İBRAHİM SURESİ TEFSİRİ(14.SURE)
Süleyman Karagülle
911 Okunma
İBRAHİM SÛRESİ 9-11.AYETLER TEFSİRİ

İBRAHİM SÛRESİ - 3. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَا يَعْلَمُهُمْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (9) قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى قَالُوا إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا تُرِيدُونَ أَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ (10) قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِنْ نَحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَمَا كَانَ لَنَا أَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (11)

 

أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا اللَّهُ

ELaM YaETıKuM NaBaEu elLaÜIyNa MıN QaBLiKuM QaVMa NUXın Va GAvDın Va ÇaMUvDa Va elLaÜIyNa MıN BaGDiHiM LAv YaGLaMuHuM eiLAv elLAvHu

“Size, sizin kablinizde Nuh ve Ad ve Semud kavminin ve onların ba’dında Allah’tan başka kimselerin ilim etmediği kimselerin nebe’leri ety etmedi mi?”

Surede Kur’an ehline hitap ettikten sonra, Hazreti Musa’nın kavmini anlatmıştır.

Kur’an insanlığı zulumattan nura çıkarmak için inzal olunmuştur.

Hazreti Musa kavmini nura çıkarmak için irsal olunmuştu.

Daha önce Hûd Suresi’nde Nuh uygarlığını Firavuna tebliğe kadar getirmişti. Nuh uygarlığı birinci uygarlıktır. Yarısı Firavunun hâkimiyetinde olmak üzere 1500 senelik bir uygarlıktır. Ondan sonra başlayan uygarlık da bugün bitmektedir.

Hazreti Musa’ya kadar peygamber medeniyeti, Hazreti Musa’dan Hazreti Muhammed’e kadar peygamberli kitap medeniyeti, günümüzden sonra peygambersiz kitap medeniyetini yaşadık ve yaşayacağız. Bu sure şimdi de peygamberlerin medeniyetini ve ondan sonra kitaplı peygamberlerin medeniyetini anlatmaktadır.

Kur’an medeniyeti ile peygamberlerin gönderilmediği kitap medeniyetleri oluşmaya başlamıştır. Biz şimdi bu medeniyetin başlarında isek, şimdiye kadar insan ömrüne teşbihle 15 senelik bir zaman geçmiştir ama yine de uzunca bir yol almış bulunuyoruz.

Hazreti Musa’dan sonra gelen peygamberlerin adlarını saymamış, onlar için Allah’tan başkasını bilen yoktur demektedir. Daha önce insanlar birbirlerinden uzakta yaşıyor, haberleşmeleri ve ulaşımları çok zor olduğu gibi üniversiteleri ve bilgileri de yeterli değildi. Kabilelerin reisleri peygamberlerdi. Hazreti Nuh’tan sonra peygamberler geldi, değişik zamanlarda ve yerlerde değişik peygamberler geldi. Her biri kendi kavmini uygarlaştırdı. Uygarlıkları birleştirme görevi Hazreti İbrahim’e verildi ve onunla başlayan tek millet olma tebliği Kur’an’la sona erdi. Üçüncü binyılın başında da insanlık tek millet hâlinde yeni uygarlıklar kurmaktadırlar.

Bugün dört dini uygarlık vardır; Müslümanlar, Hıristiyanlar, Hindular ve Budistler. Ayrıca dört büyük güç vardır; ABD, AB, Rusya ve Çin. Büyümeye namzet ikinci güçler vardır; Hindistan, Afrika, Güney Amerika, Malezya, Endonezya, Avustralya, Yeni Zelanda, Okyanus Adaları da daha ilerde büyük güç olabilirler.

İşte yeni uygarlık bunların içinden doğacaktır.

Türkiye merkez olacak ama silahlı güç olmayacak, uygarlığın merkezi olacaktır. Yeni uygarlıklar silah zoru ile kurulmayacaklardır. Belki üçüncü cihan savaşı olmadan kurulacaktır. Belki de Sermaye’nin fitnesi sonucu üçüncü cihan savaşı çıkacaktır. Sermaye ülkeleri savaştırarak sonunda eline cetveli alıp sınırları çizeceğini sanıyor. Üçüncü dünya savaşı bitmiş, eline kalemi cetveli almış Sermaye, birinci savaş benzeri yerde haritaları çizmeye hazırlanırken, “Adil Düzen” ortaya çıkacak, o eline kâğıt kalemi alacak ve o da yeryüzünün haritasını çizecektir, Kur’an düzenine göre insanlığın anayasasını çizecektir.

Bu harita nasıl çizilecektir?

Demokratik usulle çizilecek. Önce yeryüzünün her tarafında demokratik yoldan bucaklar kurulacak. Yerinden yönetim kurulacak, halk kendileri kuracak, şeriatlarını ve yönetimlerini tamamen kendileri oluşturacaklar. Sonra il merkez bucaklarını oluşturacaklar. Anlaşamadıkları hususlarda hakemlere gidecekler. Piyasa da sermaye de gücünü yitirmiş olarak dünyanın nefretini üstüne çıkarmış olduğundan, bunu herkes gözleri ile gördüğü için Sermaye aynen Firavun gibi artık “Adil Düzen” sularında boğulmuş olacaktır. İnsanlık denizi geçmiş olarak kendi uygarlığını yeryüzü çölünde kurmaya çalışacaktır.

Şimdi Kur’an buraya kadar gelenleri özetlemektedir. Her özette tekrarlar var ama tekrarların hepsi yeni yönlerini ortaya koymaktadır.

أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ

EaLaM YaETıKuM NaBaEu

“Size nebeyi ityan etmedi mi?”

Buradaki ayetin muhatabı şimdi biziz. Kur’an her okunduğu zaman yeniden nazil olur. O anda onu söyleyen hayattadır, okuyanları ve dinleyenleri görmekte ve söylediklerini işitmektedir. Bunu kabul etmeyip Kur’an’ı 1400 sene önce inzal olmuş ve artık tarih olmuş sahifeler olarak kabul edenler Kur’an’a inanmayanlardır.

Kur’an nazil olurken bu Allah’ın sözüdür, Hazreti Muhammed de resulüdür diyenler mümin oluyordu. Bugün Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu söylemek, onu kabul etmek ona iman değildir. Kur’an’a iman etmek demek, bu Kur’an şimdi Allah tarafından bana gönderildi, ben onu okursam o benim bütün sorularıma cevap verir deyip Kur’an’a inanmış olur. Bu Kur’an’ı ben de bir tetkik edeyim, Allah’ın sözü ise ona inanayım, değilse reddedeyim diyerek Kur’an’ı okuyanlar müslimdirler.

Biz bu kitabı baştan inanmadan okumaya başladık. Allah’ın sözü olduğuna ilmen kani olduğumuzda artık biz Kur’an’ı laik bir anlayışla değil mümin olarak yorumluyoruz. Bizi öyle anlasınlar. Kendilerinin inanmış olma şartı yoktur.

الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ

elLaÜIyNa MıN QaBLiKuM

“Sizin kablinizde olanlar”

Bizim kablimizde olan bundan önceki tüm medeniyetlerdir. 2000 yıldan önce olanlar bizden öncekileridir. “Adil Düzen” geldiği zaman da “Adil Düzen” kurulmadan gelen tüm tarih bizden öncekilerdir. İnsanlık tarihi üçe ayrılacaktır. MÖ 3000 yıllarında insanlık uygarlaşmaya başladı, Milattan sonra 2000 yıllarında uygarlaştı. 5000 sene evvel 10 yaşına geldi, şimdi 15 yaşındadır.

Biz bunu kafadan atmıyoruz. Önce uygarlığı tanımlıyoruz. Satılanların üretilenlere oranı uygarlığı tarif eder. MÖ herkes kendi ürettiğini tüketiyordu. Alınan satılanlar yüzde bir bile olmuyordu. 2000 yılına kadar bu arttı, şimdi yüzde dokuz bile kendi ürettiğimizi tüketmiyoruz.

