zalimleri helak etmemiz için onlar sizi yurtlarından kovmaya çalışacaklar. Siz gittikten sonra da zulmettikleri için yani size zulmettiklerinden dolayı onları helak edeceğiz diyor.

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا

Va QAvLa elLaÜıYNa KaFaRUv

“Ve küfreden kimseler kavl ettiler”

Resullere çok az kimseler inanır. Gerçek iman edenlerin tesbit edilmesi ancak hicretle mümkündür. Dolayısıyla hicrete dayanmayan uygarlıklar uygarlık değildir.

Nereye hicret edeceğiz?

Biz şimdi Yalova ve Bolu’yu hedefledik.

İlk Kur’an ehli Habeşistan’ı belirledi ama Allah Medine’yi nasip etti.

Bizim de nerede karar kılacağımız belli değildir. Biz şimdilik imkân bulduğumuz yerde faaliyet göstermekteyiz. Yalova ve Bolu bizim faaliyet yerlerimizdir. Bolu Tüneli’nin üstündeki yerler de ilk dinlenme sitelerimizi kurmaya çok elverişlidir, ormanı ve sanayisiyle bizi bekliyor...

Buna karşılık çok az kimseler de tam karşı gelirler, savaşmaya başlarlar, bunlar da az kimselerdir. Halkın çoğu ise tarafsız kalır, kimler iktidarda ise onların yanında yer alır.

Bu sebepledir ki burada “ve” harfi ile ve hassaten zamirle değil de izhar etmiştir. Halk ilgilenmediği halde bunlar saldırırlar. Değişik taktiklerle sizi yok etmek isterler.

Bugün bizim karşımızda olan kimseler çok azdır. Bunlar nerelerde yer alıyorlar biliyor musunuz? Millî Görüşçüler arasında yer alıyorlar, AK Parti’de yer alıyorlar. Risale-i Nur şakirtlerinde yer alıyorlar. Hareket Partililerde (MHP) yer alıyorlar. Bir de sermaye ve masonlar içinde yer alıyorlar. Bunların sayıları çok azdır, bizim kadardır.

لِرُسُلِهِمْ

LiRuSuLiHıM

“Resullerine”

Rahatsız olmaktadırlar. Herkes dışlamaktadır. İşyerlerinde olmamızı istememektedirler. Televizyonda konuşturmuyor, gazetelerde yazdırmıyorlar. Türkiye’de internet hizmeti verenler bizim sitemize yer açmadılar.

Burada “müminlere” demiyorlar “resullerine” diyorlar. Çünkü resullerin gitmesini isterler ama halkın gitmesini istemezler. Dolayısıyla bir taraftan resulleri kovmaya çalışırlar, diğer taraftan halkın çıkışına izin vermezler. Bu sebeple buradaki “rusuluhum” kelimesini izhar etmiş oluyor.

Amerikan halkı Avrupa’dan kovulmuşlardır. Oraya göç ettikten sonra orada yeni düzenlerini kurmuşlar, anavatanlarına isyan etmişler. Şimdi Avrupa’yı onlar idare ediyor. Yahudiler İsrail’de toplandılar ama rahat yüzü görmüyorlar. Çünkü ABD Yahudileri baştan İsrail devletine karşı idiler. Şimdi de gelişmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. ABD sermayesinin baskısı kalkınca yeniden Müslümanlarla dost olacaklar ve üçüncü binyıl uygarlığına hizmet edeceklerdir. Hicretsiz uygarlık olmaz. Yahudiler tarihte hep zorla tehcir edilmişlerdir. Binde bir nüfusları ile bugünkü dünya hâkimiyetini o göçlere borçludurlar. Biz Orta Asya’dan göç ettiğimiz için uygarlığın kurucusu olduk ve yine olacağız.

لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ أَرْضِنَا

La NuPRiCanNaKuM MıN EaRWıNAv

“Sizi arzımızdan ihraç edeceğiz”

Evet, bir yerde bir otorite varsa, o topraklar onundur. O otoriteyi yıkmakla yeni uygarlık kurulamaz. O terk edilecek ve hicret edilecektir. Gidilen yerde uygarlık kurulacaktır. Her yeni uygarlık değişik sorunları çözer.

Bugünkü uygarlığın sorunu ekonomidir. Teknolojiyi halleden insanlık hukuku halledememiştir. O halde yeni uygarlık adil hukuk düzenine dayanacaktır. Düzende adil kelimesi hukuku da içerdiği için biz sadece hukuk düzeni diyoruz. Dört alanda yani ahlak, ilim, ekonomi ve yönetim olarak dört grupta topluyoruz.

Yeni uygarlığa giderken güvenliği bugün mevcut olan siyasete bırakıyoruz, güvenlik işleri ile meşgul değiliz. Makro ekonomiyi de sermayeye bırakıyoruz. Biz sadece semt kooperatifleri kurarak üretimi ve tüketimi düzenliyoruz. Kendi topraklarımıza çekilmek suretiyle hicret ediyoruz. Yine de bizi rahat bırakmayacaklarını biliyoruz. Ama Allah bizimle beraberdir. Onlar yenileceklerdir.

أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا

EaV LaTaGuDunNa FIy MilLaTiNAv

“Yahut milletimize avdet edersiniz”

Burada “milletimiz” denmektedir. Hâlbuki daha önce kavim muhatap idi. Artık kavmî devletler arasında resuller faaliyet göstermeyeceklerdir. Tüm insanlık iki millet olacaktır; Hak milleti ve zulüm milleti. Çatışma bunlar arasında cereyan edecektir.

“Mülle” dolu çuvalın ağzının kapatılması demektir. “Millet” tüm kavimleri içeren bir üst topluluktur. İki hizip olacak; hizbullah ve hizbuşşeytan. Hizbullah İslâm milletidir, İbrahim milletidir. Hizbuşşeytan da Firavun milletidir.

