26.06.2011
Bazen şerden hayır doğar ya...
Biz de, şu yaşadığımız kaos ortamında bir şeyi kazandık.
Bazı çevrelerin milli irade diye bir şeyi keşfetmelerini...
Bu, az buz bir şey değil.
Bu memlekette yargı marifetiyle halktan yüzde 47 oy almış bir siyasi parti hakkında kapatma davası açıldığında, etekleri zil çalan anlı şanlı ana muhalefet partilerimiz vardı.
O zaman "Canım, suçları olmasa kapatma davası açılmazdı" gibi gerekçeler ağızların sakızı idi. "Şeriatın kestiği parmak acımaz" öz deyişi, alınmış "Laik düzenin kestiği parmak acımaz" haline getirilmişti. (Nazlı Ilıcak dün, Sabah'taki yazısında Balbay'ın AK Parti'nin kapatılması davasında nasıl "Yargı da millet adına karar verir" serenadında bulunduğuna dair müthiş örnekler sıraladı.)
Şimdi ne oldu?
Ergenekon, Balyoz ve KCK sanıklarını kurtarmak için, "Milli irade", bir kilit açıcı unsur haline getirildi.
Varsa yoksa milli iade.
Eh, bu da demokrasimiz açısından küçük bir ilerleme sayılmaz. (Bundan sonra milli irade adına bir şeyler talep edildiğinde umarım birileri "O kadar da milli irade olmaz" gibi tepkiler vermez.)
Yalnız bu arada, hukukun da canına okumamak lazım.
Evet, hukuk hata yapabilir.
Evet, yasalarda yanlışlıklar olabilir.
Ama "Mahkemeler millet adına karar veriyor" diyerek, yargılamaları halk oylaması ile yapmaya başladığınızda eski komünist ülkelerde uygulanan ve büyük hukuk facialarına yol açan "Halk Mahkemeleri"ne doğru yol almaya başlarsınız.
Şimdi oturmuşuz, gazetelerdeki köşelerimizde ya da ekranlarda, Ergenekon, Balyoz, KCK sanıklarının tutukluluk ya da Hatip Dicle'nin mahkûmiyet gerekçelerini tartışıyoruz.
Elimizde de seçim sonuçları var.
Seçim sonuçları bir sıfır galip başlıyor işe ve dosyaları hallaç pamuğu gibi atıyoruz.
Bir tek, "Niye hâlâ devam ediyor Ergenekon davaları" demediğimiz kalıyor. Balyoz'u, KCK'yı çoktan bitirmişiz.
Aslında ne gereği var yargıçların, savcıların diye sormak bile mümkün.
Yargı nereden keşfedilmiş ki...
Yargı-yasama-yürütme erki neden ayrı ayrı yapılanmış ki...
Aslında iş bizim medyada hallediliveriyor.
BDP'yi küstürmemek lazım.
Sokakları küstürmemek lazım.
Kandil'i, İmralı'yı küstürmemek lazım.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis... Herkes Ergenekon veya KCK sanıklarını kurtarmak için seferber olmalı.
Bir tek umut İmralı'da kalmıştı.
Şayet İmralı'daki zat, BDP'lilere "Yahu aptallık etmeyin, bırakın şu boykotu moykotu. Bunlar çocukluk hastalığı. Girin Meclis'e, çözüm için çaba sarf edin" derse iş değişecekti. Sağduyuyu şu kadar bağımsız milletvekili keşfedememişti, İmralı keşfedecekti.
Keşfedebilir miydi?
Neden olmasındı?
Asıl canı yanan oydu. Çözüm olursa onun için bir ümit ışığı doğacaktı. (Olmadı, İmralı da, avukatları aracılığıyla "Bildiğiniz gibi yapın" mesajı gönderdi.)
Şimdi kaosu sürdürme hesabı var.
Acaba BDP'liler boykotu ne kadar sürdürecekler?
"Kürdistan'da özerk yapı kuruluncaya kadar mı?"