İşte buradaki siz diyerek bize hitap etmektedir. Özel olarak 2000 yıllarının insanlarına hitap ediyor. 1400 senedir Kur’an’ın uygulanması için insanlık hazırlanmıştır. Şimdi uygulayacak hâle geldik. Bir işletmeyi kurarsın, sonra işletirsin. Şimdiye kadar insanlık Kur’an işletmesini kurdu. Şimdi işletme zamanıdır.

قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ

QaVMa NUXın Va GAvDın Va ÇaMUvDa

“Nuh, Âd, Semud kavmini”

Bunlar Hazreti Musa Peygamberin de dâhil olduğu bize haberi gelen kavimlerdir. Hazreti Lut ve Hazreti Şuayb’ın kavimleri bunlara dâhil olduğu gibi Firavun kavmi de buna dâhildir. Bu sebepledir ki ayrı kavim demeyip bir tek kavim içinde topladı. Ayrı kavimler olmakla bir kavmin nesilleridir. Kuranları ayrıdır. Asıl uygarlığı kuranlar ilk üç peygamberdir. Sonra gelen Hazreti Lut ve Hazreti Şuayb son uygarlığı yaşatmışlardır. Hazreti İbrahim zaten kavmi ile değil tüm insanlıkla meşgul olmuştur.

وَالَّذِينَ مِنْ بَعْدِهِمْ

Va elLaÜIyNa MıN BaGDiHiM

“Ve onlardan sonra gelenler”

Onlardan sonra gelenler Hazreti Musa Peygamberden günümüze gelenlerdir. Bizim için birinci Kur’an ehli de dâhildir. Çünkü onlar uygarlığı peygambersiz kurmadılar. Bununla beraber peygambersiz bir uygarlığın nasıl kurulacağını öğrettiler.

İşte, Hong Kong ekolü bunu göremiyor.

Onlar olmasaydı Kur’an bugün olur mu idi. Onların bilgileri değil kâğıtları bile yoktu. Harfini bile değiştirmediler ve dili ile Kur’an’ı bize ulaştırdılar. Onlar teleskopla Kâinatın derinliklerine henüz bakmıyorlardı ama müsbet düşünme mantığını onlar getirdiler.

لَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا اللَّهُ

LAv YaGLaMuHuM eiLAv elLAvHu

“Onları Allah’tan başkası ilmetmez”

Evet, bize ulaşan haberler de Tevrat ve Kur’an’da yazılı olanlardır. Kazılarda Mısır kitabelerinde bile kıssaları yoktur. Çünkü onlar geldikleri zaman halktan birer insandı. Bugünkü Adil Düzen Çalışanları gibi adları sanları yoktu.

Daha dün Erbakan’ın çalışmalarını anlatanlar o günleri ağızlarına bile alamıyorlar. Cemaat ve Millî Görüşçüler hâlâ Akevler’le bu işe başladıklarını söylemiyor. Yazılan kitaplara bakın, Adil Düzen Çalışanları yoktur. Çünkü “Adil Düzen” onların değil Allah’ın düzenidir. Nasıl Kur’an Hazreti Muhammed’in sözleridir diyemiyorsak, “Adil Düzen” için de kimse şunlarındır diyemeyecek, çünkü onların düzeni değildir. Adil Düzen Çalışanları bu dünyada bir şöhret istemiyorlar, âhirette bile ‘cennetin kapısından içeri alsınlar yeter’ derler.

Buradaki “Allah’tan başkası bilmez”in anlamı budur.

Adil Düzen Çalışanlarının adlarını Allah’tan başka kimse bilmeyecektir. Çünkü onlar Allah için çalışırlar. Onların dünya talepleri yoktur. Onlar Allah’a tevekkül etmiş, O’nun takdirine kayıtsız şartsız boyun eğmişlerdir.

جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (9)

CAyEaTHuM RuSuLuHuM Bi eLBayYıNAvTı FaRudDUv EaYDıYaHuM FIy EaFVAvHıHıM Va QAvLUv EinNAv KaFaRNAv BiMAv EuRSiLTuM BiHIy Va EinNAv LaFIY ŞakKın MınMAv TaDGUvNaNAv EiLaYHı MuRIyBın

“Resuller onlara beyyinat ile ciet etti. Yedlerini femlerinin içine reddettiler ve irsal olunduğunuzu küfrettik ve bizi davet ettiğinize murib şekteyiz diye kavl ettiler.”

Onlara yani resuller döneminin kavimlerine resuller beyyinat ile ciet etmişti. Resuller halka onların yapamayacağı mucizeler gösterir, halk da onların mucizesine dayanarak inanır veya inkâr ederdi. Onlardan iki grup oluşurdu. Cemaat başkanın mucizeleri etrafında toplanırdı. Bugün de hâlâ insanlar kişilerin etrafında toplanmaktadır. Oysa bu itme Hazreti Musa’nın denizi geçmesinden sonra bırakılmıştır.

“Beyyinat” burada “beyyine”nin çoğulu olarak gelmiştir.

Önce peygamber mucize gösterip ikna ediyor, onun çevresinde toplananlara yapacaklarını söylüyor, onlar da onu yapıyorlardı. Başarıya ulaşınca halkın çoğu onların cemaatine katılıyordu. Oysa bugün artık kişiler insanları toplamıyor, ihtiyaçlar insanları bir araya getiriyor, başkanlarını onlar seçiyor.

İstiklâl Savaşı’nı Mustafa Kemal başlatmadı. Mustafa Kemal ile konuştular ve o da başlayan mücadelenin başına geçti. Bugünkü hastalık budur. Demokrasi hareketini Adnan Menderes başlatmadı. Celal Bayar’ın görevli olarak başlattığı harekâta halk Adnan Menderes’i görevli kılmıştır. Süleyman Demirel ve Turgut Özal hep halkın başlattığı harekete katıldılar. Erbakan da, Erdoğan da, Gülen de böyledir.

Beyyinat uygulamadaki başarıdır. Yani peygamberlerin mucizesi yanında söylediklerinin sonunda meyve vermesidir.

Adil Düzen Çalışanları Kur’an’dan istidlal ettiklerini söylüyorlar. Bu beyyinattır. Kur’an ayetleridir. İçtihat ve icmalar beyyinattır.

Hazreti Musa’dan önce gelen peygamberlerin kitapları yoktur, beyyineleri vardır. Bu sebeple burada sadece “beyyineler” denmektedir.

Ellerini ağızları içine reddettiler. Eller ağza girmez. Parmaklar girebilir. “İlâ” değil de “Fî” harfini kullanmaktadır. O halde burada hakiki mana verilemez, mecazi mana verilmelidir. “Yed” iş yapan araçtır. “Ağız” da söz söyleyen araçtır. İşi ters çevirdiler denmektedir. Peygamberler ne yapacaklarını halka söylüyorlardı, Allah’ın yani topluluğun işlerini yapacağına dedikodusunu yaparlar. Konuşurlar, karşı çıkarlar, hatta sizin tarafınızda da olabilirler ama amel etmezler. Bugün uygulanmıyor. Ama bakan belediye başkanını, partiler birbirlerini kötülerler. Karşı fikirler ileri sürerler ama uygulayarak göstermezler.

“Adil Düzen”e saldıranlar veya onu savunanlar düzeni uygulayarak gösterme yerine sadece tartışırlar. İş hayatını söz hayatına dönüştürürler.

AK Parti durmadan başkanlık sistemini tartışalım diyor, kendisi tartışmaya başlamıyor. Evvela parti içinde tartış, belediye kanununu çıkar, başkanlık sistemini orada uygula. Başkan değil yargı belediye başkanını uzaklaştırabilsin. Ondan sonra devlet başkanına sıra gelsin.

“Ünziltüm Bihî” denmiyor, “Ürsiltüm Bihî” deniyor. Henüz kitaplar inzal olunmaya başlanmamıştır. İrsal olunan şey başka,  davet edilen başkadır. O halde şu sorulacaktır:

İrsal olunan nedir, davet olunan nedir?