Necmettin Erbakan’ı herkes “Adil Düzen”den vazgeçmesi için zorladı. Hattâ Akevler’i bile karşı cephede görmek istediler. Bugünkü Erdoğan düşmanlığı da oradan gelmektedir. Çünkü o da sözde bıraktı ama yapısı ile bırakmadı. Uçak düşürülmesi olayında Rusya ambargo koydu, Türkiye koymadı. Neden? Çünkü bütün bir millete ceza verilmez.

فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ

Fa EaVXAv EiLaYHıM

“Onlara vahyetti”

Burada “Rableri vahyetti” diyerek resulleri zamirle ifade etmiştir. Çünkü muhataplar değişmelidir. “Allah” kelimesini iade etmeyerek “Rableri” kelimesini zikretmiştir. Böylece Allah’ın rab sıfatı ile bunu bildirmiştir

Canlıların varlıklarını sürdürmeleri, çoğalmaları ve gelişmeleri için doğup ölmeleri gerekmektedir. Bu dünya düzeni böyle kurulmuştur. Uygarlıklar da doğarlar, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler. Yeniliğin gelebilmesi için eskilerin gitmesi gerekmektedir.

Bugün uygarlık yaşlanmıştır. Bu düzen gitmelidir. Bunun için organizasyonlar parçalanmalıdır. Canlılar öldükleri zaman molekülleri dağılmaz. Eski molekülleri kullanarak yeni canlı oluşur. Aynı tuğlalar kullanılır.

Topluluklar da yıkıldıkları zaman aralarındaki bağlar ortadan kalkar ama insanlar hayatta kalır ve yeniden oluşma başlar. Bu da ancak hicretle mümkündür.

رَبُّهُمْ

RabBuHuM

“Rableri”

Resuller uygarlaştırmak için gönderilirler ama eğitim görmeleri gerekir. Bu eğitimi Allah doğrudan vermişti, şimdi ise Kur’an’la ve Kur’an evleri ile verilecektir. İnsanlar grup grup toplanarak Kur’an’ı tedebbür ve tezekkür edeceklerdir. Kanun dışı oluşumlara izin verilmeyip meşru yola devam ettikleri için kooperatif hâlinde teşekkül etmelidirler. Tüm çalışmalar açık yapılmalıdır. Her şey muhasebeye geçmelidir. Şeffaf olmaları gerekir.

Akevler yarım asırdır tüm saldırılara rağmen bu sayede yaşamaktadır. Sermaye bunu istemediği için kooperatifleri koruyacağım diye durmadan sıkıntılı maddeler çıkarmaktadır, böylece halkı bıktırıp illegal çalışmaya zorlamaktadır.

Adil Düzen Çalışanları bunu bilmelidirler. Tüm sıkıntılara sabretmeli, onların eziyetlerine dayanmalıdırlar. Bunu ben söylemiyorum, ayet söylüyor. Bu sayede biz yetişiyoruz.  Bunlar bizim terbiye edilmemizi sağlıyor.

Bunun için “Rabbuhum” şeklinde sıfat olarak getirilmiştir.

لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ (13)

LaNuHLiKanNa elJAvLiMIyNa

“Zalimleri helak edeceğiz.”

Evet, diyor Rableri yani Rabbiniz.

Onlar sizi bugün yaşadığınız yerlerden çıkaracaklar. Siz rahat yüzü görmeyeceksiniz. Güvenliğiniz kalmayacak. İşiniz bozulacak. Yüz dairelik apartmanlar sizin güvence kaleleriniz olacak, orta bodrumdaki işyerleriniz sizin karnınızı doyuracaktır.

Evet, işsiz kalmazsanız, bunlar size zulmetmezse siz bunların içinde kalırsınız. Siz onların içinde var oldukça da bizim onları helak etmemiz söz konusu olmaz.

Halktan geminize binenler kurtulacak, binmeyenler helak olacaklardır.

وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْ ذَلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ (14)

Va La NuSKiNanNaKuMu elEaRWa MiN BaGWıHıM ÜAvLıKa LiMaN PAFa MaQAvMIy Va PaFa VaGIyDı

“Ve onların ba’dinde arza sizi iskân ettireceğiz. Bu makamından havf edenler ve vaîdimden havf edenler içindir.”

“Adil Düzen”in geleceğini çok açık bir şekilde ifade etmiştir.

Buradaki zamir küfredenlere racidir. Yani sizi ihraç etmek isteyenleri helak edeceğiz ve yeryüzüne onlardan sonra sizi iskân edeceğiz. Arazilerinize veya arazilerine onları iskân edeceğiz demiyor, “kümuha” da demiyor.

“Arz” kelimesini ifade ediyor. Tüm yeryüzüne biz iskân olacağız. Kur’an ehli, İslâm âlemi, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Hindular ve Budistler iskân olacaklardır. Küfür ehli kapitalistler, sosyalistler, karmacılar ise helak olup gideceklerdir.

Birinci Kur’an uygarlığında tüm yeryüzü İslâm uygarlığı içine girmedi. O halde üçüncü binyıl uygarlığı beşeriyet uygarlığı olacaktır. Evet, o zaman tüm yeryüzü İslâm uygarlığı içine girmedi, çünkü o günkü uygarlık buna müsait değildi. Şimdi ise o birliğin sağlanması imkânı vardır. Kur’an düzeni ancak üçüncü binyılda uygulanacaktır.

Burada iki konu üzerinde durmaktadır. Allah “makamım” diyor. Bir de “vaidim” diyor. Benden havf ederler demiyor da “makamımdan havf ederler” diyor.

Makamından kastı nedir?

Rablık makamıdır.

