Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 301
NİSÂ SÛRESİ 66-70.AYETLER TEFSİRİ
25.04.2005
1277 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   301

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi           22-25 Nisan 2005           Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;     301. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE

 

NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 26

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَلَوْ أَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ أَنْ اقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ أَوْ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ إِلَّا قَلِيلٌ مِنْهُمْ

وَلَوْ أَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِهِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَأَشَدَّ تَثْبِيتًا(66)

وَإِذًا لَآتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّا أَجْرًا عَظِيمًا(67) وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا(68)

وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنْ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ

وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُوْلَئِكَ رَفِيقًا(69) ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنْ اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ عَلِيمًا(70)

 

وَلَوْ أَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ (Va LaV EanNAv KaTaBNAv GLeYHıM)  

“Biz onlara ketb etmiş olsaydık.”

Ketbetmek” demek, iki deriyi deriden alınmış sırım ile çift dikiş yapıp dikmek demektir. Sonra, insanları yükümlü kılmak demektir, farz etmek demektir.

Sözleşmelerde karşılıklı bağlanmalar olduğu için derilerin dikişine benzetilerek ketbetme demektir.

Yazmak da ‘ketb’dir. Yazılı olan ‘kitap’ adını alır. Sözleşme mahiyetinde olana, birbirini bağlayıcı mahiyette olana, yazılı olana ‘kitap’ denir. Diğerlerinin adı ‘sahife’dir. Roman, kitap değil suhuftur.

Lav” kelimesi, olmamış bir olay için şart olarak kullanılır. “Gelseydin, sana ikram edecektim” dediğimiz zaman; gelmedin, dolayısıyla ben de ikram etmedim demek olur.

Demek ki, Allah böyle bir şeyi yazmadı, böyle bir şeyi emretmedi. Allah müslimlere savaşmayı emretmemektedir. Mü’minlere, kendi bulunduğunuz yerde isyan edip katletmeyi emretmemektedir.

أَنْ اقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ (ENı ıQTuLUv EaNFuSaKuM)  

“Nefislerinizi katledin.”

Yani; zulüm yönetimine karşı çıkınız, iç savaşla düzen değiştiriniz diye emretmiş olsaydık, siz bunu yapmazdınız. Biz böyle bir şey emretmedik. İç savaşı sizin için meşru görmedik. Mevcut düzene itaat edin diye emrettik. Sadece tebliğ suretiyle cihat yapınız diye emrettik.

Nefislerinizi katledin” demek, birbirinizi öldürün demektir, iç savaş çıkarın demektir.

“İn Ketebnâ” demeyip “Lev Ketebnâ” demiş olması, böyle bir emrin olmadığı anlamındadır.

أَوْ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ (EaVı uPRuCUv MıN DiYARıKuM)  

“Ya da diyarınızdan huruc edin.”

“Zulüm diyarından çıkın” deseydik, yani; ya isyan edip iktidarı silahla ele geçirin, ya da ülkenizi terk edin diye siz mü’minlere emretmiş olsaydık, onu yapmazdınız.

Başkana itaat edileceği emri verilmiştir. Ama başkanın hakemliğine itaat edilecektir. İcraat ise şeriattadır. Dolayısıyla ‘biz ketbetseydik’ demektir. Başkanların kanun yapma yetkileri yoktur. Onların görevi kanunları uygulamadır. O sebepledir ki; ne isyanı, ne de hicreti başkanlar emredemez.

Yasama ve yürütme ayrılığı olarak ifade edilen bu hükümlerin, Türkiye’de adı var kendisi yoktur. Kanunları hâlâ hükümet yapıyor. Meclis sadece hükümetin yaptığı kanunları görüşüyor. Sonunda hükümet katılıyor mu diye soruyor. Ondan sonra söylüyor. Batı dünyası her şeyin sahtesini yapabiliyor.

İslâmiyet’te diyardan huruç yoktur, diyara hicret vardır, birbirine muhaceret vardır. Zalim bir ülkeyi terk edip sağa sola dağılmak yoktur. Zulüm ülkesinde önce cihat yaparsın, tebliğ yaparsın. Bu arada cemaatleşirsin. Bir başkanın çevresinde toplanırsın. Uygun yere hicret edersin. Ama; ‘ben burada zulme uğruyorum, Mekke veya Medine’de mücavir olacağım’ diye ülkeyi terk etme yoktur. Ülke içinde isyan çıkarma da yoktur. Bu âyet bize şunu gösteriyor ki; kendi aramızda çıkan ihtilafları kendi başkanımıza çözdürmeliyiz.

مَا فَعَلُوهُ  (MAv FaGaLUvHu)  “Onu fi’letmezlerdi.”

Burada “Hu” zamiri tek olarak gelmiştir. “Yarın Ahmet veya Mehmet gelsin, gelirken arabayı da getirsin” deriz; “Gelirken arabayı da getirsinler” demeyiz. Yani, hangisi gelirse o arabayı da getirsin demiş oluruz. Burada da ‘onu yapmazlardı’ demek, hiçbirisini yapmazlardı demektir. İkisi birden yapılamayacağı için “Huma” zamiri değil de, “Hu” zamiri gelmiştir. Yani; ne iç savaş çıkarırlardı, ne de o diyarı terk ederlerdi demektir. İnsan psikolojisi iktidara karşı gelme şeklinde değildir. İktidara itaat etme iç yapısına sahiptir. Bulunduğu yeri tek başına terk etmek de çok zordur. Ancak kitlesel göç mümkündür. Tarihteki göçler hep böyle kitlesel olmuştur. Savaşla veya savaşsız, bir yere göç başladı mı oraya taşınma olur.

إِلَّا قَلِيلٌ مِنْهُمْ (EılLAv QaLIyLan MıNHuM)  

“Onlardan çok azı bu işi yapardı.”

