Bakış açısı
1779 Okunma, 11 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Mahir KAYNAK

 

Değişen muhalefet

19 Haziran 2011 Pazar

 

CHP’deki değişimi AKP ile benzeşmek çabası olarak algılayabilir miyiz? Bazıları yeni sloganların böyle bir intiba yarattığını ifade ediyor. Ben tam tersini düşünüyorum ve AKP’nin izlediği politikalara karşı olanların, yeni bir dünya görüşü yaratamadıkları için, iç politikada böyle bir benzeşme yarattıklarını sanıyorum. Bazı çelişkilerle olayı daha net görebiliriz.

Birinci sorumuz demokratik açılımı gerçekleştiren ve bu nedenle büyük bedeller ödemeye razı olan, bölücülükle bile suçlanan AKP  neden BDP’nin hasmı haline geldi?  Neden Kürtlere karşı inkar ve asimilasyon politikalarının simgesi sayılan CHP’ye daha yakın bir tavır sergilediler?

Bundan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz. Yeni CHP ile bölgenin Kürt politikacıları arasında, metotlarda değilse bile, hedefler arasında bir uyum sağlandı. Bu eski CHP ile mümkün değildi ve bu nedenle eski yönetim bir operasyonla bertaraf edildi.

- Bağımsızları CHP ile anlaştırmak için Baykal operasyonu yapıldı.

- MHP Meclis dışı bırakılacak, bağımsızlar CHP ile birleştirilecek ve iki partili düzen kurulacaktı.

 

CHP’de böyle bir değişimin gerçekleştirilme nedeni ülkenin, en önemli sayılan, Kürt sorununun çözümünü AKP’ye bırakmamak ve onun önünü kesmekti. Kürt politikacılar son seçimlerle ülke çapında ortaya çıkan AKP üstünlüğüne razı olmayacak ve yeniden istikrar bozan eylemleri teşvik edecektir. Ya da muhalefetle işbirliği içinde olacaklardır. Onların sorunu bölge halkının kimlik ve ekonomik sorunlarının çözülmesi değil AKP üstünlüğünü bertaraf etmektir.

- Kürt sorununu AK Parti’ye bırakmamak için bağımsızları birleştirdiler. Şimdi CHP ile bir olacak veya eylemlerine devam edeceklerdir.

- Mahkeme kararları bu oyunun parçası.

 

Geçmişte ülkemiz benzer bir operasyonla karşılaştı. 1960 darbesine rağmen merkez sağ parti büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Bu parti sadece belli bir ideolojiyi değil aynı zamanda dış politikayı temsil ediyor ve Avrupa ile bütünleşip onların maşası olmak yerine bölgesel bir güç olmak ve bu amaçla ABD ve SSCB’nin desteğini sağlamak istiyordu. ABD ile yakınlığına vurgu yapılan Demirel iktidarının SSCB’den büyük ekonomik destek almasının sebebi neydi? Bunu gören güç odakları merkez sağı parçalamayı amaçladılar ve bu parti içindeki dindar ve milliyetçi kanatları ayrı partiler halinde örgütlediler. Bundan sonra dağılan merkez sağ eski gücüne erişemedi. Özal merkezdeki bu oluşumu yeniden toparlamaya çalıştı ve dört eğilimi temsil edeceklerini söyledi. Ancak onun partiyi bırakmasından sonra politikası da sona erdi.

- 60 darbesinden sonra Demirel ABD yanlısı oldu. Ruslarla iyi geçindi. Parçaladılar. Bir daha toparlanamadı.

- Demirel’i kullanıp istediklerini başbakan yapacaklardı. Demirel Erbakan’la karşılarına çıktı. Böylece Demirel kırk yıl dört ayak üzerine düştü.

 

AKP merkez sağı temsil etmek için sadece dindarları temsil eden bir parti olmadığını ayrıca her kimliğe eşit davranacağını söyleyerek merkez sağı yeniden oluşturmaya çalıştı. Bu partinin ülkenin tümünü temsil eden, farklılıkları değişmez kimlik kriterine göre değil dış politika ve ekonomik yaklaşımlarda savunmasına izin verilemezdi.

- AK Parti merkez sağı oluşturdu.

- Türk halkları kendileri dindar olmasalar da dindarları severler. Baykal’ın CHP’sinin dindar olmasını ve sonra da onun iktidar olmasını ister.

 

Bunun yolu partiye oy verenlerin, geçmişte olduğu gibi, değişmez kimlik ve inanç kriterlerine göre ayrıştırılmasıydı. Ayrıca iktidarın, geçmişte merkez sağ partileri de ülke için zararlı gören bürokrasi ile karşı karşıya getirmek gerekiyordu. Eğer darbecilere karşı yapıldığı söylenen yargılamalar masum insanlara da zarar verecek bir boyuta erişirse ve yargı ile iktidar arasında bir güvensizlik yaratılırsa amaca ulaşılmış olacaktı.

- Ergenekon ve Balyoz tutuklamaları hep AK Parti’ye karşı tertip.

- Bağımsızların adaylık ve seçimleri üzerinde oynanan oyunlar hep bu tertibin içinde.

 

Darbeyi engellediklerini savunanlara bir sorum var: Geçmişte çok daha az sayıda insan bir darbeyi gerçekleştirebiliyordu. Bugün neden yapamadılar? Bu konunun doğru anlaşılmadığını ve adaletsizliğin tepkiler yaratacağını düşünüyorum.

- Darbeyi engellediklerini söyleyenler konuyu anlamamışlar.

- Dünyada siyasî gücünü kaybeden Sermaye karşılıksız parasını dünya fitnesine kullanıyor.

 

 

Bakış açısı

25 Haziran 2011 Cumartesi

 

Medyadaki seçimlerle ilgili tartışmaları izlerken büyük bir hayal kırıklığına uğruyorum. Bu kadar insan yanlış yapmayacağına göre hatanın bende olması gerek diyorum ama kendi görüşümü de yazmak istiyorum.

Tartışmalar haklılık haksızlık, hukuka uygunluk üzerine yoğunlaşırken ben operasyonun içeriğini ve hedefini anlamaya çalışıyorum. Türkiye yönlendirilmek istendiğinde üzerinde yoğunlaştığımız konular araç olarak kullanılıyor. Geçmişte darbedeler tezgahlanırken kimse demokrasi ve adaletten söz etmez, tartışma güvenlik üzerinde yoğunlaşırdı. Ülkeyi ele geçirmek ya da düzeni değiştirmek isteyenler olduğu kabul edilir bunlarla mücadele edilirdi. SSCB’nin ülkeyi komünistleştireceği ve Türkleri geldikleri yere, Orta Asya’ya sürecekleri ya da Cumhuriyetin getirdiği devrimlerin ortadan kaldırılıp ilkel bir yaşam tarzına mahkum edileceğimiz söylenir ve ordumuz bunu engellerdi. Demokrasi ve hukuk arka plandaydı ve işlemeye devam ettiği kabul edilirdi. Başbakanı idama mahkum eden yargıçlar sokaktan toplanmamıştı ve arkalarında “Adalet mülkün temelidir” yazıyordu.

- Geçmişte darbeler devletin ve rejimin bekası için yapılırdı.

- Kurt kuzuya suyumu bulandırıyorsun demesi misali güçlü herkes söyleyebilir.

