Tehditler ülkesinde vatandaş olmak
Artık yapılan konuşmaları ve gelişmeleri izledikçe ‘demokrasinin giderek iyice rüya haline geldiğini’ görmemek mümkün değil.
Herkesin ağzında tehditler, kim kimi daha çok korkutabilir, sindirebilirse, kim öbürüne baskın çıkabilirse, kim devlet gücünü kullanarak “baskıda, korkutmada daha öne geçebilirse” o kazanacak, anlayış bu. Öte yanda, zaten yıllardır darbe iddialarıyla, operasyonlarıyla, söylemleriyle veya şiddet olaylarının vahşet boyutunda izlenmesiyle psikolojisi iyice bozulmuş halkın da bunalım boyutuna ulaşması filan hiç önemli değil.
Yaşasın Seçim
Seçim var ya, birileri milletvekili olacak, birileri iktidar kavgası yapacak ya gerisi ne gam? Bunalt bunaltabildiğin kadar.. Ekle tehditleri ucuca..
Şimdi de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Başbakan Erdoğan’ın “Bozkurt” kavgası gündemde.. Biri “seni bin Bozkurt’la Kasımpaşa’ya kovalarım” diyor, diğeri ki o da iki gün önce “YGS skandalı için yürüyen 1-2 bin gencin karşısına istesem 5-10 bin genç çıkarırım” tehdidini yapmıştır- anında öne çıkıyor; “O Bozkurtlarla mı dolaşıyor, ben insanla dolaşırım”.
Ne fark eder? Sonunda tehdit olduktan sonra ha bozkurt, ha kara kurt, ha insan veya her neyse.. Tehdit şiddetin bir türevidir, hele de şiddetten geçilmeyen ülkede siyasetçi yapamaz. Ama artık korkmayan mı var, medya patronlarına yazarları için, onların yazıları ya da TV programları için her tür baskının yapıldığı, bağımsız kalabilen gazetelerin “istenen kıvama geldiği”nin konuşulabildiği bir ülkede “siyasetçi yapamaz” denecek hal mi kalmıştır?
Anlamsız Yasaklar
Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik yazısından hoşlanmadığı bazı yazarlardan söz ederken “Merkez medyanın yıllarca derin devletin payandası olduğunu” söylediği (ve bu derin devlet konuşmaları nedense hep muhalefet partilerini işaret ediyor) konuşmasında “mafyacılar, cuntacılar, çeteciler ve onlar adına kalem oynatan kalemşörler”den söz
ediyor. Kızdığı bir yazı için ülkenin çok sayıda gazetecisini “merkez medya” adı altında toplu şekilde ve tehdit kokan ifadelerle karalamakta -ki artık merkez medyadan filan söz edilecek durum kalmamıştır- sakınca görmüyor.
Arkasından “kendilerinin Türkiye’yi anlamsız yasaklardan kurtardıklarını” vurguluyor. Özgürce, korkmadan konuşulamayan, yazılamayan, “milletin sesi medya”nın şekline-işleyişine bile iktidarın karar verdiği” bir yerde hangi yasaklardan, kim kurtulmuş oluyor keşke onu da açıklasaydı. Keşke 12 Eylül ve 28 Nisan’dan söz ederken neden hala “12 Eylülcülerin ve 27 Nisancıların sorgulanmadığını” da anlatsaydı.
Türkiye öyle bir ortamın içinde ki bırakın demokrasi rüyası görmeyi, bunalmadan nefes almak bile zor geliyor artık!
YSK derin devlet ise..
BDP’li milletvekili adaylarına yasak getirdiği için YSK’nın sonunda “derin devlet olmakla” da suçlandığını ve herhalde “derin devletin de dönüp dolaşıp muhalefet partilerinin başına patladığını” gören okurumuz Burçak Çağla Özcan şöyle yazmış: “Artık şu derin devlet kolaycılığından vazgeçilse! Madem YSK derin devletin uzantısı neden o zaman muhalefetin israrına rağmen YSK referandum sonuçlarını sandık bazında vermedi? Neden 1 yılda 6 milyon seçmen artışını açıklayamadı? Referandum mitinglerinde makam araçlarının kullanılması seçim yasasına göre suç iken neden YSK sustu?”
Daha çok fazla soru var ama bunlar bile yeter galiba..
Yorum:
Amaca Ulaşan Her Yol Meşru Değildir…
Ülkemizde ve bize benzer ülkelerde daima aynı tartışmalar sürer gider. En çok tartışılanı da ‘’ÖZGÜRLÜK’’tür. Hemen her kavram gibi özgürlüğün parçalarını da doğru yere monte edemiyoruz. Yaşanamayan özgürlüklerin en can alıcı olanı ise basın özgürlüğü.
Dokunulmazlıklara karşı cephe almışken dokunulmaz olmak isteyen basın. Her hakareti yap, suç örgütlerine ortak ol, halkı yanlış bilgilendir, işine geleni sansürle, karalama kampanyalarını yürüt, sana karışan olunca da ‘’basın özgürlüğü’’ de ve geç. Senin özgürlüğün her şeyden öte kutsal ya. Ucunun nereye dokunduğu seni ilgilendirmediği kişilerin akıbetinin etkisi sana nötür olsun. Amacın haber ya -yalan yanlış hiç önemli değil- kimse sana dokunmasın ve eleştirmesin.
Tabi bunları söylerken basının susturulması değil söylemek istediğim. Sadece belli kurallar çerçevesinde, taraf olmadan, hiçbir suça meyletmeden, insanların hayatlarını etkilemeden, hakaret etmeden, meslek ahlakını gözardı etmeden ve en önemlisi başkalarının özgürlüklerini kısıtlama amacı gütmeden yapılsın yapılmak istenen.
Son olarak da YSK’nın verdiği kararları çok dikkatli gözden geçirmesi şart. Doğurduğu sonuçlar dikkate alınmayacak gibi değil. Neyseki yapılan yanlışın farkına varıldı çok şükür. Yoksa sonuçları çok daha ağır olabilirdi…
Selamlar
Not: Yoğunluk ve başka sebeplerden ötürü kaç haftadır yazı yazmadığım için bütün arkadaşlardan özür dilerim. Hakkınızı helal edin.