Fehmi Koru olayında Yeni Şafak DİK DURAMADI
07 Ocak 2011
Karagül’le konuştum, Mahalli’yi kovdum!
Fehmi Koru’nun Yeni Şafak’la yollarını ayırmasına neden olan Edelman’la 1 Mert tezkeresi için yazar kellesi yaptığı iddiası çok tartışıldı. O dönem gazetenin başında olan Selahattin Sadıkoğlu, Edelman’a görüşmelerini, gördüğü baskıyı ve uyguladığı sansürü anlattı.
Nursel Tozkoporan’ın röportajı
Yıl 1994… Tıfıl bir televizyoncu olarak iş başvurusunda bulundum.
Öğrendim ki haber merkezinde elemana ihtiyaç var. Haberin başında da Selahattin Sadıkoğlu...
Birkaç soru sordu bana. Tam da sınavı geçtiğimi düşünürken bir soru daha geldi.”Montaj biliyor musun” dedi.”Hayır” cevabımla çok önemli bir cümle söyledi… Belki de mesleki ilk dersimi almış oldum.”Bize bu işi bütünüyle yapacak elemana ihtiyaç var” dedi. O zaman boynum bükülmüştü belki ama 17 yıldır dik. Çünkü televizyonculuğun sadece bir bölümünde değil, bütün alanlarında bulundum. İşimi bir bütün olarak yapmayı öğrendim. Başarımın ilk basamağında Selahattin Ağabeyin çok önemli bir yeri var.
Selahattin Sadıkoğlu ile sohbet ayrı güzeldir. Uzun yıllar medyanın içinde üstelik birçok safında olduğu için anlatacağı çok şeyler vardır.
Bu sohbetimiz de öyle oldu. Türk medyasının dününü bugününü konuştuk.
Ak Parti iktidarının medya üzerinde etkisi var mı?
Türk Medyası nereye gidiyor?
Merkez medya etkisini neden kaybetti? Sorularına cevap aradık.
ABD Büyükelçisi Edelman ile olan görüşmeleri,
1 Mart Tezkeresinin tartışıldığı dönem ve iş dünyasından, siyasilerden aldığı uyarılar,
Baskılar sonucunda işine son verdiği gazeteci ve sansürlediği yazarlar…
Hepsini ve detaylarını bu sohbette bulacaksınız…
TÜRK MEDYASI UMUT VERMİYOR
Türk medyasının fotoğrafını çekseniz nasıl bir resimle karşılaşırsınız?
Net değil, fulü bir resim.Türk medyasının şu andaki görüntüsü gelecek için bir umut vermiyor. Gazetecilik hayatım boyunca bu denli dengesiz bir yayın çizgisiyle karşılaşmadım. Türkiye’de her görüşün organları olduğu gibi, karşıtı da görülmüştür. Ancak muhalefet veya desteklemede de bir seviye vardı.
Seviyeden kastınız nedir?
Çok partili hayatta dikkat çeken iki yayın organı vardı. Ulus Gazetesi CHP’nin, Son Havadis’te Adalet Partisi’nin sözcüsü idi. O tarihlerde Çetin Altan, İlhami Soysal ve Altan Öymen’in yazdığı Akşam Gazetesi de en muhalif gazete olarak dikkat çekmiştir. Birçok sol dergi dışında diğer gazeteler dengeli bir politika izlediler. Burada Günaydın Gazetesi’nin Demirel ailesine yönelik yayınlarını da not etmekte yarar vardır. O yayınlarda hasmane bir izlenim uyandırdı.
TERCÜMAN SAĞIN SİLAHŞÖRÜYDÜ
Abdi İpekçi’nin Milliyet Gazetesi sol içerikli bir gazeteydi ama zaman zaman dengeli bir politika izliyordu. O dönemde Adalet Partisi’nin yanında yer alan Tercümen Gazetesi vardı bir de. Milliyetçi, muhafazakâr kesimin en çok okuduğu gazeteydi. Tercüman Gazetesi bir nevi sağın silahşoruydu. Başka küçük gazeteler de vardı ama etkin değillerdi. Tiraj ve etkinlik açısından Tercüman çok önemli bir gazeteydi.
