İBRAHİM SURESİ TEFSİRİ(14.SURE)
Süleyman Karagülle
913 Okunma
İBRAHİM SÛRESİ 5-8.AYETLER TEFSİRİ

İBRAHİM SÛRESİ - 2. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللَّهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (5) وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ أَنْجَاكُمْ مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ وَفِي ذَلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظِيمٌ (6) وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ (7) وَقَالَ مُوسَى إِنْ تَكْفُرُوا أَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ (8)

 

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللَّهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (5)

Va LaQaD EaRSaLNAv MUvSAy BiEAvYATıNAv EaN EPRıC QaVMaKa MıNa elJuLuMAvTı EiLay elNUvRı Va ÜakKiRHuM BiEayYAVMı elLAHı EinNA FIy ÜAvLiKA LaEAYvTın LıKulLi ÖabBAvRıN ŞaKUvRın

“Ve Musa’yı ayetlerimizle ‘kavmini zulumattan nûra ihraç etmen ve onlara Allah’ın eyyamını zikretmen için’ irsal ettik. Bunda şekur olan sabbar için ayetler vardır.”

Hazreti Âdem yaratılmış ve insanlar toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve çiftçilik dönemlerini geçirerek yeryüzüne yayılmışlardır. Bunların hepsi yeni toprak gerektiriyordu. Çoğalma ve uygarlaşma ancak yeni toprak elde etmekle elde edilebiliyordu.

Hazreti Nuh Peygamberden sonra insanlar artık yeni toprak elde ederek değil, aralarında işbölümü yaparak ve ürettiklerini değiştirerek gelirlerini ve nüfuslarını artırdılar. Beş bin senedir insanlık uygarlaşmaya başladı.

Uygarlığı tanımlarken şöyle tanımlıyoruz: Sattıklarının ürettiklerine oranı uygarlaşmanın derecesini verir. Uygarlık ancak yirminci yüzyılda tamamlandı.

Uygarlaşmanın olabilmesi için iki şeye ihtiyaç vardır.

Bunlardan biri TEKNOLOJİDİR. Uygarlaşma ancak ulaşımın, haberleşmenin, aydınlanmanın, bilgisayarların olduğu yerlerde olabilir. Bunun için Kur’an insanlara müsbet düşünme usulünü öğretti.

Müsbet düşünme usulü nedir?

Önce içtihat yapar tahmin edersin. Sonra uygular ve doğru düşündüğünü görürsün. Uygulama içtihatta hedeflenen sonuçları vermezse yeniden içtihat edersin.

İslâmiyet bu usulü ibadetlerdeki emirlerle sağladı. Kıbleyi arayanlar astronomiyi ve trigonometriyi keşfettiler. Helal olan etleri bulmak için de biyolojiyi keşfettiler. Böylece doğan müsbet ilimleri Batılılar uyguladılar ve bugünkü keşifler ortaya çıktı.

Uygarlaşmanın ikinci yanı bölüşmedir, işbirliğinin yapılmasıdır. Bu da FIKIH ile gerçekleşir. İçtihat demek aynı zamanda SERBEST SÖZLEŞME demektir. Avrupalılar İslâmiyet’teki serbest sözleşme sistemini uyguladıktan sonradır ki bugünkü uygarlığa ulaştılar. Serbest sözleşmenin temeli kitabiliktir. İlk nazil olan kitap Tevrat’tır. Tevrat şeriat kitabıdır, genel hükümleri içeriyordu. Hazreti Musa onu kavmine uyguladı, böylece İbrani uygarlığı doğdu. Bugün hâlâ o uygarlığın uzantısı ile çağımızın uygarlığını oluşturduk.

Uygarlık Mezopotamya’da doğdu. Oluşturanlar kimler? Peygamberler. Uygarlık sonra İbranilerde doğdu. Anadolu’nun batısına göç etmiş olan Atinalılar o zaman Batı Anadolu’da yaygın bulunan İbrani uygarlığını öğrendiler ve Grek ile Roma medeniyetlerini kurdular. Papalık hâlâ o uygarlığın devamı olarak vardır ve etkisini sürdürmektedir.

Bugün uygarlık teknoloji bakımından tamamlanmıştır ama fıkıh açısından eksiktir.

Artık kimse kendi ürettiğini tüketmiyor, başkalarının ürettiğini tüketiyor.

Kur’an bu uygarlığın son kitabıdır, Hazreti Muhammed de son vahiy alan resuldür.

KUR’AN, Firavuna resul gönderdiğimiz gibi size de resul gönderiyoruz diyerek bunu ifade ettiği gibi; bu surede de Hazreti Muhammed’e seni tüm insanlığı zulumattan nura çıkartmak için irsal ettik diyor. Şimdi burada da Hazreti Musa’yı kavmini zulumattan nura çıkarmak için irsal ettik diyor.

Kur’an tüm insanlığı zulumattan nura/aydınlığa çıkarmıştır.

Tevrat da örnek olarak İbranileri zulumattan nura çıkarmıştır.

Sonra İslâm ülkelerinde oluşan içtihat ve icmalarla da başka kavimler kendi şeriatlarını oluşturdular. Tevrat ve İbraniler insanlığa örnek olmuşlardır.

Zulumatın cahiliye dönemi olduğunu yukarıda zikretmiştik. Zulumatta şeriat yoktur, insan çevresini görememektedir. Çünkü kimse kurallara göre hareket etmemektedir. Kişiler karanlıkta neye çarparlarsa ona göre başlarını yara yara dolaşırlar. Oysa nurda topluluğun kuralları vardır. Herkes o kurallara uyarak hareket eder. Ben kimin ne yapacağını biliyorum. Herkes de benim ne yapacağımı biliyor. İşte bu Allah’a ibadettir. Kuralları delip kişilerin şeriat dışı isteklerine uymak Allah’ın dışındakilere ibadet etmedir.

Hazreti Muhammed’e verilen emirde zikredilmeyen bir şey vardır; Allah’ın eyyamını onlara tezkir etsin diye.

Buradaki “eyyamullah” nedir, “Allah’ın günleri” nedir?

Toplantı günleri olarak görebiliriz. Cuma ve bayram günleridir.

Burada zikredilmesinin başlıca sebebi Cumartesi gününün tatil olmasından ileri gelmektedir. Avcılık döneminde insanların bir hafta tatil etmeleri, iş yapmamaları gerekmektedir. Böylece bugün hâlâ sürmekte olan Pazar ve Cumartesi tatili buradan gelmektedir. Ortaklık döneminde halk zaten istediği zaman çalışmakta, istediği zaman tatil yapmaktadır. Dolayısıyla Cuma günü tatil yapılmamaktadır. “Arzda intişar edin” diyerek daha çok ticaretin yapılması emredilmektedir.

“Sabırlı olana şekur olana bunda ayetler vardır” dendiği zaman ne kastedilmektedir?

Allah’ın eyyamında, Musa’nın Tevrat’ında denmiş olur.

Burada hem şekur hem de sabbar olunması isteniyor. “Ayetler” demek, gelecek dünyamızı kurarken Hazreti Musa’nın şeriatından da yararlanacağız demektir, Batı uygarlığını da değerlendireceğiz demektir. Bu sebepledir ki Osmanlıların, Cumhuriyetin ve AK Parti’nin Batı ile ilişkisi, Avrupa Birliği ile ilişkileri doğrudur.

Yalnız burada iki husus önemlidir.

Birincisi, sabırlı olmamız gerekir. Biz Avrupa Birliği’nin bataklığına düşmemeliyiz, onlara düştükleri faizci Sermaye bataklığından kurtulmaları için yardımcı olmalıyız.

İkincisi, Batı’nın şirki değil de Tevrat ve İncil’i bizim için rehber olmalıdır. Onlarla bu hususta bir olmalıyız. Adil Düzen uygarlığına giderken onların arasında hak düzenci olanlarla işbirliği yapmamız gerekmektedir.