Davet edilen “Adil Düzen”dir. Adil Düzen işletmeleridir. İrsal olunan ise içtihatlardır. İçtihat edeceksiniz ve uygulayacaksınız. Halk “Adil Düzen”i teori olarak kabul etmediği gibi halk “Adil Düzen” işletmelerine de katılmamaktadır.

“Murib” “şekk”in sıfatıdır. Reybe veren bir şek içindeyiz. Şek olup olmayacağı hususunda tereddüt edilen anlamındadır. Zan ve reyb şekkin alt kümeleridir. Şekkin zannı vardır, reybi vardır.

“Adil Düzen” olarak söylediklerimize kulak vermemektedirler, anlamaya çalışmamaktadırlar; sonra da anlayamadık deyip bırakmaktadırlar!

Bugünkü insanlar hep düşünmeden ve zahmet çekmeden iş yapılsın, biz hazıra konalım diyenlerdir. Oysa biri bir iddiada bulundu mu, muhataplar onu değerlendirmelidirler; doğru ise onunla beraber olmalıdırlar, yanlışsa da yanlışlığını gösterme durumundadırlar.

“Adil Düzen” ile ilgili kitaplar yazıldı. Erdoğan bizim arkadaşlarımıza yani bize karşı ekip kurdu. Çalıştılar. İtiraz ettikleri bir şey yok; bu eksiktir, bu uygulanamaz dediler! Aralarındaki tartışmaların metinleri bize ancak 18 sene sonra ulaştı. Sadece özetini Erbakan’a takdim ettiler. Orada da şu sonuca vardılar; “Adil Düzen” ne ilmîdir ne İslâmîdir, derhal bırakılmalıdır!

İşte bu belge bu ayetin bir tezahürüdür.

Bu kardeşlerimizin bizimle 20 sene sonra da olsa tartışmaları gerekir. Erdoğan’a bir şey söylediğimiz zaman benim şeriattaki danışmanım Hayrettin Karaman’dır diyormuş. Tamam da, Karaman bizimle tartışmadan gizli fetvalarla danışmanlık yapamaz. Biz hiçbir şeyi savunmuyoruz. Doğruyu arıyoruz. Hak ne ise biz onu savunuyoruz.

جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ

CAyEaTHuM RuSuLuHuM

“Resulleri onlara ciet etti”

Türkçede “elçileri” dediğimizde gönderenin elçileri anlaşılır, Arapçada kendilerine gönderilenler anlamı da verilir ki burada böyledir. Elçiler kendi beyyineleri ile gelmişlerdir. Burada “gelmiş” kelimesi “Bi” ile teaddi etmiştir, gelme manasından çok getirme manasını taşır. Resuller beyyineleri getirmişti. Allah içlerinden birine melek gönderir, onu görevlendirir, o da insanları davet eder. Ona uyanlar olur, uymayanlar olur. Sonunda uymayanlar helâk olur, uyanlar yeni düzeni oluştururlar.

Allah bu Kâinatı böyle yaratmıştır. İnsanlar doğarlar, yaşarlar, yaşlanırlar ve ölürler, yerlerine yeni çocuklar geçer. Topluluklar da böyledir. Resuller gelmiş ve onlara yeni yol göstermiş olurlar. Bu Kur’an’a göre böyle devam etti, Kur’an’dan sonra artık melek gelip resuller görevlendirilmeyecektir, mucizeleri olan resuller olmayacaktır. Onun yerine içtihatları ve icmaları geçmiş olanlardır. Yeni şeyler getirecekler ve bunlar uygulanacak, başarıya ulaşacaklardır. Demek ki bugün de gelen resuller “Adil Düzen Çalışanları”dır. Bugün Adil Düzen Çalışanları burada anlatılanlarla karşı karşıya kalacaklardır.

بِالْبَيِّنَاتِ

Bi eLBayYıNAvTı

“Beyyinelerle”

İki çeşit resul vardı. Biri kitap getiren peygamberlerdir. Diğeri ise peygamberlerin getirdiklerini uygulayanlar. Bunlar da vahiy alırlardı ama yeni kitap getirmezlerdi, çünkü eski kitap onlara yetiyordu. Zaman geçip de kitap yeterli olmayınca yeni kitap nazil oluyordu.

Kur’an ise son kitaptır ve kıyamete kadar değişmeyecektir.

Bizler de kitabı olmayan resuller benzeri görevliyiz.

Demek ki bugün beyyinat dört çift delildir; ilim ve kitap, istishab ve sünnet, örf ve icma, kıyas ve istihsan. Bunlara dayanarak içtihat yaparız. Kur’an’ı yorumlarız. Ondan sonra çevremize tebliğ ederiz.

Birinci Akevler uygulaması bunu başarı ile elde etti. Necmettin Erbakan sayesinde tüm dünyaya ulaştırıldı. Şimdi ikinci Akevler çalışması başlamıştır. Birinci uygulayıcılardan birkaç kişi hayattadır. Ama gerek İzmir’de gerek İstanbul’da bu ikinci çalışmalar devam etmektedir. Müçtehit Yetişme Merkezi’ni kurduk. İlk uygulamada zorluklarla karşılaştık. İkinci uygulama için hazırlık yapıyoruz. Adayları önce işletmelerimizde emek ortağı olarak çalıştıracağız, onlardan yetenekli olanlara Arapça ve Matematik öğreteceğiz. Böylece işletmelerimizin sorunlarını çözen bir ekol kurmuş olacağız.

فَرَدُّوا أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ

FaRadDUv EaYDıYaHuM FIy EaFVAvHıHıM

“Ellerini ağızlarına reddettiler”

Buradaki “Fî” harfi elin ağıza sokulmasına mani karinedir. Şimdi mana vermemiz için de bir dai karine olması gerekir. “Red” kelimesidir. Eller zaten ağızda imiş, oradan çıkmış, sonra reddediyor yani ağızdan çıkanı ağıza iade ediyor. El ağızdan çıkmaz. O halde şu manayı belirtiyoruz. Önce proje yapılmış beyinde, ağızdan dışarıya uygulanmak üzere çıkmıştır. Projeyi elleri ile yapmaları gerekirken tekrar sözlerle iade etmişlerdir. Yani amel etmeye karşı direnmişlerdir. Bir şeyi uygulamak istemezseniz ona bahaneler bulur, direnirsiniz. İşte, Kur’an bunu “ellerini ağızlarının içine reddettiler” tabiri ile ifade etmektedir.

Hâlbuki insanların gerçekleri gördüklerinde semi’nâ ve eta’nâ demeleri gerekir.

Proje yapılırken tartışılır. Proje haline gelince artık tartışma biter ve herkes projeye uygun hareket etmeye başlar. Projede değişiklik yapılmaz. Projede değişiklik demek eli ağıza reddetmek demektir. Yani o elin yapacağını ağıza yaptırmak demektir. Asıl olan beynin ellere hâkim olmasıdır. Oysa eller ağza hâkim kılınıyor.

وَقَالُوا

Va QAvLUv

“Ve dediler”

Ellerini ağızlarına getirip dediler. Yani yaptıklarına devam etmek için yeni söylenenleri inkâr ettiler.

İnsanlığın en büyük sıkıntısı alışkanlıklarını sürdürmektir, alışkın oldukları hususları savunmalarıdır. Yeni şey yapmayı istememeleridir. İşte böyle topluluğa sosyalizmi veya kapitalizmi musallat eder, onları zorla yola getirir. Ne var ki böyle zorla gelen inkılâplarda gelen gideni aratır. Güçlü olanlar insanlara kendi istediklerini zorla kabul ettirirler. Bu yetmiyormuş gibi zorla kabul ettirdikleri şeyleri tasdik de ettirirler.

Hâlbuki baskı yapmasalar zulme ses çıkarmayacaklardır. Baskı yapınca onlarda reaksiyon doğar. Sonunda baskı yapan aksi baskı ile karşılaşır ve patlama olur.

إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ

EinNAv KaFaRNAv BiMAv EuRSiLTuM BiHIy

“İrsal olunduğunuzu küfrediyoruz”

Arapçada hal sigası (şimdiki zaman) yoktur. Ya geniş zaman sigası kullanılır ya da geçmiş zaman sigası kullanılır. Burada biz küfrettik manasında değil de küfrediyoruz manasında gelmiştir.

“Küfretmek” demek inanmamak demek, güvenmemek demektir.

“İman etmek” demek güvenmek demektir.

Burada küfrün başka yerlerde vermediğimiz bir manası ile karşılaşıyoruz. Kapatmak, saklamak anlamında olduğu gibi küfranı nimet anlamına da gelir. Buradaki manası ise sizin söylediklerinizin doğru olduğunu kabul etmiyoruz demektir. İnzal olunana fazla bir şey demiyorlar. Hatta kabul ediyorlar bile. Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanıyorlar. Önceki olayların izahına da ses çıkarmıyorlar. Hattâ onları heyecanla anlatıyorlar. Ama haydi gelin uygulayalım derken en akıllıları bile yanaşmıyorlar.

Burada “Ursiltum Bihi” diyerek yapılan içtihatlara da itiraz etmiyorlar. Onların irsal olunmadığını, yanlış içtihat ettiğimizi bile söylemiyorlar. Ama biz sizin söylediklerinizi şimdilik uygulamayacağız diyorlar. Bile bile uygulamaktan imtina ediyorlar.

İşte bu sebeple yaptıkları küfür olmaktadır.

وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ

Va EinNAv LaFIY ŞakKın

“Ve biz şek içindeyiz”

Evet, sizi dinlediğimiz zaman açıklamalarınıza bir şey demiyoruz, yanlıştır demiyoruz. Bizim size karşı gelmemiz uygulamadadır. Kur’an’ı istediğiniz kadar göklere çıkarın, itirazımız yok. Âlimleri ve mürşitleri istediğiniz kadar yüceltin, hele ölü iseler sorun yok, biz bile sizinle beraber oluruz ama uygulamaya gelemeyiz derler. Bizim karşı çıktığımız uygulamadır, inançlarınız ve dünya görüşünüz değildir. Uygulamada size karşıyız diyorlar.

مِمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ

MinMAv TaDGUvNaNAv EiLaYHı

“Bizi davet ettiklerinize”

Biz davet ettiklerinize küfrediyoruz. Onu kabul etmiyoruz. Gelin şeriatı dışlayın, Kur’an’a göre amel etmekten vazgeçin, biz sizin dediklerinizi kabul edelim diyorlar.

İşte, Sermaye’nin ılımlı İslâm dediği budur.

Yönetimler de şimdiye kadar Sermaye’nin bu gafilâne anlayışını benimsemiş, insanlığı bugünkü hale getirmiştir. Sosyalizm aslında kapitalizmden ileri bir yönetim şeklidir. Bunu bilen kapitalistler görünürde sosyalizme sahip çıkmışlar ama sosyalizmi bozmak için aileye, mülkiyete, dine ve devlete saldırmışlardır. İnsanlığın bir asrını kanlar içinde boğmuşlardır. 50 milyon insan bu çatışmada hayatını kaybetmiştir. Hâlâ Suriye’de insanlar ölmeye devam ediyor. Türkiye’de de terör ve ölümler devam ediyor.

مُرِيبٍ (9)

MuRIyBin

“Murib”

Burada “muribin” de okunabilir. O zaman kendileri murib olurlardı. Çoğul olması gerekirdi. “Murib” olması kelimenin “şekkin”e sıfat olmasıdır.

“Şekk-i murib” demek inkâra götüren şektir.

Senin dediğini sözde tasdik etsek bile, dediklerini yapacak olursak bizim hayatımız mahvolur diyorlar! Sizi ezmek isteyen sosyalizm, sizi sömürmek isteyen kapitalizm, sizi hem ezmek hem de sömürmek isteyen karmacıların (sosyalizm ve kapitalizmin karması) söylediklerini fiilen uyguluyorsunuz; “Adil Düzen”i tartışma alanından bile sürüyorsunuz!

قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى

QAvLaT RuSuLuHuM Ea Fiy elLAHı ŞakKun FAvOıRı elSaMAvVAvTı Va eLEaRWı YaDGUvKuM LıYaĞFıRa LaKuM MiN ZüNUvBıKuM Va YuEapPıRaKuM EiLAy EaCaLin MüSamMan

“Resulleri onlara kavl ettiler: Semavat ve arzın fatırı Allah’ta şek mi vardır? Sizi zünübünüzü mağfiret etmeye davet ediyor. Müsemma ecele dek tehir edecektir.”

Onların ‘biz senin getirdiklerine küfrediyoruz ve bizi davet ettiklerinize karşı da mürib şek içindeyiz’ demelerine karşı cevap verdiklerini bize bildiriyorlar.

“Kâlû” diyerek cevap verilebilirdi. “Kalet” demiş ve “resulleri” kelimesini iade etmiştir. Çünkü resullerin her biri ayrı ayrı kendi kavmine söylemiştir. “Kâlû” denseydi resuller birden söylemiş olurlardı. “Hum” kavimlere gitmektedir, bir kavmin halkına değil. Resuller çok, “hum” da çoğul. Herkesin resulü kendi kavmine söylemiş olur.

Peygamberler insanların hep akıllarına hitap etmişlerdir.

İnsanlar iki şekilde inanırlar.

Birincisi, akılları yatar ve kabul ederler.

Bir de, onlar da ona karşı bir yakınlık duyarlar ve ona inanırlar.

İki türlü yaşam şekli vardır.

Biri, hislerin istediklerini akıl yapar, akıl hislerin emrindedir.

Diğeri ise aklın istediğine hisler mani olmaz, onun isteklerine itaat eder.

Hisler nefis olarak tesmiye olunur.

Allah’ta şek mi vardır. O semavatın ve arzın fatırıdır.

“Ca’letmek” bir şeye kendisini değiştirmeden bir görev yüklemektir. “Halk etmek” mevcut parçaları birleştirip veya ayırıp yeni şey yapmaktır. “Bedi'” ise bir şeyi yeniden ortaya çıkarmadır. “Fıtrat” ise basit parçaları birleştirerek yapıyı oluşturmadır. Bir hamura şekil vermek hilkattir. Tuğlalardan ev yapma fıtrattır. “Fudur” Gürcücede güvelenmiş anlamındadır. Kâinat Batılıların kuantum dedikleri zervlerden oluşmaktadır.

Tarihte uzun tartışmalar olmuştur. Kâinat hamurdan mı yoksa tanelerden mi oluşmuştur? Kelamcılar tanelerden oluştuğunu savunmuşlar, filozoflar hamurdan oluştuğunu iddia etmişlerdir. Bugünkü ilim kesin olarak tanelerden oluştuğunu ispatlamıştır. Ne var ki o taneler birleşerek hamur gibi davranmaktadır.

İnsan hücrelerden oluşmaktadır. Dolayısıyla biyolojik yapı da fıtrattır. Hücreler moleküllerden oluşur. Moleküler yapı da fıtrattır. Moleküller atomlardan oluşur. Atomların yapısı da fıtrattır. Atom da elektron ve pozitrondan oluşur, onun yapısı da fıtrattır. Elektron ve pozitron birleşirse ışık parçacıkları oluşur. Kur’an semavat ve arzın fatırına işaret ederek o Allah’ta şek mi var diyor.

Resuller hep böyle akıl yoluyla hitap ederek insanlığı hakka davet ettiler. Parçacıklar yaratılmış, sonra onların birleşmesinden Kâinat oluşmuştur. Kendiliğinden var olma teorisi tamamen iflas etmiştir. Çünkü 13,7 milyar yıl önce Kâinatın yaratıldığını kâfir olmayan hiçbir ilim adamı iddia etmemektedir. Yine bugün ispat edilmelidir ki Kâinat çok büyük bir aklın ve zekânın bir sonucudur. O halde bugün Tanrı’nın var olmasından kuşku duymak imkânsızdır.