HÜRRİYET GAZETESİ SON YILLARDA ESKİ ETKİNLİĞİNİ KAYBETTİ
O dönemlerde de gazeteciler köşelerinden kavga ederler miydi?
İnanın o dönem yayıncılık daha seviyeliydi. Yine yazarlar köşelerinden tartışırlardı kavga ederlerdi ama bir seviye vardı. Bugün seviye yok demiyorum ama aynı kulvarda ve aynı inanç çizgisinde olanların dahi birbirine girdiği bir medya ortamındayız. Geçmişte daha çok karşıt fikirlerin, düşüncelerin ve inançların çatıştığı bir dönemden geliyoruz.
Bugünkü gibi bir linç kampanyası yoktu anladığım kadarıyla…
Linç kampanyası olup olmadığını hatırlamıyorum. O dönemde zaten sağ - sol vardı. Liberaller fazla suya sabuna dokunmayan bir kesimdi. Sağın kalesi Tercüman’ın yanında, solun da Cumhuriyet Gazetesi vardı, hala da var. Cumhuriyet; Türkiye’nin çizgisini değiştirmeyen tek gazetesidir. Belli bir tirajı tutturmuştur belli bir kesimin sesi olmuştur. Merkez medyaya baktığımızda en etkin gazetelerden biri Hürriyet Gazetesiydi. Ama bana göre son yıllarda o eski etkinliğini kaybetti. Çünkü taraf oldu. 28 Şubat’a taraf, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinde taraf, 27 Nisan E-Muhtırası’nda taraf, 367 rezaletinde taraf, Ak Parti’nin kapatılma davasında taraf olan bir gazete. Böyle olunca da eski havasını, popülaritesini ve etkinliğini kaybetti bana göre.1 milyon olan tirajı sonra hep 400 – 500 bin civarında kaldı. Ama Türkiye’de kar eden tek gazetedir.
GAZETECİ KÖKENLİ PATRONLAR ORTADAN KAYBOLUNCA RESİM FULÜLAŞMAYA BAŞLADI
Peki, neden Hürriyet Gazetesi taraf oldu? Türk medyası niye bu hale geldi?
Hürriyet’e devlet gazetesi damgası vuruldu. Doğru ya da yanlış bu damgayı yiyen gazetenin patronu ve yönetim kadrosu kendilerini devletin en güçlü bir kurumu olarak gördüler ve müesses nizamım koruyucu ve kollayıcı rolünü üslenince olanlar oldu. Türk medyasının bu hale gelişinin en önemli sebebi gazeteci kökenli patronlar ortadan kaybolunca resim fulülaşmaya başladı. Sanayiciler, müteahhitler ve bankacılar patron oldu.
PATRON ÇIKARLARI İÇİN YAYINLAR ÖN PLANA ÇIKMAYA BAŞLADI
Tabii ki; siyasi kadrolarla içli-dışlı olup ihale kapma ve devlet olanaklarını çıkarlarına kullanma dönemiyle birlikte editoryal bağımsızlık kendiliğinden zayıflamaya ve patron çıkarları doğrultusunda yayınlar ön plana çıkmaya başladı. Bu olunca da medya da gerileme dönemine girildi. Artık her şey patronların dediği gibi olmaya başladı.
Bu resmin netleşeceğinden umutlu musunuz? Türk medyası nereye gidiyor?
Böyle gitmez tabii ama Türk medyasında mutlaka bir rötuş gerekiyor. Her yayın kurumu öncelikle özeleştiri yapmak zorundadır. Gelişen teknoloji ve internet çağına ayak uyduracak atılımlar gerçekleştirmek zorunda. Benim gazetem neden satmıyor ya da televizyonum neden izlenmiyor, nasıl yeniden kuvvetlerin içinde yer alabilirim soruların cevabı bu öz eleştiride bulmak lazım.
Gazeteler arasında bir kamplaşma var dolayısıyla gazeteciler arasında da bir çeteleşme oluştu. Maalesef birbirleriyle savaşmaya başladılar… Bu duruma ne diyorsunuz?