Osmanlıların yenilmesinden sonra Sevr ile Türkiye yok edilmek istenmiştir. Bu durum Yahudilerin işlerine gelmiştir. Rum ve Ermenileri silahlandırdıktan sonra, Türkleri camilere doldurup yakmaya başlatmışlar; Türkleri de çeteler hâlinde teşkilâtlanıp direnmeye zorlamışlardır. Türkiye devletinin kurulmasına izin vermişler, ancak bu devletin dinsiz olması gerektiğini söylemişlerdir. Türkiye’de dinsizlik yapılmış, Müslüman Türk halkı devletine düşman edilmiştir. Kürt isyan(lar)ı bu tezgahın sonucudur.

Türkiye’de Müslümanlar iktidara karşı hep kışkırtılmıştır. Bu illegal çalışmalara karşı Akevler, Millî Görüşçüler ve Risale-i Nurcular karşı çıkmışlardır. Devlete karşı kışkırtanlar sonra çekilip otururlar. Çok azı bu kışkırtmalara âlet olmuşlardır. Kur’an bunu bize emretseydi, çok az insan bu emre itaat ederdi. Türkiye’yi terk etme de böyledir. Allah emretmemiştir. Ama emretmiş olsaydı, insan psikolojisi buna müsait değildi.

وَلَوْ أَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِهِ (Va LaV EanNaHuM FaGaLUv MAv YuGaJUvNa BıHı) 

“Onlar kendilerine va’z olunanları fi’letselerdi, onlar için hayır olurdu.

Burada vazolunan yukarıda söylenenler değildir. Öyle olsaydı “Ellezi Yuazu Bihi” olurdu. Kendilerine her ne vazolunmuşsa onu fi’letselerdi kendileri için hayır olurdu. Bu ‘vaız’ nedir?

Önce bir başkan çevresinde Kur’an okumaya başlanacaktır. Mevcut topluluğa karşı gelmeden, onların düzenini bozmadan bir topluluk oluşturulacaktır. Allah’ın emirleri ne ise onları öğrenip aralarında uygulayacaklardır. Bundan sonra muhaceret olacaktır. Bir yerde, birilerinin bulunduğu yerde toplanacaklar, bir site oluşturacaklar ve sitenin yönetimini ellerine alacaklardır. Onlara saldırılar gelecektir. Saldırılara karşı kendilerini savunacaklar; saldırmayacaklardır. Bu birliktelik bir bucak seviyesinde olacaktır. Böyle bağımsız bir sitenin kurulmasına hangi devlet izin verirse oraya gideceklerdir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti kanunları buna müsaittir. Kooperatif kurar ve bin hanelik site oluşturursunuz. 5000 nüfusu geçen böyle bir site belediye olur. Bedeni ceza uygulaması dışında her türlü yönetim belediyece yapılabildiği gibi; kooperatif tapuları kişilere vermez. Hakem kararlarına uymayanları bucak site dışına çıkarır. Orada olanlar böylece tamamen şeriata uygun yaşarlar. Bugünkü cumhuriyet kanunları buna tamamen müsaittir. Mevzuat dışında zulüm yapan yöneticiler olabilir, Allah onları iktidardan kendisi indirir. Mü’minlerin onun iktidarı ile uğraşmalarına gerek yoktur.

Biz Akevler’i bu amaçla kurduk. Katılanlar ‘Biz Müslümanız’ dedikleri için bu işleri yapacaklarını sandık ve yapmalarını istedik. İlâhiyat hocaları bir olup önce tapuları almak için bizimle savaşa giriştiler. Tarikatçı ortaklar da onların yanında yer aldılar. Analdık ki, biz yanlış yapmışız. Bu âyetin dediği gibi; bunlar kendilerine vazolunanları yapmıyorlar. Tapuları kendilerine verdik. Buradaki “Lav” kelimesi onların yapmadıklarını ifade ediyor. Yapsalardı kendileri için hayır olacaktı.

لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ (LaKAvNa PaYRaN LaHuM) 

“Onlar için hayır olurdu.”

Akevler faaliyeti, Müslüman oldukları için Allah’ın dediklerini yapacaklarına inandığımız kimselerle giriştiğimiz Akevler denemesi akamete uğramasaydı, bugün Türkiye’de demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk devleti oluşmuş olacaktı; yani, şeriata dayalı adil İslâmî hak düzeni gelmiş olacaktı... Türkiye bugünkü sıkıntılarda olmayacaktı... II. Sevr dayatması karşısında olmayacaktı… Ekonomik krizler yaşanmayacaktı...

Akevler’den ilk dürtüyü alan Nur şakirtleri (F. Gülen cemaati) bugün faizli ve zinalı düzen içinde dünyada okullar kurmuşlardır... Millî Görüşçüler anayasa çoğunluklu iktidarı ele almışlardır... Holdingler dünyada etkin olmaya başlamışlardır... “Adil Düzen” dünyada duyulmuş, kitaplar yazılmaya başlanmıştır...

Bugün bunların hiçbirisi İslâm düzenine gelmemiş, Batı dünyasının faizci ve zinacı düzeni içinde başarılar göstermişlerdir. Akevler basit bir dürtü ile bunları yapmıştır. Ya Allah’ın dediklerini yapıp da Akevler İslâmî site olarak oluşsaydı; demokratik ve lâik düzen orada tesis edilseydi; liberal ve sosyal hukuk düzeni oluşsaydı; yani, şeriata dayalı adil İslâmî hak düzen gerçekleşseydi; sadece Türkiye değil, dünya değişecekti.

Ama yapmadılar!..

Adil Düzenciler ileride bunları yapacaklar; kendilerine vazolunanı yapacaklar ve II. Sevr olsa bile, yeniden İstiklâl Savaşı ile Adil Düzene göre İkinci Cumhuriyeti kuracaklardır…

Allah’ın vâdidir. Allah nûrunu tamamlayacaktır. Allah vâdinden hulfemez.