 

Bugünlerde demokrasi ve hukuk dilimizden düşmüyor. Hedefimizin demokratik bir düzen kurmak olduğunu söylüyor ve yargının bu amacımızı gerçekleştireceğini düşünüyoruz. Demokrasiyi ortadan kaldırmak için plan yapanlar yargılanıyor, bir hukuk devleti olduğumuzu ve yargıya müdahale etmeyeceğimizi söylüyoruz. Bunlar yanlış değildir ve her zaman savunulabilir. Ancak eskiden güvenliğimizin ve düzenin tehlikede olduğu söyleniyordu ve buna karşı tedbir alınıyordu. Güvenliğimizin önemi yok, bırakın iş olacağına varır diyebilir miydik?

- İnsan hakkı ama güven sağlanmazsa?

- Kâinat denge üzerinde kurulmuştur. Korunmuş hürriyet, devletine karşı güvencede ama düşmana karşı güvencesiz hürlüğün manası nedir?

 

Bizi yönlendirmek isteyenler analiz yapmayı sevmediğimizi ve belli önyargılarla olaylara baktığımızı biliyor ve bıyık altından gülerek “Biz sizi bu önyargılarınızı kullanarak da yönlendiririz” diyorlar. Bugünlerde güvenlikten ya da devrimlerin tehlikede olduğundan söz eden güçlü bir akım yok. Aksine ülkeyi bölmekle itham ettiklerimiz demokrasi istiyor, darbe hazırlamakla suçladıklarımız adalet istiyor.

- Bugün güvenlik ve cumhuriyet savunulmuyor, demokrasi ve adalet istiyor.

- İfrat ve tefrit felakettir. Türkiye’nin güvenliğe, bağımsızlığa, demokrasiye ve adalete eşit şekilde ihtiyacı vardır. Dört ayak üzerinde durmak zorunludur.

 

Kürt sorununa da hukuk ya da demokrasi açısından bakalım ama hangi hedefe ulaşılmak istendiğini de araştıralım. Kürt politikacılar sorunları ortaya koyup birlikte çözelim demiyor. İsteklerini sıralıyor ve bunlar gerçekleşmezse ülkede kaos olur diyorlar. Her istediklerini kabul edersek her Kürt’e bir kahramanlık madalyası istemeyeceklerinden emin misiniz? Proje uzlaşma değil çatışma ve bunun sonuçları üzerine kurulu. Geçmişte birbirine düşman olan Kürtler bir araya geldiler daha doğrusu bizim ultra vatanseverler herkese PKK’lı deyip aralarındaki uzlaşmazlığı çözdüler. Yani terör karşıtı olanlar, bilmeden de olsa, kendilerine yakın olanları bile, karşı tarafa sürdüler.

- Kürtlere ne versek tatmin olmazlar. Yanlış siyaset Kürtleri bir yerde topladı.

- Kürtleri ve Türkiye’yi örgütleyen aynı yer: Tekel sermaye.

 

Ne bölgemizdeki ne de ülkemizdeki olaylar demokrasi arayışı değildir. Dünya yeniden şekillenirken bölgemiz ve ülkemiz operasyonlara maruz kalıyor. Projeyi anlayıp uygun tedbirler alınmazsa, yıllarca sonra, bugünlerde darbeleri çözmeye çalıştığımız gibi, hukukun rolünü araştırabiliriz. Bu gidişle o zaman da başka bir önyargımız üzerine operasyonlar gerçekleşiyor olabilir. Şu anda tarihimizin önemli bir dönüm noktasındayız ve şartlar çok uygun. Sorunları doğru analiz etmez ve akılcı politikalar üretmez, sloganlara mahkum olursak kaybımız büyük olur.

- Bölgede ve Türkiye’de olanların demokrasi ile ilgisi yoktur. Yeni dengeler oluşturuluyor.

- İnsanlık Adil Düzen’e hazırlanıyor.

 

 

Yorum:

 

Yeni Denge

 

Bundan 1400 sene önce dünyanın iki süper gücü vardı: Bizans ve Persler. Dünyayı bunlar yönetiyordu. Asya Perslerin, Avrupa Bizansların idi. Mekke’de ise Hâşimî ve Emevî kabileleri birbirleri ile boğuşup duruyorlar. Bir ara Bizans yenilmiş Persler tek güç olmuştu. Kur’ân Bizans tarafını tutmuş ve sonunda İsa’ya tabi olanların yeryüzüne hakim olacaklarını bildirmiştir. Biraz sonra Bizanslılar galip gelmiş kısa zaman sonra da Persler Kur’ân ehli tarafından kaldırılmıştır. Bugün Müslümanlar ve Hıristiyanlar yani Hz İsa’ya tabi olanlar dünyaya galiptirler.

 

Tarih boyunca peygamberlerin hukuk ve yönetim düzeni ile filozofların teknik ve ekonomi düzenleri peş peşe dayanışarak, yarışarak bugünkü duruma gelinmiştir. Şimdi Peygamberlerin düzeni yeniden oluşuyor, filozofların düzeni zirvede. Sanayi ve ekonomi gelişmiş dolayısıyla eski hukuk düzeni yetmiyor. Artık yeni hukuk sisteminin oluşması başlamıştır. Bunu peygamberler sitemi çözecektir.

Mahir beyin hatası Bizans ve Perslerden başka kimse yokmuş sandıkları gibi Mahir bey de iki süperden başkası yok zannediyor. Oysa gelecekte olacak olan Adil Düzen çalışanı birkaç garibanın anlatacakları II. Kur’ân uygarlığının kurulması olacaktır.

Bu gücün gideceğini Kur’ân uygarlığının geleceğini hesaba katmayan hata eder.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Zafer Kafkas
30.06.2011
00:40

S.A Hocam,

İşsizlik sorunu ile ilgili olarak çalışma kredisi ve hammadde kredisini çözüm olarak görüyoruz ve inanıyoruz. Bu sayede insanlar işverenin sömürüsünden ve köleliğinden kurtulmuş olacak , ayrıca bu sayede emek karşılığı yani mal karşılığı para arzı olacağı için enflasyona da sebebiyet verilmeyecek.

Fakat aklıma şu soru geliyor , seminerde şöyle diyorsunuz," insanlar şehirlere taşınıp orada istikrarla iş bulmaya çalıştılar.Başlangıçta bu başarılı oldu ve sanayi böyle doğdu. Birden mallar satılamadı. Satılamayınca üretim durdu. Üretim durunca işsizlik oldu. İşsizlik olunca mallar hiç satılamadı."

İşsizliğin sebebi olarak üretilen malların satılamamasını ve bu sebeple üretimin durmasını görüyoruz. Bu risk bizim ekonomik düzenimiz içinde geçerli değil midir? Çalışma kredisi ve ham madde kredisi ile işsizliği bitirdiğimizde veyahut azalttığımızda da malların satılamaması durumu ortaya çıkarsa ve üretim ihtiyacının olmamasında da işsizliğin tekrardan zuhur edebileceğini düşünüyorum. Yani işverenleri üretime yönlendirecek ve yüklerini hafifletecek olan çalışma kredisi ve ham madde kredisi işsizliğin giderilmesi için tek başına yeterli olabilecek mi? Tüketim sürekliliğini nasıl sağlayacağız?

Diğer taraftan üretim için yeterli bilgi ve teknolojik altyapıya sahip olunması gerekiyor. Bu bilgi ve teknoloji sayesinde sanayi kurulacak ki üretim yapılabilsin. Lakin ülkemizde bu bilgi ve teknoloji olmadığına göre yeter sayıda üreten , dünya ile rekabet eden fabrikaları , tesisleri nasıl kuracağız? Misal Almanyada çalışma kredisi ile işsizliği sıfıra indirebiliriz büyük ihtimalle çünkü insanların gidip çalışabileceği sanayi tesisi, fabrika mevcut ama ülkemizde bir süreç gerektirdiğini düşünüyorum. Bu hususları açıklar mısınız?