Sabbar olma demek, Batı’nın zulüm olan baskısına dayanıp adalet ve ihsandan ayrılmama demektir. Şekur olma demek de, Batı’nın ulaştığı sanayi devriminden yararlanma, bu husustaki hakları teslim etme ve bu imkânları insanlığa bahşeden Allah’a şükretme ve onun gereğini yapma demektir. Ne başınızı kuma gömerek saklanacaksınız ne de onların çirkinliklerine teslim olacaksınız. Kendi doğrularımız üzerinde ısrar edeceğiz ve onları da bizim doğrulara getireceğiz. Ama onların iyi tarafları ile onlarla bir olup birlikte bunları bize ihsan eden in’am eden Rabbimize karşı olan görevlerimizi yerine getirerek bu hususta onlarla bir olarak çalışmalarımıza devam edeceğiz.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا

Va LaQaD EaRSaLNAv

“Ve irsal ettik”

Buradaki “Ve” harfi “Enzelnahu”ya gitmektedir. İnzal, irsal. Kitap inzal olunuyor, resul irsal olunuyor. Orada Kur’an önemli, burada Musa önemli. Çünkü Tevrat’ın yorumları da Hazreti Musa’ya aittir. Oysa Kur’an’ı yorumlamak sonraya fakihlere bırakılmıştır.

“Lekad” gelmesi demek, bugün de o irsal devam etmektedir demektir.

Yani Hazreti Musa’nın şeriatını uygulayan bugünkü Batı’dır, İsrail oğulları ile bir olarak uyguladılar. Daha doğru ifade ile İsrail oğulları Hıristiyanlığı kullanarak bugünkü uygarlığı kurdular. Hazreti İsa da İsrail oğullarından olduğundan ve Papalık da Tevrat’ı şeriat olarak kabul ettiğinden, bugünkü Batı uygarlığı Hazreti Musa’nın uygarlığıdır. İslâm uygarlığı ise Hazreti Muhammed’in uygarlığıdır.

Bugünkü Batı uygarlığı birinci Kur’an uygarlığından sonra ortaya çıktığı için surede önce Kur’an uygarlığından bahsetti. Sonra Hazreti Musa’nın uygarlığından bahsetmektedir.

Papa hâlâ şari durumdadır, kendisi şeriat hükümlerini koymaktadır.

Oysa İslâmiyet’te hükümdarın kanun koyma yetkisi yoktur. Kendi uygulamaları için içtihatlar yapacaklardır. Başkaları onları bağlamaz.

Kur’an uygarlığında inzale, İbrani uygarlığında irsale vurgu yapmıştır.

مُوسَى بِآيَاتِنَا

MUvSAy BiEAvYATıNAv

“Musa’yı ayetlerimizle”

Ayetler hadiler karşılığıdır. Yol gösteren veya yola götüren insan olur, onlara hadi denir. Eğer yerdeki işaretler olursa ona da ayet denir. Doğa kanunları birer ayettir. Çünkü olan olayları onlar bize göstermektedir. Şeriatla ilgili kitaplar da birer ayettir. Çünkü onlar şeriatı göstermektedir. Onunla biz gideceğimiz yolu buluruz.

Hazreti Musa ayetlerle gönderilmiştir. Mısır’daki on olayın her biri birer ayet idi, çünkü varılacak sonucu gösteriyordu. Buradaki ayetler ise şeriat hükümleridir. Tevrat’tır. Oradan istihraç edilen hükümlerdir.

“Ersele”nin mefulü kişidir. Kişi irsal edilir. “Bi” ise “Ersele”yi ikinci mefule taaddi eder. “Ersele mükellefun bisahibihi ila el-emire sadakaten” dersin. “Mükellef vergiyi arkadaşı ile emire irsal etti deriz.” yani ona kattı demektir.

Allah da kavmine ulaştırmak üzere Tevrat’ı ve onun hükümlerini Musa’ya kattı. Ayetlerimizi demektedir çünkü onu Cebrail vasıtası ile yaptı.

أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ

EaN EPRıC QaVMaKa

“Kavmini ihraç etmen için”

“Li Tuhrice” de “En” mahzuftur yani “LiEn Tahruce” demektir. “Li” harfi cerdir, ismin üzerine gelir. Bu sebeple “Li yehtuce”de emir Lam”ı değilse “En” mahzuftur. “En” masdar edatıdır. “Li” harfi mahzuftur. Kur’an iki hazfin cevazını göstermek için burada birincisinde “En”i, burada ise “Li”yi hazfetmiştir. Bununla beraber bu ikisinde mutlak ince bir mana farkı vardır. Kur’an’daki bu hazifleri sıralayıp ikisi arasındaki farkı bulmak; işte bu da bir araştırma konusudur. Bunu okuyuculara bırakıyorum.

Hazreti Muhammed’e nâsı zulumattan nûra çıkar diyor.

Hazreti Musa’ya kavmini zulumattan nûra çıkar diyor.

Hazreti Musa bir şeriat devleti kurmakla görevlendirilmiştir. Kur’an ise insanlara şeriat devletini kurmayı öğretmiştir.

Hazreti Muhammed kendi zamanında örnek bir düzen kurmuş, insanlığa Kur’an’ın nasıl uygulanacağını örnekle öğretmiştir.

Bir makinenin parçalarını imal edersiniz. Bu hiçbir zaman makine olmaz. Parçaların makine olması için onların monte edilmesi gerekir. Monte edildikten sonra makine parçaları gerçek makine olur.

Kur’an geçmişteki olayları anlatmaktadır ama ondan sonra bunları birleştirip monte ederek bir insanlık ortaya çıkarmaktadır, böylece tarih bir bütün olmaktadır.

Batılılar tarihi parça parça inceliyor ama birleştirip bir bütün olarak takdim edemiyor.

Oysa Kur’an, hattâ Tevrat tarihi bir bütün olarak koyuyor.

Cereyan eden olayları incelediğimiz zaman her olayın bir hikmeti vardır. Bugünlerde Paris’te olay oluyor, ABD’de olay oluyor, Suriye’de olay oluyor. Peş peşe cereyan eden bir olumsuzluk vardır. Allah acaba insanlığa neyi bildiriyor? “Adil Düzen”siz sorunlarınızı çözemezsiniz diyor. İnsanlığa Hazreti Musa’nın mucizelerini gösteriyor.

مِنَ الظُّلُمَاتِ

MıNa elJuLuMAvTı

“Zulumattan”

“Zulmet” sistir. Bolu Dağı’nda kışın seyahat etmişseniz görmüşsünüzdür, göz gözü görmez, önünüzdeki arabayı göremezsiniz. Buna “zulmet” denilir.

“Zulumat” bunun genişletilmiş şeklidir, sistemli karanlıktır, karartmadır. Yani düşman görmesin diye askerlere cephede sigara bile içirmezler.

“Zulumat”ın hem dişi çoğul olarak kullanılması hem de harfi tarifle kullanılması kişi yönetiminin adıdır. Herkes kendi istediği gibi hareket edecektir iddiasıdır. Özgürlük deyip karanlıklara gitmedir. Evet, özgürlük vardır ama kurallar içinde özgürlük vardır. Siz Ankara’ya gidecekseniz, istediğiniz araçla gitmekte serbestsiniz. Hangi araçla gidecekseniz o aracın seyahat kurallarına uymak zorundasınız. Arabayı istediğiniz yerde durduramaz, istediğiniz yerde binip inemezsiniz. Oturduğunuz koltuktan başkasına geçemezsiniz.

Bu kurallar şeriat tarafından belirlenmişse, şoför de değiştiremiyorsa, o zaman o nûrdur. Ama şoför istediğini arabaya alıyor istediğini almıyor da keyfi olarak arabayı kaldırıp durduruyorsa o zulumattır.