وَأَشَدَّ تَثْبِيتًا (Va EaŞadDe TeÇBıyTan) 

“Tesbitte daha şiddetli olurdu.”

Akevler bir tesbit yaptı, bir hareket başladı. Dernekler kuruldu, vakıflar kuruldu, partiler kuruldu, şirketler kuruldu… Müslümanlar büyük hamleler yaptı... Bugün her sahada zalim faizli ve zinalı düzende ileridedirler... Ama bir türlü tutunamıyorlar; bir taraftan başarı elde ederken, diğer taraftan çöküyorlar, dağıtılıyorlar, kapatılıyorlar… Ne dernek, ne vakıf, ne parti ve ne de şirket olarak huzurludurlar. Her biri diken üzerinde oturuyor. Oysa bunlar Allah’ın vazettiği gibi faizsiz ve zinasız bir adil düzen içinde oluşsaydılar; kendi teşkilatlanmalarını demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzeni içinde yapsaydılar; yani şeriatçı, adil, İslâmî hak düzeni tesis etseydiler; bugünkü krizler, çöküntüler, dağılmalar ve tehlikeler olmayacaktı. Daha sağlam olacaklardı. Sağlam olarak tutunmuş olacaklardı. Saadet Partisi’nin başına gelenler gelmeyecekti. “Adil Düzen”i bırakmanın cezasını çekmeyecekti. AK Parti her gün diken üzerinde oturmayacaktı. Basın bir bakanın ‘görgüsüz’ kelimesini yaygara yapmayacaktı. Bakan hata edebilir ama basın bunu ağzına dolayamayacaktı.

***

وَإِذًا لَآتَيْنَاهُمْ  (Va EıÜaN LeETeYNaHum) 

“Biz de işte o zaman onlara îta ederdik.”

Kur’an okuyorsunuz ve ‘Allah böyle diyor’ diyorsunuz; Hadis okuyorsunuz, Kur’an’ın dediklerini teyid ediyor; Fıkıh kitaplarına bakıyorsunuz, müçtehitler sizi teyid ediyor. ‘Ben müslümanım’ diyen kimselere, ‘ben mü’minim’ diyen kimselere anlatıyor ve ‘böyle yapalım’ diyorsunuz. Aval aval bakıyor, dediklerini yalanlayamıyor ama; ‘gelin amel edelim’ dediğiniz zaman; ‘Bu dediğiniz şimdilik mümkün değil!’ diyor!

En akıllı olanı ‘faiz birden kalkmaz’ diyor. Biz de ‘faiz birden kalkar’ demiyoruz; ama kalkması için çaba sarfetmeye başlarsan bir gün kalkar diyoruz. Ama, kalkmaz diye kaldırmaya başlamazsan, hiçbir zaman kalmaz. O zaman Allah başkalarını getirir ve onlar kaldırır, istibdal eder. Bunu biz söylemiyoruz, Kur’an söylüyor. Allah ile savaş içinde olan faizciler Allah’ı yenemeyecekler; siz de göreceksiniz, yenemeyecekler…

مِنْ لَدُنَّا (MıN LaDunNAv)  “Ledunumuzdan verdik.”

Ledunumuzdan” demek, kendiliğimizden demektir. Yani, bir karşılığı olmadan demektir.

Siz Allah’ın dediklerini yaparsanız, Allah size sizin beklemediğiniz yerden, kendi ledunundan ecri azimi verir. Yıkması da öyledir. Faizci ve zinacılar zannediyorlar ki; Allah bizi faiz ve zinadan vuracaktır, o anda da biz tedbir alırız, bir şey olmaz diyorlar. Oysa, Allah beklenmedik yerden faiz sebebiyle, zina sebebiyle vurur. Emirleri dinlersen, oruç tutarsan; oruç tuttuğun için ecir vermez. Hesap edemediğin yerden onun iyiliğini görürsün. Alışveriş yaparsın; karşılıksız olarak bir şeyi eklerler ve ‘bu da bizden’ derler. İşte Allah da aynı şeyi söylemekte; ‘Bizden’ ‘Ledunumuzdan’ deyince, karşılıksız olarak vereceğini bildirmektedir.

أَجْرًا عَظِيمًا (EaCRaN GaJIMan)  “Azim bir ücret ita edecektir.”

Ecr”dir. Çünkü vazedilenleri fi’lettiler.

Burada dikkat edilecek olursa ‘îmân ettiler’ demiyor, ‘fi’lettiler’ diyor. Çünkü bu hitap mü’minleredir. Burada fikrî inanç değil de, fiilî hareket isteniyor. Çünkü fikrî inançta herkes müslüman, ama fiilî icraatta herkes zulüm düzeni içinde zulme ortak olarak yaşama peşinde koşmaktadır.

Avrupa Birliği nedir? Dünyayı iki üç asırdır Avrupa sömürüyor. İki cihan savaşı Avrupa’yı sarstı. Dünya uyanmaya başladı. Sovyetler dağıldı ama uyandı. Çin gelişiyor. Müslüman ülkeler gelişmekte. Afrika bile nerede ise uyanmaya başlayacak. Güney Amerika çalkalanıyor. Batı hakimiyetini kaybetme tehlikesinde. Dünya silahlanıyor, dünya ekonomisini düzeltiyor. Avrupa birleşerek eski sömürü zulmünü devam ettirmek istiyor. Türkiye de AB’ye girerken; ben de size katılayım, dünyayı beraber sömürelim diyor; Batı da pastaya ortak etmek istemiyor, ama diğer taraftan da Türkiye dışta kalırsa sömürme işimiz zor olur diyor. İşte oyalama bundan. Almayalım, ama biz güçleninceye kadar da Türkiye Müslümanlarla bir iş yapmasın diyor. İşte bu durum Türkiye’yi yıkacaktır. Oysa “Adil Düzen”i kabul etselerdi, Allah çok büyük ecri kendi ledunundan verecekti.