Buna çeteleşme diyorlar ama ben pek doğru bulmuyorum. Eskiden de vardı. Evet, çetelerden söz edeceksek 27 Mayıs’ta Yassı Ada’da yalan şahitlik yapan gazeteciler çetesinde ve 1974’te gazeteciler cemiyetini ziyarete gelen dönemin başbakanı Sayın Ecevit’i sloganlarla karşılayan amigo gazetecileri ve 12 Eylül darbe lideri Kenan Evren’in elini öpen gazetecileri de anımsamak gerekmez mi? Çete ise alın size çeteler. Hiçbir meslektaşımız geçmişi irdelemiyor, araştırmıyor, sorgulamıyor. Gazetelerin yazı işleri o dönemde hangi siyasi kadroların tasallutu altında idi. Kaç muhafazakar eleman vardı: Geçelim bunları.
TÜRK MEDYASININ PİMİ 28 ŞUBATTA ÇEKİLDİ
Bence Türk medyasının pimi 28 Şubat’ta çekildi. Herkesin kafası allak bullak oldu, talimatlarla haber yazdırıldı. Yazarlar, andıçlandı, işlerinden oldular. Hem de bir telefon talimatıyla. Ben de bunlardan biriyim, talimatla işten atıldım. Bütün bunlar 28 Şubat’ın ürünüdür. Türk medyası bugün çeteleşmişse, etkinliğini kaybetmişse ve seviye düşüklüğü varsa bunun temeli 28 Şubat’ta atılmıştır. O günkü zihniyete teslim olanlar maalesef medyayı da teslim ettiler. Medya 28 Şubat’a direnip demokratik tavrını ortaya koyamamıştır. Hiç bir dönemde başbakanların, iş adamlarının talimatıyla gazetecilerin atıldığı görülmemiştir. Eskiden talimatla atılsa bile dile getirilmezdi. Ama 28 Şubat’ta açık açık; “işten atacaksın” dediler. “Şu yazar susturulacak” denilmiştir ve susturulmuştur. O zihniyet nasıl can çekişiyorsa, o zihniyete kapılan Türk medyası da bana göre bugün can çekişiyor.
AK Parti iktidarı medyayı nasıl etkiledi?
Ak partiyi okuyamayanlar ve yönetimini tanıyamayanlar sıkıntı yaşamışlardır. Bu bir realitedir. Tayyip Erdoğan’a “Köy muhtarı bile olamaz” diyen bu medya değil mi? Böyle manşet atanlar Tayyip Erdoğan’ın başbakan olmasını bir türlü hazmedemedi. O kadroların iktidara gelmesini de kabullenemedi. Sıkıntının ana kaynağı bu. Hazmedemezseniz kafanız allak bullak olur. Sonra da yanlışlıklar yapmaya başlarsınız. “411 el kaosa kalktı” gibi manşetler kafa karışıklığının tezahürüdür.
PATRONLAR FIRSAT GÖRDÜLER
Başbakan Erdoğan’ın medya üzerinde etkinliği var mı sizce? Mesela Doğan Grubu’ndaki bazı gazetecilerin işten ayrılma sebebi olarak Başbakan gösterildi…
Sözünü ettiğiniz yazarların işlerinden olması hoş değil. Ancak, Çölaşan’ın ayrılması olayına farklı bakmak lazım. Benim tanıdığım başbakan Erdoğan çıkıp Aydın Doğan’a; “Bu adamı işten atın” diyen biri değildir. Başbakan Erdoğan böyle bir şeye tevessül ve tenezzül bile etmez. Ama eleştirir. “Doğru yazın” diyor. Aleyhinde atılan seviyesiz “ manşetleri yanlıştır” diye eleştiriyor. Bu da bir başbakanın en tabii hakkıdır. Bunlar siyasi kadrolara çok ağır darbeler indirmeye kalktılar. Bence patronlar bunu bir fırsat olarak gördüler. Ve istemediklerinden kurtulmak için işlerine son verdiler. Aydın Doğan’a “28 Şubat’ta Necmettin Erbakan iki memur gönderdi. Ben de açık açık düğmeye bastım” diyor. Bir yerde bir yanlışlık, hukuksuzluk varsa devletin memuru görevini yapmayacak mı?
