26 Şubat 2012 Pazar
İç politikadaki analizlerde dış etkiler çoğu zaman göz ardı edilir. Oysa dünyadaki gelişmeler her ülkenin iç politikasını etkiler. Şu anda CHP Kurultayında rakip taraflardan söz ediliyor ama bu tarafların dış politikada nasıl yol izlemek istediği tartışılmıyor.
- CHP rakiplerinin dış politikası belli değildir.
- Kılıçdaroğlu’nun da nedir bilmiyoruz.
CHP’deki lider değişimi parti tarafından gerçekleştirilmedi. Henüz tespit edilemeyen bir odak Baykal’ı tasfiye etti ve Kılıçdaroğlu, önceden belirlenip belirlenmediği bilinmeden, genel başkan oldu. İlk işim eski ve yeni genel başkanları dünya güçleri açısından değerlendirmek oldu. Baykal Avrupa’ya yakın değildi ama dünyadaki değişmelere uyum sağlamasını engelleyen bir faktör vardı o da resmi ideolojinin simgesinin CHP olmasıydı. Bu ideoloji geçmişte çok iyi olabilirdi ama zamanımızda engelleyici bir rolü oluyordu. Bu nedenle Baykal’ın değişmesini etkili güçlerin hepsi istediler. Baykal’ın kişiliğinden bir şikâyetleri yoktu ama onun bu ideolojiyi değiştirmesi imkânsız görünüyordu. CHP’nin yanında olan kitle çağdaş bir dünya görüşünü savunmalıydı. Bu durum Baykal’ın tasfiyesini kolaylaştırdı ama yerine yeni bir lider getirmek yerine var olan düşünceyi ortadan kaldıracak birinin gelmesini tercih ettiler. Bu nedenle CHP’deki yeni yönetimi buldozere benzettim ve görevlerinin yeni bir yapı kurulacak alanı düzeltmek olduğunu yazdım.
- Baykal iyi kimse idi. Ama görüşleri yeni plana uymuyordu. Etkin güçler birleşip Baykal’ı tasfiye ettiler. Kılıçdaroğlu’nu halk CHP düşüncesini yıkmakla görevlendirdi.
- Tekel sömürü sermayesi etkili güçlere öyle buyurdu.
CHP’nin sosyal demokrat bir parti olduğu sadece söylem düzeyinde kalıyor. Bu düzenin nasıl kurulacağına dair bir projeden haberimiz yok. Geçmişte Ecevit köykentten söz ediyordu ama bu proje anlamsızdı. Köylü nüfusun çokluğu nedeniyle şehirlere göç etmeleri zaruri iken onları köylerde mutlu kılmanın bir anlamı yoktu.
CHP’de, hatta bazen diğer partilerde, lider değişimi ideolojik nedenlerle değil dış politikadaki tercihlerinden kaynaklanıyor. Mesela Ecevit ile İnönü arasında ideolojik fark yoktu. Ancak İnönü Avrupa ile işbirliğine yakın iken Ecevit ABD’yi tercih ediyordu. İnönü 1963’te AB’ye ilk adımı attı, Ecevit Kıbrıs’a çıktı. ABD daha önce yapılmak istenen müdahalelere Johnson mektubuyla engel olmuştu ama Ecevit Kıbrıs fatihi oldu. İnönü gibi tarihi bir şahsiyet Ecevit’e yenildi ve kendisiyle özdeşleşen partisinden istifa etmek zorunda kaldı.
- İnönü Avrupa Birliği taraftarı olduğu için Ecevit’e yenildi.
- Yaşlılık insanı yenik hale getiriyor.