Akevler’de de durum bundan başka bir şey değildir. Gerek ilâhiyat hocaları, gerek tarikat ehli, gerekse nurcular Akevler’i desteklemekten vazgeçip zulüm düzeninin emrine girdiler!.. Faizci ve zinacı düzeni alkışladılar!.. Şimdi de dünyayı birlikte sömürmek için onlarla işbirliği içinde oldukları için uçuyorlar!..

Onlar ecri azimden mahrum olmuşlardır.

***

وَلَهَدَيْنَاهُمْ (Va La HaDaYNAvHuM)  “Biz onlara hidayet ederdik.”

İnsanlar eğer inandıklarına göre hareket etmezlerse, bildiklerini yapmaz, amellerini ona göre düzenlemezlerse, Allah onları şaşırtır, kolayı zor görmeye başlar, zor olanı da kolay görmeye başlarlar. Zor olanı kolay gösterir ve çıkmaza girerler. Ama eğer insan doğru bildiği şeyi bildiği gibi amel ederse, Allah ona doğru olanı doğru gösterir, onu kolaylaştırır. Amel ettikçe doğru yolları da görmeye başlarsınız.

Millî Görüşçüler “Adil Düzen”i bildiler. Nasıl?

Çünkü onlar gerçekten Allah’ın yolunu bulmak için yola çıktılar.

1969’da bağımsız adaylığında Erbakan üç misli oy aldı. Yetmedi, dört yıl sonra yapılan seçimde iki yıllık parti 50 parlamenter çıkardı. “Adil Düzen” söylemini kullanmaya başladığında oyunu artırarak en çok oy alan parti oldu. Ondan sonra ne yaptı? “Adil Düzen”i bıraktı. Peş peşe kapandı. Yetmedi; oylar düşe düşe, maalesef %2.5 seviyesine indi. Çünkü yanlış siyaset yapmaya başladı.

Adil Düzen” şimdi anayasa ekseriyeti ile iktidardadır. Acaba Ak Parti nasıl iktidar oldu? AK Parti, AKP’den gelmeyen ANAP’lıları bakan yaparak kendisini kamufle etmek istemiştir. Ne var ki, o bakanlar da Akevler ile ilişkisi olan kişilerdi ve “Adil Düzen” yanlısı kimselerdi. Ama maalesef iktidar olduktan sonra onlar da “Adil Düzen”e karşı çıkmaya başlamışlardır. Yanlışlar peş peşe gelip gidiyor, ama ana sorunların hepsi duruyor; işsizlik, borçlar, yargı ve basın sorunları bütün heybetiyle durmakta!.. Baş savcı aklına geldiği zaman beyanat veriyor ve bakan soruyor; ‘Sen bunu hükümete yönelik mi söyledin?’ Savcı ‘Hayır!’ demiyor; ‘biz her zaman beyanlarda bulunuruz’ diyor ve hâlâ yerinde duruyor!.. Ne zamandan beri baş savcı hükümeti denetleme yetkisini kendisinde buldu?!. Hani hiçbir kurum ve kişi anayasadan almadığı yetkiyi kullanamazdı?!.

صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا (SıRaOan MuSTaQIyMan) 

“Müstakim sıratı ona gösteririz.”

Burada müstakîm sırat nekiredir. Oysa, Fatiha’da sırat marife olarak geçmektedir. Bu sırat o sırat değildir. Bir hedefe ulaşmak için giriştiğin işin sıratıdır. Bu yer ve zamana göre değişiktir. Hedef nedir?

Türkiye’yi muasır medeniyetin fevkine çıkarmaktır. Bunun bugün Türkiye için yolu “Adil Düzen”dir. Türkiye bugün “Adil Düzen”i bırakmış, AB yolunda hedefe ulaşacağını zannediyor. İşte yeni TCK bunun çok açık örneğidir. Yeni Ceza Kanunu AK Parti’yi zaten yıkacaktır, ama Türkiye’yi de yıkabilir. Ceza hukuku, Mısır uygarlığından gelen hapis sistemine dayanan bir düzendir. Batılılar İslâmiyet ile temas ettikten sonra akit serbestliğini ve İslâm hukukunu benimsediler; ama ceza hukukunu bir türlü alamadılar, değiştiremediler. Çünkü ceza hukukunu değiştirmek kolay bir iş değildir. Dolayısıyla sırat-ı müstakimi bulamamaktadırlar. Oysa Allah’ın vazettiğini yapsalardı, hak yolu bulabilirlerdi. Bundan sonra böyle yapmayanlar anlatılacaktır.

***

وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ (Va MaN YuOıGı elLAHa)  

“Allah’a itaat eden.”

İnsanlar birlikte yaşarlar. Kimse kendi başına dağda veya çölde yaşayamaz. Önce zaten çok küçük doğmakta ve anne ile baba tarafından büyütülmektedir. Kuşlar ve memeliler böyledir. Oysa sürüngenler, kurbağalar, balıklar ve diğer bütün canlılar yumurtalarını bırakır, her canlı kendi kendine büyür. Bununla beraber arılar gibi sürü hâlinde yaşayanlar da vardır. İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için kurallara göre hareket etmeleri gerekir. Ancak böylece birbirlerinin ne yapacaklarını bilirler ve ona göre davranırlar. Nasıl doğa kanunlarını bilmeden yaşayamazsak, sosyal kanunları bilmeden de yaşayamayız. Sosyal kanunlar ise kurallı davranmalardır. Allah’a itaat etmek demek, onun koyduğu şeriat kurallarına uymak demektir. Bu şeriat kuralları içtihat ve icmalarla ortaya çıkar. Bir ulusun icma yapabilmesi için 70 milyon insan bir araya gelemez. O sebeple temsilciler gönderilir, onlar vekâleten icma yaparlar. Hattâ mezhepler de temsili yoldan oluşur.