Yine bugünkü ilimler ispat etmiştir ki boş yere işe yaramaz hiçbir şey yoktur. Gezegenlerde hayat yoktur. Dolayısıyla bir işe yaramıyor denir. Oysa yaz kış gezegenlerde düzenlenmiştir. Yıldızların dolayısıyla Güneş’in hep eşit şiddette ışık yayması fıtrattan dolayıdır. Parçacıklar öyle özelliklerde oluşturulmuştur ki bunlar olsun.

O sizi davet ediyor.

Zenblerinizi mağfiret etmeye davet ediyor.

İnsandan başka her şey çevreye hizmet eder, sadece insan çevreyi kirletir. İnsan doğanın yapısını bozarken sosyal yapıyı da bozar. İnsanoğlu devamlı suç işlemektedir. Bu suçların sonunda yeryüzünde fesat olmaktadır.

İşte bu fesadı ortadan kaldırmak, onun zararlarını bertaraf etmek için sizi şeriata davet etmektedir. Bu sayede tesmiye edilmiş ecele kadar tehir etmektedir.

Gerçek şudur ki Allah nurunu tamamlayacak, Kur’an düzenini yeryüzüne hâkim kılacak, buna mani olanlar bertaraf edilecektir. Erdoğan olsun, Putin olsun, Obama olsun, Gülen olsun; onlar ne yaparsa yapsın, Allah’ın nuru tamamlanacaktır. Akevler olmasa da, Yenibosna Adil Düzen çalışmaları olmasa da bu nur tamamlanacaktır. Kimse buna mani olamayacaktır. Belli bir zamana ertelenmiştir. İşte o zaman içinde herkes günahını mağfiret ettirebilir. Tevbe etmek her zaman mümkündür.

Müsemma ecel vardır. Tesmiye edilmiştir. Bir etki olmazsa müsemma ecel gerçekleşir. Ama müdahale olursa müsemma ecel öne alınabilir, sonraya da bırakılabilir. İnsan iradesi müdahale ile müsemma eceli öne alabilir, sonraya bırakabilir.

İnsanlar iradeleri ile hallerini düzeltsinler diye Allah onların cezalarını hemen vermez, erteler. Bugünkü durum budur. Adil Düzen Çalışanları çalışmalarını tamamlasınlar diye nurun tamamlanması ecele kadar ertelenmiştir. O gün geldiği zaman artık bir saat tehir edilmez, bir saat takdim edilmez.

قَالَتْ رُسُلُهُمْ

QAvLaT RuSuLuHuM

“Resulleri kavl etti”

Burada resullerin kime kavlettiğini söylemiyor. Resuller herkes için kavletti. Muhatap bütün insanlardır. Her resul tüm insanlara bunları kavletti. Resuller bir kavme gelir, onlara hitap eder ve onları bir ümmet hâline getirirler. Ama söyledikleri şeyler ve çağırdıkları düzen İslâm düzenidir. O tektir. Bu sebepledir ki bütün şeriatlar birdir, sadece zamana göre uygulanışları farklıdır. Hıristiyanlık düzeni ile İslâm düzeni arasındaki fark Hanefi mezhebi ile Şafii mezhebi arasındaki fark kadardır. Bu sebeple burada “rusuluhum” denmiştir.

Bütün resuller insanlığı aynı şeye davet etmişlerdir. Herkesi Mekke’ye çağırmaktadır. Sadece yollar ve araçlar farklıdır.

Çağrılan yer neresidir?

Semavat ve arzın fatırı kendi fıtratına uygun amel etmeye çağırmaktadır. Her şeyi farklı yaratmış ve ona görev vermiştir. Kadını kadın, erkeği erkek yaratmış ve ona göre görev vermiştir. Kadın kendi görevini yapacak, erkek kendi görevini yapacaktır. Kadın ile erkek birbirlerinin işini yapmaya kalkıştıkları zaman fesat oldu.

O halde, Allah yaradılış kanunlarına uygun davranmamızı istemektedir. Bizden O’na akıl vermemiz değil, aklımızı O’nun dediklerini anlamamız için kullanmayı istemektedir.

Bugün de bizim vazifemiz sadece ve sadece Kur’an ne diyorsa onu anlayıp insanlara ulaştırmaktır, onlara hizmet vermektir. Onların bize uymalarını istemek yetkiyi aşmadır.

أَفِي اللَّهِ شَكٌّ

Ea Fiy elLAHı ŞakKun

“Allah’ta mı şek vardır?”

Allah’ın varlığında şek mi vardır? Allah’ın iktidarında şek mi vardır? Allah’ın bilgisinde şek mi vardır? Allah’ın şeriatında şek mi vardır?

Kur’an’ı insanlara anlatıyoruz, deliller gösteriyoruz.

Kendilerinin bu anlattıklarımıza aklı eriyor.

Bir dostuma anlattım, Kur’an’da recim cezası yoktur dedim. Zaten Kur’an’da olmadığını kendisi de biliyordu. Bana sordu; ya Hz. Peygamber’in recmettiğine ne diyorsun dedi. Ben de; ya hadis uydurmadır, ya da Kur’an nazil olmadığı zaman yapmıştır dedim. İkinci delilimi zoraki kabul etti. Fıkıhta icma derecesinde sabit olan bir hükmü değiştirmek istemedi.

Medrese mezunları şunları yapmalıdırlar.

1) Klasik Kuran Arapçasını öğrenmelidirler. Ruhu’l-Kur’an’dan yararlanabilirler. Tayibet Erzen’e mail atıp programı isteyebilirler; mail adresi tayibeterzen@gmail.com dur. Arapça bilmeyenler bile bir sene içinde yeter derecede Arapça öğrenmelidirler.

2) Bir lise kitabından Matematiği öğrenmelidirler. Matematiksiz bugünkü ilimler bilinemez, bugünkü sorunlar çözülemez.

3) Ondan sonra içtihada başlamalıdır. Karşılarına çıkan sorunları Kur’an’a ve müsbet ilimlere dayanarak çözmeye çalışmalıdırlar. Bunun için; 

a) Günümüz müçtehit âlimlerinin kitaplarını okumalıdırlar. Ben müçtehidim diyeni müçtehit olarak kabul edeceklerdir.

b) Günümüzde içtihat yapmak isteyenlerle buluşup müzakere etmelidirler.

c) Bu hususta bugünkü Batılıların söylediklerini de öğrenmelidirler.

d) Bu hususta klasik Fıkıh ve Hadis kitaplarını öğrenmelidirler.

4) İçtihat ettikleri konularda kendi içtihatlarına göre, içtihat etmedikleri hususlarda seçtikleri müçtehidin içtihatlarına göre amel edeceklerdir.

İçtihat yapmayan kimseler, yaşayanlardan içtihat yapanlardan birine tabi olabilirler.

فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ

FAvOıRı elSaMAvVAvTı Va eLEaRWı

“Semavat ve arzın fatırı”

Allah fatırdır. Fatır izafetle marifedir.

Ben Arapça alet tabirlerini kullanıyorum. Baştan anlayamazsınız. Onları anlamadan geçeceksiniz. İlerledikçe bu kelimelerin manalarını kavramaya başlarsınız. Yaşınız ilerledikçe bunları anlayarak yazılarımı okursunuz. Benim yazılarımda ancak âlimlerin anlayacağı ifadeler vardır, halkın anlayacağı kısımlar vardır. Günlük hayatı anlatarak sizlere Kur’an’ı uygulama örneklerini veriyorum. Bu yorumlar her yıl yenilenmelidir. Yoksa bugünkü müfessirlerin düştüğü hataya düşersiniz, Kur’an’ın değil benim muhatabım olursunuz, günümüzü değil tarihi yaşarsınız.

“Fatırı” demek, parçalanmaz parçacıkların birlikte örülmesi sonunda ortaya çıkan yapı demektir. Hareketli tuğlalar yerleştirilmiş, Kâinat ve biz oluşturulmuşuz. Semavat ve arz üç boyutlu uzayımızdır. Üç boyutlu uzaydaki parçacıklar dört boyutlu uzaydaki ipliklerdir. İplikler alanlardır. Yüzeyler hacimlerdir. Hacim dört boyutlu isimlerdir. Bizim üç boyutlu uzayımız dört boyut içinde kayan bir kesittir. Dört boyutlu uzay beş boyut içindedir. O sayede biz iradeli hareketleri gerçekleştirebiliyoruz, ayakta duruyor veya oturuyoruz.