Çocuk kırk yaşında yaratılabilir ve ona göre yaşama imkânı sağlanabilirdi. Allah öyle yapmamış, cenin olarak yaratmaya başlamış, yüz yaşlarına kadar götürmüştür. O halde insan bundan dolayı tüm evreleri düşünmeli ve ona göre hareket etmelidir. Ondan sonra da âhirette olgun yaşlarda yeniden hayat bulacaktır. İşte Rabbin bu makamından havf edip tedbirler almalıdır. Sigara içiyorsa bırakmalıdır. Bekârsa evlenmelidir.

İkincisi de vaitten korkmalıdır.

“Adil Düzen”e karşı gelenler Kur’an’da vaat edilen saatten korkmalıdırlar. Bunların sorumlulukları yalnız dünyada değil âhirette de cehennem azabıdır. Onlara şuursuzca tabi olanların ise bu dünyada da helâke doğru gittiklerini bilmeleri gerekir.

Kur’an 1400 sene önce nazil olduğu zaman Arabistan’da cahiliye dönemi yaşanıyordu.

Kur’an bunları söyledi.

Ne oldu?

Yirmi sene içinde tüm Arabistan fethedildi. Sonra dört halife zamanında Irak, Suriye ve Mısır fethedildi. Emeviler zamanında İspanya’ya çıkıldı. Abbasiler büyük uygarlıklar kurdular. Osmanlılar Viyana’lara kadar gittiler. Birinci Kur’an uygarlığı yaşlandı. Bu arada insanlık yeni teknolojiye ulaştı. Kur’an şimdi de aynı şeyleri vaat ediyor.

Yalnız Kur’an vaat etmiyor; tarihî gelişmeler ve sosyoloji ilmine bakıldığı zaman da aynı şeyleri görürsünüz. Yarım asırlık hayatımızda bizim nesil söylenenleri yaşamıştır. Yeryüzünün akışı değişmiştir. Bugün Bediüzzaman ve Erbakan’ın çabaları sonucu yeni bir dünya ortaya çıkmıştır. Ama insanlar maalesef hâlâ gerçekleri göremiyor ve “Adil Düzen” dışında çıkış yolları arıyorlar!

وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ

Va La NuSKiNanNaKuMu elEaRWa

“Ve arzda sizi iskân edeceğiz”

Yirminci yüzyıl içinde ne oldu?

Dünya ikiye bölündü. İki ateist düzen dünyayı istila etti. Batı kapitalizmin merkezine ateizmi ve ahlaksızlığı yerleştiriyor, zinayı kutsileştiriyordu. Doğu ise insanlara iman etmeyi bile yasaklıyordu. Türkiye gibi üçüncü dünya ülkeleri bu iki timsah çenesi arasında çiğneniyordu.

İşte… Akevler 20 dönümlük arazi üzerinde bir köy büyüklüğünde yere çekilerek Allah’a tevekkül etti.

Arkasından ne oldu?

Akevler ile beraber yola çıkan Erbakan “Adil Düzen”i dünyaya tebliğ etti.

Akevler ile yola çıkan Fethullah Gülen okulları ile İslâmiyet’i dünyaya anlattı.

Şimdi onlarla işbirliği yapanlar oturuyor. Dünya ikiye bölündü. Çatışma devam ediyor. Bunun sonu “Adil Düzen”in zaferi ile bitecektir.

مِنْ بَعْدِهِمْ

MiN BaGWıHıM

“Onlardan sonra”

Evet, Sermaye’nin hâkimiyetinden sonra “Adil Düzen”in hâkimiyeti gelecektir.

“ADİL DÜZEN” ne demektir?

Adil Düzen halk düzeni demektir. Yeryüzünü ne Sermaye ne de silahlar yönetecek, halk kendi kendisini yönetecektir. Şeriat düzeni işte bu halkın kendi kendisini yönetmesi demektir. Batılılar buna “demokrasi düzeni” diyorlar.

İslâm düzeni yönetecek. İslâm düzeni barış düzeni demektir. Batılılar buna “laiklik” diyorlar.

Adil Düzen yönetecek. Batılılar buna “liberal düzen” diyorlar.  Denge düzeni demektir.

Nihayet adil paylaşım düzeni gelecektir. Batılılar buna da “sosyal haklar” diyorlar.

Evet, Sermaye’nin ve siyasilerin sömürüsünden sonra bunlar gelecektir. Sovyetler yıkıldı. Kapitalizm ölüm döşeğinde. Kur’an düzeni geliyor.

Kur’an düzeninde kavmî devletler olacak, şa’bler hâlinde iller olacak, kabileler olacak, aşiretler olacak ama insanlık bir tek millet olacak. Bazen müminler galip gelip yönetecek, bazen kâfirler galip gelip yönetecek Bu sıralama bin yılda bir tekrar edecektir. Miladi yılların başlarında nöbet değişikliği yapılacak. Şimdi kâfirlerin yenilmeye başladığı yılların başındayız. Onların arkasında biz geliyoruz, “Adil Düzen” geliyor.

ذَلِكَ

ÜAvLıKa

“Bu”

Bu zafer bunların arkasından sizin gelmenizle müminlere nasip olacaktır. Uygarlık yaşlanınca cenazesini kaldırmak için mikroplar devreye girer ve o uygarlığı yıkarlar. Eski uygarlıkların cenaze namazı kılınır ve defnedilir. Hayat yeni uygarlık için yeniden başlar.

İşte bugün o gündür.

Eski uygarlık kapitalizm ve sosyalizm gidiyor, yerine İslâmiyet geliyor, barış geliyor.

لِمَنْ خَافَ مَقَامِي

LiMaN PAaFa MaQAvMIy

“Makamımdan havf edenler içindir”

Burada Adil Düzen Çalışanlarının vasıflarını sayıyor. Bunlardan biri havf etmedir. Havf etme demek, bal alırken arılar sokmasın diye yüzüne maske takma demektir. Demek ki havf zihni bir fiil değildir. Tehlikeleri görüp tedbir almadır. Sosyal tufanın geleceğinden korkup tedbir almak demektir.