Allah’a itaat etmek” demek, yasalara uymak demektir. Yasaları meclis yapar. Onlar halkın vekili olup vekâleten karar alırlar. Beş senede bir değiştirme sistemi vekâlet sistemini zedeler. Müvekkil vekilini her zaman değiştirebilmelidir. Batı demokrasisi ile İslâm demokrasisi arasında bu temel fark vardır. Bu ikinci ana farktır. Birinci fark ekseriyet sistemidir. Oysa İslâmiyet’te ortak vekilin vekâleten verdiği karar uygulanır.

وَالرَّسُولَ (Va eRaSUIvLa) 

“Ve resule itaat eden.”

“Resule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” denmiştir. Burada ise “Va” harfi ile atfedilmiştir. Dolayısıyla “Allah’a itaat” ile “Resule itaat” farklı görülmüştür. Kimi yerde “Allah ve resulüne itaat etmek”ten bahsetmektedir. Ona zamir gönderirken de müfret olarak göndermektedir. O hakemler müessesesidir, yargıdır.

Başka bir âyette de “Allah’a itaat ediniz, resule itaat ediniz” denmektedir. Orda “itaat” kelimesini tekrar etmektedir. O itaat de tamamen icra ile ilgili itaattir. Meclis kanun yapar, hükümet onları uygular. Uygulamada meclis hükümete, hükümet de yasamada meclise karışamaz. Eğer icra şeriata aykırı ise yani kanunlara uymuyorsa, o zaman meclisteki şûra üyeleri hakemler nezdinde dava ikame ederler. Ama meclis re’sen hükümeti veya bakanı düşüremez. Bu sebepledir ki, “resul” Allah’ın yanında bağımsız olarak zikredilmiştir. Yine de resul demektedir. Mürsil meclistir. Başkana itaat edilecek, ancak şeriatın sınırları içindeki emirlere riayet edilecektir.

فَأُوْلَئِكَ (FaEuLaEika)  “İşte onlar”

Allah ve resule itaat eden kimseler, topluluk içinde yaşamak için o topluluğun kurallarına uymak, yetkililerin verdikleri emirleri dinlemek durumundadırlar. İnsandan istenen budur. Bu kolay değildir. İnsana aş ve iş gerek. Dinlemek karın doyurmaz.

Adil Düzen” nedir? Herkese aş, iş ve eş sağlayan bir düzendir. Bir ülke düşünün ki; sabah kalkıldığı zaman herkesin işi vardır, işten atılma korkusu yoktur, ücretinin kesilmesi korkusu yoktur... Bir ülke düşünün ki; ben ne yiyeceğim diye bir endişesi yoktur, sosyal güvenlik içindedir... Çalışamasa da, çalışmasa da karın doyuracak kadar geliri vardır... Kadınlar koca aramakla meşgul değildir, kocasız kadın yoktur... Böyle bir ülkede kimse kanunları çiğnemiyor; ne hırsızlık var, ne rüşvet var, ne de kaçakçılık var... İşte “Adil Düzen” budur. Bu da bir bucak içinde sağlanabilir. Yeter ki insanlar inansınlar ve böyle bir yerde yaşamaya karar versinler.

Allah’ın vazettiği sitelerini kurarlarsa, ‘işte onlar’ Allah ve resule kolaylıkla itaat ederler.

مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ (MaGa elLaÜIyNa ENGaMa elLAHu GaLaYHıM) 

“Allah’ın kendilerine in’am ettiği kimselerle beraberdir.”

Yine Fatiha Sûresi’nde geçmişti; “Sırâta’l-lezîne en’amte aleyhim” denmişti. Burada “sıratan” kelimesini nekire getirmiştir. Ama kendilerine in’am edilen kimselerle beraber olacaklarını bildirmektedir.

“Rahmet” daha çok soysal ihsanlardır. “Nimet” ise daha çok ekonomik nimetlerdir. İkisi de dünyevi nimetlerdir. Tarih boyunca insanlık hep evrimleşmiş ve ekonomide refahı artırmıştır. Ne var ki, peygamberlerin getirdiği düzeni kabul eden kavimlerde refah başlar ve zenginlik oluşunca onu istismar eden tekelci düzen ortaya çıkar. Allah’ın nimetine küfranlık etmeye başlar. Bunun sonucu olarak krizler doğar. Bugünkü dünya bu krizleri artarak yaşıyor. İşte o zaman Allah’ın uyarısı gelir, insanlar mustakim sırata dâvet edilir. Genel olarak dinlemezler ve onlar helâk olur. Yeniden Allah’ın vazlarını dinleyen cemaat ortaya çıkar.

Bugün bu hizmeti yüklenmiş olanlar Adil Düzencilerdir.

Adil Düzencilerin dışında da Allah’ın şeriatına çağıranlar vardır. Mesela, bugünlerde 5 milyon insan ölen Papa’yı uğurladı. Ne var ki, bunlar hakka dâvet ediyor ama çıkış yolunu gösteremiyorlar. Büyük büyük dinî cemaatler vardır. Bunların en yenisi ve en iyisi Nur cemaatidir ama çözümü yoktur. Bugün çözüm üretmiş tek kuruluş Adil Düzencilerdir. Onların bugünkü bu zayıf ve yoksul hâli, onların başarılı olacaklarına delildir. Çünkü zalim düzende zengin olanlar artık o düzenden kendilerini kurtaramazlar, o düzende boğulup giderler...

مِنْ النَّبِيِّينَ  (MıNa elNaBıyYIyNa) 

“Nebilerden.”

Burada dört sınıf saymıştır: “Nebilerden, sıddıklardan, şehidlerden ve salihlerden” denmiştir.

Önce “nebileri” ele almıştır. Bunlar âlimlerdir; yani rasihlerdir, fakihlerdir, zakirlerdir. Kur’an’ı sünnet, icma ve kıyas içinde okuyup tezekkür ve tedebbür eden kimselerdir. Bucaklarda ‘ehli zikr’ olanlardır, illerde ‘fakih’ olanlardır, ülkede ‘râsih’ olanlardır. Mekke’de oluşturdukları ilmî meclis ile bunlar arasında ilim alışverişi olur. İnsanlığa bunlar hidayet ederler.