YENİ ŞAFAK ABD DÜŞMANLIĞINI KÖRÜKLÜYOR
1 Mart tezkeresinin konuşulduğu döneme geri dönmek istiyorum. O dönemin tek tanığı sizsiniz. Eski Amerika Büyükelçisi Eric Edelman’dan baskı gördünüz mü?
Gördük tabii. Görmedik dersek yalan söylemiş oluruz. Ziyaretime geldi iki saat odamda görüştük. Daha önce danışmanları geliyordu, sık sık onlarla görüşüyorduk. Başkonsolos iki defa beni ofisine ve iftara davet etmişti. Bir gazete yöneticisi olarak çağırıyorlardı. O iftarlarda başka gazete yöneticileri de vardı. Ama o zaman çok kritik bir dönemdi. 1 Mart tezkeresiyle başlayan bir süreçtir. O süreci çok iyi irdelemek lazım. O süreci Mehmet Ocaktan, Yusuf Ziya Cömert, Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Atalay ve diğer arkadaşlarla birebir yaşadık. Bunlarla biz kader biriliği yapmıştık. İbrahim Karagül ve bütün yazarlar vardı. Sanırım 1 Mart tezkeresinin ikinci günüydü. Ekranlarda bir tartışma oldu ve Yeni Şafak Gazetesi’nin yazarlarının baskılarıyla tezkerenin çıkmadığı söylendi. Bunu bana Edelman da söyledi. “Sizin yazarlarınız çok etkinler ve onların etkisiyle 1 Mart tezkeresi çıkmadı” diye bir ima da bulundu. Yeni Şafak iktidarın sözcüsü, orada çıkan her haber çok önemli, çizgisi Türk – Amerikan ilişkilerini çok etkiliyor, Yeni Şafak’ın yayınları Türkiye’deki Amerika düşmanlığını körüklüyor gibi iddialar vardı. Bunu bana zaten hep söylüyorlardı.
Edelman ile görüşmenizde neler konuştunuz?
Daha çok ben konuştum. Ortadoğu’yu anlatıp örnekler verdim. “Siz Irak’ı işgal ettiniz” dedim. O bölgede uzun yıllar muhabirlik yaptığımı söyledim ve deneyimlerimi anlattım. O ara bizim yayınlarımızdan duydukları memnuniyetsizliği ifade etti.
Sadece ikiniz mi vardınız bu görüşmede?
Ben, Edelman, danışmanı ve bir de tercüman vardı. Daha önce diplomatlar geldiği zaman ben bizim arkadaşları da çağırırdım. Sağdan, soldan, iş dünyasından çok baskı görüyordum. “Aman Amerika ile iyi geçinin!” diye sık sık mesajlar geliyordu. O dönemde siyasi kadrolardan da mesajlar alıyordum. Edelman benimle tek başına daha rahat konuşacağını düşündüm. Tek başıma odamda oturduk. Sadece onun yanında danışmanı ve tercümanı vardı.
HABERLERİMİZİN ARKASINDAYIZ
“Memnuniyetsizliklerini ifade ettiler” dediniz. Sizin cevabınız ne oldu?
Haberlerimizin yanlış olduğunu söylediler. Kaynakların ne olduğunu sordular. Kaynakların yalan olduğunu anlattılar. Ben de kaynaklarımızın doğru olduğunu söyledim. “Haberlerimizin arkasındayız. Bu konuda hiçbir endişem, tereddüdüm yoktur. Eğer bir endişem olsaydı yayınlamazdım “ dedim. Arap dünyasında, Ortadoğu ve Irak’ta birçok dostlarımızın, tanıdıklarımızın olduğunu söyledim. “Bu haberleri bize e-mail atıyorlar” dedim. O sırada posta yoluyla bana bir kaç tane fotoğraf gelmişti. Zarfın içinde 3 tane fotoğraf vardı. Onlara gösterdim ve işte “Bu bir kaynaktır” dedim.
Fotoğraflarda ne vardı?