50 sene süren davalarla hukuk düzeni kurulamaz. Sayın Cemil Çiçek duysun: Ömrünü siyasette tükettin, bakan oldun, meclis başkanı oldun… Sonuç olarak davaların sonuçlanma sürelerini uzattın mı kısalttın mı? Şimdi boşuna harcadığın ömrünün sonuna doğru geldin. Meşgalen yok, artık “Adil Düzen”e dön, arkadaşlarını da çağır.

Makam aynı zamanda kadro demektir. Bir görev geldiği zaman o görevin hakkını vermediğinizde korkacaksınız.

Bir makamın hakkını verme istişaredir. Her ilgiliye danışmadır. Akevler ile irtibatlarını sürdürenler başarılı oldular, bırakanların da başarıları bitmektedir. Her söze kulak vereceksiniz. Başta Kur’an’a kulak vereceksiniz. Bizim bu seminerlere de kulak verilecektir. Allah’ın makamı onun kadrolarıdır; başbakanlıktır, bakanlıktır, meclis başkanlığıdır, genelkurmay başkanlığıdır. Bu makamlardan havf edeceksiniz. Havf edenler iktidar olacak. O zaman “Adil Düzen” gelecektir.

وَخَافَ وَعِيدِ (14)

Va PaFa VaGIyDı

“Ve vaîdimden havf edenler.”

Evet…

“Adil Düzen” ne söylüyor?

-Yerinden yönetim diyor.

-Hakemlerden oluşan yargı diyor.

-Basın-yayın kooperatifleri diyor.

-İsteyenlerin bedel verecekleri askerlik ama bu bedellilerin siyasi haklarının kısıtlanacağı askerlik diyor.

*Bunları yapmazsanız, mafyadan, yolsuzluktan, enflasyondan, işsizlikten kurtulamazsınız diyor.

Selahattin Demirtaş yerinden yönetim diye savunuyor. Bu dediği silahla değil uzlaşma ile olur. Biz yarım asırdır bunu savunuyoruz. Şimdi bu talep kazılan hendeklerle dile getiriliyor! Bu yaptıkları nedir? Allah’ın uyarılarına kulak vermemektir.

وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (15)

Va iSTaFTaXUv Va XAvBa KulLu CabBAvRın GaNIyDIn

“İstiftah ettiler ve Her anîd cabbar haybe oldu”

Resul tebliğe başlar. Halk karşı çıkar. Birkaç kişi onun yanında yer alır. Son Resul/Nebi’ye 6 sene içinde ancak kırk kişi inandı. Ondan sonra açıkça savunmaya başladılar. Ondan sonraki 7 yılda da 70 kişi inandı. Sayıları 13 senede 150 kişiye çıktı. Medine’ye hicret ettiler ve 10 senede tüm Arabistan inandı, 100 senede tüm dünya kabullenmek zorunda kaldı.

Hazreti Musa Peygamber 20 sene Firavun’la mücadele etti, bu sayede İsrail oğullarına İslâmiyet’i kabul ettirdi. Mücadele Firavun’la yapılmıştır ama eğitilen İsrail halkı olmuştur. Sonra 40 sene çöllerde dolaştılar. Ondan sonra nasıl eğitildiler?

Hazreti Musa Peygamber artık yaşlanmış ama halkını eğitmiştir. Hazreti Yuşa’yı Filistin’in karşısındaki dağlara götürür, işte sizin yurdunuz orasıdır, orasını fethedecek ve devletinizi orada kuracaksınız der.

Yani resuller halkını eğittikten sonra artık fetih talebinde bulunurlar.

“Adil Düzen İşletmeleri”ni kurduğumuz zaman artık biz de iktidara talip olabiliriz, fetih talebinde bulunabiliriz. Birinci Akevler uygulaması, AK Parti ve Cemaat birer fecr-i kazibdir. Artık fecr-i sadık doğacak, sonra da güneş doğacaktır.

ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI;

-“Ahşap Dinlenme Evleri/Siteleri” kuracaklar...

-“Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanları” yapacaklar…

-“Mala-Mal Market Mağazalarını” kuracaklar…

-“Bin Dil Üniversitesi”ni kuracaklar...

İşte o zaman Hazreti Nuh gibi, Hazreti Musa gibi istiftah edecekler, fethi isteyecekler yani iktidara talip olacaklar, artık devlet yönetimini de ellerine alacaklardır.

Mekke’nin fethi örneği gibi kansız biter inşallah…

Makrodaki ticaret de artık Adil Düzen tüccarlarının olacaktır...

Bizdeki havf onlardaki haybeye dönüşecektir...

Haybe: İlk insanlar ateşi taşları birbirine vurarak çıkan kıvılcımdan yararlanarak üretiyorlardı. Kuru mantardan yapılan kav üstüne kıvılcım düştüğü zaman tutuşur ve alevsiz yanar, üflendiğinde ateş olur. Bu kavların bir kısmı nemi veya türü sebebiyle ateş almaz. Bu tür mantara “haybe” denir. Bir işte gayret edip ümitle uğraşırken sonuç elde edemeyen kimsenin perişan hale gelip çökmesine, bitkin hale gelmesine mastar olmuştur.

“Havf” tehlikeye karşı tedbir almaktır.

“Haybe” de çöküp teslim olmaktır.

Ehli hak uygarlıkları sürdürülür, birbirlerine vâris olurlar.

Ehli zulüm ise inkıraz eder, vârisleri kalmaz, yeni ehli fitne ortaya çıkar.

وَاسْتَفْتَحُوا

Va iSTaFTaXUv

“Ve istiftah ettiler”

“Feth” kapıyı açmak demektir. “Ğasak”nın mukabilidir.