Üçboyutlu uzayımız “semavat ve arz” olarak adlandırılmaktadır. Dört boyutlu uzayımız “kürsi” olarak adlandırılmaktadır. Beş boyutlu uzay “arş”tır. Allah bütün bunların fatırıdır ve rabbidir. Fatırıdır, atom parçacıklarından örmüştür. Rabbidir, bunu öyle örmüştür. Üç boyutlu uzayımız saat gibi şaşmadan, geri kalmadan, ileri gitmeden çalışmaktadır.

Kur’an üçüncü binyıl insanına hitap ederek diyor ki; Allah size bunları bildirdi. Öğrendiniz ve anladınız. Hâlâ onda şekkiniz mi var? Olması mümkün değil, çünkü siz onun içinde yaşıyorsunuz ve bunları biliyorsunuz.

Kendisinde şek bulunmayan Allah sizi bir yere davet ediyor. Ey insan, sende kaç madde parçacığı vardır biliyor musun? 1,2x1032 adet vardır. Bunlar her an hareket etmektedir. Gayet muntazam bir şekilde hareket ediyor. Sen bunlar sayesinde yaşıyorsun. Sana bu kadar nimeti ihsan etti. Parçacıkları zamanın ile çarparsan bu sayı birer saniyede 6*10^73 olur. Bunu ömrünle çarparsa, bunu 100 yılın saniyeleri ile çarparsan 2*10^80 parçacık nimetini sana bahşetmiştir. Sen bunun şükrünü yerine getirmen gerekirken ne yaptın? Tanrı yoktur diye teoriler ürettin! İnsanlığı yarım yüzyıl iğfal ettin! Şimdi ise …

يَدْعُوكُمْ

YaDGUvKuM

“Sizi davet ediyor”

Kur’an tüm insanlığı davet ediyor, günahlarını küfürlerini temizlemeye davet ediyor.

Bu davet nedir?

Kur’an düzenidir. İslâm düzenidir. İlâhi düzendir. Tabii düzendir.

Sizden ne istiyor?

Karşılıksız para putunu bırakınız; “altın, toprak, demir ve buğday paralarına” geçiniz. Faizli kredi sistemini bırakınız; faizsiz kredileşme sistemini getiriniz, selem sistemini (peşin ödeme) getiriniz. Ekonomi siyasete, siyaset ekonomiye karışmasın, dini ve ilmi ezmesinler, sömürmesinler. Yerinden yönetimi ve hakemlik sistemini getiriniz. Yararlanma mülkiyeti ile işletme mülkiyetini birbirinden ayırınız. Çalışmayan veya çalışamayanlara yeryüzü toprak kirasını veriniz...

İşte sizi bunlara davet ediyor.

İşte insanlığı bunlara davet ediyor.

Yerinden yönetim demek, ülkeler bağımsız olacak, iller ülkeler içinde bağımsız olacak. Bucaklar iller içinde bağımsız olacak. Ocaklar bucaklar içinde bağımsız olacak. Nihayet insan ocak, bucak, il, ülke ve insanlık içinde bağımsız olacak, özgür olacak. Ama kimsenin hukukuna dokunmayacak. Herkesin özgürlük sınırı başkalarının özgürlük sınırıdır. Bu sınırı kanunlar değil, bu sınırı silahlar değil, tarafların seçtiği hakemler belirler. Yargı kararlarına herkes uyar. Ordu ve emniyet hakem kararlarını yerine getiren bir örgüttür. Eğer ordu ve emniyet hakem kararları dışında hareket edecek olursa eşkıya olur, terörist olur. Taşra ve merkez bucak başkanları vardır. Bunlar geçici hakemlik yaparlar. Mağdur olanlar sonra hakemlere gidip mağduriyetlerini giderirler. Kur’an sizi işte bu düzene çağırmaktadır.

لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ

LıYaĞFıRa LaKuM MiN ZüNUvBıKuM

“Zenblerinizi mağfiret etsin diye”

“Zenbler” burada marifedir, bilinen işlenmiş suçlardır.

Nedir bu suçlar?

Önce Rönesans adı altında şeriat düzenini bırakıp sömürü düzenini aldınız. Savaşları meşru hâle getirdiniz. Hür insanları ormanlarda yakalayıp köleleştirdiniz. İstila ettiğiniz kıtalardaki yerlileri katliamdan geçirdiniz. Faizi meşrulaştırdınız. Din düşmanlığı sizin temel amacınız oldu. Mabetleri yıktınız. Din adamlarını astınız. Allah’ın size verdiği basını, yayını, ulaşımı ve ilmi Allah’a isyanda kullandınız. Fuhşu kutsileştirdiniz. Müslümanlar da onlara tabi oldu, onların peşinde koşmaya başladı. Savaşları kazandılar ama sonra inkılâpları dinsizlik içinde yaptılar. İşte bu Allah’a isyan ve küfür halinize devam ediyorsunuz.

Dini ne olursa olsun, mezhebi ne olursa olsun, nerede olursa olsun, benim bu sözlerimi duyan veya okuyan kimse düşünsün, Tanrı her insana o kadar nimetler ihsan etmiş. İnsan ise bu nimete isyan ile cevap vermiş. Öyle mi değil mi? İşte Allah bizim aracılığımızla sizi davet ediyor. Sizi beşyüz seneden beri işlemiş olduğunuz günahları affetmeye davet ediyor, mağfiret etmeye davet ediyor. O pislikleri “Adil Düzen” sayesinde kapatacak, toprağa gömecek ve üstünü örtecek. İnsanlık artık o mezbelelikte yaşamayacaktır.

وَيُؤَخِّرَكُمْ

Va YuEapPıRaKuM

“Ve sizi tehir ediyor”

Sizi davet ediyor. Sizi kurtulmaya davet ediyor. Sizi mağfiret olunmaya davet ediyor. Bunun için de size bir zaman tanıyor.

Allahın adlandırdığı bir ecel vardır. O zamana kadar bunlar yola gelirlerse gelecekler ve helâk olmayacaklar. Gelmezlerse, o gün Allah’ın emri gelmiş olacak ve tüm dünyanın çok azı hariç helâk olacaklardır. Aleksi Karel diyor ki; bugünkü insanlık helâk olacağını biliyor. Eskiden ise beklenmedik helâk ile karşılaşıyordu.

İşte o uyarıyı yapmak için peygamberler geliyor ve mucizeler gösteriyor, sonra da helak olacaklarını bildiriyordu. Şimdi ise insanların helake gittiğini kendileri biliyorlar, mucizeli peygamberlere gerek yoktur.

إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى

EiLAy EaCaLin MüSamMan

“Müsemma ecele dek”

Bugün çevre kirlenmektedir. Kirlilik belli bir seviyeye ulaştığı zaman yalnız insanlar değil canlı bile kalmaz. Bu durum bugünkü şartlarda 100 ile 200 yıl arasında hesaplanmıştır. Toprak kirleniyor, su kirleniyor, hava kirleniyor ve canlı kirleniyor.

İnsanlık zina bataklığına sürükleniyor... Evlilik müessesesi çöküyor... Nüfus azalıyor... AİDS ve diğer zührevi hastalıklar yaygınlaşıyor...

Bütün bunlar insanlığın ölüme doğru gitmesi demektir. Henüz uygarlaşma tamamlanmadığı için yine de nüfus artmaktadır ama bu artış gittikçe azalmaktadır. Gelecekte azalma devam edecek ve insanlık soyu inkıraz edecektir.