Bakınız, bugünlerde ölen Papa insanlığa bir ümit oldu. 200 ülkeden devlet adamı cenazesine iştirak etti. Roma kaynadı. Neden Mekke’miz tüm insanlığa hidayet nûrunu saçmasın?..

Mekke, Vatikan gibi bağımsız bir bucak devleti olmalıdır. Yalnız Müslümanların değil, tüm insanların hidayet merkezi olmalıdır. Biz bunun için şunu öneriyoruz. Mekke ilini çevreleyelim. İlini diyorum, kentini demiyorum. Her devlete orada kendi halkından ilçe oluşturması için izin verelim. Yaklaşık 100 devlet varsa, 100 ilçe olur. Hacca gelenler oraya gelirler. Bu ili yöneten Mekke emiri olsun. Mekke emiri şeriat kurallarına göre seçilsin. Roma ile Mekke hayırda yarışsın. Hıristiyanlık bu sorunu çözmüş, Vatikan’ı bağımsız devlet yapmış.

وَالصِّدِّيقِينَ (VelÖıdDıQIyNa)  “Ve sadıklar.”

Nebiler” ilim adamlarıdır; ilmî dayanışma ortaklıkları ve şûralarıdır. “Sadıklar” ise din adamlarıdır; dinî dayanışma ortaklıklarının sorumlularıdır. Bunlar insanlara sadâkati öğretirler. Çünkü kendileri sadıktırlar. Bunlar İslâmiyet’te tekkeleri oluşturmuştur. “Adil Düzen”de dinî dayanışma ortaklıklarıdır. Bunlarda tezkiye müessesesi vardır. Her cemaatin başı kendi cemaatinde sadakat bakımından sıralama yapar. Böylece herkesin sadakat derecesi ortaya çıkar. İlk 10 kişi bir sıra olabilir. Sonra gelen 100 kişi ikinci sıra, sonra gelen 1000 kişi dördüncü sıra olabilir. Sonra onların sorumluları da cemaatlerinin az suç işlemesi, çok vergi ödemesi gibi başarı kriterleri ile sıralanabilir. Böylece ilmî teşkilâtlanma yanında dinî teşkilâtlanma da ortaya çıkar.

وَالشُّهَدَاءِ (Va elŞuHavDAEı)  “Ve şehidler.”

Şüheda” şahitlerin cemidir, çoğuludur. Bunlar soruşturmacılardır. Bu da siyasi dayanışma ortaklığını ifade eder. Adil şehadet bir topluluğun temelidir. Şehadet cihattır. Çünkü doğru şahitler her zaman tehdit altındandırlar. İnsanlığın ortak ordusu yoktur. Ortak soruşturmacıları vardır, ortak hakemleri vardır. Devletler arası dahil, çıkacak her türlü ihtilaflar şüheda yani şahitler tarafından hallolur. Diğerleri kurallı erkek sığası ile geldiği halde, “şüheda” kırık çoğulla gelmiştir. Her şahit kendi vicdanıyla şehadet edecektir. Bugünkü yargı bağımsızlığına burada işaret vardır.

وَالصَّالِحِينَ (VaelÖAvLıXIyNa)  “Ve salihler.”

Salihler” ıslah edenlerdir, üretenlerdir. Bunlar eşyayı birbirine uygunlaştırırlar. Eşyayı insana yarar hâle getirirler. Meslekî dayanışma ortaklıklarıdır. Bu hususta da insanlığın ortak dayanışması olacaktır. Üretim, tüketim ve dağıtım bunlar tarafından organize edilecektir. Eskiden bunları loncalar, ahiler yaparlardı.

وَحَسُنَ أُوْلَئِكَ رَفِيقًا (Va XaSuNa EuLAEıKa RaFIyQan)  “Refik olarak bunlar ne güzeldir.”

Bunların refik olması demek, bunlar arasında uygunluk olacaktır demektir. Yani; din ayrı, ilim ayrı, siyaset ayrı, ekonomi ayrı tarafa çekmeyecektir. Nasıl vücudun organları ayrı ayrıdır, görevleri farklıdır ama birbirleri ile çatışmazlarsa; aynı şekilde bu dört kuvvet de ayrıdır ama aralarında ahenk ve uyum vardır. Bu uyumu evvela Kur’an sağlayacaktır. Çünkü hepsi onun hakemliğini kabul etmiştir. Ondan sonra sözleşmeler sağlayacak, yani yasalar sağlayacaktır. Ondan sonra hakemler sağlayacaktır. En sonunda başkan sağlayacaktır.

İşte bunların refakatçiliği böyledir. İşbölümü içinde işbirliği yapmak, işte refakat budur.

Mirfak” dirsek demektir, kol demektir, dayanak demektir. Yani; ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları birbirlerine dirsek ve mafsalları ile bağlı olacaklardır. Ayrı ama birbirine bağlı olacaktır. İşte “Adil Düzen”de olanlar bu güzellik içinde birbirlerine dayanışma içindedirler. Birbirlerinin işlerine karışmazlar, birbirlerinin işlerini tamamlarlar. Vazolunan kimselere Allah’ın in’am ettikleri bunlardır. Çoklu sistemde herkes kendi dayanışmalarını seçer ve kendi içtihadına göre amel eder.

***

ذَلِكَ الْفَضْلُ (ÜAvLıKa FaWLu)  “Bu fadl”

Müstakim sırat üzerinde olmak. Müstakim sırattır ama caddedir. Dört bulvarlıdır. Her bulvarda yaklaşık on şerit vardır. Bunlar birbirine dayanışma içinde tek hedefe götürmektedir. Müstakim demek, doğru anlamında olduğu gibi; aynı zamanda istikamet anlamındadır da. Yani; yönelmiş, tek hedefe kenetlenmiş. Hepsi aynı yere ulaşmak için çaba gösteriyor. Sonunda bu sayede huzur içinde mesut hayat ortaya çıkıyor. İşte “bu fadl”dır.