Tüm tarih sömürenlerle sömürülenler arasında cereyan eder. Tekeller doğanın imkânlarını elde ederler. Kapıları kapatır, zenginliği kendi aralarında bölüşürler. Keynes bunu nakıs istihdamda denge formülüyle ifade eder.

Peygamberler gelir ve halkı organize eder, tekellerin bu sömürü için kullanılan kapıları halka açarlar. Bu fetihtir. Bugünkü gümrükler, vizeler, kotalar, tekeller hep kapalı kapılardır. Sömürenler sömürülerine devam etmek için engeller koymuşlardır.

Bürokrasi, ruhsat, muamele vergileri vs; bunların hepsi sömürenlerin ve bürokratların kapalı kapılarıdır. Ben evimi yapacağım, belediyede bir memurdan izin alacağım! Bu izni de elli sene vermeyecek, inşaatımı yapamayacağım (hâlen elli senedir yaşadığımız böyle bir örnek var)! Ormanımda onun izni olmadan ağacımı kesemeyeceğim!

Bunların hepsi kapanan sömürü kapılarıdır. Bunların fethedilmesi gerekir. Ne var ki bunlar fethedildiği zaman yerine ne koyacağınızı bilmeniz gerekir.

Marx da bu sömürü kapılarının kapanmasını istemiştir ama yerine bir şey koyamadığı için mumu yatsıya kadar yanmıştır.

Sizlerle Kur’an’ı yorumlamaya devam ederken, bu sömürünün yerine ne koymamız gerektiğini Kur’an’dan öğrenmeye çalışıyoruz.

Sistem birden anlaşılmaz, değişmez de; onun için KUR’AN seminerlerine her gün devam edeceksiniz. Bu sayede sizde bir meleke oluşur, artık sorunları çözmeye başlarsınız. Adil Düzen İşletmelerini kurmuş olursunuz. Sömürenlerin sömürüleri de o zaman sona erer.

O halde peygamberler ne istediler?

Aristokratların, zenginlerin ve bürokratların halka kapattıkları kapıların açılmasını istediler. “İstiftah ettiler”in içinde tüm sömürü düzeni yatmaktadır. Mekke’nin fethi Mekke halkını Mekke’den kovma şeklinde değil, Medinelilerin de Mekke’ye girmesi şeklinde olmuştur. Vizeleri ve gümrükleri kaldıran devlet kapılarını insanlığa açmış olur.

وَخَابَ

Va XAvBa

“Haybe oldu”

Ortalığı aydınlatacak ateşi çakmakla yakamadı.

Yeryüzünün düzenini idare edemez hâle geldiler.

Krizler ve sosyal afetler peş peşe geldi ve teslim olmak zorunda kaldılar.

Mafyalar yok olmuş, bürokratların yerini serbest meslek erbabı almış, faizin yerine kredileşme geçmiş, karşılıksız para kalkmış, karşılığı olan buğday, demir, toprak ve altın bonoları geçmiş olacaktır. Uluslararası kapılarda ücretsiz kartını okuttun mu geçmiş olacaktır. Bu bir apartmana girerken uygulanan usulün aynısı olacaktır. Mal belgesini nakliyeye verdiniz mi hiçbir ödeme yapmadan mal evinize gelecektir. Tüm yollar açılmış olacaktır.

كُلُّ جَبَّارٍ

KulLu CabBAvRın

“Her cebbar”

“Cebbar” sömürenlerdir. Sermayedir ve bürokrattır. Kapitalizmdir ve sosyalizmdir.

“Cebr” kemik kırıklarında, kaymasın diye eşlik olarak koydukları ağaç parçalarıdır.

Sonra yaraların sarılması “cebr” olmuştur.

İnsanların özgürlüklerini bağlayan her mekanizma ve onun amilleri “cebbar”dır. Kurallara uymak da “cebr”dir, kuralları istismar eden ise “cebbar”dır. Binayı kurallara göre yapacaksın, bu cebrdir. İnşaatı yapmaya mani olan cebbardır.

Kişinin kurallara uyup uymadığına parası olan veya makamı işgal eden değil, tarafların oluşturduğu hakemler kurulu karar verir.

عَنِيدٍ (15)

GaNIyDIn

“İnatçı”

“İnde” insanın beyni içinde olanlardır.

Herkesin bir bilgisi vardır. İnsan yanlışı da bilebilen bir varlıktır. Hiçbir hayvan sigara içmez, zehirli maddelere alışkanlığı yoktur. İnsan yanlış işler yapar, hattâ yalan sözleri söyler. İnsan araştırarak bulduğu yola göre hareket eder, araştırarak yaşar. İnsanlar alıştıklarından vazgeçmek istemezler. İnsanlar yanlışlardan dönmek istemezler.

Buradaki “anid” “cebbar”ın sıfatıdır yani cebretmede aniddir. İlle de benim istediğim gibi yaşayacaksın derler. İnsanların özel hayatlarına karışırlar. Böyle yiyeceksin, böyle giyeceksin, böyle evleneceksin derler. Çalışmayı ve yaşamayı merkezi otoriteye bağlarlar. Bundan da vazgeçmek istemezler.

Kâfir ile mümin arasındaki fark budur. Kâfir yanlışında ve hatasında ısrar eder. Mümin ise hakkı gördüğü zaman sevinir ve eski yanlıştan ısrarla kaçar; hattâ o kadar ki, eski yanlışları sanki kendisi yapmamış hâle gelir.

Herkes kendi içtihadına göre amel edecek. Bunun her zaman yanlış olma ihtimali vardır. Dolayısıyla yeni delil ortaya çıktığı zaman değerlendirecektir. Hatasını gördüğü anda derhal vazgeçmelidir. Bunu yapmayan mümin değildir.