Bununla beraber şeriat dönemi öncesi bugün kanunlar vardır, kurallar vardır ve o kadar çok, çelişkili, keyfidir ki uygulanması imkânsız hâle gelmiştir. Bugün cahiliye dönemi yaşanmaktadır. Yani zulumat dönemindeyiz. Ne var ki onun da kuralları vardır; sömürme kuralları, anarşi kuralları. İşte bu sebeple “zulumat” dişi kurallı çoğul olarak gelmiştir.

Seçim var, kurallara göre yapılır ama kimin meclise geleceği kurallara tabi değildir.

Dolayısıyla seçim var ama faydasız bir seçim.

İmtihan var ama bilenlere diploma verme değil, grupların kendi yandaşlarına diploma vermek için vardır.

Kurallar var, ‘rüşvet verirseniz işiniz olur’ kuralı vardır ama o rüşveti vermenin kuralları yoktur.

Buradaki “zulumat” kelimesi üzerinde durarak bugünkü birçok uygulamaları okumanız mümkündür.

إِلَى النُّورِ

EiLay elNUvRı

“Nûra”

“Nûr” ışık demektir. Güneş’ten veya yıldızlardan ziya olarak çıkar, ortalığa yayılır. Her cisim ziyayı nura çevirerek yayınlar. Dolayısıyla biz o cismi görürüz. Tüm çevreyi görürüz.

Işık nasıl çevremizi aydınlatırsa, şeriat da topluluk yapısını aydınlatır. Ben ne yaparsam, kiminle görüşürsem, bir anlaşma yaparsam, söz alırsam onlar yerine gelir ve ben ona göre hareket ederim.

Birinin yeri satılıyor. Tüm komisyonculara haber salıyor. Onlardan fiyat bekliyor. Her biri ayrı ayrı onu pazarlıyor. Sonra birisine satıyor. Diğerleri ise verdikleri sözde duramıyorlar. Bu zulumattır, zulüm sistemidir.

Oysa şeriata göre hüküm nedir?

Biri bir şey satacaksa internete girer, ben bunu satıyorum der, fiyatını koyar. İlk ‘evet’ diyene satmış olur. Müşteri ne zaman ‘evet’ tuşuna basarsa akit tamamlanmış olur.

İşte bu sistem nûr sistemidir.

Teklifler verilecek, zarflar açılacak, kumar gibi kazanacak. Yetkili onaylayacak.

İşte bu zulüm sistemidir.

“Nûr” tek getirilmiştir ve marifedir. Şeriat şartlara göre ve hallere göre değişiktir ama aynı hal ve şartlarda tektir, dolayısıyla müfrettir. Şeriat kurallardır. Işık gibidir. O kuralları kendiniz koyarsınız. İçtihatla kural koyarsınız. Sözleşme ile kural koyarsınız. Ortak vekille kural koyarsınız. Hakemlerin kararı ile kural koyarsınız. Kuralların kendisi şeriattır. Kitap şeriat değildir. Kitap kuralların nasıl konacağını anlatan bir araçtır.

وَذَكِّرْهُمْ

Va ÜakKiRHuM

“Ve onlara tezkir et”

“Tezkir” anlatmadır. Onlara delilleri ile hikmetleri ile ve sonuçlarına göre ne yapmaları gerektiğini anlatmadır. Bizim görevimiz budur.

Bize göre yeryüzü insanlığındır. Bu cümle hükümdür. Delili nedir?

Akli Delil: Aynı topraklarda yaşıyoruz. Yerleri ya “barış” içinde bölüşmemiz yahut “silah” ile yene yene paylaşmalıyız. Biz barış yoluyla paylaşmayı uygun görüyoruz. Çünkü barışta çıkar beraberliği mevcuttur, savaşta zarar beraberliği vardır. Yarar zarardan iyidir.

Nakli delile gelinirse; yeryüzünde olanları sizin için var etti ayetidir. Sonuçta herkes kendi mülkünde çalışır, üretim yapar, ürünü topluluğa satar. Yani topluluk için üretmiş olur.

İşte Hazreti Musa Peygambere emredilen husus budur.

بِأَيَّامِ اللَّهِ

BiEayYAVMı elLAHı

Allah’ın eyyamı ile tezkir et”

“Bi”yi “Fî” manasında anlarız, belli günlerde halka vaaz vermektir, konuşmaktır, tedristir. Cumartesi günleri, bayram günleri bir araya gelecekler ve resulleri âlimleri onlara ne yapmaları gerektiğini hikmetleri ile illetleri ile anlatacaklardır. Böylece zulumattan nura çıkmak namazlara devam etmekle mümkün olacaktır. Çünkü kuralları öğrenmezseniz kuralların varlığı bir şey ifade etmez. O halde Tevrat ile insanları nura çıkaracaksınız ama bu da onlara öğretmekle mümkündür.

إِنَّ فِي ذَلِكَ

EinNA FIy ÜAvLiKA

“Bunun içinde”

Bu sözün muhatabı Hazreti Musa olabilir. Biz de muhatap olabiliriz.

Biz bize hitap ediyor kabul ediyoruz.

Buradaki “Zâlike” sözünde bundan önce söylenen sözde demek olur. ‘İhraç etmen’  ve ‘tezkir et’ ifadelerinde ayetler vardır demek olur. Bundan önce söylenenlerin lafzına işaret ediyorsa “za” veya “zake” denir. Ama manasına işaret ediyorsa o zaman uzakta gaib kabul edilerek “zâlike” denmiş olmaktadır. Yani Musa’nın kavmini zulumattan çıkarma görevinin verilmesinde veya tezkir emrinde ayetler vardır.

Batı uygarlığını iyice tetkik etmeniz gerekir.

Batı uygarlığı Şeriatta değişik zamanlarda etkin rol almıştır.

1- Dorlar Atina’ya gelince oradaki halk Makedonya’ya, Anadolu’ya ve İtalya’ya hicret ettiler. Anadolu’da o zaman İranlıların satraplıkları vardı. Yahudiler yerleşik medeniyetlerini kurmuşlardır. Manisa’da hâlâ Sart Harabeleri durmaktadır.

2- Kıbrıslı Zenon Tevrat’ın hükümlerini Yunanlılara öğretti. Onlar da Roma’da 12 levha kanunları ile uygarlıklarını kurdular.

3- Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kabul etti ve Roma hukuku böyle gelişti. Hıristiyanlık ilahi bir dindir.

4- Emevilerin İber Yarımadası’na çıkmaları sonucunda İslâm uygarlığı uygarlık olarak Batı’ya girmeye başlamıştır.

5- İstanbul’un Fethi ve Viyana’ya kadar gidişle Selçuklular ve Osmanlılar Batılıları İslâmiyet ile şarj etmişlerdir.

Böylece doğup gelişen Batı medeniyeti bugün insanlığı Ay’a götürmüştür.

O halde bütün bu olaylarda ayetler vardır.

لِكُلِّ صَبَّارٍ

LıKulLi ÖabBAvRıN

“Her sabbar için”

“Sabbar” mübalağalı ismi faildir.

Bunları kavramak ve anlamak için Batı’dan yararlanmak için sabır gerekmektedir. Çünkü Batı’nın bu uygarlaşması hak uygarlıkları içinde değil kuvvet uygarlıkları içinde olmuştur. Önce doğulu hak uygarlıklar gelmiştir. Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Kur’an uygarlıkları gelmiş, bunlar hukukta inkılâplar yapmışlardır. Sonra batı kuvvet uygarlıkları doğmuş ve teknikte uygarlıkları geliştirmişlerdi.

Bunlar sabır sonunda doğmuştur.

Bu uygarlıklar kolay olmamıştır. Her uygarlık kendisinden önceki uygarlığa dayanmıştır ve uzun çalışmalar sonunda bugünkü seviyeye gelmiştir. Bugün de böyle olacaktır. “Adil Düzen” hemen gelmeyecektir. Sabırla çalışmaya devam edeceksiniz. Ondan sonra tarihten yararlanacak ve yeni uygarlık kurulmuş olacaktır.