مِنْ اللَّهِ (MıNa elLAHı)  “Allah’tandır. Bu fadl Allah’tandır.”

Yani; siz bir şey yapıyorsunuz, bir emek veriyorsunuz; O da karşılığında on veya yirmi misli mahsul vermektedir. Eğer birbirine uygun salih amel olursa, sonuç kat kat yüksek olur. Ama birinin yaptığını diğeri bozarsa, o zaman yerinde sayılır veya geri gidilir. Tuğla yığını ev olmaz, ama bir projeye göre yerleştirirseniz ev olur, yuva olur. İnsanlar da eğer sadece yığın olurlarsa, bir şey olamazlar. Ama eğer bir düzene girer de organize olurlarsa, o zaman işte bu durum Allah’tan bir fadl olmuş olur, Allah’tan gelen fadl olmuş olur.

Allah”ı ‘topluluk’ olarak da mânâlandırırsanız, topluluk oluşturmaktan gelen fadl olmuş olur.

وَكَفَى بِاللَّهِ عَلِيمًا(70) (VaKaFAv Bı elLAHı GaLIyMan)  “Alîm olarak Allah kifayet eder.”

Burada “Alîm” kelimesi nekire olarak gelmiştir. Çünkü Allah’ın halifesi olan topluluk kastedilmektedir.

Bir yere yolculuk yaptığımızda, içimizden birinin yolu bilmesi yeterlidir. Çünkü arabamız hedefine ulaşır. Hiç kimse yolu bilmezse, hedefe varamayız. Hepimizin bilmesi de fazla bir yarar sağlamaz. Böylece bir araya gelmekle, kaç kişi isek her birimizin bilgileri toplanır ve topluluğun bilgisi hâline gelir.

Biz bunu şöyle sağlıyoruz. Herkes köydeki genel hizmet temsilcilerinden kendi seçtiği kimseye danışır. Bilmesi gereken şeyi ondan öğrenir. O bilmiyorsa; ilçedeki görevliye danışır. Her temsilcinin soracağı bir görevli vardır. O da bilemiyorsa; bölgede ihtisas yapmış danışmanları var, onlardan konusuna göre birisine danışır. O da bilmezse; kıta merkezindeki o konunun otoritesine danışır.

Bir de, her bucakta dayanışma ortaklıkları başkanları vardır. Temsilci bucak merkezindeki dayanışma sorumlusuna danışır. O kendi dayanışma ortaklıkları içindeki o konunun temsilcilerine danışır. Sorunu bucakta çözer. Benzer şekilde ilçede sorun çözülemiyorsa; ildeki dayanışma sorumlusu aracılığı ile diğer ilçelerdeki görevlilere danışmış olur. Bölgede de sorun çözülemiyorsa; ülke dayanışma sorumlusu aracılığı ile ülkede bulunan diğer bölgelerdeki mütehassıslara sorulur. Kıtadaki otorite sorunu çözemiyorsa; insanlık dayanışma sorumluları aracılığı ile dünyada mevcut otoritelere danışmış olur.

Demek oluyor ki; bir kişi gerekli olduğunda tüm insanlık ile danışma imkânını bulacaktır. Herkesin her şeyi bilmesi değil, tüm insanlıkta birinin bir şeyi bilmesi yeterlidir. Yeter ki onun onu bildiğini tüm insanlık bulabilsin. Gelecek dünya istese de istemese de “ADİL DÜZEN ORGANİZASYONU”na girecektir. Çünkü hayat o kadar karışık hâle geliyor ki, insanın onların hepsini öğrenmesi imkânsızdır. Bilmeden yaşamak da imkânsızdır. Danışma mekanizması oluşacaktır.

Benim bildiğimi insanlıkla paylaşacağım, insanlığın bildiğini de ben paylaşacağım. Herkese, mesela bir bitki verilecek, o bitkinin her şeyini o bilecektir. Yahut, herkese bir yöre verilecek, o yerin coğrafyasını ve değişimlerini o takip edecektir. Yıldızlar bölüşülecek... Tarihî şahsiyetler bölüşülecek… Kitaplar bölüşülecek... Sürekli istişare mekanizması ile her türlü bilgiye başka insanın beyninde ulaşacağız. İnternete girilmiş olması yetmez. Onu okuyan insan ile görüşebilmeliyim. Bu görüşmeler kamu tarafından ücretlendirilmelidir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 301  ADİL DÜZEN DERSLERİ - 131  İstanbul, 22 Nisan 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI   (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

BAŞKANLIK VE İSTİŞARE

GEÇİCİ BAŞKAN

1- İslâmiyet teoriler üretmez, hemen işe başlatır. Birisi ‘Ben Müslümanım’ derse; ona hemen ‘Öyleyse namaza başla’ der; İslâmiyet’in ne olduğunu ‘namaz’la öğretir. Namaz kılmadan İslâmiyet öğrenilemez ve Müslüman da olunamaz. Bu hususta icma vardır.

2- Namaz da ayrı ayrı değil, beraber cemaat ile kılınacaktır. Emredilen namaz birlikte kılınan namazdır. Günümüzde kimi Müslümanlar cemaatle namaz kılmanın farz olmadığını söylemektedirler. Oysa, hem Sünnet hem de Kur’an’la cemaatle namaz kılınması kesin olarak farzdır. Hattâ, Hazreti Peygamber mescit civarında cemaat dışında namaz yoktur, demiş; mescide gelmeyenlerin evlerini yıkmak isterim demiştir. Kur’an’da da ‘namazı kılınız’ diyor, ‘namazları kılın’ demiyor. Tek namaz var, cemaate emredilen o namazdır. Kur’an’da; “Rüku edenlerle rüku edin” deniyor. Bu da cemaatle namazın farz olduğuna açık delildir. Demek ki; İslâmiyet’in cemaatle namaz kılmak olduğunu kabul etmezsek, İslâmiyet’i anlayamayız ve ondan yararlanamayız.