Ataların yaptığı hatalarda ısrar etmek anid olmadır.

Zamanı geçmiş hükümlerde ısrar etmek anid olmadır.

مِنْ وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَى مِنْ مَاءٍ صَدِيدٍ (16)

MiN VaRAEiHIy CaHanNaMu Va YuSQAv MıN MAvEıN ÖaDiDin

“Verasında cehennem vardır ve sadid mâ ile saky edilecektir.”

Buradaki “Hi” zamiri anide raci olarak kabul edilmektedir. Bu takdirde geleceği manasında olmuş olur.

Vera” karnın içidir, mide ve bağırsakları içerir. İttihazı verai zahr demek arşive koymak demektir; depoya koymak, gözden uzak tutmak demektir. Bilgisayardaki dosyaları sıkıştırmak demektir. Veralarında cehennem vardır ve sadid mâ ile sulanır.

“Sadud” bulanık demektir. Kanalın dışına atılmış sular bulanık akar. “Sadid” demek mecrasından çıkan su demektir. “Cehennem, saır, cehım ve nar” kelimeleri ile âhiretteki cennet karşılığı kullanılan kelimedir. Burada ise verasında cehennem vardır deniyor. Ve sadid mâ ile sulanır deniyor. Cehennemi yemeğin pişirildiği kazan olarak düşünürsek, su da sadid olmaktadır.

“Vera” kelimesi görünmeyen yer olduğu için geleceğinde manası da verilmektedir. Geleceğinde Cehennem vardır, olabilir. Burada saky edilen cehennem değil kişinin kendisidir. Cehennem olsaydı “tuskâ” olurdu.

Demek ki ayeti iki şekilde yorumlayabiliriz. Karnında ateş vardır ve bulanık su içirilir. Yahut geleceği cehennemdir, irinli su içirilir.

Biz birinci manayı tercih ediyoruz. Türkçede bir tabir vardır, karnı ateş bastı derler. Ateşim var suyu ver de içeyim deriz. O zaman min’i fi manasında almış oluruz.

Saddam’ın durumunu düşünebiliriz. Irak onun avucunda iken yakalanmış, hapsedilmiş ve büyük sıkıntılar geçirmiştir. CIA onu korumak istemiştir, çünkü onun adamı idi. Anormal hareketleri Irak’ı onlara teslim etmek için yapmıştı. Yol haritasını çizmişlerdi. Ama onu koruyamadılar. Libya’daki Kaddafi’nin durumu da öyledir.

مِنْ وَرَائِهِ

MiN VaRAEiHIy 

“Verasından”

Burada verasından cehennem ciet etmektedir şeklinde mana verilir. O zaman hazf olmuş olur. Eğer “Fî” manasına alırsak verasında cehennem vardır anlamı çıkar. Hazf olmaz. Mübteda haber olur. Cehennemin ötreli olmasından buradaki “Min” “Fî” manasında gelmektedir. Verasının hepsinde değil de bir yerinde, belli bir yerinde cehennem vardır demektir. Bu mana ile manalandırdığınızda cehennem ebedi olmaz.

Bundan sonra gelen ayetlerde bu dünya hayatı anlatılmaktadır.

O halde buradaki cehennem ahiretteki cehennem değildir. Yemeğin kızartıldığı tavadır, kazandır. Verada insanın mide ve bağırsakları vardır. Cebbar-ı anid tasvir etmektedir. İçi gayz ve kinle, adavetle doludur demektir.

جَهَنَّمُ

CaHanNaMu

“Cehennem”

İçi dolu pişirilme hâlinde olan fırın demektir. Asıl yüz, kavrulmuş yüz anlamlarında sıfat olur. Cim cem için, He uçurum için, mim su için, Nun tekid nunudur. Uçurum, suçluların yuvarlatılıp atıldığı uçurum manasını taşır. Bu şekilde düşünüldüğünde içi uçurumdur.

وَيُسْقَى

Va YuSQAV

“Ve saky olunur”

“Saky etmek” sulamak demektir. Su kelimesi buradan gelmektedir. Türkçede sulama hayvanlar ve bitkiler için kullanılır. İnsanlar için içmek olarak kullanılır. Arapçada insanın su içmesi de saky kelimesi ile ifade edilir. Sekahum şaraben tahura denmektedir. Karnı cehennemdir. Uçurumdur. O kişiye sadid içirilir.

مِنْ مَاءٍ

MıN MavEıN

“Sudan”

“Mâ” kelimesi aslında mevc (dalga) anlamındadır. Mai sıvı anlamında kullanılır. MVC kötü yoldur. “Mâ” deyince yalnız içtiğimiz sıvı su değil aynı zamanda sıvı anlamındadır.

“Min” harfi cinsi ifade için gelmiştir.

صَدِيدٍ (16)

ÖaDIyDin

Sadid”

Saptıran veya sapan anlamındadır. Arklardan taşan sulardır. Bir su kendi mecrasında aktığı zaman berrak akar. Çünkü onu bulandıracak şeylerden arınmıştır. Mecrasından sapan sular toz toprağı yanlarına alırlar, bundan dolayı bulanık diyoruz. Kur’an buna sudud su demektedir. Bulanık su ile sulanırlar. Suyu bununla tavsif etmiştir.

Ayette bir şeye ayrı iki mana da verilebilir, ikisi de doğrudur.

Cehennem suyu ile dünya suyu arasında ne fark vardır?

Su iki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşur. Dış çevredeki elektronların sayısını sekize tamamlamak isterler.  Hidrojen de bir elektrondan kurtulmak ister. Böylece iki hidrojen birleşir bir su molekülü olur. Atomlar birbirlerinden çok uzaktadırlar. Kendi büyüklüklerine göre bizim Güneş’ten uzak olduğumuz kadar uzaktırlar. Cehennemde ise atomlar gene aynı durumdadır ama mesafeleri çok yaklaşır. Böylece su biraz farklı su olur. Elektronlarını atmış olur, elektronsuz su olur. Âhirette içilen su böyle bir su olacaktır, sadıd su olacaktır.

