Ruşen Çakır
“AKP 28 Şubat’ın ürünüdür” cümlesinin en büyük zaafı öznenin kim olduğunun muğlak olmasıdır. Dün de ele aldığımız gibi, bu önermeyi sıklıkla kullananların ciddi bir bölümü, 28 Şubatçıları (hatta asıl olarak onların bağlı olduğunu düşündükleri dış odakları) “özne”, AKP’yi de basit bir “nesne”, daha da ileri giderek bir “taşeron” olarak görme ve gösterme eğiliminde.
Tersini düşünüyorum; eğer AKP’nin bugünlere gelmesinde 28 Şubat’ın da katkıları olmuşsa (ki olmuştur), bu kesinlikle 28 Şubatçıların (ve onların iç ve dış destekçilerinin) istediğine bağlı olarak, yani onların “sayesinde” değil, onlara “rağmen” yaşanmıştır. Dolayısıyla 28 Şubatçılarla AKP’liler arasında bir tür “danışıklı dövüş” yaşandığı yolundaki komplo teorilerinin hiçbir değeri bulunmuyor.
Yenilikçi-gelenekçi çekişmesi
“AKP 28 Şubat’ın ürünüdür” önermesinin bir diğer zaafı, 28 Şubat’ın bu parti için bir tür doğum tarihi olarak kabul edilmesidir. Halbuki AKP’nin temelleri, Milli Görüş hareketi içinde çok daha önceleri atılmıştı. RP içindeki veya ona yakın bir grup İslamcı aydın tarafından geliştirilen “yenilikçi” düşünce, dönemin İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde pratiğe aktarılmış, kısa zamanda çok olumlu sonuçlar elde edilince de parti içinde bir akım haline gelmişti.
Yenilikçilerin gelenekçilerden en büyük farkı, Milli Görüş’ün hedef kitlesini dindarlarla sınırlı tutmamaları, buna uygun olarak dini söylem kadar, hatta yer yer ondan daha çok sosyo-ekonomik söylemlere başvurmalarıydı. Özellikle solun gerilemesine paralel olarak hayli iş gören bu strateji sadece RP’yi yerel ve merkezi iktidara taşımakla kalmadı, yenilikçilerin de yakın geleceğin lider kadrosu olarak yetişmelerine imkan sağladı.
Yenilikçilerle gelenekçiler arasındaki ayrımın ana ekseni İslamcılık değil reel politik ile kurulan ilişkiydi. Örneğin, bazılarının sandığının aksine yenilikçiler daha katı İslamcıydı, fakat ülke ve dünya gerçeklerini gelenekçilere göre daha fazla önemsiyor, adımlarını bunlara uydurmaya çalışıyorlardı. Yenilikçilerin reel politiği gözeten bir İslamcılığı Milli Görüş hareketi içinde sürdürmeleri, hele bunu hareketin ana stratejisi haline getirmeleri mümkün değildi; ısrar etmeleri halinde kopuş da kaçınılmazdı.
Fakat 1994 yerel, 1995 genel seçim zaferleri iç kavgaları erteledi. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında gecikmeli de olsa Refahyol hükümetinin kurulması ve icraata geçmesi de yenilikçilerin argümanlarını zayıflattı. Ama 28 Şubat 1997 günkü MGK toplantısıyla işin rengi değişti.
Zaruri kopuş
Devamı için http://haber.gazetevatan.com/Haber/434222/1/Gundem
Yorum:
Son Dakika Haberleri!
“Evet, kötü haber!
Birilerinin hayallerini yıkacağız ama doğru, maalesef AKP yaşadığı yoğun siyasi ilişkilerin getirdiği gerilime daha fazla dayanamadı ve bugün sabaha karşı saat 04.30 sularında siyasi yaşamına veda etti. Bürokratların tüm çabalarına rağmen kurtarılamayan AKP, yarın öğle namazını müteakiben kılınacak cenaze namazıyla tarihin tozlu raflarına gömülecek. Beklenenin aksine aile mezarlığına defnedilmek istemeyen AKP, varisi olmadığının altını özellikle çizdiği Refah Partisi ve Fazilet Partisinin yanına değil de, yeri AB reformistlerince belirlenecek, AB standartlarına uygun bir mezarlığa defnedilecektir. Merhumun vasiyeti üzerine defin işlemlerinin yasalara uygunluğunu denetleyen bir komisyon da definde hazır bulundurulacaktır. Tüm halkımızın başı sağ olsun. Kendisine Allah’tan merhamet, partililere ise akıl-fikir diliyoruz.”
Hımm hiç de fena değil ama aslında düşününce belki de şöyle olur:
“Ve sonunda beklenen müjdeli haber GATA’dan geldi. Yapılan açıklamaya göre AKP hükümetinin fişi, Türkiye ve İsrail saatiyle saat 11.00’de, ABD saatiyle saat 04.00’de en kıdemli ve en günahsız rütbeli tarafından çekildi. Yaşadığı ve yaşattığı acıların son bulması sebebiyle tüm yurtta sabırsızlıkla beklenen ve coşkuyla karşılanan ölümün ardından, yeni Türkiye için güçlü, istikrarlı, demokratik ve dinamik bir dönem diliyoruz.”
Sanırım bu biraz fazla acımasız oldu belki de işi özeleştiriye bırakmalıyız, hani belki de kimse itmemiştir de uçurumdan atlayan kendisidir. Görelim:
“Flaş…Flaş…Flaş…Ak Parti intihar etti!
Şok haber az önce başbakanlıkta yapılan basın toplantısından geldi. Yapılan açıklamada sebebi tam olarak bilinmese de pişmanlığın ve derin bir gaflet uykusundan ani uyanmanın meydana getirdiği travma olduğu zannedilen bunalımın AKP’nin kendi kendini yok etmesine sebep olduğu dile getirildi. Uzun süredir bunalımda olan ve tedaviye cevap vermeyen partinin ülkeye verdiği zarar telafi edilemez boyutlara ulaşmıştır ve bu hazin sonu maalesef ki kaçınılmaz kılmıştır. Kesin ölüm sebebi Adaletli tıbbın yapacağı otopsiyle ortaya çıkacak olan intihar, olay mahallinde yapılan incelemede Enam-27 ve Sebe-33’ün izlerine rastlanması üzerine uhrevi bir boyut kazanmıştır. Detaylı bilgi için maalesef ahreti bekleyeceğiz. Teknik eksiklikten dolayı özür dileriz.”
Geyiği bir yana bırakacak olursak, olan ve olacaklar ortadadır aslında.
Doğum, gelişim ve ölüm. Yaşamın ve evrimin bir gereği olarak her canlının, topluluğun, partinin ve ülkenin bir ömrü vardır ve bunu ne öne alabilir ne de erteleyebilir. Bu benim sözüm değil, bkz.Araf-34.
Osmanlının çöküşü, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu, 60 darbesi, 80 darbesi, 28 Şubat ve sırada her ne varsa, hepsi ama hepsi olağandı, beklenendi ve nihayetinde tek bir şey içindi. Yine soruyorum, korkarak soruyorum biz hazır olabilecek miyiz?