Amerikan askerlerinin yaptığı işkenceler vardı. Bir kadının kafasına silah dayamışlardı. Kendisine; “işte bu işkence değil mi?” diye sordum.
Edelman fotoğrafları görünce tepkisi ne oldu?
Fotomontaj olduğunu söyledi. Kabullenmedi ve öyle kaldı.
Edelman ile görüşmenizde gazetenizin yazarlarından herhangi birinin ismini zikretti mi?
O konuşmada hiç bir yazarımızın adı geçmedi. “Genel olarak yazarlarınız ve gazeteniz” dedi. Görüşmede daha çok ben konuştum. En sonunda ayağa kalktı ve “Dersimi aldım gidiyorum” dedi. Son sözü bu oldu. Ben de kapıya kadar gidip onu yolcu ettim. Sonra tesadüfen Ankara’da karşılaştık. Edelman ile bir görüşmem daha oldu. Yanında çok iyi Türkçe bilen ve ticari bir ateşe olduğunu söyleyen bir Amerikalı vardı. Amerikalı bana; “Sayın Edelman sizden çok şikâyetçi” dedi. Ben görüştüğümü ve şikâyetinin olmadığı söyledim. O da hala devam ettiğini ve şikâyetçi olduklarını ifade etti. Neticede siz bir yöneticisiniz ve bir sorumluluğunuz var. Gelen de Amerika’yı temsil ediyor, devleti temsilen geliyor. Burada gayet nazik ve kibar olmak zorundasınız. Hem o hem de ben üslubumuza çok dikkat ettik. Ama biraz küstah bir tavırla gelip oturdu, ayaklarını uzattı falan. Bana bir üstünlük sağlamaya kalktı. Ben de aynı şekilde ayaklarımı uzattım. Öyle oturup sohbet ettik.
İş dünyasından da mesaj aldığınızı söylediniz... Peki, hükümetten uyarı aldınız mı?
Özellikle Amerikalılarla iş yapan iş dünyasından çok mesajlar aldım. Evet, siyasi kadrolardan da aldım. Daha dikkatli olmamız konusunda uyardılar. Yalan söyleyecek durumda değilim.
Hangi düzeydeki siyasi kadrolardı peki?
Onu söylemeyeyim. Dışişlerinden de geldi, üst düzey kadrolardan da geldi. Sonuçta hepsi yakın dostlarım o yüzden isim vermek istemem.
FEHMİ KORU, TAHA KIVANÇ’I UYARDIM
Aldığınız uyarılardan sonra yayın politikanızı yumuşattınız mı?
Biraz yumuşatmaya çalıştım. En son Başbakan Erdoğan’ın Amerika seyahati gündeme gelmişti. O dönemde politikayı biraz daha yumuşatmak için çabaladım. İbrahim Karagül’ü defalarca uyardım. Fehmi Koru, Taha Kıvanç’ı uyardım. O da çok sert yazılar yazıyordu. “Aman ağabey biraz daha dikkat etmekte fayda var” dedim. Hüsnü Mahalli’nin, Mustafa İslamoğlu’nun yazılarına müdahale ettim. Evet, sansür uyguladım. Hüsnü Mahalli’nin ayrılmasına ben sebep oldum.
HÜSNÜ MAHALLİ’YE YAZI YAZDIRAN DA BENİM GÖNDEREN DE BENİM
Yeni Şafak Gazetesi patronları buna nasıl izin verdi?
Hüsnü Mahalli’ye yazı yazdıran de benim, gönderen de benim. Kimseye bu konuda hesap vermek zorunda değilim. Kimse de bana hesap sorma hakkına sahip değil. Hüsnü Bey’i; “Gel bizde yaz” diye ben çağırdım. Onu köşe yazarı yaptım. Sonra da; “Kardeşim kusura bakma güle güle” dedim.
Sizi bu kadar öfkelendiren ne oldu? Hüsnü Mahalli’nin hangi yazısından dolayı bu kararı aldınız?