Bunu şöyle açıklayabiliriz. İki hükümdar olsun, iki koruyucusu olsun. Bunlar bir yerde konaklıyorlar, çadır kuruyorlar. Çadırlar sırt sırta. Her bir koruma kendi hükümdarını koruyor. Dolayısıyla ikisi birlikte korunmuş oluyor. Bu bizim kâinatımızdır. Bir de bu hükümdarlar çadırları yüz yüze getiriyorlar. Korumalar artık iki çadırı dolaşarak koruyorlar. Herkes birden ikisini koruyor. İşte cehennemdeki maddeler böyle birleşirler. Küçük farklar doğacaktır.

يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ وَمِنْ وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ (17)

YaTaCarRaGuHUv Va LAv YuSIyĞuHUv Va YaETIyHıy eLMaVTu MiN KulLı MaKAvNın VaMAv HuVa BiMayYıTın Va MıN VaRAEiHIy GaÜAvBun ĞaLIyJun

“Onu tecarru’ eder ve zor isağe eder ve her mekândan mevt gelir. Oysa o meyyit değildir. Verasında galiz azab vardır.”

“Cara” eskimiş iplerin kopan lifleri demektir.

“Tecerru etmek” parçalamak, birbirinden koparmak anlamındadır.

Yemek yediğinizde boğazınızda durur. Mideye giden yol tıkanır. Bir türlü yutamazsınız. Yutmak için yutkunursunuz. Yutmak istersiniz. Parçalara ayırıp yutarsınız. Yemek borusunun lokmayı daraltıp yutulur hale getirme özelliği vardır. Buna tecerru diyoruz. Biyolojik mekanizması iki şekilde açıklanabilir. Parçalayıp yutma yahut lokmanın kaygan hâle getirilmesidir. Tecerru kelimesi bunun ikisini de içine almaktadır.

“Sığa(sad)” kalıba dökülmüş şeydir. “Sad” “sin”e dönüşerek boğazdan kolayca geçen su anlamı kazanmıştır. Akışkan anlamındadır. Yekadu ile nerde ise yutamaz anlamındadır. Zor yutar anlamındadır. Her mekândan ona mevt gelir ama o mevt etmez. Ölüm acısını tadar ama o ölmez. Her mekândan gelir demek ne tarafa baksalar ölüm gelir ve insanı korkutur.  Kaçacak yer bulamaz. Müminlere de gerçekten ölüm gelse bile hiç aldırmaz, gerekli tedbirleri alır ve sebat eder.

Türk ordusu çok korkaktır. Savaştan çekinir ve kaçar ama eğer savaşa karar vermişse artık o ölüme karar verdi demektir. Öleceği neredeyse kesin olduğu savaşa karar verir. Böyle yaşayacağıma böyle öleyim der ve savaşa girer. Onun için korku diye bir şey kalmaz. Çünkü zaten ölmek üzere savaşa girmiştir. Mustafa Kemal askerlerine şöyle der; ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum. Evet, böyle savaştılar ve böyle zafer kazanıldı.

Onlar yaşamak isterler, tehlike olmasa bile her taraftan ölümü görürler.

Müminler ise ölüme çoktan karar vermiş, tedbir alma ile meşguller. Çünkü onlarda geri vites yoktur.

Abdullah Aymaz bunu söylemişti. Bu AK Parti’nin onları yenemeyeceğinin işaretidir.

Verasında galiz azab vardır deniyor. Önce verasında cehennem vardır denmekte, burada da verasında azabun galiz vardır demektedir. Burada iki gazabdan bahsediyor. Biri, bedeni hiçbir etki olmadığı için sadece görünürdeki azabdır. Müslümanlar iktidar olurlarsa onları keseceklerini sanıyorlar, dolayısıyla şiddetle muhalefet ediyorlar. Oysa Müslümanlar sadece ve sadece çatışırken, kılıç kılıca gelirken öldürürler. Onun dışındaki cezalar bedeni değildir.

Hukuk düzeninde kısas dışında ölüm cezası yoktur. İşte, azabın her mekândan gelmesi korkaklıklarından ileri gelmektedir. Herkesi kendileri gibi zalim sanıyor ve kendilerinin yapacaklarını müminlerin de yapacaklarını sanıyorlar. Bir da veralarında bulunan arkasında onlar için galiz azab vardır. Bu ölüm değildir. Ama işledikleri suçların cezasını bedenen veya mâlen çekeceklerdir.

Şimdi bu ayet bize şunu bildiriyor. “Adil Düzen” gelmeden önce kim ne suç işlemiş olursa olsun artık idam cezası verilemez. O fiiller düzenin zorlaması ile işlenmiştir.

O halde suç işleyenler cezasız mı kalacaklardır?

PKK’lıların esir alındıktan sonra öldürülmeleri caiz değildir. Şahsi kininden dolayı birini öldürmüşse o adi suçtur, onun cezasını çekebilir. Ama savaş sebebiyle öldürmüşse ona ceza olarak onu öldürmeyiz, galiz azab ile cezalandırırız. Bu diyet olabilir, zorunlu çalıştırma olabilir, sürülme olabilir.

يَتَجَرَّعُهُ

YaTaCarRaGuHUv

“Onu tecerru eder”

Onu yutmaya çalışır. Tefe’ül babı ifti’al babına benzer. Birinde kesret var, peyderpeylik var, diğerinde ise infirad var.