Şu anda CHP içinde iki dış politika modeli tartışılıyor ve bunların birbiriyle uzlaşması imkanı yok. Bu yüzden ya taraflardan biri yenecek ya da bölünecekler. Bugün muhalefet olarak tanınan bölüm eski CHP gibi aydın kitlelere hitap edecek ama geçmişteki resmi ideoloji ile sınırlı kalmayacaklar. Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgimizin bizi mecbur ettiklerini artık sürdürmek zorunda değiliz. Onlar da bölgesel bir güç olmayı kolaylaştıracak ve çevremizdeki halkların da benimseyeceği bir dünya görüşü yaratacaklardır. Resmi ideolojimiz varlığımızı korumak için benimsenmişti. Şimdi bölge için ortak bir dünya görüşüne ihtiyaç var ve eğer bu konuda kendileri de bir yenilik yaratamazlarsa bugünkü iktidar, görünür gelecekte, iktidarını sürdürür. Çünkü dünya görüşü çağımızla uyuşuyor. Birçoklarının gericilikle suçladığı bir iktidarı çağdaş saymanın zorluğunun farkındayım. Amacım ülkemizdeki herkesin çağdaş olmasıdır. Ayrıca dünyada çatışan iki taraftan şanslı olanı desteklemek gerekir.
-CHP’deki ayrılık, iki dünya görüşü çatışmasıdır. O günkü dayatmaların politikasına artık gerek yok. Dünya değişti. Şanslı olanın yanında olmalıyız.
- CHP gizli anlaşmadaki sözler üzerinde duruyor. Biz ne tarafta olursak o taraf şanslı olamaz mı? Şanslının değil haklının tarafı olmalıyız. Çünkü haklı her zaman şanslıdır.
3 Mart 2012 Cumartesi
28 Şubat
28 Şubat irtica tehlikesi algılamasına karşı askerin tavrı olarak yorumlanır. Taraflardan birinin ülkede şeriat düzeninin yerleştirilmesine çalıştığı söylenirken diğerinin milli bir yapıyı irtica tehlikesine karşı koruduğu söylenir. Bu konuyla ilgili bir soruya karşılık olarak düşüncemi şöyle ifade etmiştim. “Bu sürecin irtica ile ilgisi irtica kelimesinin başındaki i harfinin üzerindeki nokta kadar bile değildir.. İrtica çok büyük bir operasyonun bahanesi olarak kullanılmıştır. 28 Şubat bu süreçte bir merhaledir ve her şey bu tarihte olup bitmemiştir.”
- 28 Şubatın irtica ile ilgisi yoktur. Büyük dış projenin aşamasıdır.
- 28 Şubat Ak Partinin başa geçirmesi için Allah’ın mekridir.
Erbakan D-8 İslam birliğini kurmuştu. Müslüman ülkelerin dünyada büyük bir güç olduğunu ve bunların birleşerek dünyaya yön vereceğini düşünüyordu. İslam dünyasının ekonomik güce sahip olduğu petrolden gelecekti. Ancak bu ülkeler petrolün arz tarafını temsil ediyordu, talep kendi dışlarındaydı ve fiyatı onlar belirliyordu. Ayrıca o tarihte şu soruyu da sordum: “Batı ile mücadele ederken, dar bir alanda da olsa savaş gerekirse, onlara bize uçak ve silah satın, sizinle dövüşeceğiz mi diyeceksiniz?”
- D-8’ler petrol üretiyordu. Ama tüketen onlardı. Onlarla silahları ile mi savaşacağız?
- D-8’ler mağlup oldu ama Erbakan’ın görüşleri galip geldi. Sermayeyi yendi dünya çabasına soktu.
Batıda bu oluşumu destekleyen ülkeler de vardı. Mesela Almanya bu gücü kullanarak yeniden dünyada etkin olmayı düşünüyordu. Kaddafi’ye yapılan ziyarette Erbakan’ın Kaddafi’nin önderlik ettiği bir kuruluşta olduğu söylenmişti. Bu mesnetsiz bir söz müydü yoksa bir yapılanma mıydı?
- Almanlar, D-8’leri destekleyenler vardı. Kaddafi’ye de rol verilmişti.
-Almanlar değil, sermaye Almanlara karşı D-8’leri kurarak AB’deki gücünü yıkamıyordu.
-Erbakan gelen önerileri değerlendirir. Ona göre hareket ederdi. Adil düzeni de öyle değerlendirmiştir. Sermayeden gelen teklifi de değerlendirirdi. O Almanlar lehine kullandı. 28 Şubat bunun için oldu.