Hüsnü Mahalli bir kaç defa sıkıntılar olduğunu söyledi. “Yazı yazmamayım” dedi. Ben de yazmasını söyledim. Sonra da; “Madem ayrılmak istiyor o zaman ben keseyim “dedim. Hüsnü Mahalli’ye; “Yazılarını kesiyoruz ama sen bizde kalmaya devam et. Dizi yazılar hazırla. Git Ortadoğu’da dolaş, röportajlar yap” dedik. O da; “Siz yazlarımı kestiniz ben artık burada kalmam” dedi.
ALBAYRAKLARIN ZOR GÜNLERDE DİK DURDUKLARINI ÇOK İYİ BİLİRİM
Daha sonra siz de Yeni Şafak’tan ayrıldınız? Siz neden ayrıldınız?
Ben kendi isteğimle ayrıldım. Patronlarla bir sorunum yoktu. Ben sorun çıkaran değil sorunları çözen bir adam oldum. Ayrılmam gerekiyordu o yüzden ayrıldım. Kimseye kırgın değilim. Hala patronlarla görüşüyorum. Albayrakların zor günlerde dik durduklarını ben çok iyi biliyorum.
BU KRİZ İYİ YÖNETİLMEDİ
Neden Fehmi Koru noktasında dik durmadılar?
Onu ben bilemem tabii. Sadece iki kelime söylemek istiyorum. Kurumlar marka ile markalaşırlar. Yeni Şafak öyle kolay kolay markalaşmadı. Büyük sıkıntılar, ızdıraplar yaşanmış, patronları işkenceler görmüşlerdir. Evleri, işyerleri basılmış, çoluk çocukları rehin alınmış bir aile. Böyle bir ailenin Fehmi Bey’in arkasında neden dik durmadığını doğrusu çözmekte çok zorlanıyorum. Ama galiba bu kriz iyi yönetilmedi.
“YENİ ŞAFAĞI SUSTURUN” DİYE YAZILAR YAZDIRILDI
Tekrar o döneme geri dönmek istiyorum. Yeni Şafak Gazetesi, Amerika için korku mu ifade ediyordu?
Amerika gazetelerinde; “Yeni Şafak’ı susturun” diye yazılar yazdırıldı. Bir akşam beni bir zat aradı telefonla; “Ya Selahattin siz bu Edelman hakkında istenmeyen adam kampanyası başlatıyormuşsunuz” dedi. Öyle bir şey olmadığını söyledim. “Amerika’dan bana öyle bir duyum geldi” dedi.
Bu zat bir siyasi miydi?
Evet. Şok oldum. Ben de; “Allah Allah büyük bir iftira, bize ne Edelman’dan, ben sizi zor duruma düşürecek bir şey yapmam. ” dedim. Ahmet Albayarak’a gidip bir zatın beni aradığını ve söylediklerini anlattım. Ahmet Bey; “O nereden çıktı?” dedi. Amerika’dan duyum aldıklarını söyledim. Bu belgeler ortaya çıktığında öğrendik ki o tarihte Edelman Amerika’ya bir bilgi notu geçmiş olacak sanırım. “Bu Yeni Şafak denilen gazete beni burada istenmeyen adam ilan edecek” diye bir mesaj geçti ki oradan bizimkileri arıyorlar. “Aman Amerika Dışişleri harekete geçiyor, siz ne yapıyorsunuz?” falan... Hiç aklımızdan bile geçmeyen bir olay. Bizim Edelman ile ne işimiz var? Niye kampanya başlatacağız? Niye istenmeyen adam ilan edeceğiz? Ben hala bunu anlamış değilim. Bizim Edelman ile kişisel bir problemimiz yok. Bizim Amerikalıların Irak’ta yaptıkları işkencelerle işimiz var. Orayı takip ediyoruz.
İbrahim Karagül, Fehmi Koru’nun gazeteden ayrılışı ile ilgili daha sonra hiç konuşmadı. Siz kendisi ile konuştunuz mu?
Yazıyı yazdığı gün aradım. “İbrahim çok acele etmişsin keşke biraz bekleseydin. Belki daha ciddi belgeler ortaya çıkardı” dedim. “İşte ben yazdım. Oturup konuşalım” dedi. “Her şeyi ben yaşadım keşke yazmadan önce bir sorsaydın” dedim. O zaman bir yere gidip sohbet etmek istedi.