Bugünkü yargı sisteminde davalar yıllar değil on yıllarca sürüyor. Bu zamanın uzaması her yıl daha çok artıyor. Mahkemeler artık düzeni sağlayamıyor. Devlet artık yargı kararları uygulayan bir kuruluş yerine eşkıya kuruluşu hâline dönüşüyor. Devlet aşaması öncesi dönemlere doğru gidiliyor ve bu geliştirilen silahlarla sağlanmaya çalışılıyor. Dünya barut fıçısına dönüşmüştür. Bir gün bu silahlar kullanılmaya başlanırsa artık yeryüzünde insan kalmaz. Atom, biyolojik, kimya ve tahrip silahları tüm insanlığı intihara doğru götürmektedir.

İnsanlar çalışarak yani emek harcayarak yaşamak yerine, sömürerek yaşama çabasına girmişlerdir. Sömürü yarışını ve savaşını yapmaktadırlar. Görünmeyen ama aslında en büyük olan tehlike budur. Köyler boşalmakta, tarım unutulmaktadır. Bugün hormonlu sera tarımı ile yaşıyoruz. Bu ise insanlığın intiharıdır. En büyük tehlike budur.

İşte bu helak tarihleri gelmeden sizi zenblerinizden mağfiret etmeye çağırmaktadır.

قَالُوا إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا تُرِيدُونَ أَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ (10)

QAvLUv EiN EaNTuM EilLAv BaŞaRun MiÇLuNAv TuRIyDUvNa EaN TaÖudDuvNAv GanMAv KAvNa YaGBuDu EAvBAvEuNa FaETUvNav BiSuLOAvNıN MüBIyNın

Onlar şöyle dediler: Siz bizim gibi bir beşersiniz. Eblerimizin ibadet ettiklerinden bizi saddetmek irade ediyorsunuz. Bize mübin sultan ile gelin.”

Bu âyetler bir dönemde cereyan eden olayları anlatmaktadır. İnsanlığın tarih boyunca yaptıklarını ve söylediklerini anlatmaktadır.

Dün olduğu gibi bugünkü insanlar da aynı şeyleri söylüyorlar.

Halk diyor ki: Evet, biz sermayeye tapıyoruz. O sermaye sahiplerinin karşılıksız paralarının peşinde koşuyoruz. Ama mecburuz, çünkü onların silahları var, güçleri var, orduları var, bizi doğrayacak satırları var. Sizin ise bir şeyiniz yok, siz de bizim gibi zavallı birilerisiniz. Siz de bize onlar gibi karşılıksız olsun dolar/para getirin, atomunuz olsun, silahınız olsun, biz o zaman size tâbi oluruz. Yoksa bugün karnımızı nasıl doyuruyorsak öyle doyurmaya devam edeceğiz. Biz “Adil Düzen”i kabul edemeyiz. Çünkü bizim sermayeye karşı duracak, beş büyüklere karşı duracak gücümüz yoktur.

قَالُوا

QAvLUv

“Kavl ettiler”

Bunları söyleyenler halktır, sömürenler değil sömürülenlerdir.

Buradan anlıyoruz ki bizim muhatabımız sömürülen halk sınıfı olmalıdır. Sömürenleri yola getirmekle uğraşmamalıyız. Çünkü onların varlığı sömürmeye dayanır.

Biz sömürülen halkı organize etsek, sömürülmekten kurtulurlarsa, sömürenler sömürmeden yaşama şekillerini arayacaklardır, faizsiz kredileşme düzenine geçeceklerdir, yerinden yönetime geçeceklerdir.

إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا

EiN EaNTuM EilLAv BaŞaRun MiÇLuNAv

“Siz yalnızca bizim gibi beşersiniz”

“Buşr” tüysüz beyaz deri demektir. Tüylü siyah deriye “edim”, tüysüz beyaz deriye “büşr” denmektedir. Burada kastedilen çıplak demektir. Yani halktan birisiniz, bizi savunacak gücünüz yok demektir. Baksanıza, siz bile hâlâ kâğıt para kullanıyorsunuz. Bu durumda biz nasıl sizin yanınızda olacağız?

تُرِيدُونَ أَنْ تَصُدُّونَا

TuRIyDUvNa EaN TaÖudDUvNAv

“Bizi saddetmek istiyorsunuz”

Öyle şeyler söylüyorsunuz ki bizi atalarımızın yaptıklarından koparacaksınız, sonra boşlukta kalacağız. Oysa bizi sömürseler de uygarlığı bize onlar getirdi. Şimdi de iyi ya da kötü yaşıyoruz. Eğer biz onlardan ayrılırsak yok olup gideriz.

عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا

GanMAv KAvNa YaGBuDu EAvBAvEuNa

“Eblerimizin ibadet ettiklerinden”

Biz beşyüz senedir sermayeye ibadet ediyoruz, bu sayede bugünkü uygarlığa ulaştık.

Şimdi ise bize diyorsunuz ki; onları bırakın!

Bırakalım da aç mı kalalım? Siz bizi öldürmek mi istiyorsunuz?

Demek ki Allah onların durumunu çok iyi bilmektedir.

فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ (10)

FaETUvNav BiSuLOAvNıN MüBIyNın

“Mübin sultanla gelin.”

“Sultan” kesen doğrayan araç demektir. Otorite dediğimiz güçtür. Sonunda silahlanıp gelmedir. Biz sizin yanınızda yer alamayız. Ama sizin de dolarınız, sizin de atom bombanız olursa, o zaman biz de sizin yanınızda yer alırız.

Mübin sıfatı ile açıkça galip gelmelisiniz. Savaşı kazanmalısınız.

Demek ki “Adil Düzen”in Türkiye’de ve insanlıkta kabul edilmesi için güce ihtiyaç vardır. Bugün bu güç seçimlerle gösterilmektedir. Oy aldığınız zaman iktidar olursunuz. Sultan ile gelirsiniz. O zaman da halk size itaat eder. Sovyetlerden sonra Rusya bunun örneğidir. Türkiye bunun örneğidir.

Nasr Sûresi bize bunu anlatmaktadır.

قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِنْ نَحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَمَا كَانَ لَنَا أَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (11)

QAvLaT LaHuM RuSuLuHuM EiN NaXNu EilLAv BaŞARun MiÇLuKuM VaLAvKınNa elLAHu YaMunNU GalAy MaN YAŞAyEu MiN GıBADiHi Va MAv KAvNa LaNAv EaN NaETiYaKuM BiSuLTANın EilLAv BiEÜNı elLAHı Va GalAy elLAvHı Fa elYaTaVakKULı eLMuEMıNUvNa

“Resulleri onlara şöyle dedi: Biz sizin gibi beşerden başkası değiliz. Ne var ki Allah ibadinden (kullarından) istediğini memnun eder. Bizim size sultan ile gelmemiz ancak Allah’ın izni ile olur. Müminler Allah’a tevekkül etsinler.”

Resulleri onlara kavl etti denmektedir. Yukarıda onlara denmemişken burada onlara denmiştir. Çünkü sultanı isteyen herkes değildir, belli kimselerdir. Resuller de onlara cevap vermektedir. Buradaki zamir yukarıdaki diyenlere racidir, cevap verenlere racidir, herkese hitap değildir.

Evet, biz de sizin aranızda sizin gibiyiz; gücümüz yoktur, paramız yoktur, iktidarımız yoktur. Ne var ki Allah kullarından isteyeni memnun eder. “Yeşau”nun faili Allah olacağı gibi memnun edilen de olabilir. O takdirde siz isterseniz Allah sizi memnun eder; zengin eder, iktidar sahibi yapar. Birinci Akevler uygulaması bu konuda açık örnek uygulamamızdır.

Bu ayette “Allah” kelimesi üç defa tekrar edilmiştir. İkinci Allah topluluğu kastetmektedir.  Bizim sultan ile gelmemiz için halk bizi seçmelidir. Yani %70’lere varan bir oyla desteklemeliyiz. Biz %20’lerle iktidar olmaya kalkıştık. Bugün ancak %50’lere çıktık.  M. Hareket Patisi’ni yanımıza alabiliriz, çünkü onlar da Allah’a inanan kimselerdir. CHP ve HDP ise laiktirler, karşı cephededirler. Yüzde 60 oyumuz var demektir. Akevler ile işbirliği yapsalar bile henüz oyumuz yüzde 60’a ulaşmamıştır. İktidar olmamamız gerekir.