“Ayn” gözü ifade eder. “R” de reyden görmeyi ifade eder. “C” birikmeyi anlatır. Boğazda durma. “R” harfleri ise çabalamayı, rihi (rüzgârı), gücü ifade eder. “Ayn” da gözdür, deliktir. Yani lokmayı boğazdan geçirmeye çalışır manası verilebilir.

Kur’an’ın kelimelerinin manasını ararken önce ilk çıkış kaynaklarını bulmak gerekir. Ondan sonra harflerin manalarının birleştiğini kabul ederek ona ortak mana bulunmalıdır. Bunun üzerinde çalışmalar vardır. Ben çalışmadım. Size bir iki misal ile çalışma şeklini sunuyorum.

وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ

Va LAv YuSIyĞuHu

“Ve Zorla yutar”

“Velâ Yusiğıhı” dese yutmaya çalışır ama yutamaz olur. “Yekadu” ile olursa nerdeyse yutamayacak anlamı çıkar, zor yutar kelimesi ile ifade edilir. Ahiretteki manası dünyada benzeri görülen boğazda tıkanma olur, insan zorlaya zorlaya yutar. Cehennemdeki sular da böyledir. Saf su içtiğiniz zaman boğazınızdaki durma açılır ve lokmayı yutarsınız ama su meyve suyu ise hattâ çay ise bile suyun yaptığı kayganlaşmayı yapmaz.

Demek ki burada suyun bilmediğimiz özelliğini de bize anlatmaktadır.

Su maddeler içinde birçok özelliğe sahiptir. Özgül ısısı en fazla olan cisimdir. Sonra katı hal diğer cisimlerde daha ağır olduğu halde su da tam tersidir. Dört dereceden aşağıdaki su genel kural içinde soğuduğu halde hacmi genişler. Bu sayede denizlerde hayat sürer, yoksa kışın bütün canlılar ölürdü. Bir de suyun çözme kabiliyeti diğer maddelerden fazladır. Burada da dördüncü özellik belirtiliyor, saiğ olması yani duvarlara olan yapışkanlığın çözülmesi özelliği suyun saf olmasına bağlıdır. Bize çok basit gibi gelen yutma olayı birtakım biyolojik mekanizmalarla sağlanmaktadır.

وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ

Va YaETIyHıy eLMaVTu

“Ve ona mevt gelir”

Burada “cae” değil de, her mekândan gelen bir mevt değil de, tek yerden gelmektedir. “Cae” olsaydı bir korku her yerden gelir, bir mevt söz konusu olurdu. Yeri değişince her taraftan ayrı ayrı canavarlar saldırıyor, birine düşecek olursa ölüm gelecektir. Bu sebeple “ye’tî” gelmiştir. Âhirette insan her an ölüm korkusunu yaşayacak ama ölmeyecektir.

Bu dünyada da onlar Müslümanların onları hemen öldüreceklerini sanıyor, oysa öldürecek yoktur. Batılılar gerçekten Müslümanları böyle sanıyorlar. Basın yayın böyle gösteriyor.

Ahirette de durum böyle olacak, sadece korkutulacak ama öldürülmeyecektir.

مِنْ كُلِّ مَكَانٍ

MiN KulLı MaKAvNın

“Her mekândan”

“Mekân” “kevn”in ismi mekânı olabildiği gibi “mekene”den feâl kalıbında isim de olabilir, imkân manasında olur. Her şeyin kendilerine saldırdığını sanırlar.

Mümin Allah’a inanır, Kâinatın kendisi için yaratıldığını bilir, şer gibi görünenlerin de hayır olduğunu bilir. Bu sebeple daima huzur içindedir, sükûnet içindedir. Sonunda ölümle biterse de onun için tasa yoktur. Demek ki onun için ölüm de hayırdır. Yaşasaydı daha kötü duruma düşecekti. Oysa ölmekle o kötü durumdan kurtulmuştur. Kendisi düşmese bile karyesi kurtulmuş olur.

Mekân kelimesi her yerden her imkândan korku içindedirler demektir.

وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ

VaMAv HuVa BiMayYıTın

“Ve o meyyit olacak değildir”

Müslümanlar esirleri hiçbir şartla öldürmezler. Kısas bile düşer ve diyete dönüşür.

İki kişi kavga ettiği zaman, biri diğerini öldürünce, suçlu olup olmadığını araştırmadan öldüren diyeti öder. Hattâ ikisi birini öldürse, akileleri ikisinin vârislerine ödeme yapabilir.

Savaşta iki taraf saldırdığı için kısas yapılamaz. Ancak suçsuz ve tarafsız kimseleri öldürürlerse yol kesme hükümleri uygulanır.

وَمِنْ وَرَائِهِ

Va MıN VaRAEiHIy

“Ve verasında”

Kişiler korku içinde yaşarlar. Zafer elde edince öldürülmezler ama kölelik, haraç benzeri azaplar vardır. “Verasında” gelecekte anlamında olmuş olur. Bununla beraber kötülük işleyenlerde zamanla vicdan azabı oluşabilir. Yaptığından pişman olmuştur. O yaptıkları zamanla onda azaba sebebiyet verir.

عَذَابٌ غَلِيظٌ (17)

GaÜAvBun ĞaLIyJun

“Galiz azab”

“Ğılze” kızgınlık demektir. Halkın nefretini üstüne çekerler. Dışlanırlar, aşağılanırlar.

Yahut ğalız kaba, kalın demektir, maddi azab demektir.

Bundan önceki bedeni değil ruhi azabdır. Bu ise bedeni veya mali azabdır. Cehennemde de maddi ve manevi azab var anlamı çıkar.

Başkasının Kur’an tefsirini okurken size düşünme ufku açar. Ama asıl manayı kendiniz anlayacaksınız. Benim yazdıklarım doğrudur diye tasdik etmeyin ama söylediklerim ile başlayarak ayeti kendiniz anlamaya başlayın, başka tefsirleri de böyle okuyun.

***