1950’lere kadar Türkçe Kur’an okumak günah sayılıyordu. Bugün artık insanlar mealleri ile Kur’an okuyorlar. Şimdi Kur’an’ın yorumlanmasıyla faaliyetlere geçmişlerdir. Son birkaç senedir bu faaliyet devam etmektedir. Ne var ki hâlâ Kur’an’ın kendisini değil de tarihini okuyorlar. Kur’an’ın tarihi onu öğrenmemiz için gereklidir ama asıl içteki hükümleri öğrenmek gerekir. Henüz o seviyeye gelemedik.

Bediüzzaman’ın başlattığı günün sorunlarını Kur’an ile çözme usulü Akevler tarafından geliştirilmeye başlanmış, Erbakan da “Adil Düzen” olarak dünyaya takdim etmiştir. Ondan sonra bir fetret devri yaşanmıştır. Hâlâ oradayız.

Bu fetret devri de bitmek üzeredir.

شَكُورٍ (5)

ŞaKUvRın

“Şekur olan”

“Şekur” “Sabbar”ın sıfatıdır. “Sabbar” isim yerine geçen sıfattır. Sebbar da şekür de onun sıfatıdır. “Şekur” sıfat olmasaydı “şekuren” olarak gelirdi. Bu bize şunu gösteriyor. Gafuru’r-rahim” dediğimiz zaman gafur isim yerine geçen sıfattır, rahim de onun sıfatıdır.

“Şekur olmak” demek Allah’ın verdiği nimetleri değerlendirmek demektir.

Eğer Adil Düzen Çalışanları “Adil Düzen”i uygularlarsa şekur olurlar, uygulamazlarsa kefur olurlar.

Üzücüdür ki ne Millî Görüşçüler ne de Cemaat şekur olmuşlardır. “Adil Düzen”i duyduktan ve öğrendikten sonra yine zulumat dünyasında yaşamayı tercih ettiler.

Bizim şekur olmamız için Ahşap Evler İmalathanelerini faaliyete geçirmemiz gerekir; Dinlenme Sitelerini kurmamız gerekir; Mala-Mal Marketlerini kurmamız gerekir; Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanlarını dikmemiz gerekiri; Bin Dil Üniversitelerini kurmamız gerekir. Bunları yapmazsak şekur değil kefur oluruz.

İnsanlar hamdetmeyi şükretmeyi dil ile ifade etmek zannediyorlar. Oysa Allah ve “Amal ala Davuda şükran”  denmiştir. Şükür kavil değil fiildir.

 

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ أَنْجَاكُمْ مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ وَفِي ذَلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظِيمٌ (6) 

Va EiÜ QAvLa MUvSAv Lı QAVMıHIy uÜKuRUv NıGMaTa elLAHı GaLaYKuM EiÜ EaNCAvKUM MiN EAvLI FıRGAVNa YaSUvMUNaKuM SUvEa eLGaÜABi Va YuÜabBiXUvNa EBNAvEaKUM Va YaSTaXYUvNa NiSAvEaKUM Va FIy ÜAvLiKuM BaLAvEun MıN RabBıKuM GaJIyMUn

“Ve hani Musa kavmine kavl etmişti. Hani Firavun âlinden sizi inca ettiğinde Allah’ın üzerinizde olan nimetini zikrediniz. Size azabın suunu sevm ediyorlardı. İbnlerinizi zibh ediyorlardı. Nisâınızı istihya ediyorlardı. Burada Rabbinizden azim bela var.”

Bu âyette önce “ve” harfinin atfedildiği yer ararsak bulamayız. O halde mahzuf cümleler vardır. Onun için “ve” harfi getirilmiştir. O cümleler Hazreti Musa bu sözleri söylemeden önce geçen olaylardır. Denizi geçtikten sonra onlara hitap ettiği zamanki durumdur. Doğrudan bize o olayları anlatmıyor da kavmine geçenleri hatırlattığını anlatarak da bize anlatmaktadır. Bunun manası şudur. Her kavim kendi tarihini yazacak, kendi uygarlığını ortaya koyacaktır. Sonra onlardan diğer kavimler yararlanacaklardır.

Kişinin hayatı kayda alınacaktır. Bu nasıl olmaktadır? Herkes aldığını ve verdiğini muhasebeye verince, insanın hesabı, kendisine gelen mektuplar, kendisinden giden mektuplar onun tarihini oluşturur. Çocukları ve vârisleri o vefat ettiğinde onları tetkik eder ve tarih yaparlar. Böylece kişinin hayatı çocuklarına intikal eder. Ocağın tarihi böylece oluşmaya başlar. Kişilerin tarihleri yazılınca ocağın yöneticileri de ocağın tarihini yazmış olur. Başkanlar eski başkanların dönemlerini anlatarak ocağın tarihi oluşmuş olur. Bucakların tarihi de ocakların tarihinin sentezinden oluşur. İllerin, ülkelerin ve insanlığın tarihi oluşmuş olur. Topluluklar komşularının tarihlerini de komşulardan öğrenerek kendi tarihleri ile ilişkileri tesbit ederler. Demek ki bu ayet bize tarihin nasıl yazılacağını öğretmektedir.

Bu ayette iki zıt şey söylenmektedir. Biri gelen belaların Rableri tarafından geldiğini ifade etmektedir. Diğer taraftan o belalardan kurtulmayı da Allah’ın bir rahmeti olarak zikretmedir. Burada “Bela” kelimesini kullanarak imtihanı ifade etmektedir. Bela bileme demektir. Çeliğin keskin hale gelmesi için bilenmesi, bazı parçalarının atılması gerekir. Tahtayı cilalamak zımparalamak da bilemektir. İnsanların da olgunlaşması için bilenmeleri gerekmektedir. O halde azap bilenme demektir, imtihan olmak demektir, rahmettir.

Uçağın düşürülmesi de böyle bir rahmettir.

İnsanlık olgunlaştırılmaktadır. İnsanlar ekonomide bazı tedbirler almalıdırlar. Gaz alıp yaşayabiliriz ama gaz olmadığı zaman bir yıllık odunumuz veya kömürümüz hazır olmalıdır. İthalat yapıp ucuz mal elde edebiliriz ama fabrikalarımız faal halde bulunmalıdır.

Azabın sui ile sevm ediyorlardı. Türkçe’de olmayan, Arapça’da ‘mutlak mastar’ olan kelimeler vardır. Biz “çok acıktım” deriz, Araplar “ben çok acıkma ile acıktım” derler. Azabın sui ile sevm ediyordu denmektedir.

“Süen azaben” de denebilirdi. Azabı marife olarak getirdiği için tamlama yapmıştır.  Azab marife gelmiştir. Çünkü azab bilinmektedir. Azabın sui nasıl olur?

“Su’”kelimesi üzerinde durmak gerek. Sev’et bizim edep yerleri dediğimiz ön ve arkadır. Utanılacak, ayıplanacak bir durum varsa o su’ olur. Bir kimseye işlediği suçtan dolayı azab edersiniz bu su’ değildir. Ama bir kimseye şeriat dışı, hukuk dışı azaplar su’dur.

Bugün insanlığa azabın sui ile azab edilmektedir. Bir iş yapana zamanında istihkakını vermezseniz bu azabın suidir. Bir yakınım devlete iş yaptı. İstihkakını birkaç yıl sonra verdiler. O da o işi bıraktı. Bir mimar ortağımız belediyeden projeleri geçiremediği için mimarlığı bırakmak üzeredir. Bir kimse suç ile itham olunur, seneler sürer. Bu da azabın suudur. Bir ortağımızın arsaları vardır. Bizimle görüştüğü zaman 40 senelik davalı idi, hâlâ davası bitmedi; 47’inci senedir! Bu da azabın suudur. İki sene hapishanede yatıp ondan sonra beraat etmek azabın suudur. Kanunları çoğaltıp ondan sonra çelişkili kanunlarla kişilere istenen keyfi hükümleri uygulamak azabın suudur.