Süleyman Karagülle
30.06.2011
08:46

Ekonomi, yeni teknoloji üzerine kurulmaz. Ekonomi mevcut imkanların dengesi üzerine kurulur. Ekonomi dengesi kurulunca artık emek ortaya çıkar. Artık emek de ileri teknolojiyi getirir. Faizsiz kredileşme ilkesi içinde uluslar arsı sermaye de devreye girebilir. 1950’lerde böyle yaptık. Bugün teknolojimiz ve kalifiye elemanımız, makine parkımız ve verimli topraklarımızla dünyanın en ileri olabilecek seviyedeyiz. Tek eksiğimiz ekonomideki dengesizlik. Ekonomik denge şöyle oluşmaktadır. 1- Halka faizsiz ön ödemli sipariş kredisini veririz. Böylece yıllık ihtiyaçlar yıl başında sipariş edilmiş ve üretim planlanmış olur. 2- Çalışana kredi vererek artık emeği inşaatta değerlendiririz. Taşınmazlar oluşur. 3- Halk artık emekle fazla üretim yaparak nüfusu artırmış olur. Ya da yatırım yaparak yeni işyerlerini oluşturur. 4- Üretim dışı harcamaları yüzde olarak sabitleriz. Üretimde çalışanların ücretleri daha fazla olursa halk orada çalışır. Üretimi dengeler. Üretimde ücret sabit paydan azsa genel hizmete gider. Artık emeğe her zaman iş bulunmuş olur. Ayda tarlalar açarız.

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
08:35

Fethullah Gülen’in 100 bin kişilik İzmir mesajı...

İzmir Atatürk Stadyumu en büyük izleyici rekorunu, 85 bin kişiyle Karşıyaka-Göztepe derbisiyle kırılmıştı. Şimdi bu rekor, 100 bin izleyici ile 9. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları'na geçti.

100 bin rakamını İzmir Emniyet Müdürlüğü söylüyor. 100 bin kişi stadyumda, en az 10-15 bin vatandaşımızda yer bulamadığı için bu muhteşem organizasyonu dışarıdan izledi. 52 bin kişilik oturma kapasitesi olan stadyumda oluşan izdiham İzmir polisini zor durumda bıraktı. Son çare olarak “açık ve kapalı tribünlerde yığılma var, lütfen etkinliği dışarıdan izleyin” anonsları yapıldı. Basın locasına bir türlü ulaşamadığım için, ben de stadyuma giremeyenlerdenim. Vatandaşlarla dışarıda sohbet ettim. Türkiye'nin en büyük ikinci olimpik stadyumuna akın eden 100 bin kişi sadece, Türkçe şiirleri, şarkıları, türküleri, folklor gösterilerini izlemek için mi toplandı ?. Kesinlikle hayır. Böyle düşünenler varsa yanılıyorlar. Bana göre, bu fotoğrafın tek bir açıklaması var: “Türkiye el değiştiriyor” Dipten, çok derinlerde ciddi sosyal depremler yaşanıyor… Ankara’nın Anadolu’yu polisle, jandarmayla, tehditle, korkuyla idare etme anlayışı tarih oluyor… 80 yıldır yok sayılan, bu ülkenin sosyal ve ekonomik pastasının dışında tutulan, o “bidon kafalılar” artık ülke yönetiminde söz sahibi olmaya hazırlanıyorlar. "Göbeğini kaşıyan adam" demokraside, özgürlüklerde, insan haklarından yana daha fazlasını istiyor. Efendim “ bu yüz bin kişiyi Gülen cemaati toplamıştır onlar organize etmiştir” diyenleri duyar gibi oluyorum. Bu tespit kısmen doğrudur… Lakin, Fethullah Gülen’i hangi güçler, kendi vatanından Amerika’da yaşamaya zorlamıştır. Önemli olan da budur.. 28 Şubat kararları hangi ideolojinin ürünüydü, hangi egemen sosyal sınıfın dayatmasıydı? Fethullah Gülen’i sadece din odaklı bir cemaat önderi gibi sunanlar, dün İzmir’de toplanan 100 bin kişinin mesajını hala okuyamamış olanlardır. Bu oluşum, artık cemaat hoca ikilsini, ilişkisini aşmıştır. Bu topluluk, Arnavut öğrencilerin folklor gösterisi için toplamadı... Dünyaya ve Türkiye egemenlerine bir mesaj gönderiyor. Gülen hareketi olarak adlandırılan bu yeni oluşum, sistemin “yeni bekçisi mi” yoksa “statükonun dinamizme doğru yol alması mı ?” onu zaman gösterecek.. Türkiye birçok akıma hazırlıksız yakalandığı gibi, bence bu toplumsal rotasyona da hazırlıksız yakalanıyor. Çok diplerde 90 yıldır biriken, sosyal gazdan söz ediyorum. Anadolu 90 yıl süreyle “önce devlet sonra millet” dayatmasıyla ve üniforma sopasıyla idare edildi... Birileri dayak. Birileri ise kaymak yedi... "Türkiye el değiştiriyor" derken buna dikkat çekiyorum. Ege sahillerini gezerken, yüksek duvarlarla tel örgülerle örülmüş (yüzlerce) 5 yıldızlı kamu kamplarını görürsünüz. Halktan korunan, halka yasaklanan, ama halkın parasıyla saltanatların sürdüğü kamplar, orduevleri, hastaneler, restoranlar, oteller binlerce sosyal tesis... On binlerce ayrıcalık tanınmış insan. Kendini bu ülkenin gerçek sahibi, başkasını kiracı gibi gören dışlayıcı anlayış... O anlayışla öğrenci yetiştiren, ırkçılık, din düşmanlığı ile beslenen okullar... Ancak komünist ülkelerde görünen politbüro üyelerine sağlanan ayrıcalıklar, yüksek maaşlar, sınırsız sosyal haklar, sülale boyu ayrıcalıklar... Dededen toruna geçen, dış ülke görevlendirilmeleri, hep aynı ailelerden oluşan büyük elçiler... Hangisini yazayım? Anadolu bunun farkına vardı ve Ankara’nın kapısına dayandı. Korkutma yerine ümit; dayatma yerine kabul; dışlanmışlık yerine bütünlük; Irkçılık yerine toplumsal ve folklorik olarak kabul gören ortak kültür; En önemlisi eşitçe paylaşım.. Türkiye’nin yeni dinamikleri olacaktır. Bu gecedeki topluluk bunun göstergesi…

Halit TUNÇ

/ Rotahaber

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
13:00

Özal'ın ölümüyle ilgili çarpıcı iddia...

İsveç’te yaşayan PKK-JİTEM İtirafçısı Abdülkadir Aygan, Özal'ın ölümüyle ilgili gündeme oturacak bir iddiada bulundu...