OLGUN DAVA ADAMLARI BİRBİRLERİNİ EN İYİ ANLAYANLARDIR
Umur Talu “ Gülü seven dikenine katlanır” diye bir başlık attı. Dolayısıyla Fehmi Koru’nun gazeteden ayrılışını Gül ve Erdoğan çatışmasına bağladı. Böyle bir çatışma var mı sizce?
Abdullah Bey’i iyi tanıyorum. Fehmi Koru ile de 1970’lerden beri beraberdik. Benim en iyi tanıdığım iki kişiden biri Abdullah Bey biri de Fehmi Koru. Tayyip Erdoğan’ı ben daha sonra tanıdım. Arardım, görüşürdüm. 1991 seçimlerinde gidip yanında yer aldım. Gittim kahveleri dolaştım. İyi tanıdığım iki isim arasında sürtüşme olduğuna inanmıyorum. Olabileceğine de ihtimal vermiyorum. İnançlı insanlar bunlar. Olgun dava adamları birbirlerini en iyi anlayanlardır.
Yani Fehmi Koru, Gül’ü sevdiği için dikenine katlanmıyor…
Fehmi Bey Abdullah Gül’ün arkadaşı. Milli Türk Talebe Biriliğinde ve İngiltere’ye beraber gittiler daha sonra aynı yerde beraber kaldılar. Yıllardan beri birilerini tanırlar, ailece evlerine giderler. Hala da öyleler. İstediği zaman Fehmi Bey Abdullah Bey’i arar ve eşini alıp gider. Çankaya’da oturup sohbet ederler. Ama bunun bu noktaya gelmesini ben anlamıyorum doğrusu. Benim tanıdığım Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan böyle bir şeye girmezler. Şimdi Fehmi Koru bunlar için kurban oldu demelerinde biraz art niyet görüyorum.
Bundan sonra Fehmi Koru’nun ne yapacağına dair bir fikriniz var mı? Yazı yazacak mı?
Fehmi Koru kısa sürede bir yerde yazar. Adresini bilmiyorum ama bir yerde yazar. Onu boş bırakmazlar. Fehmi Koru bir marka. Marka olmak öyle kolay değil.
Merkez medyada yani Doğan Grubu’nda olabilir mi?
Sanmıyorum. Bilmiyorum tabii ama öyle bir ihtimal vermiyorum.
DTK TASLAĞI DİKTE EDİLİYOR
Demokratik Toplum Kongresi’nin taslağını okudunuz mu? Bu taslak konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizi ürkütüyor mu? Ülke bölünüyor mu?
Özetle okudum. 2011 seçimlerini çok önemsiyorum. Çünkü bana göre Cumhuriyet tarihinin en kritik ve en önemli seçimidir. Bu seçimden sonra artık parlamento Cumhurbaşkanı seçmeyecektir. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Anayasanın yeniden elden geçirilmesi ve Cumhurbaşkanının yetkilerinin yeniden belirlenmesi gerekiyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Çankaya’daki Cumhurbaşkanının pozisyonu değişiyor. Çünkü halk tarafından seçiliyor. Müesses nizamın kurucu ve kollayıcıları bu dönemde bütün varlıklarını ortaya koymak zorundalar. Burada herkesin dikkatli ve uyanık olması lazım. Şimdi Türklerin de Kürtlerin de çok aklı başında hareket etmesi gerekiyor. Mutlaka gündem değiştirilmeye çalışılacaktır. Ak Parti’nin tek başına iktidara gelmesini engellemeye çalışacaklardır. Bu taslağın ben bu müesses nizamın kurucu ve kollayıcıları tarafından dikte edildiğini düşünüyorum.