Büyümüş yönetimlerde yahut yaşlanmış yönetimlerde azabın suu vardır.

Hazreti Musa kavmini bundan nasıl kurtardı?

- Çöllere götürdü.

Hazreti Muhammed ashabını nasıl kurtardı? 

- Medine’ye götürdü.

Biz nasıl kurtaracağız?

- Kooperatifler kuracağız. Kooperatifler kendi içine kapanacak ve korunacaktır. Dayanışma içine girerek azabın suundan kurtaracak yönetimi insanlığa öğreteceklerdir.

Bunları yapanların bunu isteyerek yaptıklarını zannetmeyiniz. Başka türlü işleri yapamayınca sorunları böyle çözmüşlerdir. Suçlu olan insanlar değildir, suçlu olan düzendir.

Düzenin değişmesi için bu belaları bize Allah vermiştir. Kurtulmamız için kişileri değil düzeni değiştirmemiz gerekir. Akevler düzenin değiştirilmesi için Millî Görüşçülerle ve Nur Cemaati ile işbirliği yaptı. Sonunda onlar düzeni değiştirme yerine kendilerini iktidar etmeye yöneldiler, zengin etmeye yöneldiler. Bugünkü durum da budur.

Yapılacak iş çok basit ve açıktır; kişileri değil düzeni değiştirmedir. O da mevcut olan kadro ile değil, ezilenlerin hicret etmesi ile olur.

Semt kooperatiflerini kurduğumuz zaman sorunlarımızı çözeriz. Belki kırk sene elli sene semt kooperatiflerinde kapalı bir eğitim göreceğiz. Ondan sonra “Adil Düzen” gelecek. Firavun ali azabın suunu yapamayacaktır. Bunun için sabbar olmak gerekir. Olgunlaşmadan çölden yani semt kooperatiflerinden dışarı çıkmayacağız.

وَإِذْ قَالَ مُوسَى

Va EiÜ QAvLa MUvSAv 

“Ve hani Musa kavl etmişti”

Hazreti Musa Firavuna gidip onunla yirmi sene tartıştıktan sonara sonunda kavmini alarak Mısır’dan çıktı. Mısır’da maddi durumları çok iyi idi. Firavun yönetiminde sosyalizm vardı. Herkes Firavunun işçisi idi. Yazın tarlalarda çalışırlardı, kışın ise inşaatta. Mısırlılar gibi onların da gelirleri vardı. Diğer taraftan İsrail oğulları hayvancılığı da bildikleri için ek olarak onların gelirleri vardı ve bu sebeple Mısır halkından daha çok refah içinde yaşıyorlardı.

Ne var ki onlar Mısırlı birinin haklarına sahip değildiler. Köle muamelesi görüyorlardı. Azabın suuna daha çok bunlar maruz kalıyordu. Bürokratlar bunları ezebildikleri kadar eziyorlardı. İşte, Hazreti Musa Peygamber bu günlerini hatırlamalarını ve kendilerinin öyle yapmamalarını istiyordu. 

Biz de şimdi AK Parti’ye ve Gülen Cemaati’ne hatırlatıyoruz...

AK Parti olarak iktidar olmadan evvel çektiklerinizi hatırlayın, azabın suu ile nasıl zulme uğradığınızı hatırlayın. Şimdi onları hatırlayın da düzeni değiştirin. Çünkü sizin zamanınızda da aynı kötülükler devam etmektedir.

لِقَوْمِهِ

Lı QaVMıHIy

“Kavmine”

Bu eski yol arkadaşlarımız şurada hata yapıyorlar. Onlar bu azabın suunu mevcut düzende düzelteceklerini söylüyorlar. Buna inanıyorlar. Ama düzeltemediler. Başlarına gelen olaylarla bunları öğrenmeye başlıyorlar.

نِعْمَةَ اللَّهِ

NıGMaTa elLAHı

“Allah’ın nimetini”

1960’lardaki durumumuzdan kurtulmuş olmamızın nimetini hatırlayın diyor.

Nasıl kurtulduk?

Önce Kooperatifi kurduk. Ezilenler burada birbirleri ile tanıştı. Bunlar bir sene geçmeden siyasete başladı. İki sene sonra parti kurdular. Parti iktidara ortak oldu. Parti kapatıldı, yenisi kuruldu, iktidar oldu. Önce koalisyona girdi. Sonra koalisyonu kurdu. Sonra da tek başına iktidar oldu.

Ak Parti 1 Kasım’ı hatırlamalıdır, çünkü hiç beklemediği oyu aldı. İşte, 7 Haziran’ı hatırlayacak ve Adil Düzen için çalışmaya katılacak, bize katılacak.

Akevler’in Adil Düzen Çalışmaları da herkese nimettir. Bir şeyi yapmak için önce proje gerekmektedir. Bugün o proje hazırlanmıştır.

Haydi, artık o günleri hatırlayın da düzeni değiştirin.

عَلَيْكُمْ

GaLaYKuM

“Üzerinizdeki”

‘İname’yi ala ile taaddi eder. Rahmette Allah bir şey beklememekte, karşılıksız rahmet etmek istemektedir. İn’amda ise şükrü istemektedir. Size tabiplik diplomasını verdi ki doktorluk yapasınız. Ben üniversiteyi bitirdiğim zaman mecburi hizmetim vardı. Demek ki diploma bana bir yük getirmiştir. Kur’an’da, o gün nimetten sual olunacaksınız deniyor. O halde her nimet karşılığı bir külfet var.

Göz bir nimettir, görmen gerekir.

Hayat nimettir, yaşaman gerekir.

Evlenme imkânlarını bahşetti, evlenmek gerekir, çocuk yapmak gerekir.

Bütün bunları bu “aleyküm” kelimesi ile açıklamaktadır.

إِذْ أَنْجَاكُمْ  

EiÜ EaNCAvKuM

“Sizi inca etti”

“Allah’ın nimetini” dedikten sonra sizi inca ettiğim zaman diyor. Kur’an’da farklı yerlerde biz kelimesini kullanarak bu kitabın Hazreti Muhammed’e ait olmadığını söylemektedir. Allah kelimesi ile bizden kastın Allah olduğunu izah etmektedir.

“Necata erdirme” alıp kenara çekme, tehlikeli alandan uzaklaştırma demektir.

Evet, Hazreti Musa’nın kavmi Firavunun âlinden kurtarılmıştır.

Biz de Akevler’i kurarak Akevler’e hicret edenleri o devrin âli olan bürokratlardan kurtardık.

مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ

MiN EAvLi FıRGAVNa

“Firavunun âlinden”

İyice dikkat etmeniz gerekir ki kötülük yapan Firavun değildir, kötülük yapan onun âlidir, onun bürokratlarıdır. Bugün de durum tamamen böyledir. Her türlü yolsuzluğun ve zulmün kaynağı devletin âlidir, bürokrasidir, devlet değildir. Onların azabını çekiyoruz.

Kooperatifi kurduk, noterde muamelemizi tamamladık. Kanunda bir madde koymuşlar; ticaret odasından vergi numarası alınır! Ne kadar masum bir madde! Gittik, numara alacağız ama o numarayı vermediler! İki sene uğraştık. Onu kuramadık, ancak başka kooperatifi kurabildik. Bankadan kurmadığımız ile ilgili parayı belki de hâlâ çekemedik!

Bürokratlar içinde de zulmetmek isteyenler vardır. Bunlar durmadan kural üretip engel koyarlar. Diğer bürokratlar da bunları bilmezler, onların söylediklerini yaparlar. Suçluyu bulamazsınız. Çünkü o engelleri koyanlar imza atmazlar, diğer memurlara attırırlar. Atmazlarsa onları uzaklaştırma mekanizmaları vardır. Hatalı iş yaptırmışlardır. Onu ortaya koyar ve uzaklaştırırlar. Mafyaya da eleman böyle bulunur. Önce farkına varmadan suç işletir, ondan sonra ihbar eder, anlaşmış memurla kurtarır, daha ağır suç işletir. Böylece eşkıya kadrosu oluşmuş olur.