Aygan, Diyarbakır eski Alay Komutanı İsmet Yediyıldız’ın (Yedibela İsmet) emekli olduktan sonra hayatını kaybettiği ''trafik kazası''nın da incelenmesi ve araştırılmasını istedi. Aygan, “Çünkü Albay İsmet Yediyıldız da Eşref Bitlis ekibinden idi. Eski Jitem Komutanı A. Cem Ersever basına bazı açıklamalar yapıp, Eşref Bitlis’in ve arkadaşlarının hayatını kaybettiği şaibeli uçak kazasını araştırmaya koyulunca, ‘derinler’ tarafından takibe alınmış ve hakkında ölüm fermanları çıkarılmıştı.” dedi. Bu dönemde İsmet Yediyıldız’ın, güvendiği ve Cem Ersever’le ortak arkadaşları olan bir şahıs vasıtasıyla ''Kendisine dikkat etsin, hakkında kötü düşünüyorlar, başına bir şey getirebilirler.'' diye haber yolladığını belirten Aygan, “Fakat kendisine aşırı güveni olan Cem Ersever bu dostça uyarıyı dikkate almamıştı. Bunu hayatıyla ödemesi gecikmedi.” diye konuştu. “İntihar süsü verilerek katledilen Tunceli Alay Komutanı ve Bölge Komutan Vekili Albay Kazım Çillioğlu'nun olayı tek başına incelenip sağlıklı bir sonuca ulaşılacak cinsten değildir.” diyen Aygan “Çillioğlu olayının perde arkasını anlayabilmek ve gerçek suçluların yakasına yapışmak için, tespihin imamesinden başlanmalıdır. Nedir tespihin imamesi? Merhum Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın ''ölüm'' olayıdır. Ardından da tespihin tanelerinin tek tek koparılıp atılması hadisesine gelinebilir. Merhum Turgut Özal'ın ölümümdeki sır perdesi, Merhum Adnan Kahveci'nin hayatını kaybettiği 'trafik kazasının ardındaki sır perdesi aralanırsa, buzdağının gerçek sureti ortaya ancak o zaman karşımıza çıkar.” ifadelerini kullandı. Merhum Albay Kazım Çillioğlu'nun oğlu Gökhan Çillioğlu'nun ısrarlı çabasını saygıyla karşıladığını ve kendisini tebrik ettiğini belirten Aygan: “Keşke, her babaya böyle bir evlat nasip olabilseydi. Sevgili Gökhan kardeşimin şüphelerine ve belirlemelerine katılıyorum: Kazım Çillioğlu asla intihar etmedi... Tuzağa düşürülüp, tıpkı; Cem Ersever gibi işkence edildikten sonra öldürüldü.” diyerek Çillioğlu’na destek verdi. YEŞİL, ENGEL GÖRDÜKLERİNİ ORTADAN KALDIRIYORDU Yeşil'in, kanun dışı faaliyetlerin, desteklemeyip engellemeye çalışan subay ve görevlileri ortadan kaldırdığını söyleyen Abdülkadir Aygan, şunları söyledi: “Tabii ki, bu işi sadece bir başına yapmıyordu. Kendisini piyon olarak, kiralık katil gibi kullanan daha üst rütbedeki komutan, devletin belli kademelerinde yetkili olanların ve derin devlet örgütlenmesinde yer alan bazı siyasilerden maddi ve manevi destek alarak bu cinayetleri gerçekleştiriyordu. Mesela; A.Cem Ersever D.Bakır Jitem Grup Komutanı iken, Yeşil’i JİTEM'in kapısından içeriye sokturmuyordu. Sonuç? Cem Ersever'i işkence ederek, ensesine kurşun sıkarak öldürdü. Albay Kazım Çillioğlu Diyarbakır'da görev yaparken, Yeşil’in tekerine çomak sokmuş ve onu gözaltına almıştır. Sadece bu olay bile Yeşil'in, Kazım Çillioğlu'na kin duymasına ve uygun destek ve ortamı bulunca Kazım Çillioğlu'nu öldürmesine yetmektedir. Ayrıca, Yeşil'in emrinde çalıştığı derin odakların kirli planlarını bozan bir albay yaşatılamazdı. Kandan ve terörden beslenen derin odaklar, PKK belasının gerçekten bertaraf edilmesini, ''PKK ile Kürtlerin aynı kefeye konulmaması gerektiğini'' savunan bir kişi veya gruba tahammülleri olamazdı.” HATİP DİCLE OLAYI BAHANE, BÜTÜN MESELE YENİ ANAYASA YAPTIRMAMAK Muhalefetin en büyük korkusunun sivil ve demokratik yeni bir Anayasa olduğunu ifade eden Aygan, “Sivil Anayasa onların yaşamsal (zenginleşme, güç, yetki ve makam sahibi olma) zeminini ortadan kaldıracaktır. Yıllardır ülkemizde devam eden, kaostan, etnik topluluklar arasına kin ve husumet duygularının ekilmesinden, milli servetin hebasından başkaca bir şeye yaramayan çatışmalı ortamın son bulması bazı kesimlerin işine gelmemektedir. Kan ve kaostan beslenen iç odakların ayrıca, birde dış ortakları vardır. Türkiye’nin bölgesel bir güç olmasını hazmedemeyen devletler ve istihbarat örgütleri vardır.” Dedi. BDP destekli bağımsızların TBMM’yi boykot etmelerini değerlendiren Abdülkadir Aygan, bütün meselenin yeni Anayasa hazırlatmamak olduğunu öne sürdü. Aygan, “Tahminimce Ergenekon, başından beri Öcalan'a bazı sözler vermiştir. Kürt halkını uluslararası alanda terörize etme, Türkiye’nin iki yakasının bir araya gelmemesi için durmadan terör eylemleri ve halkı birbirine karşı kin ve nefret beslemeye yönelik çabalar karşılığında ''Hayatın bağışlanacaktır, Kürt halk önderi unvanıyla ödüllendirileceksin.'' sözü verilmiştir. Bütün mesele; sivil ve demokratik bir anayasa taslağının hazırlanmasını ve yürürlüğe konulmasını engellemektir. PKK ve BDP nin ''Kürt ve Kürdistan'' diye bir derdi yoktur. Tek dertleri; Öcalan’ın serbest bırakılması, Kürtlerin ipinin Öcalan'ın eline verilmesidir. Dolayısıyla ip ‘derinlerin’ elinde olacaktır.” ifadelerini kullandı. Hatip Dicle olayının bahanelerden sadece biri olduğunu söyleyen Aygan, “Bir bahane son bulur, başka bir bahane piyasaya sürülür.” dedi.

CİHAN

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
13:37

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk...