Süreç şöyle gelişti: Haziran 1996’da Refahyol hükümeti kurulduğunda Kanal 7’de katıldığım bir programda “hükümetin bir yıl bile dayanamayacağını, çünkü DYP ile Refah Partisi’nin birbirine zıt iki parti olduğunu, hükümetin ANAP ve Refah arasında kurulmasının gerektiğini ancak bir gücün bunu engellediğini, DYP’nin Refah’ı kontrol etmek amacıyla hükümete katıldığını” söyledim Ankara’dan telefonla programa katılan bir Bakan Türkiye’nin yedi düveli yenerek kurulduğunu ve hükümeti de hiçbir gücün deviremeyeceğini söyledi.
-Söyledikleriniz doğrudur. Ama bugünkü AK parti o koalisyon sayesinde buralara geldi. Doğru yol da ANAP da yok. Bunların hepsi CHP’de dörtte bir.
Daha sonra bazı DYP bakanlarının istifasıyla hükümet yıkıldı ve Refah devre dışı kaldı. Ancak süreç henüz bitmemişti. 1999’da IMF ile yapılan bir anlaşmadan sonra 2001 ekonomik krizini yaşadık. Bu kriz doğal bir süreç değildi ve IMF ile yapılan anlaşmanın devamı olarak planlanmıştı. Bu krizin en önemli özelliği tedavi için uygulanan politikaların, bana göre, gerekenin tam tersi olmasıydı. Bir televizyon programında faiz hadlerinin serbest, döviz kurlarının sabit tutulduğunu aslında tam tersinin yapılması gerektiğini söyledim. Bankaların nakit ihtiyacının Merkez Bankası tarafından karşılanması gerekirdi.
-2001 ekonomik kriz 28 Şubat’ın devamı idi. Faiz serbest bırakıldı. Kurlar sabitlendi. Oysa tersi yapılmalı idi.
- Sezer işlerine gelmiyordu. Ona karşı yapıldı.
Bu süreçte biraz parası olanlar faizden büyük paralar kazanarak, fiyatı sabit olan döviz satın alarak çok zenginleştiler. Devletin ise bu zararları karşılamak için kırk elli milyar lira zarar ettiği söylendi. Bunun sebebi ülkede yeni oluşacak siyasi iktidarı kontrol edecek sermayeyi güçlendirmekti. Ancak AK Parti’nin iktidarı bu projeyi engelledi.
- Ters politika ile yeni parti desteklenecekti. Ak parti bunu önledi.
- Askerler devreye girdiler. Ak Partiyi iktidar ettiler. O projeyi engellediler. Şimdi onun için hapistedirler.
Askerin en büyük hatası olaylara ideoloji açısından bakmasıydı. Oysa ülkemize yönelik operasyonların hepsi onların desteklediği ideoloji maskesiyle yapıldı. Ayrıca ekonomik gücü elinde tutanlar hem medya kanalıyla hem de bazı imkanlar sağlayarak yöneticileri kontrol ediyordu. Bu süreçte müşavir ya da yönetim kurulu üyesi olan askerlerin çokluğunun bir anlamı yok mu?
-Askerlerin hatası sermayenin emrinde olmalarıdır.
-Asker hata etmiyordu. Mevcut düzen değişmedikçe askerlerin bu yaptığından fazlası yapılamazdı. Asker hep başarılı oldu.
Yaptığımız en büyük hata işimize gelen olaylarda gerçeği araştırmamak ve yapılanı savunmaktır. Bakalım askere yönelik tavırda kurunun yanında yaş da yanıyor mu?
- Hatamız dolduruşa gelmemizdir.
-Ergenekon ve Balyoz AK Partiye ve orduya oynanan oyundur. Türk ordusu daima zamanında devreye girdi, hep başardı. Yine de girecektir. Temennim bunun Milli Güvenlik Kurulu eliyle yapılmamasıdır. 28 Şubat uygulamasını ben yerinde görüyorum.
