Modernitenin Dönüştürücü Karak
959 Okunma, 0 Yorum
Ebubekir Sifil - Milli Gazete
Zafer Kafkas

 

İslam Dünyası'nın içinden geçmekte olduğu sürecin soğukkanlı ve gerçekçi tahlillere ihtiyaç gösterdiği açık. Bu dünyayı oluşturan unsurların farklı siyasî, sosyal, kültürel... realiteler içermesi dolayısıyla, söz konusu tahlilleri İslam Dünyası'nı oluşturan her bir unsur üzerinde müstakil olarak yapmak gerekir. Bunun bir gazete köşe yazısına sıkıştırılamayacağını ise ayrıca belirtmeye gerek yok...

Şurası kesin: Her şey çok hızlı gelişiyor. Bu da olaylar ve süreçler hakkında nihai şeyler söylemeyi imkân dışı bırakıyor. Bu sebeple İslam Dünyası'nda oluşan ve bugünlerde dikkatleri Libya üzerine çeken süreç üzerinde kesin hüküm bildiren cümleler kurmak çok zor... Bu halk hareketleri kitlelerin "kendi iradesi"yle mi oluştu? Eğer böyleyse sonu nereye varacak? Halkları yönlendiren bir "dış irade" söz konusuysa hedeflediği nedir?

Son tahlilde halkların özgürlük, refah, eşitlik... gibi taleplerle hareket ettiği açık. Bunun sonucunda elde edilecek olanın ne olduğu konusunda ise "temenniler/beklentiler" dışında altı çizilmesi gereken bir nokta var: Meseleye Müslümanlar açısından bakıldığında, en iyimser söylemle elde edilecek olanın özgürlük, refah, eşitlik...ten başkası olmayacağını söyleyebiliriz.

"Model ülke" Türkiye üzerinden gidecek olursak, son çeyrek yüzyılda İslamî hassasiyet sahibi kitlelerin sadece siyasî alanda değil, ekonomik ve sosyal alanda da güçlü bir "var olma iradesi" gösterdiğini ve AKP ile birlikte bunu Türkiye'nin dominant özelliği olarak kesinleştirdiğini söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.

Bununla birlikte bu kitlelerin, neyi "elde ettikleri" ve neyi "elden çıkardıkları" konusunda ciddi bir muhasebe yaptığını söylemek kolay değil. Güce ve iktidara talip olmak, gücün ve iktidarın "dönüştürücü etkisi"ne maruz kalmakla aynı anlama geliyor. Buna bir de modernitenin dönüştürücü etkisini eklediğimizde ortaya çıkan manzara gerçekten şayan-ı ibrettir.

19. ve 20. yüzyıllarda Müslümanlar, iktidarı ve gücü elinde bulunduran profan bir moderniteyle karşı karşıya kaldılar. Mağdur/maruz konumundan kurtulmak için modernleşmiş Müslüman aydınların, okur-yazarların bulduğu formül, vakıanın "profan" kısmını atarak "modern" kısmını almak tarzında oldu. Ancak bu ayrıştırmanın o kadar kolay olmadığı, "modern" olanın aynı zamanda "profan" karakter taşıdığı, bunun dindarlar bakımından anlamının ise "dindarlığın dönüşümü" anlamına geleceğini görmek için bir-iki yüzyıl beklemek gerekecekti.

Geldiğimiz noktada "İslamî kesim"in "elde ettikleri"ne mukabil "elden çıkardıkları"nın neler olduğu bağlamında, artık iyice "kamusallaşmış" bulunan "muhalif" tavır üzerinde durmak öğretici olacaktır. İslam'ı, onun kaynaklarını, tarihsel tecrübesini, hayata vaziyet ediş tarzını artık profan kitleler değil, bizzat Müslüman aydınlar/entelektüeller tartışma konusu yapıyor!

İslamî akademik çevrelerden başlayarak geniş kitlelere doğru Din'in değişime açık yönlerinden, ahkâmın esnekliğinden, maslahat fıkhından... bu kadar yoğun bir şekilde bahsedilmeye başlaması, İslam'ın modern/çağdaş değerlerle çatışmadığı görüşünün bu kadar yaygın biçimde dile getiriliyor oluşu modernliğin dönüştürücü etkisinin tezahüründen başka bir şey değil.

Bu hiç şüphesiz bir imtihandır. Müslümanlar modern zamanların başlarında güç ve iktidarı kaybetmekle imtihan edildiler. Bu süreçte kabahatin, seleflerinden tevarüs ettikleri Din anlayışında olduğunu söyleyerek sorumluluktan kurtulmayı tercih edenler oldu. Şimdi ise güç ve iktidarla imtihan ediliyorlar ve dönüşümü derinden yaşayanların sayısı hızla artıyor...