Bu sebepledir ki Allah ‘lemem’leri yani küçük suçları cezalandırmamalıdır. Nisabın altında çalanların kolu kesilmez, başka ceza da verilmez.

Kur’an’ı yorumlamak demek, bürokratların yaptıkları zulmü ortaya koymak demektir. Âla Firavunun zulmünü ortaya koymaktır. Bir inşaatçı ortağımız var. Diyor ki; rüşvet vermeden betonu kalıba döktüremezsin. Muttaki bir Müslüman olan bu kardeşimiz rüşveti günah bile saymıyor. Sanatkârlar romanlarında bunları ortaya koymalı, filmlerde bunlar gösterilmelidir. Ama ne yapıyor? Hollywood’un sömürme, şehvet filmlerine benzer filmler göstermektedir.

يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ

YaSUvMUNaKuM SUvEa eLGaÜABi

“Size azabın suunu sevm ediyordu.”

Evet, Firavunun görevlileri Firavunun haberi bile olmadan halka çeşitli kanunsuz işleri kanun adına yapıyorlardı; görünürde kanunu uyguluyor, gerçekte ise zulüm yapıyorlardı.

Bizim değiştirmek istediğimiz düzen budur.

Bugün rüşvet verip işlerini yürütenler rüşvete karşı olmamızı işlerinin bozulacağı endişesi ile yapıyorlar. Oysa biz rüşvetsiz işlerini yürütmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Bu sebeple İslâmiyet’te rüşvet vermenin ve almanın cezası yoktur. Görevli işi yapmamışsa cezalandırılır, yanlış iş yapmışsa yine cezalandırılır. İster rüşvet alsın ister almasın, bizi ilgilendirmez. Sadece rüşvet davalarına mahkeme bakmaz. Vaat ettiği halde vermeyeni dava etmez, verdiği halde istihkak davasını açmaz. Sebepsiz iktisab meşrudur. Başkaları zarar etmemişse bu sebepsiz iktisab edecektir. Çünkü bütün üretim sebepsiz iktisabdır.

وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ

Va YaÜabBiXUvNa EBNAvEaKuM

“Ve ibinlerinizi zibh ediyorlardı”

Firavun âlinin ibinleri zibh ettiği husus şudur. Doğan erkek çocukları öldürüyorlardı.

“Ğulameküm” denmesi gerektiği halde “Ebnaeküm” deniyor. Bu da zorunlu askerliği ifade eder. İnsanları zorla askere götürüyor ve orada ölümlerine sebep oluyoruz. Bugün de yeryüzünde zorunlu askerlik vardır.

Oysa İslâmiyet’te askerlik gönüllüdür. Kişiler çıkarları sebebiyle asker olurlar. Askerlik yapmak istemeyen de bedel verir ve askere gitmez yahut o ülkeyi terk eder. Dağda kendi sitelerinde yaşarlar. Başka ayette de “Yektulune” denmektedir.

وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ

Va YaSTaXYUvNa NiSAvEaKuM

“Ve kadınlarınızı istihya ediyorlardı”

Kadınları yaşatıyorlardı şeklinde mana vermektedirler. Oysa “istihya etmek” demek hayatta bırakmak demektir, utanılacak bir işin yapılmasını istemek demektir. Burada hayatta bırakmak şeklinde olsaydı “ebnaeküm”e karşılık “benateküm” kullanılırdı. “Kadınlarınız” dediği eşleriniz anlamındadır ki; bürokratların yaptıkları zulümlerden biri de kadınları zinaya zorlamadır. Bugün kadın ticareti mevcuttur.

İlk mühendis olduğum zaman kabule gitmiştik, ben yeni görevli idim. Büyükler vardı, kabule en son kararı onlar verirdi. Müteahhitler onlara kadın bulur getirirlerdi.

Bir enerji dairesi reisimiz vardı. İki de bölüm vardı. Birisinde namuslu bir şef vardı. Ben orada çalışıyordum. Bizim grup öyle idi. Bir de öbür grup vardı. Rüşvetçi grup reisi ayarlamıştı. Müteahhit namuslu ise bizi gönderirdi. Müteahhit yolsuzluk yapan ise o grubu gönderirdi. Böylece daire sorunsuz çalışırdı. Bazen hata yaparsa onun da kuralı vardı, eğer reddedilirse ikinci defa öbür grup gönderilirdi.

Demek ki buradaki zibh hikâyelerdeki doğan çocukları diri bırakmak veya öldürmek değil, aksine ergin erkekleri savaşta öldürmek, ergin kadınları zinaya hatta fuhşa zorlamaktır. Aç kalan kadınların zinaya sürüklenmesi de istihyadır.

وَفِي ذَلِكُمْ بَلَاءٌ

Va FIy ÜAvLiKuM BaLAvEun

“Ve burada bela var”

Yani azabın suunun yapıldığı zamanlardaki belalarda.

Evet, Akevler ve Adil Düzen mensupları, bugün de o ağır pisliklerin içine girerlerse o belalar vardır. Ama kendi kooperatiflerinin içine çekilir ve kendileri çalışır yaşarlarsa, kendi senetleri ile alışveriş yaparlarsa, o zaman bu beladan kurtulmuş olmaktadırlar. Ama o günleri hatırlayıp kendi yönetimlerini azabın suuna çevirmemelidirler, ortaklarına asla zorluk çıkarmamalıdırlar.

مِنْ رَبِّكُمْ

MıN RabBıKuM 

“Rabbinizden”

Evet, bütün bunlar Rabbimiz tarafından bizim terbiye edilmemiz için olmaktadır ve olmuştur. Uygarlaşmanın gereğidir. Böyle bir imtihan olmasaydı uygarlaşma olmazdı. Bütün bunlar Rabbimizdendir ve bütün bunlar bizi terbiye etmek içindir.

Aleyhimizedir ama nimettir.

عَظِيمٌ (6)

GaJIyMUn

“Azim”

Bir kadın en büyük sıkıntıyı çocuk doğururken çeker ama en büyük nimete de ondan sonra kavuşur. Çocuklar yalnız anne babalarına değil çevredekilere de sevinç kaynağı olurlar. Yani inkılâpların olabilmesi yeni düzenin gelebilmesi için büyük belaların gelmesi gerekmektedir. Bu Allah’ın bize nimetidir.

Karşı tarafa kızma yerine sabretme ve çalışma gerekmektedir. Sabbar olacaksınız, şekür olacaksınız. Ancak ondan sonradır ki “Adil Düzen”i beklersiniz.

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ (7)

VaEiÜ TaEaüÜaNa RabuKuM LaEiN ŞaKaRTuM LaEaZiyDanNaKuM VaLaEiN KaFaRTuM EinNA GaÜAvBIy LaŞaDIyDun

“Ve Rabbiniz sizi teezzün etti; şükrederseniz artırırım, küfrederseniz azabım şedittir.”

Allah Hz. Musa Peygamberin kavmini Firavundan necata erdirdiği gibi Sermaye’nin zulmünden de Akevler mensuplarını necata erdirdi. Bizim bu nimete karşı şükretmemiz gerekir. Şimdi “Adil Düzen”i kurmamız gerekir. Son kurtuluşumuz 1 Kasım Seçimi oldu. Bu Akevler olarak da bir necata ermedir. Bu durumda biz çalışmamıza rahatlıkla devam edebiliriz. İşte bugün (bu dönem) daha çok çalışma zamanıdır, şükretme zamanıdır.

Çölde nasıl Hazreti Musa’nın kavmi kırk sene dolaştı ise ve o necattan sonra dolaştı ise; biz de semt kooperatiflerinde kırk sene dolaşmalıyız, belki de dört sene dolaşmalıyız.