Müminler ise sultana değil Allah’a dayanırlar, onları var eden Allah’a dayanırlar.

قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ

QAvLaT LaHuM RuSuLuHuM

“Resulleri onlara dedi”

Burada “dedi” olarak geçen kelime geçmişte dediklerini şimdi demektedirler demektir. “Rusuluhum” kelimesi tekrar edilmiştir. Çünkü yukarıda söyleyen resuller ile şimdi söyleyen resuller aynı resuller değildir. Değişik zamanlarda değişik resuller söylemektedirler. Birileri tebliğ yapan davet eden resullerdir. Diğerleri ise iktidara tabi olan resullerdir.

Demek ki bizim iki grup “Adil Düzen” çalışanımız olacaktır.

Biri ilimle uğraşacak, “Adil Düzen” işletmeleri kuracak, mikroda sorunları çözecektir. Bunu Akevler yapmaktadır. Cemaat da bize katılmalı ve sorunlarımızı böyle çözmeliyiz.

Diğeri ise siyaset yapan kuruluştur, siyaset ve sermayedir.

Biz üretim sorunlarını çözeceğiz, onlar mübadele sorununu çözecekler.

إِنْ نَحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ

EiN NaXNu EilLAv BaŞARun MiÇLuKuM

“Biz yalnızca sizin gibi beşeriz”

Ordularımız yoktur, bankalarımız yoktur. Bu sebeple biz halk olarak küçük kooperatifler halinde organize oluyoruz. Sermayeyle, siyasetle çatışmıyoruz. Siyasetle bir ilgimiz yoktur. İktidarın yanındayız. Ürettiğimiz malları da biz tekellere satıyoruz, ihtiyaçlarımızı onlardan satın alıyoruz. Biz sadece kendi çapımızda üretiyor ve tüketiyoruz. Yüzer hanelik semt kooperatifleri olarak kendi kendimize çalışıp yaşıyoruz. Dolayısıyla biz sizi isyana çağırmıyoruz, devlete karşı gelin demiyoruz. İhtilal yapın da sermayenin elinden tüm serveti alın demiyoruz. Bizim komünistlerden farkımız budur. Onlarla bizim hedefimiz aynıdır. Zaten Marx bu hedefi İslâm’dan kopya etti. Ayrıldığımız husus metottur. Onlar makroda silah zoru ile yapmak istiyorlar. Biz mikroda uzlaşma içinde yapmak istiyoruz.

وَلَكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ

VaLAvKInNa elLAHa YaMunNu

“Velâkin Allah memnun eder”

“MNN” kökünün iki manası vardır; biri memnun etmek, diğeri de minnet etmek.

İkisi de Türkçede doğru manaları ile kullanılmaktadır.

Birisi kişinin istediğini vererek ona iyilik etmektir.

Diğeri de yapılan iyiliği başa kakmadır.

Burada Allah’ın takdiri ile kişileri memnun etmesidir. Allah istediğini memnun eder diyor. Yani Allah saltanatı istediğine verir.

Osmanlı hanedanı iktidar olmuştur. Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidar olmuştur. Sonra Demokrat Parti (DP) iktidar oldu. Süleyman Demirel (AP) iktidar oldu. Sonra Turgut Özal (ANAP) iktidar oldu. Şimdi de Erdoğan (AK Parti) iktidardadır.

عَلَى مَنْ يَشَاءُ

GaLAy MaN YAŞAyEu

İstediğini veya isteyeni memnun eder”

Biz Akevler olarak iktidarı değil “Adil Düzen”i talep ediyoruz.

Onlar iktidarı talep ettiler, Allah da onları memnun etti.

Burada “yeşau”nun faili memnun olanlardır.

Resullerin görevi iktidar olmak değildir. Resullerin görevi “Adil Düzen”i getirmedir. “Adil Düzen”in iktidarı kime verilirse verilsin önemli değildir.

مِنْ عِبَادِهِ

MiN GıBADiHIy

İbadından”

Kullarından kim talip olursa onu memnun eder, onu iktidar eder.

Bu kaydı koymakla resullerin görevi ile iktidarların görevi ayrılmış bulunmaktadır. İslâm düzeni gelinceye kadar güç kullanılmaz. Zaten güçleri yoktur. İktidar olunduktan sonra ancak güç kullanılabilir.

Yirminci yüzyıl diktatörler yüzyılıdır. Tarihin en büyük zulmünü yapmışlardır. Böyle bir yüzyıl belki de bir daha hiç yaşanmayacaktır. Bunlar bu zulmü işlerken kendi şahsi ihtirasları sebebiyle işlemediler, ülkelerini yüceltmek için işlediler. Dolayısıyla içtihatta hataları vardır. Bu sebeple onların hepsini cehenneme yollayamayız.

Türkiye’de iktidar olanlardan kendi çıkarlarını düşünen yönetici çok azdır. Zulüm yapmışlardır. Ama bunu o günkü imkânları içinde yapmışlardır.

وَمَا كَانَ لَنَا

Va MAv KAvNa LaNAv

“Ve bizim için yoktur”

Bu iki sebepten ileri gelir. Bunu yapacak gücümüz yoktur. Bizim ne silahlı ordularımız var ne de bankalarda dolarlarımız var. Dolayısıyla böyle bir güce sahip değiliz.

Olsa bile biz o gücümüzü sizin zannettiğiniz gibi kullanmayız. Çünkü bizim düzenimizde zorlama yoktur. Kişi kendi istediği gibi yaşar.

Bize zarar vermedikçe biz kimseye karışmayız. Bize zarar verdiğini de biz tesbit etmeyiz, karşı tarafın seçtiği hakemin de yer aldığı hakemler kurulu tesbit eder.

أَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ

EaN NaETiYaKuM BiSuLTANın

“Size sultanla gelmemiz”

Evet, İslâm iktidarında yöneticiler hâkim değil hadimdirler. Dolayısıyla halkın lehine de olsa yöneticilerin bir zorlama yetkileri yoktur. Hukuk düzeninde halk cezaları bile kendi kendine infaz eder. Cebri icra yoktur. Tutuklama yoktur. Yakalama yoktur. Hapsetme yoktur. Haczetme yoktur.

إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ

EilLAv BiEÜNı elLAHı

“Sadece Allah’ın izni ile”

İşte buradaki “Allah” yargıyı temsil ediyor. Sadece yargı kararı ile güç kullanılabilir. Yargı kararlarına uymayanlara yargı kararı ile verilen cezalar uygulanır.

Meclislerdeki şuralar istişare sonucu karar alırlar. Halk ve kooperatifler ve bakanlıklar, vakıflar, serbest meslek hizmetlileri uygular. Hatalar yargı kararları ile düzeltilir.

 İşte bu yargı kararlarına uymayanları uydurma işinde sultan söz konusudur. 

وَعَلَى اللَّهِ

Va GalAy elLAvHı

“Ve Allah’a”

Arz ve semavatın fatırı olan Allah güçlüdür; Sermaye’den de güçlüdür, beşlerden de güçlüdür. Ne atom bombası ne de kimyasal silah O’na etki eder. O halde bizim görünürdeki gölge güçlere değil, O’nun gücüne güvenmemiz gerekir.

فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (11)

Fa elYaTaVakKaLı eLMuEMıNUvNa

“Müminler (O’na) tevekkül etsinler.”

Yani “Adil Düzen”i getirmek isteyenler, O’nun için çalışanlar, dayanaklarını O’ndan alsınlar. Madem Allah Kur’an’da “Adil Düzen”i emretti.

O halde onu getirmeye çalışanlara da gerekli savunma gücünü verecektir.

Buna dayanarak diyoruz ki; ordumuzu güçlendirmeliyiz ama taarruz (saldırı) ordusunu değil müdafaa (savunma) ordusunu güçlendirmeliyiz.

 

***