Türkiye "model" ülkeyse İslam Dünyası'nda yaşanan sürecin sonunun nereye varacağını konuşurken bunların bir kenara not edilmesinde fayda var...

 

Yorum:

 

Dönüşmemek İçin Adil Düzen Gerek

 

 

Bugün ülkemizin ve genelde tüm dünya  Müslümanların en önemli sıkıntısı sosyal alanda modeller oluşturamamalarıdır. Bu sebeple başka yerlerde ortaya konmuş modeller ve sistemler uygun görülerek sorgu-suale gerek duyulmadan üzerimize giydirilmeye çalışılmaktadır. Doğal olarak aynı  düzenler içersinde yetişen insanlar farklı yerlerde yaşasalarda aynı tepkileri veriyor kısaca aynılaşıyorlar.

 

Kapitalist bir düzen içerisinde insan, varlığını sürdürebilmek için güçlü olmak zorundadır. Bunu elde etmek için ise her şeyi yapması mübahtır. Çoğu zaman kendi ile baş başa kalan insan yaptıklarının hatalı olduğunu düşünür ve bilir fakat düzen içersinde değer olarak görülen imkanlara kavuşmak ve düzenin  kıymetli kıldığı hedeflere ulaşmak hayatının gereğidir ve yanlış olduğunu bilse de yapmak zorundadır.

 

Bazen kızıyoruz, adama bak , namaz kılıyor ama şunu şunu yapıyor , kaç kere hacca, umreye gitti ama şunlardan beter yaptıkları gibi. İslam inancına sahip kişilere yakıştıramadığımız çoğu zaman kendimizin de düştüğü hatalar hep İslami bir sisteme ve modele sahip olmamamızdan kaynaklanmaktadır. Oysa tarikatler , cemaatler sorunun kişide olduğunu kişisel ahlak ve gelişimle problemlerin ortadan kalkacağını düşünmekteler ve bu yönde çalışmalar yapmaktalar. Bu çalışmalara iyiye ulaşma yönünde atılan adımlar olarak hüsnü zan ile bakılabilir lakin eğer bu çalışmalar İslami bir modelin ortaya konulmasına , geliştirilmesine ve uygulanmasına mani olacak bir yapıya bürünürse faydadan çok zararlı hale gelmektedir. Şöyle ki çoğu tarikat ve cemaat İslam’ın sosyal hayatla ilgili düsturlarının sistemsel olmadığını sadece bireysel olduğunu anlatmaktadır. Kısaca İslamın ekonomi , hukuk , devlet gibi kurumlarla ilgilenmemesi gerektiği ve bunların aşırılık ve hatta sapıklık olduğunu anlatmaktadır. Durum böyle olunca fayda maalesef zarara tebdil ediyor, Marx’ı haklı çıkarıyor ve Dini afyon haline getiriyor.

 

İslami okumalarımızı , çalışmalarımızı sadece ve sadece kişisel ahlak ve gelişimden çıkarmadıkça , modernitenin dönüştürücü etkisinden şikayet etmeye devam ederiz. İnsan davranışları genetik özellikler ile beraber sosyal hayattan , doğal çevreden etkilenerek hayat bulur. İslami olmayan bir düzende de insan davranışlarının müslümanda olsa , ateistte olsa aynı olması veya benzer olması kaçınılmaz bir durumdur.

 

Eğer modernitenin dönüştürücü etkisinden kurtulmak istiyorsak Adil Düzeni benimsemekten başka çaremiz yok. Ancak Adil Düzen içerisinde inandığın gibi yaşayabilirsin . Yoksa yaşadığın gibi inanmaya başlarsın sonra da ne oldu bize diyerek eskilerin hikayelerini anlatıp gururlanırsın

 

Zafer Kafkas






Sayı: 98 | Tarih: 24.04.2011
Mahir Kaynak
Kürt siyasetçiler
2104 Okunma
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
CHP ve kimlik siyasetleri
…CEĞİZ, …CAĞIZ!
1215 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Bozuk Düzene Taraftar ve Ona Hizmet Eden İslamcıl
İnsanın dediği mi? Yoksa Kuran’ın dediği mi?
1113 Okunma
Emine Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Yılana dokunmamak
1073 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Bedri'ye dair
Tanımadıklarına düşmanlık
1040 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Ruhat Mengi
Tehditler Ülkesinde Vatandaş O
984 Okunma
Vahap Alma
Ebubekir Sifil
Modernitenin Dönüştürücü Karak
959 Okunma
Zafer Kafkas


© 2024 - Akevler