Yeni ‘sit-com’ sorusunu işittiniz değil mi? “Neden dizilerde türbanlı kadın yok” diye sorup ardından ekliyorlar: “Reytingi yok da ondan...” Sonrasında türbanlı kadının namus timsali olup olmadığı aynı kalemler tarafından sorgulanıyor...
‘Sit-com’ cemaati değil de ciddiye alınacak birileri yapsaydı bu sorgulamayı neyse...
Aslında çok izleyicisi olduğunu bildiğimiz televizyon dizilerinde eksikliği hissedilen ‘türbanlı kadın’ mı? Hayır. Hem muhafazakâr kanallarda kadınların sokağa başı örtülü çıktıkları diziler var, hem de diğer kanallarda ara sıra görülen köy eksenli dizilerde kadınlar çoğunlukla başörtüsü takıyorlar...
İçlerinde bayağı seyirci yakalamış diziler de var bunların...
Tabii, ‘diğer’ dediğim kanallardaki köy dizilerinde başını örten tipler, okumamış, cahil, kurnaz türden kadınlar; aynı dizilerde başları açık olarak görünen kadınların ise çoğu öğretmen, savcı, yargıç, ya da başarılı iş kadını tipleri...
Dolayısıyla sorulan sorunun “Neden yok?” bölümü yanlış. Yok değil, var.
Ancak esas yanlış, dizilerle ilgili temel sorunu görememekte: Dizilerde eksikliği en fazla hissedilen dindar insan tipleri... Muhafazakâr aileler yok... Muhafazakâr olmayan ailelerde tek tük de olsa rastlanan yaşlı-genç dindar kişiler yok... Nesiller arası takışmalarda bu konulardaki görüş farklılığı belli edilmiyor...
İlâç için olsun, Necip Fazıl’ın bir şiirinde ve ‘Ahşap Konak’ adlı tiyatro eserinde ölümsüzleştirdiği aynı çatı altında yaşanan farklı hayatlar yok dizilerde...
Hani şu şiir: “Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem / Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem. / Orta kat: Mavs oynayan annem ve âşıkları. / Alt kat: Kızkardeşimin ‘tamtam’da çığlıkları. / Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; / Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!”
Böyle evler ‘Ahşap Konak’ piyesinin yazıldığı 1960’tan önce de vardı, bugün de var. Peki dizilerde var mı?
Sadece bizde değil dünyanın dört bir tarafındaki farklı kültür ortamlarında da izleniyor bizim diziler. Araplar abonesi. Daha henüz kimseler ‘Gümüş’ dizisinin ‘Nur’ adıyla Arap kanalı mbc’de oynadığını bilmezken, bir diplomatımızdan öğrenerek, sabaha karşı tekrarlanan bölümü izlediği için makamına uykulu gelen bir Arap bürokratı Kulis’te anlatmıştım. Hemen bütün dizileri Araplar da izliyor.
Yalnız Araplar değil, Balkan ülkeleri halkları da... Komşumuz Yunanistan çok önceden kafilede; Romanya ve Bulgaristan da öyle... Şimdilerde İsrail’de bir kanal da ‘Aşk-ı Memnu’yu yayınlamaya başlamış...
“Neden izleniyor bu diziler?” sorusu önemli ve benim çok basit bir cevabım var: Sosyallikten uzaklaştı insanlar, birbirlerini yalnızca sokakta veya iş yerinde görüyorlar. Nasıl hayatlar yaşandığını merak ediyorlar. Özellikle de kendileri gibi olmayan ailelerde yaşananları...
Bazılarının sandığı gibi sadece ‘pırıltılı’ tipler ve ‘şaşaalı’ hayatlar anlatılmıyor; daha fazla anlatılan hatta ‘pırıltısız’ insanların hayatları... Bir olumlu tip veya olay varsa on olumsuz tip veya olayın yer almasının sebebi de anlaşılabilir: İzleyene “Siz daha iyisiniz” hissini vermek...
Dizilerin senaryosunu yazanlar, onları görevlendirenler, kanal yöneticileri akıllı insanlar; toplumu ayağa kaldıracak konulardan uzak duruyorlar. Yoksa keçi çalan müftü, oruç cinayeti, namaz kılmadığı için öldürülen gelin türü medya masallarıyla doldururlardı dizileri...
Hayatlarından çok renkli diziler çıkabileceği halde dindar kadın konusuna girilmemesini de onlar rica ediyor olmalı.
Son bir soru ve cevabı kaldı; “Muhafazakâr kanallarda oynayan ve içinde başını örten kadınların da yer aldığı dizilerin reytingi neden düşük?” Sordum, cevabı şu: “Bizim dizilerin her bölümü diğer kanallarda gösterilen dizilerin yirmide biri bütçeyle çekiliyor; bu hesaba göre daha fazla izlendiğimiz bile söylenebilir...”
Taha Kıvanç tkivanc@stargazete.com
24 Eylül 2011 Cumartesi
Yorum: Yıllar önce İsmet Özel bir televizyon kanalında röportaj veriyordu. Müslümanların modern hayata katılmak talebinde olduğunu söyleyince sunucu “pek bu kötü bir şey mi” diye sordu. İsmet Özel hiç düşünmeden “evet, kötü, çünkü bu boktan bir hayat” dedi.
28 Şubat’ın psikolojik etkisi hala hakim iken yapılmış bir konuşmaydı bu.
AK Parti iktidarıyla beraber artık ‘Müslüman’ların görünürlüğü tartışılır hale geldi. Alış veriş merkezlerinde, kafelerde, restoran ve otellerde görülmelerini bazı insanlar ‘endişe’ ile karşıladılar ve ‘haklı’ korkulara kapıldılar. Fakat bir çok kişinin işaret ettiği gibi bu görüntüler ‘hizmet alan’ konumunda gerçekleşti. Özellikle başörtülü kadınlar üzerinden yapıldı bu okumalar. Zira ‘müslüman erkek’ zaten ayırt edici bir vasfı ve işareti bulunmayan, bunu da başarısının bir bedeli olarak gören ve sunan bir ‘birey’ haline geldi. Başörtülü kadınlar da ‘müşteri’ oldukları sürece ‘tedirgin edici’ (‘iğrenç’) olmaya devam ettiler ama gerçek bir ‘tehdit’ olmadılar. Okuyan, yükselen, yöneten, sahip olan, karar veren, etki eden ‘başörtülü kadın’ın sosyolojisi ise bambaşka bir konu.
Taha Kıvanç en saçma tespiti en son paragrafa bırakmış. TRT’de Leyle ile Mecnun adında bir dizi var, bütçesi düşük, kadrosu dar, ama çok izleniyor. Özellikle gençler arasında çok popüler. Ne şiddet var ne de cinsellik. Sanat için para gerekir, ama parasız sanat olmaz demek mümkün değildir.
Başörtülüler neden yok veya neden dizilerde onlara da tecavüz etmiyorlar sorularını tartışmayı gereksiz görüyorum. Asıl sorun ‘müslüman’ların söyleyecek sözlerinin bulunup bulunmadığıdır. Söylenecek sözü olan onu elbet söyleyecek ve ona ihtiyaç duyanlar elbet sözü ve söyleyeni takdir edeceklerdir.