O özerk yapı Türkiye'ye savaş açıp İmralı'daki zatı kurtarmayı mı deneyecek?
Ne kadar saçma ihtimaller üzerinde duruyorum değil mi?
Ama kaosun parçası olanlar ve kafalarındaki şeyi herkese dayatmaya çalışanların, yaptıkları işi ne kadar sürdürebileceklerini görmemiz için bunları söylüyorum.
Ne demiş oluyoruz zımnen?
"Meclis'e gitmeyiz, herkes de kuzu kuzu bizim istediklerimizi yapar."
Bunun adı, dayatma ve tehdit değilse ne?
Hele CHP'nin "Meclis'i tıkama" tehdidine ne demeli?
CHP Ergenekon davasını, MHP Balyoz davasını, BDP, KCK davasını, sandık yoluyla bitirmek gibi bir yola girdi, şimdi bu hamle yargı duvarına tosluyor. Olan budur.
Şimdi herkes aklıselim içine girip, Meclis'i çalıştırmaya başlamalı ve Anayasa'da, yasalarda yanlışlık olarak ne varsa onları düzeltmeli ve Türkiye'yi rahatlatmalı.
Meclis'i çalıştırmaktan başka her yol maceradır.
Şifa dileği: Tedavi için hastanede bulunan Mehmet Ali Birand'a ve Orhan Miroğlu'na geçmiş olsun dileklerimi sunuyor, acil şifalar diliyorum.
Yorum: Duygusal Refleks
Evet, bugünkü kaos ortamında milli irade kazanıldı denilebilir. Ancak kazanılan milli irade doğru şekilde kullanılmazsa yazarın üstü kapalı belirttiği gibi komünist rejim mahkemeleri benzeri yargılamaların halk oylamasıyla yapılması hatası daha ciddi boyutlarıyla karşımıza çıkmak üzeredir. Çünkü yazarın eleştirdiği vaziyet sadece yargılamalar konusunda geçerliydi. Şimdi ise AK Parti yeni Anayasayı halkın taleplerini alarak oluşturacağız gibi bir tavır içerisindedir. Yani bu ne demek oluyor; tarihin en kötü Anayasası kapıda demek oluyor. Yazar sakın birileri çıkıp da “O kadar da milli irade olmaz” demesin diyor. Ben de tam olarak bunu söylemek istiyorum. Böyle bir milli irade yaklaşımı tarihte görülmemiştir ve akıllara durgunluk verici cinstendir.
Türkiye’de asıl sorun Anayasa sorunu değil Anayasanın ve yasaların uygulanması sorunudur. Yargı kurumlarının istediği gibi at oynattığı, her kanun maddesini işine geldiği gibi yorumlayabildiği ve hesap dahi sorulamadığı bir ortamda yeni Anayasa neyi çözecekmiş söyler misiniz? Üstelik bu Anayasa özgürlükçü olması adına halka sorularak hazırlanan sivil bir Anayasa olacakmış. Tehlikeye bakar mısınız? Medyanın goygoyculuğunda oluşturulmuş, muhafazakar kesimin 1982 Anayasasına karşı dolduruşa getirildiği, tamamen duygusal, hiç akılla düşünülmeyen bir ortamda, biraz da 28 Şubatın rövanşına dönüşmüş bir refleks Anayasası…
BDP’nin “Meclis’i tıkama” girişimi ise ileriye dönük olarak yeni Anayasanın yapıldığı ortam düşünülerek bir takım imtiyazlar kazanmanın hesaplarıyla şimdiden harekete geçmiş olduklarını gösteriyor. Neresinden tutarsan elinde kalıyor. Yazar “bazen şerden hayır doğar ya" diyerek başlamış yazsına, ben de “sizin hayır sandığınız şer de olabilir” diye hatırlatmak istiyorum. Elbette her şey Allah’ın izni ve takdiriyle oluyor. Ancak hadiseleri daha itidalli bir şekilde okumakta fayda var. Allah aklıselimle hareket etme kabiliyeti versin.