Uluslararası sularda deniz güvenliğine katkıda bulunmak, bölge ülkeleri ile ikili ilişkileri ve karşılıklı çalışabilirliği geliştirmek amacıyla 30 Mayısta Marmaris’teki Aksaz Deniz Üs Komutanlığı’ndan denize açılan Donanmaya ait üç savaş gemisi ile bir adet lojistik destek gemisi Pakistan’ın Karaçi limanına geldi. Aden Körfezi, Somali açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde deniz haydutluğu ile mücadele harekâtı icra etmek, bölgede icra edilen NATO ve çok uluslu harekâtlara destek sağlamak, bölge ülkeleriyle eğitim ve liman ziyaretleri yaparak ikili ilişkiler geliştirmek amacıyla denize açılan Tümamiral Ahmet Sinan Ertuğrul komutasındaki Türk Deniz Görev Grubu, TCG Barbaros (F-244), TCG Gemlik (F-492) ve TCG Gelibolu (F-493) firkateynleri ile gemilere denizde ikmal desteği sağlayacak olan TCG Yarbay Kudet Güngör (A-595) lojistik destek gemilerinden oluşuyor. Sabah saatlerinde Karaçi’deki askeri limana demirleyen Türk Deniz Görev Grubu’na ait firkateynler Pakistan Deniz Kuvvetleri’nden Amiral Kelim Şevket tarafından askeri bando ve mızıka takımı ile karşılandı. Karşılama töreninde Pakistan Donanmasından çok sayıda askeri yetkilinin yanı sıra, Türkiye’nin İslamabad Büyükelçiliğinde görevli sivil ve askeri yetkililer de bulundu. Pakistan donanmasından Amiral Şevket Türk Deniz Grup Komutanı Tümamiral Ertuğrul’a çiçek ve yerel meyvelerden oluşan bir sepet verdi. Daha sonra komutanlar baş başa görüşmeye geçti. TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİNDE İLK Hint Okyanusunda bir Türk amiral komutasında ve milli kontrolde görevini icra eden Türk Deniz Görev Grubu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olma özelliğine sahip bulunuyor. 700’e yakın personelin görev yaptığı Türk Deniz Görev Grubunda iki adet Sea Hawk ve bir adet AB-212 tipi deniz helikopteri yer alıyor. Pakistan Deniz Kuvvetlerinin yabancı ülke savaş gemilerine pek açmadığı askeri limanı Türk firkateynlerine açmasının "sembolik bir anlam taşıdığı" belirtiliyor ve iki ülke arasındaki askeri ilişkilerin düzeyine bağlanıyor. Pakistan Deniz Harp Okulu’nun mezuniyet töreninde resmi geçide katılması planlan firkateynlerin 4 Temmuzda Pakistan’dan ayrılması öngörülüyor. Daha önce Umman’ın Muskat, Bahreyn’in Manama, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai, Katar’ın Doha limanlarına uğrayarak Karaçi limanına gelen Türk savaş gemileri, bundan sonra Hindistan’ın Bombay, Yemen’in Hudeyde, Suudi Arabistan’ın Cidde ve Ürdün’ün Akabe limanlarını ziyaret edecek. Türk Deniz Görev Grubu’nun 8 Ağustos’ta Türkiye’ye dönmesi planlanıyor.

MİLLİYET

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
16:07

Ahmet Altan'a göre Erdoğan nasıl devrilir...

"Muhalefete acıyorum" diyen Ahmet Altan, "Dünyanın 'en hızlı büyüyen' ekonomisini yaratan lider" dediği Erdoğan'ın nasıl devrileceğini anlatırken CHP- MHP'yi yerden yere vurdu. İşte Ahmet Altan'ın Taraf gazetesi'nde yayınlanan köşe yazısı...

Bu muhalefete acıyorum. Çok çaresizler ve çok tembeller. Öyle büyük bir çalışkanlık da gerekmiyor aslında, aralarında İngilizce bilen biri Google’a girip “it’s economy stupid” yazacak. Karşısına çıkan Wikipedia’da beş satır yazı okuyacak. 1992’de “yenilmez” sanılan Baba Bush’un rakibi olan genç Arkansas Valisi Bill Clinton’ın “seçim kampanyası yöneticisi” James Carville’in “seçim karargâhının” duvarına yazdırdığı üç maddelik stratejiye bir bakacak. Üç kısa satır var orada.

• Tutuculuğa karşı değişim. • Ekonomi, aptal. • Sağlık meselesini unutma.

Yapacakları bu kadar. Sonra eğer biraz akılları varsa Tayyip Erdoğan’ın yüzde elli oy aldığı son seçimdeki stratejisini bir daha gözden geçirecekler. Bingo. Clinton’ın 1992 seçim stratejisinin aynısını Erdoğan’ın 2011 seçim stratejisi olarak uyguladığını görecekler. Erdoğan, partisinin en “değişimci” parti olduğunu vurgulamış, sürekli ekonomik gelişmeyle yatırımları anlatmış ve bütün mitinglerde her kente yapılan sağlık tesislerini teker teker saymıştı. Siz muhalefetin zavallılığına bakın ki karşısındaki iktidarın izlediği stratejiyi bile anlayamadı. Üstelik Erdoğan bu stratejiyi izlerken, Clinton’a kıyasla çok büyük bir avantaja sahipti. Dünyanın “en hızlı büyüyen” ekonomisini yaratan liderdi. Bugün açıklanan rakamlara baksanıza, ilk çeyrekte Türkiye’nin büyüme hızı yüzde 11 gibi muhteşem bir düzeye ulaşmış. Çin’i geçmişiz. İlk çeyrekte dünyada Türkiye’den daha hızlı büyüyen bir ülke yok. AKP’ye “muhalif” olmak yerine AKP’ye “düşman” olmayı tercih edenlerin gerçekleri görmemek için gözlerini kapamaları, gerçekleri söyleyenlerden nefret etmeleri, bu gerçeği değiştirmiyor. Bu, olağanüstü bir başarı. Ve, AKP’yi geçmek istiyorsanız gerçekleri mutlaka görmek ve anlamak zorundasınız, siz inkâr ettikçe AKP büyür, siz de yok olursunuz çünkü. Bizim muhalefetin siyasetten de ekonomiden de hiç anlamadığı, “dünyanın en hızlı büyüyen” ülkesinde seçim stratejilerini “yoksulluğa, Ergenekonculuğa, püskevite” dayandırmaya kalkmalarından belli. CHP ile MHP bu çizgide devam etsinler, Kılıçdaroğlu bilmediğimiz ilişkilerinden dolayı “Haberal’ı kurtarmayı” tek amaç edinsin, yapılacak ilk seçimde sandıkta silinirler. Ülkesini “dünyanın en hızlı büyüyen” ülke yapan bir iktidara karşı, siz, geçmişi temsil eden Ergenekon’a sahip çıkarsanız en küçük bir şansınız olmaz. Kim, yüzde 11’lik büyümeyi bırakıp geçmişe dönmek ister? Elinde, “ezilen Kürt halkının haklı mücadelesi” gibi çok etkileyici bir siyasi kozu bulunan BDP bile Kürt coğrafyasında AKP’yi çok geriletemedi, bugünkü stratejisiyle de geriletemez. Arkasında müthiş bir ekonomik başarı, elinin altında Clinton’ın “sihirli” stratejisi olan AKP’ye karşı muhalefet ne yapabilir peki? Eğer ekonomiden muhalefet edecekseniz, yapabileceğiniz tek şey, “kazandığımızdan daha fazla harcayarak büyüdüğümüzü” söylemeniz, “el parasına güvenmenin” tehlikesine işaret etmeniz ve AKP’nin başarılarını kabullenirken, bu başarıyı “cari açık” sorununu hallederek nasıl sürdürebileceğinizi anlatmanız... Bunun nasıl yapılabileceğini biliyorsanız tabii. Bu çok zor. Muhalefet AKP’yi ekonomide ve sağlıkta geçemez, AKP’nin en zayıf yanı “değişimciliği”, üç ayaklı stratejinin ilk ayağı gevşek AKP’de, diğer partilerden daha değişimci ama gerektiği kadar değişimci değil. Siyasi bir geleceği olmasını isteyen her muhalif parti, ortaya AKP’yi zorlayan bir “değişim projesiyle” çıkmak, net, kısa, anlaşılabilir bir çözümler paketi sunarak, hukuk sistemini, askerî vesayeti, Kürt sorununu, Alevi meselesini, özgürlükleri, AB’yle ilişkileri nasıl çözeceğini anlatmak zorunda. Bunu beceremeyen her muhalif partiyi AKP ezer, ensesine şaplağı vurup, alnına “ekonomi, aptal” yazar.

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
16:17

CHP'nin Meclis'i işgal planı...

“CHP’de neler oluyor?” sorusu artık gölgede kalmış durumda.