Gelecek seçimde “Adil Düzen” iktidar olabilir.

Biz de Akevler olarak AĞAÇ EVLER İMALATHANESİNİ kurmuş oluruz; tomruk bir taraftan girer, öbür taraftan ahşap ev çıkar...

AHŞAP EVLERDEN OLUŞAN DİNLENME SİTELERİMİZİ kurmuş, yüz lojmanlı apartmanlarda yerleşmeye ve çalışmaya başlamışızdır...

MALA-MAL MARKETLERİni açmış, BİN DİL ÜNİVERSİTESİni kurmuş oluruz...

RUHU’L-KUR’AN artık tüm Müslümanlar tarafından kullanılır şeklini almış olur...

İNSANLIK ANAYASASI üniversitelerin ders kitapları haline gelmiş, ORTAKLIK EKONOMİSİ kitabı fakültelerde okunmaya başlanmış olur...

Şükrederseniz elbette artırılacaktır, bu Allah’ın vaadidir.

Küfredersek yani Allah’ın bize verdiği nimetleri “Adil Düzen” için değerlendirmezsek Allah’ın azabı şiddetlidir. Allah adeta bize aba altından sopa göstermektedir. Bunu Saadetçiler bilsinler. Bunu Erbakan Vakfı’nda olanlar bilsinler. Bunu AK Parti’nin her grubu bilsin; hassaten Abdullah Gül’ün grubu bilsin, çünkü en büyük nimete onlar ermişlerdir. “Adil Düzen”de en çok onların rolü vardır. Millî Görüş grubu bilsin, Erdoğan grubu bilsin, Davutoğlu grubu bilsin... Evet, Allah’ın azabı şiddetlidir.

Hassaten Adil Düzen Çalışanları bu sopayı çok daha iyi görsünler. Hiçbir şeyi ihmal etmeyelim. Aksi halde en büyük azap bize gelir.

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ

VaEiÜ TaEaüÜaNa RabBuKuM

“Ve Rabbiniz teezzün etti”

Hani bir işten sonra kendi kendinize kalırsınız da söylenirsiniz. Karşınızda muhatap yok ama siz yine de söylersiniz. Allah da necata erdirdikten ve Hazreti Musa’nın aracılığı ile tebliğini yaptıktan sonra ara veriyor ve sadece muhataplara değil de içinden söylüyor.

“Rabbiniz teezzün etti” diyor.

Bunu alenen yapıyor. Hazreti Musa’nın ağzı ile yapıyor. Belki de hahamların ağzı ile yapıyor. Herkes bunu söylemeye başlıyor, “Rabbiniz teezzün etmişti” diyor. Bazen bir doğru görüş olur ve herkes onu söylemeye başlar, Allah onlara onu söyletir.

AK Parti’ye oy verenler dahi belli konularda AK Parti’yi haklı görmemektedirler. Mesela koalisyona katılmayan partileri kimse tasvip etmedi.

Düne kadar “Adil Düzen”i ağzına almak istemeyenler şimdi “Adil Bir Düzen” diyerek Erbakan’ın anlattığı “Adil Düzen”den başka bir düzen istediklerini beyan ettiler. Bunu Recai Kutan başlattı.

Bugün bizim durumumuz budur; şükredersek yani gereğini yaparsak artıracaktır, küfredersek de azabı şiddetli olacaktır.

لَئِنْ شَكَرْتُمْ

LaEiN ŞaKaRTuM

“Şükrederseniz”

“Şükretmek” demek gereğini yapmak demektir. “Adil Düzen”i Kur’an’dan daha iyi bir şekilde öğrenmemiz gerekmekte, öğrenmek için uygulamalı araştırma yapmamız gerekmektedir. Bunu başarmak için de gerekeni yapmalıyız.

Artık birbirimize hicret emeliyiz. Medhal Grubu böyle bir çalışma yapmıştır. Bünyamin, Veysel ve Sedat bir yere göç etmişlerdir. Akevler’e de Hocaoğlu, Tayibet Erzen ve Karagülle göç etmiştir. Şükretmek demek şimdilik aşiretler kurmaktır. Adil Düzen Çalışanları evlerini bir mahalleye taşıyacaklardır.

Ankara’da böyle bir birlik için çalıştım, başaramadım...

Sonra İzmir’de Halil Rifat Paşa’ya taşındım...

İstanbul Yenibosna’ya taşındım...

Önce aşiretler oluşturmalıyız. Kirada oturuyorsak sorun değil, oradan oraya taşınacaksınız. Kendi evinizi kiraya verip taşınacaksınız. Sonra bu aşiretler bir yüz lojmanlı apartman yapıp oraya taşınacaklardır. Sonra da on apartmanı birleştirip bir kenti oluşturacaklardır. İşte bu tarihten sonra bu neslin görevi sona erer. Ondan sonra benzer bucaklar kendi kendilerine göre çoğalacak, insanlık nura gark olacaktır.

Şükretmemiz bunları yapmaktır.

لَأَزِيدَنَّكُمْ

LaEAZiDanNaKuM

“Sizi ziyade ederim.”

Yani aşiret kurarsanız semtinizi oluştururuz, semt kurarsanız sitenizi oluştururuz diyor. Daha doğrusu kendi karar veriyor, böyle yapayım diyor ve bunu da duyuruyor.

Birinci Akevler göstermiştir ki Allah her zaman yardım etmiş, muvaffak kılmış ve galip getirmiştir. Ben sizlere bir şeyi önerirken benim yapmadıklarım varsa onu sadece söylüyorum. Allah böyle istiyor ama ben yapamıyorum diyorum. Benim sizlere “yapın” dediklerim ben yapmışım diye söylüyorumdur.

Allah ziyade edeceğine irade etmiş, artık o değişmez.

وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ

Va La EiN KaFaRTuM

“Ve küfrederseniz”

“Küfretmek” demek verdiği nimetleri O’nun için kullanmamak demektir.

Allah ilim vermişse, o ilmi çok yönlü olarak “Adil Düzen” için kullanmazsanız küfretmiş olursunuz.

Allah bir cemaat olarak sizi bir araya getirmişse, onu “Adil Düzen” için değerlendirmezseniz küfretmiş olursunuz.

Allah sizi servet sahibi yapmışsa, onu “Adil Düzen” için harcamazsanız,  çalışmalara ortak olmazsanız küfrettiniz demektir.

Allah iktidar verdi, iktidar oldunuz ama kanunları “Adil Düzen” için çıkarmadınız; bu durumda küfrettiniz demektir.

Allah’ın nimetlerinden yararlandınız ama O’nu öğrenmeye, O’nun şeriatını öğrenmeye çalışmıyorsunuz; o halde O’na küfrettiniz.

Cemaatle beş vakit namaz kılmazsanız küfretmiş olursunuz. Beş vakit namazı aşiret hâlinde kılmanız için de aşireti oluşturmaya başlayacaksınız. Yüz lojmanlı apartmanları kurduğunuzda artık hiç kimsenin mazereti kalmayacaktır.

إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ (7)

EinNA GaÜAvBIy La ŞaDIyDun

“Benim azabım şiddetlidir.”

Azabım şiddetli olsun diye teezzün ediyor. “Azabım” diyerek düzenini yürütmede müsamahası yoktur. Allah düzenini bozacakları mutlaka bertaraf eder.

Allah “Adil Düzen”i takdir etmiş, kimse onu durduramaz. Allah nurumu tamamlayacağım diyor. Bakıyorsunuz ki nuru birinci Kur’an uygulamasında tamamlanmıştır. O günkü imkânsızlıklar içinde o kadar yapılabilmiştir. O zaman birinci Kur’an uygarlığı şartları hazırlanmıştır. İnsanlık uygarlaşmıştır. Dünya bir köy olmuştur. Çağımızdaki teknoloji sayesinde geceler bile gündüzlere dönmüştür. Artık tamamlanma zamanıdır.