Yorum:
28 Şubat Gerçeği
Erbakan defalarca anlatmıştı. Ben de yazdım. Hala bütün insanlar kulaklarını tıkamıştır.
Sermaye AB’nin ABD’yi ve Sovyetleri dengelemek için kurdurulmasına izin verdi. Almanları güçlendirdi. Sonunda ileri gittiler, dengelemek için Erbakan’a D-8’leri kurdurdu. O da ileri gidince onun indirilmesine karar verdi. Karar yeri, katılanlar ve alınan kararlar belgelerle bilinmektedir.
MİT ile CİA arasında anlaşma vardır. Gizli bilgileri birbirlerine aktarırlar. Bunlar resmi yazılarla gelmez. CİA görevlisi, MİT görevlisine gizlilik içinde bilgi verir. O da amirine verir. Sonunda MİT başkanına gelir. MİT Başkanı bundan askerleri haberdar eder.
Askerler bunu Milli Güvenlik kuruluna getirerek topu Cumhurbaşkanına ve hükümete havale etmeyi uygun gördüler. Askerler de CİA talimatına karşı olmadıklarını göstermek için, asker olan genel sekreterin savunmasını uygun gördüler.
Genel Kurul toplandı. Genel sekreter raporu talep olarak tekrar etti. Bunun ABD’den geldiğini herkes biliyordu. Nasıl davranılacağının tartışılması gerekirdi. Erbakan saatlerce askerleri bunun yanlış olduğuna ikna etmeye çalıştı. Hata burada idi. Askerler onun söylediklerini biliyordu. Ne yapılacağını hükümete soruyordu.
Erbakan bunun araştırması gerekir diyordu. Milli Güvenlik Kurulu, araştırsın sonra gereğini yapalım diyor. Demirel hükümete topu atıyor. Kabul ediliyor. Başbakan bakanlara havale ediyor. Böylece zaman kazanılıyor.
İk,i üç ay sonra genel sekreter Erbakan’a geliyor ve raporu soruyor. Erbakan yapmazsak Meclisi kapatacak mısınız diye soruyor. CIA’dan gelen emir meclisin dağıtılmasını istemiyor, sadece Erbakan’ın gitmesi isteniyor. Meclisin tatili istenmiyor. Çünkü askerler geliyor ve ondan sonra daha çok Amerika’nın istemediklerini yapıyor. Evren’den ağızları yanmıştır. Sekreter " Hayır diyor, meclisi kapatmayacağız" O halde biz de onları yapmayacağız diyor. Böylece askerler çekiliyor.
Demirel Masondur. Masonlar emir vermediği zaman hep doğru işler yapar. Ama masonlardan emir gelirse dediklerini yapar. O sırada masonlardan emir almış olmalıdır kii Çiller’i çağırıyor. “ Askerler ihtilal yapacak ancak sen başbakan olursan yapmayacaklar.” diyor.
Çiller Erbakan’a geliyor, diyor ki “Demirel böyle diyor. Ben sadece söylediğini söylüyorum, böyle bir talebim yok.” Erbakan’ın dalgınlığına geliyor. “Bir sene sonra seçim olmak şartıyla” diyor. Milletvekilleri bir sene sonra seçim istemeyecekleri için Demirel yararlandı ve Çillersiz hükmet kurdu.
Kuran’da diyor ki “Onlar mekrettiler, biz de mekrettik. Bizim mekrimiz hayırdır.” Tarihi olaylar takdiri ilahidir. Adil Düzeninin hazırlığı yapılmaktadır. Sermayenin hükümranlığı son bulacaktır. Eğer Adil Düzeni kabul ederse gücünü koruyacak, insanlığa hizmet edecektir. Faizli tekele, sömürüye ve fitne çıkarmaya devam ederse yine sürgün dönemlerini yaşayabilir.
28 Şubat sermayenin fitnesidir. En ehven surette atlatılmıştır. Düzen değiştirilmeden Adil Düzen uygulanamaz, Erbakan’ın gitmesi kaderi ilahidir.
NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle'ye aittir.