Seçimden alınan sonuçla, parti içi muhalefetin bombardımanına uğrayan Kılıçdaroğlu yönetimi, yemin krizi çıkışıyla saldırıyı savuşturmuşa benziyor. Saldırıyı geçiştirip geçiştirmediklerini önümüzdeki hafta göreceğiz. Burada anlatmak istediğim bu değil. Yemin krizi, parti içinde spontane gelişse de aslında işin çok daha kompleks bir tarafı var. Lafı dolaylı anlatma yoluna gitmeyeceğim. Dümdüz ifade edeceğim. Adaylıkların tartışıldığı günlere gidelim. Ergenekon sanıklarının aday gösterilmesini kim istedi, parti içinden en çok kim karşı çıktı? Cevabı belli. Süheyl Batum diretti, Gürsel Tekin son ana kadar bu adımın partiyi zora sokacağını söyledi. Kızın veya kızmayın. Partide Gürsel Tekin, tabanı, Süheyl Batum derin ilişkileri temsil eder. Kimin dediği oldu? Süheyl Batum’un. Seçim sonrası eylem yapılması teklifi Batum’dan gelmedi. Gündeme başkaları getirdi. Kılıçdaroğlu ikna edildi. Şimdi partide yeni bir tavır oluşmaya başladı. Bu grubun başını Gürsel Tekin çekmiyor. Lakin, Tekin’in adaylık sürecinde söylediklerinin ortaya çıktığını düşünenler, Balbay ve Haberal için her şeyi yıkıp dökmenin doğru olmayacağını dillendirmeye başladı. Bu grup, bir şekilde yolunun bulunup Meclis’e girilip yemin edilmesi görüşünde. Dün bazı CHP’li isimlerle görüştüm. Daha önce düşüncelerini çok rahat ifade eden partililer, artık çok resmi bir dil kullanmaya başlamışlar. Nispeten kendini rahat ifade eden bir başka isme sorduğumda, 20 Haziran Pazartesi akşamı Kılıçdaroğlu’nun verdiği akşam yemeği sonrasında yenilen zılgıtı hatırlatıyor. Peki Kılıçdaroğlu bundan sonra ne yapacak? Aslında esas soru bu. Kılıçdaroğlu içine düştüğü durumda gözünü karartmış. Ne Anayasa, ne İç Tüzük… hiçbir şeyi gözü görmüyor. Bunu da açıkça ifade ediyor. Peki ne diyor? “Sen CHP’siz komisyonları oluşturursan ben de bildiğimi yaparım.” Yani? Yanisi şu: “Anayasa’da yemin etmeden çalışmalara katılamazsın demiyor. Sadece 'yemin edilecek' deniyor. Ben de yemin etmiyorum. Yemin etmeden Meclis’e gireceğim.” “Komisyonları muhalefet olmadan oluştururum” tavrını sergileyen Erdoğan’ın Anayasayı ihlal ettiği görüşünde olan Kılıçdaroğlu, çılgın bir adıma hazırlanıyor. CHP’liler, yemin etmeden Meclis’e girecek ve Genel Kurul faaliyetlerine katılacak. Söz alacak, Meclis kürsüsüne geçip konuşacak. Siz buna ister Meclis kürsüsünü işgal deyin, ister Yeni CHP politikası. Gidiş bu yönde. Bütün bunların altında ne yatıyor derseniz. 9 Haziran tarihli “İktidar savaşından ölüm kalım savaşına” başlıklı yazıyı okumalarını tavsiye ederim. Sanıldığının aksine adına ister derin yapılanma deyin, ister Ergenekon… ne derseniz deyin. Bu yapı siyasetiyle, yargısıyla, medyasıyla, iş dünyası ile sapasağlam ayakta. Tek bir amaçları var. Halkın yüzde 95’inin temsil edildiği, katılımın yüzde 87’yi bulduğu bir Meclis’i bırakın yeni Anayasa yapmayı çalışmaz hale getirmek. Gerisi teferruat.

Ünal TANIK

/ Rotahaber

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
16:20

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-619/

ADİL DÜZEN DERSLERİ-449

09 Temmuz 2010

MECLİS, AK PARTİ VE YAPILMASI GEREKENLER

AK Parti önce barajı % 5’e indirmeli ve Kürtlerin parti olarak Meclis’e girmelerini sağlamalıydı; o zaman Kürt halkı kendi partilerine hakim olur ve Meclis’te gerçek isteklerini ortaya koyarlardı. Şimdiki durum öyle değildir; % 10 barajı yüzünden Kürtler kendi milletvekillerini Meclis’e gönderemiyorlar. Kürtler, bağımsız ve dıştan ayarlı milletvekillerine oy vermek durumundadırlar. Sanık olamayan, dışa ayarlı olamayan bağımsız adaylığını koyamıyor, iş PKK yandaşlarına kalıyor; böylece Kürt sorununu bizzat AK Parti yaşatıyor. Yüzde 10 barajı % 5’e indirilmedikçe bu yara büyüyecek ve devleti de yıkabilecektir. Sanık veya mahkum milletvekilleri adaylıklarını koyuyorlar; mahkeme önce reddediyor, sonra kabul ediyor!. Listeye aldıklarının kimini milletvekili yapıyor, kimini yapmıyor!. Milletvekillerinden mahkum olanları tahliye etmiyor!. Kimi Meclis’e giriyor, kimi girmiyor; girenlerden kimi yemin ediyor, kimi etmiyor!!! Çocuk oyuncağına dönen bu maceranın aktörü kimdir?!. Bunların hepsi, iktidarı ile muhalefeti ile hepsi, o hep sözünü ettiğimiz meşhur tekel sömürü sermayenin tertiplerinin oyuncağıdırlar. * Askerleri sivil mahkemelerde muhakeme etme garabeti o kötü el tarafından icat edilmiştir. Türkiye ekonomikten daha çok siyasi kaotiğe sürükleniyor... Çocukken tarlamızda bir kedi kovaladım, o kaçtı ben peşinden gittim. Canına yetti ve döndü bana saldırdı; ondan sonra da ben kaçtım… Orduyu kovalarsınız, kovalarsınız ama sonunda canına tak eder, geri döner ve size saldırır; o zaman siz de helâk olursunuz ordu da... Böyle saçma siyaset olmaz. Bir ordu komutanını siviller tutuklayamaz. Mesela, Hava Kuvvetleri Komutanı silahını çıkarır, tabanca ile birini öldürür; ‘İhtilal yapıyordu, öldürdüm’ der, iş biter! * Hâsılı… AK Parti gerek “ekonomi” gerekse “siyaset” bakımından uçuruma doğru gitmektedir... İşsizlik artıyor, köylerimiz boşalıyor, dışa borç tahammül edilemez hâle geliyor... “Enflasyon” başta olmak üzere “değişik sorunlar” kapıya dayanmıştır... Meclis’in hâline bakar mısınız?!. Çözüm yeri olması gereken Meclis huzursuzluğun merkezi oluyor!!! *

BU DURUMDA NE/LER YAPILMALIDIR?