KÜRTLERİN AYRI BİR DEVLET, AYRI BİR BAYRAK İSTEDİĞİNE İNANMIYORUM
İki dil, iki bayrak meselesi çok tartışılıyor. Demokratik özerlik konusundaki kanaatiniz nedir?Atatürk’ün bir vasiyetnamesinden söz ediliyor. Ve o vasiyetnamenin Genelkurmayın arşivinde olduğu söyleniyor. Bence şu vasiyetin ortaya çıkmasında yarar vardır. Kürtlere özerklik konusunun orada yazılı olduğu iddia ediliyor. Bu iddiaya cevap verecek olan mekanizmaların harekete geçmesi lazım. “Atatürk’ün bize verdiği hakları verin” demeye getiriyorlar. O hakların ne olduğunun bilinmesi lazım. Bu topraklarda ben Kürtlerin ayrı bir devlet, ayrı bir bayrak istediğine inanmıyorum. Belli bir kesim isteyebilir ama çoğunluğun istediğine inanmıyorum. Nereye bayrak asacaklar? İstanbul’a mı? İzmir’e mi? Ankara’ya mı, Mersin’e mi? En büyük Kürt nüfusu bu bölgelerde; İstanbul, İzmir Ankara, Adana, Mersin…
KÜRTÇEYİ YASAKLAYAN ZİHNİYET BAYRAK ORTAYA ÇIKARTTI
Bence 12 Eylülde Kürtçenin yasaklanmasıyla en büyük ihanet yapılmıştır. Bayrak o gün ayrılmıştır bugün değil. Kürtçeyi yasaklayan zihniyet bayrak ortaya çıkarttı. Bunların tartışılmasında yarar vardır. Özgürlüklerin genişletilmesi gerekiyor. Maalesef yıllarca Kürtlere eşit muamele yapılmadı. Biz onu yaşadık, ben o bölgenin çocuğuyum.
Kürt açılımı ile ilgili adeta kıyameti kopartan bir yazı yazmıştınız…
Evet. Yazının 11 maddesi vardı. Bir tanesinde şunu dedim: “Kürtlerin manevi lideri kabul ettikleri Şeyh Sait ile Alevi Kürtlerin manevi lider kabul ettikleri Seyyid Rıza’nın mezarlarının yerini ailelerine gösterin”. Hatta Şeyh Sait’in mezarının olduğu bölgeye bir cami bir külliye yaptırın. Seyid Rıza’nın mezarının olduğu bölgeye bir cem evi yaptırın. Bunu da devlet yaptırsın” dedim. Ben bunu yazınca CHP ayaklandı. Onur Öymen Meclis’te soru önergesi verdi. “Nasıl oluyor da devletin gazetesinde böyle yazılar çıkıyor?” diye. Arkasında Meclis’te bir konuşma yaptı. “Siz bunlara iade-i itibar sağlıyorsunuz” dedi. Yazımı geçen sene Ağustos ayında vermiştim. Olay Gazetesi, TMSF’de olduğu için soru önergesi verildi. Yani devlet bir yanlışlık yapmışsa telafi etmelidir.
YASAKÇI BİR ZİHNİYET OLDUĞU MÜDDETÇE NORMAL KARŞILAYACAKSINIZ
Şeyh Sait ve arkadaşlarını o günkü yasayla idam ettiniz. Kimse neden ettiniz? diye sormuyor, sorgulamıyor. Ailesi; “Dedemin mezarını gösterin” diyor. 47 kişi idam edilmiş hepsinin ailesi dedelerinin mezarlarının nerede olduğunu soruyor. Seyyid Rıza’nın ailesi; “Tamam dedemi götürüp kurşuna dizdiniz. Mezarını nerede yaptınız? Bize gösterin” diyor. O bile yasaklanıyor. Şimdi böyle yasakçı bir zihniyet olduğu sürece makul çıkışları da normal karşılayacaksınız, dil konusundaki çıkışı da normal karşılayacaksınız. O zaman bunları suçlamayacaksınız. Devlet önce kendi görevini yapacak. Dağ başından adam kaçırtıp öldürtünüz. Niye öldürttüğünüzün cevabını veremiyorsunuz hala. Kaç tane faili meçhul cinayet var? 3 bin mi, 7 bin mi? Hala sayısı bilinmiyor. Geçen yıl bir televizyonda izledim. Birisi Diyor ki; “Benim kardeşimi polis götürdü. Bir daha haber alamadık.”
HABER7
|