Bu da “Adil Düzen”le mümkündür.

وَقَالَ مُوسَى إِنْ تَكْفُرُوا أَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ (8) 

Va QAvLa MUvSAy EiN TAKFuRUv EaNTuM Va MaN FıLEaRWI CaMIGan FaEinNa elLAvHa LaĞaNıyYun XaMIyDun

“Ve Musa şöyle dedi. Siz ve yeryüzünde olan kimseler cemien küfretse, Allah hamid olan ganidir.”

Hazreti Musa önce Allah’ın size olan nimetlerini zikredin de şükredin diye tebliğde bulunuyor. “Ve Kâle” diye ikinci olarak ekliyor. “Ve Kâle” demeden de devam ederek bunları ifade edebilirdi. Ama iki kavli “ve”siz bağlama durumunda olurdu. “Ve”yi getirmek için “Kâle” kelimesini tekrar etti. Böylece birincisinde anlattıkları hep Allah’ın insanlara olan tebliği idi. Burada ise bütün bunların insanların kendileri için olduğunu, yeryüzündeki insanlığın tamamı ortadan kalksa Allah için bir sıkıntı olmayacağını da bu ayet ifade ediyor.

Galaksimizde 300 milyar güneş vardır yani yer vardır demektir. Bir o kadar da Kâinatta galaksi vardır. 100 bin milyar milyar yıldız vardır. Bizim güneşin yokluğu bile hesaba girmez. Kaldı ki bu galaksileri ve yıldızları Allah var etmiştir. Bunlar bizim üç boyutlu uzayımızda böyledir. Dört ve beş boyutlu uzay içinde de uzayımız yok hükmündedir. O halde yeryüzündeki 10 milyara yakın insanın küfretmesi Allah’a ne zarar verecektir.

O halde Allah niçin Kur’an’ı ve diğer kitapları gönderip bizimle ilgileniyor, bize ihtiyacı yoksa neden bizi cehennemlere atıyor?

Bu sorunun cevabını Kur’an çok açık olarak bildiriyor; bizim yetişmemiz için.

Neden bunları yapıyor?

Çünkü o haliktir, Rabdir. Tanrı olma demek bir şeyleri yapan demektir. İstediğini yapar ama hiçbir şeyi yapmama söz konusu değildir. Allah’ın bize ihtiyacı yok, çünkü biz ibadet etmezsek O’nun başka ibadet edenleri vardır.

“Cemian” kelimesi kullanılmıştır, “Ecmain” denmemiştir. “Cemian” kelimesi eğer istiğrak manasında ise kullanılır ama ahd için ise “Ecmain” olarak gelir. “Meleklerin hepsi cemian secde eder” dendiğinde “ecmain” getirilmişti. “Kâinatta ne varsa insanlar için” dendiği zaman “cemian” getirilmiştir. Müennesi, müzekkeri, müfredi, cemi bir tek kelimedir. Hepsinde cemian kullanılır. Ayrıca ahd için olanlarda ecmain de mevcuttur.

Cemian küllühüm manasını de içerebilir. “Men” bunu göstermektedir.  “Tekfuru”yu biz olarak tercüme ettim. Çünkü Hz. Musa da küfretse Allah’a bir zarar vermezler, Allah ganidir, hamiddir.

وَقَالَ مُوسَى

Va QAvLa MUvSAy

“Ve Musa kavl etti”

“Musa” burada tekrar edilmiştir. Çünkü kavl eden Allah olabilirdi. Allah Musa’yı ayrı bir risaletle irsal etmiş olurdu. Hazreti Musa aynı risalet içinde dedi. Sadece konunun başka cihetini anlattığı için “Kâle” kelimesi tekrar edilmiştir.

إِنْ تَكْفُرُوا أَنْتُمْ

EiN TaKFuRUv EaNTuM

“Siz küfretseniz”

Burada “siz”in içinde Hazreti Musa da var olduğu için biz küfretsek anlamında getirilmiştir. Yani Allah’ın necata erdirmesine karşı görevlerini yapmasalar...

Musa’nın kavmini Mısır’dan çıkardı, yeni uygarlık kursunlar diye. Onlar yapmasalar Allah’a bir zarar veremezler. Bunun başka manası; Allah insanları görevlendiriyor ama sonra görevi yapıp yapmamakta serbest bırakıyor.

İsrail oğullarını yeni uygarlıkları kurmakla görevlendirdi ama artık onları zorlamıyor. Üçüncü binyıl uygarlığını kurma görevini de Türkiye halkına verdi, onlardan da Akevler, Millî Görüş ve Nur cemaatini öncü yaptı. Şimdi biz hepimiz “Adil Düzen” kurmaktan vazgeçsek, Türkiye halkı da vazgeçse, yeryüzü de kabul etmese, Allah için bir sorun yoktur. Yeryüzünü muhasebeden çıkarır veya başka insanları uzaydan getirip yerleştirir.

وَمَنْ فِي الْأَرْضِ

Va MaN FıLEaRWI

“Ve arzda olanlar”

Burada harfi tarif ahd için gelir, yeryüzündeki herkes denmiş olur. İstiğrak için gelir, o zaman tüm diğer yıldızlardaki arzlar da dâhil olur. Hattâ diğer kürsüde ve arşta varsa diğer arştaki yerler ve oradaki insanlar kastedilebilir. Çünkü Allah her şeye kadirdir.

جَمِيعًا

CaMIyGAn

“Cemian”

Bir elde anlaşsalar ve bugün olduğu gibi küfürde karar kılsalar. Bugün halk uymuyor, onlar da uysa deniyor. Bugün Kur’an nuru ile insanlar aydınlanmıyor.

Ampulden elektriği kestiğiniz zaman ortalık karanlıkta kalır. Hepsini “Men”den dolayı içerir. Birlikteliği bu kelime ifade eder.

Burada Allah’ın başka bir uyarısı vardır. “Adil Düzen” gelecek ama Adil Düzen Çalışanı varsa gelecektir. Hepiniz birden “Adil Düzen”e karşı cephe alırsanız, yeryüzünde bir kişi bırakmadan helâk edebiliriz diyor. Böylece biz Adil Düzen Çalışanlarını da inzar ediyor.

فَإِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ

FaEinNa elLAvHa LaĞaNıyYun

“Allah ganidir”

Yani Allah’ın sizin varlığınıza ihtiyacı yoktur. Kendisi Tanrı’dır. İstediklerini var eder. Kimseye muhtaç değildir. Ne yaratırken ne de yarattıktan sonra O’nun herhangi bir kimseye ihtiyacı vardır.  Emirler ve yasaklar, hayır ve şer hep bizim içindir.

Materyalistler bu durumu esas alıp tanrısız böyledir diyorlar, kendiliğinden böyledir diyorlar. Biz ise Tanrı böyle yarattığı için böyledir diyoruz; biz sorumluyuz, mükellefiz diyoruz. Biz sorumlu değiliz, mükellef değiliz, yenilen yenene karşı sorumludur diyorlar.

İşte şirk de burada ortaya çıkıyor.

Biz hak galip gelir diyoruz.

Onlar galip gelen haklıdır diyorlar.

حَمِيدٌ (8)  

XaMIyDun

“Hamiddir.”

Yine de O’na hamd edenler olacaktır. Çünkü O her zaman hamd edecekleri var edebilmektedir. İnsanlar hamd etmese de Allah yine hamd edilme vasfını taşımaktadır.

“Gani” maddi varlık sahibi demektir.

“Hamid” ise manevi varlık sahibidir.

Gani ekonomik değerlerdir, hamd ise sosyal değerlerdir.

Kardeşlik bir değerdir, ne var ki para ile alınıp satılamaz.

Böylece bu surede Kur’an’dan sonra Hz. Musa’nın kavmini anlatmış oldu. Her ikisinin görevi insanlığı zulmetten nura götürmektir, insanlığı devlet aşamasına ulaştırmaktır.

***