Önce bazı beyinsiler çözümü AK Parti’nin gitmesinde arıyorlar... Oysa AK Parti’nin gitmesi demek ülkenin bir an önce yıkılması demektir; çünkü onun kadar bu zor duruma dayanacak parti mevcut değildir... Milletimiz sağ duyuludur ki gerçekleri gördü ve onu yüzde elli ile iktidar etti ve Hareket Partisi’ni (MHP) de Meclis dışına bırakmadı... CHP’nin Meclis’te takındığı tavır takdire şayandır. a) Oktay Ekşi mi Meclis’e geldi, yemin etti ve Meclis’i açtı. Ya ‘ben gelmiyorum’ deseydi, ne olacaktı? Kaos başlayacaktı. Çünkü yasalarda boşluk var. Bu durumda yapılacak yazılı değildir. Gerçi kurumların çalışmasını sağlama görevin anayasa devlet başkanına vermiştir. Böyle yasanın açık olduğu durumda cumhur başkanı yetkisini kullanarak bizzat kendisi açabilir, yahut birini görevlendirebilirdi, veyahut ondan sonraki en yaşlı üye kıyas yoluyla yapardı. Ne var ki AK Parti’de böyle bir esneklik mevcut değildir. b) Halk Partisi (CHP) Meclis’e girmeyebilir, biz PKK ile beraberiz diyebilirdi. Meclis’e girme yerine silaha sarılabilirdi. Yapmadı, girdi. Bu davranışı da Halka Partisi’ne puan kazandırmıştır. c) Halk Partisi milletvekilleri yemin etmedi. Yemin etseydi, o zaman da bağımsız milletvekillerini yalnız bırakmış, onları PKK’lıların yanına göndermiş olabilirdi. Böyle yapamadı; yenin etmeyerek Kürt sorununun hukuk yoluyla çözülmesine hizmet etti. d) Bülent Ecevit’in bir başörtülünün (Merve Kavakçı) yemininde yaptığı eşkıyalığı yapıp Meclis’i çalışmaz hâle getirebilirlerdi. Son derece ağır başlı davranılmıştır. Hareket Partisi (MHP) ise yemin de ederek tamamen Meclis’in itibarını korumuştur. Bu durum ve bu gelişmeler, Recep Tayyip Erdoğan’a gönderilen mesajlardır. *

YENİ MECLİS NELER YAPMALIDIR?

1- Önce bir genel af çıkararak tüm suçlar askıya alınmalıdır. İnfazlar durdurulmalı, normal hayat devam etmelidir. Bu af geçici olarak tüm sorunları çözer. 2- Bundan sonra siyasi partiler aldıkları her yüzde beş oy için bir “ilim adamını” atamalıdır. Partiler oylarını birbirlerine kullandırabilmeli, Meclis dışında kalan partiler de oylarını değerlendirmelidir. 3- Yirmi kişiden (“ilim adamı”) oluşacak “Anayasa Yüksek Kurulu”na yeterli tahsisat ayrılmalı; tüm üniversiteler, okullar, diyanet işleri teşkilatı kurulun emrine verilmelidir. “Yeni Dünya Düzeni Anayasası”nı onlar hazırlamalıdır. Onlar ordu dahil bütün resmi kuruluş ve sivil kuruluşların görüşlerini alırlar. Sonunda “adil bir anayasa” hazırlanır. Bir taraftan devletin varlığı ve bütünlüğü korunur, diğer taraftan insan haklarının bekçiliği yapılır. Böylece anayasa hazırlanır. 4- Bu çalışma dört sene sürer, bununla seçime gidilir ve yeni devlet oluşturulur. İnfazı askıya alınmış suçlular dört sene içinde eylemlere devam etmemişlerse onların afları kesinleşir; eylemlere devam edenlerle dört sene içinde suç işleyenlerin muhakemesi o yeni adil yargıda yapılır...

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
16:43

“Adil Düzen”e nasıl geçilecektir?

Bugün bir düzen vardır.

Peki, bu düzen nasıl değişecektir?

Hazreti İsa geldiği zaman zamanının düzenine hiç dokunmamıştı. Son günlerinde, “Ben şimdi gidiyorum, size söyleyeceklerim vardır. Ama şimdi söylesem siz onları yapamazsınız. Ben gideceğim. Sonra benim gibi biri gelecek o, o işleri yapacaktır.” diyor. “Dünyanın merkezine hükmedilecektir.” diyor. İşte Hazreti İsa’nın işaret ettiği dünyanın merkezi İstanbul’dur. İstanbul fethedilmiştir, Roma fethedilememiştir. Roma’nın fethedileceğine dair ne hadislerde ne de Kur’an’da bir işaret yoktur. Oysa İstanbul’un fethinden Mekke’nin fethinden başka bir fetih olarak bahsedilmektedir. Bu sûrede birkaç defa işaret ettiğimiz gibi; Kur’an’ın esas uygulaması III. bin yıl uygarlığında olacaktır, “Adil (Ekonomik) Düzen”le olacaktır, Kur’an’ın yorumları ile elde edilecek sonuçlarla olacaktır. Kur’an yalnız kendilerine inmiş olan Müslimlerin şeriatı değildir, tüm insanlığın şeriatıdır. İsteyen herkes ondan yararlanır. Biz kendi düzenimizi kuracağız, aşiretten/ocaktan/apartmandan başlayıp kuracağız. Ondan sonra bucak, ondan sonra il, ondan sonra ülke oluşturacağız. Bu oluşum silah zoru ile değil, Avrupa Birliği’nde olduğu gibi katılmak isteyenlerin katılmaları ile oluşacaktır.

Bir zulüm yönetimi dünyayı işgale başlayınca herkes sığınacak yer arayacaktır...

İşte o zaman “Adil (Ekonomik) Düzen” insanlığın sığınma yeri olacaktır...

Böylece bütün insanlık “Adil (Ekonomik) Düzen”e geçecektir...

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

(618'inci seminerden bir bölüm)

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
16:46

HALK ANAYASASI NASIL YAPILIR?

Merkezi olmayan anayasayı yapmak istiyor muyuz?.. O zaman Anayasayı yapma biçimi üzerinde durmalıyız...

1- Önce ocaklar kanunu çıkarmalıyız. 30 ile 100 kişi arasında ocaklar oluşturmalıyız. Bunlar yönetimde bağımsız olmalıdır. Ocak başkanı istediği kimseyi ocaktan çıkarabilmeli, ortak da ocaktan ayrılmalıdır. Ayrılan veya çıkarılan ortağın oradaki malları değeri ile peşin ödemeli olarak satın alınmalıdır. Ocak başkanı onu ödemelidir. Ödeyemezse ocağı dağıtmalıdır. 2- Ocaklardan sonra bucak kanunları çıkarılmalıdır. 3000 ile 10000 nüfusa sahip her bucakta bağımsız bir yönetim kurulmalıdır. Her bucak, bucak kanunlarını kendileri yapmalıdır. Mahkemeleri olacak. İsterlerse idam cezalarını koyup uygulayabilmelidir. Türkiye’de 10 000 bucak oluşacak, on bin anayasa ortaya çıkacaktır. Bucaklar yarışacaklardır. Bucaklara girme ve çıkma serbest olacaktır. Büyüyen bucaklar bölünecektir. Küçülen bucaklar dağıtılacaktır. Böylece anayasalar arası seleksiyon olacaktır. Anayasalar zamanla azalacak ve birbirine yaklaşacaklardır. İşte bu kendiliğinden olaşan ortak anayasa halkın anayasasıdır. 3- İl ve ilçe merkez bucakları oluşacak ve buraların yönetimi bunlara verilecektir. İller kanunu çıkarılacaktır. İller bağımsız hâle getirilecektir. Her ilde yerel güvenlik güçleri oluşturulacak, iç güvenlikleri onlar sağlayacaklardır. Ülkemizde yüze yakın il olacaktır, yüze yakın anayasa oluşacak, bu anayasaların uygulaması olacaktır. Halk illeri serbestçe değiştirebilecektir. Gidenlerin taşınmaz mallarını devlet satın alacak, sonra illerden tahsil edecektir. Sıkıyönetimi kendileri ilan edeceklerdir. Kendi seçtikleri başkanları koyup kaldırabilecektir. Devletten yardım isteyebilir. 4- İşte iller teşekkül ettikten sonradır ki başarılı illerin anayasalarından yararlanarak merkez bucakların anayasaları yapılır. Bölge illerinin yönetimi devlete ait olacaktır. Burada devlet orduları yerleştirilecektir. Bunlar dış savunma yapacak, aynı zamanda içte birliği sağlayacaklardır. Bölge merkez illerinin güvenliğini sağlamak orduya ait olacaktır. *

İşte… Halk Anayasası böyle yapılır... Kimseyi kandırmayın… Ne değişir; ha meclis seçsin ha halk seçsin. AK Parti’nin oyu yüzde eliyse, nasıl toplarsanız toplayın, sonunda AK Parti çıkar. Ama Adil Düzen”deki sıralama sistemini getirirseniz, bir partinin yüzde yirmiden yukarıda olsa da ondan fazla rey hakkı vermezseniz, o zaman dengeli anayasa yapılmış olur.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

(618'inci seminerden...)

Reşat Nuri Erol
01.07.2011
16:49

Sekiz sorun,

sekizer ilim ve

üniversitelerimiz

Haberi biliyorsunuz. Türkçe Olimpiyatları kapsamında Türkiye’de bulunan öğrenciler, Saadet Partisi Genel Merkezi’nde Genel Başkan Prof. Dr. Mustafa Kamalak’ı ziyaret etmişler.. Prof. Dr. Mustafa Kamalak, aynı zamanda ilim adamı olduğundan, merhum Bediüzzaman ve merhum Necmettin Erbakan adlarına üniversitelerin kurulması gerektiğini dile getirmiş.. Aynen katılıyorum… Muhterem Erbakan’ın hemen vefatından sonra bu konuyu ilk yazanlardan oldum ama bu üniversitelerin mevcut klasik üniversiteler olmaması gerektiğini de hatırlatmayı ihmal etmedim.. Hatırlattığım detayları merak edenler o yazılarıma ve özellikle Mart 2011 başında yazdığım yedi yazıya bakabilirler… Mevcut üniversitelerimizde yeterince ilim yok, hattâ “pek çok açıdan hiç ilim yok” ayrıca “var olan ilimler de asıl mecrasından tamamen sapmıştır” diyoruz; akademisyenler ile siyasiler dahil bu önemli konuyu herkesle çok yönlü olarak tartışmaya hazırız… Zaten zaman zaman bunun böyle olduğunu yeri geldikçe yazılarımda hatırlatıyorum… Bütün dünya üniversiteleri de dahil olmak üzere üniversitelerimiz, çağımız dünyasının sorunlarına çare ve çözümler üretebiliyor olsalardı, o zaman “üniversitelerde ilim var” diyebilirdik… Soruyorum… Mevcut üniversiteler çağdaş sorunlara çare ve çözüm üretebiliyorlar mı?..

Sekiz ana sorunumuzu bu vesileyle tekrar hatırlayalım: 1- İşsizlik, 2- Borçlar, 3- Çöken Tarım (ve Hayvancılık), 4- Karşılıksız Kağıt Para, 5- Çöken Yargı, Hukuk, Anayasa (ve Yönetim), 6- Terör (PKK ve Kürt Sorunu), 7- Millî Olmayan Medya, 8- Ve Askeri Müdahaleler (1960, 1971, 1980 ve 1997 müdahaleleri ve diğerleri). Ayrıca bu sorunlara bağlı ve bağımlı sorunlar… (Meraklılarına Not: “100 SORUN-100 ÇÖZÜM” çalışmamızda bu sorunların isimleri, detayları ve çözümleri var.)

Söze “üniversite” ile başladık, kaldığımız yerden devam edelim… Merhum Bediüzzaman’ın hayalini kurduğu ve “Medresetü’z-Zehra” olarak isimlendirdiği bir üniversite projesi var; din ve fen ilimlerini beraber okutarak akla ve vicdana, kalbe ve kafaya beraber hitap etmek.. ihtisas alanları açarak akademik eğitim vermek, fen ilimlerini okuyan mektepliler ile din eğitimi alan medrese mensuplarını aynı amaç ve hedef etrafında birleştirmek… “Bediüzzaman Üniversitesi Medresetü’z-Zehra” isimli bir kitap da var... Bize göre neleri bileceğiz, nasıl bileceğiz ve çağımızın sorunlarını çözmek üzere kurmamız gereken çağdaş üniversitelerimizi hangi ana esaslara dayandıracağız?

Çağımızın sorunlarını Kur’an’a göre çözmek için “Klasik Arapça” öğreneceğiz, böylece Kur’an’ın manâlarını doğru şekilde anlamaya çalışacağız. “KLASİK ARAPÇA” nedir? 1) TECVİT, 2) LUGAT, 3) SARF, 4) NAHİV, 5) MEANİ, 6) BEYAN ve 7) BEDİ’ ilimleridir, 8) USULÜ FIKIHTIR; ulumu semaniyedir yani “sekiz ilim”dir. Bu ilimler ve daha fazlası “Ruhu’l-Kur’an” ismiyle bilgisayar yazılımı haline getirilmiştir, küçük bir örneğine www.akevler.org sitemizden ulaşabilirsiniz, tamamı bitmek üzeredir.

Kur’an’ı anlayabilmemiz için bu dil ilimlerini bilmemiz yetmeyecektir, ayrıca mevcut fen ilimlerini de bilmemiz gerekir. Bunlar da MATEMATİK ilimleridir; 1) BİRİMLER, 2) SAYILAR, 3) İŞLEMLER VE 4) DENKLEMLERdir; sonra 5) ANALİZ, 6) TRİGONOMETRİ, 7) İHTİMALİYAT ve 8) BİLGİSAYAR ilimleridir.

Bir taraftan bunları “beşikten mezara kadar tahsil etmemiz gerekirken” diğer taraftan da “bu ilimlerin uygulamasını Kur’an ve Fıkıh üzerinden yapmalıyız”… “Sekiz sorun”dan söz ettim, isimlerini tek tek hatırlattım.. Ayrıca “sekizer ilim”den de söz ettim, isimlerini tek tek yazdım… Yeni bir seçimden çıktık, yeni hükümet kurulacak… “Seçim bitti, hiçbir şey bitmedi” yazımda (17.06.2011) hatırlattığım üzere, “yine sorunlarımızla baş başa kaldık” ya; ilgililere ve yetkililere bir kere daha hatırlatmak üzere, “sekiz sorun” ile ilgili “tesbit ve teşhislerimiz” ile “bu sorunların çare ve çözümleri”ni, her biri müstakil birer yazı yani “sekiz yazı” olarak ayrıca yazacağım, inşaallah…

Reşat Nuri EROL





Sayı: 106 | Tarih: 26.06.2011
Mahir Kaynak
Bakış açısı
Yeni denge
1779 Okunma
11 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Sıktı ama şu sağduyu çağrıları
Gerçek amaç sadece fesat
1312 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ahmet Taşgetiren
Gözünü sevdiğim milli irade
Duygusal Refleks
1281 Okunma
1 Yorum
Zübeyir Erol
Mehmet Şevket Eygi
'Biz Bu Yemini Etmeyiz!'
Değiştirerek Ederiz
1169 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Af tartışması daha fazla ertelenemez
Bir damla adalet, bin derde deva!
1151 Okunma
2 Yorum
Tayibet Erzen
Ruhat Mengi
Açılım derken yeni Kürt sorunu!
Önlem Alınmalı
1135 Okunma
6 Yorum
Vahap Alma
Ebubekir Sifil
Suriye Neyimiz Olur?
Suriye'den Ne Farkımız Var?
1123 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas


© 2024 - Akevler