3- Cemaatle namaz kılmak demek, aralarından birini ‘imam’ yapmak demektir. Başka türlü elbette cemaat olunmaz. Yine, bugün Müslümanların yaptıkları ikinci hatalı anlayış, lâik imam anlayışıdır. Dünya işlerine karışmayan, sadece namaz kıldıran ama selam verdikten sonra başkanlığı bir yana bırakan imam anlayışı vardır. Oysa, namazı kıldıran imam o cemaatin ikinci namaza kadar imamıdır, başkanıdır; ‘geçici başkanı’dır. Başkan, başkanlık görevini ifa eder. Ona kayıtsız şartsız uyulur. Uymak istemeyenler o cemaati terk eder.

4- İmam seçimi nasıl yapılacaktır? İmam aşağıdaki yollardan tayin edilir:

a)  Vakit geldiğinde kim önce ezan okursa onun bulunduğu yerde toplanılır, o imamlık yapar.

b) Ezan okuyan kendisi imam olmuyorsa, o atama yapar. Atama yaparken şunlara dikkat eder:

1) En çok âlim kim ise imamlığı ona verir.

2) Eşit ilme sahip olanlardan en yaşlı kim ise imamlığı ona verir.

3) Eşit yaşta olanlar arasında cemaate en çok kim devam etmiş veya erken gelmişse imamlığı ona verir.

5- Eğer devamlı bir ‘başkan’ atanacaksa, sıralama usulü yapılır. Herkes kendisine diğerini imam yapmakla yükümlüdür. Müslüman sadece tercihler yapar, sıralar. Cemaatten aldığı sıraların toplamı kimin fazla ise o imam olmuş olur.

AŞİRET BAŞKANI

6- Her namaz başında değişerek gelen imamlar ‘geçici imam’dır. İki namaz arasında geçici topluluklar böyle imamlarla idare edilirler. Eğer bir yerde yerleşim olmuş, sabit toplululuk oluşmuş ve bunların sayısı da 10 aileyi bulmuşsa; buna ‘aşiret’ deniyor. Bunlar artık bir ‘aşiret başkanı’ seçeceklerdir. Artık başkan değişmeyecek, oraya katılanlar onu başkan kabul edip itaat edeceklerdir. Beğenmeyenler, o aşireti terk edip oradan hicret edeceklerdir. Topraklarında kaldıkça aşiret başkanına itaat edeceklerdir. Bugün bu kimse kentlerde ‘apartman başkanı’dır. Eğer bir kimse ‘Ben Müslümanım’ diyorsa; orada bulunan başkan fâcir de olsa, fâsık da olsa, ona itaat edilecektir. Müslim, apartman başkanının emrini dinlemek zorundadır. Hicret etme hakkına sahiptir, ama başkana aşiret içinde karşı gelinemez.

7- Şimdi, aşiret başkanının cemaati nasıl yöneteceğini sıralamaya başlayalım. Önce orada bir mescit olacaktır. Mescit toplantı yeridir. Buraya sadece namaz kılmak için gelinmez. Burası kilitlenmez, 24 saat açıktır. Gelenler sohbet ederler. Gelenler öğrenim yaparlar. Helal olan her türlü fiiller o mescitte yapılabilir. Mesela, satranç veya benzeri oyun da oynanır. Başkan da günde beş vakit namazı burada kıldırır ve cemaati ile sohbet eder. Bir sorunları varsa çözmeye çalışır. Hattâ, yatalak hastalar veya yaşlıklar varsa, buraya bitişik odalarda yatırılır ve bunlara nöbetleşe bakılır. Aşiret içinde kadın erkek nöbet tutarak mescidi daimi olarak açık tutarlar.

8- Cemaat sabahleyin saat 04’te kalkar ve abdest alır. Vitir namazını kılar. Kahvaltısını yapar. Mescide gelir. Saat 06’da sabah namazı kılınır. İşe gidenler işe giderler. Gitmeyenler, çocuklarla eğitim yaparlar, ev hanımları yemek ve ev işlerini yaparlar. Öğleyin işyerinde ezan okunur, oranın imamı öğle namazını kıldırır. Apartmanda aşiret imamı ezan okur ve öğle namazını kıldırır. Öğle namazlarından sonra öğle istirahatına geçilir ve öğle uykusu yapılır. Saat 15’de ezan okunur, herkes namaza gelir, ikindi namazı kılınır, ondan sonra akşam mesaisi başlar. 18’de ezan okunur ve akşam namazı kılınır. İnsanlar işten döner ve evde yemeklerini yerler. Yemek yendikten sonra gece toplantısına gelinir. Mescitte sohbet edilir. Saat 22’de yatsı namazı kılınır ve yatılır. İşte Allah’ın emrettiği beş vakit namaz budur. Başkan, namaz vesilesiyle en az beş defa mescitte halkıyla beraber olur. Hazreti Peygamber’e; “Başkanlara fâsık ve fâcir de olsa, ona itaat edecek miyiz?” denince; “Sizinle namaz kılarlarsa, evet.” demiştir. Buradan çıkardığımız sonuç şudur ki; başkan günde beş defa cemaatle namaz kıldıracak ve sohbet edecek, istişare edecektir.

9- Başkana emredilen ikinci emir ‘istişare etmek’tir. Yani; başkan bir karar almadan önce cemaatiyle namazdan önce istişarelerde bulunacaktır. İstişare ettiği konuda kararı orada, yani daha sonra başka hiç kimseye danışmadan verecektir. Feİza Azemte”deki “Fa” harfi takip içindir. Allah; “Gözlerini onlardan ayırma.” diyor; yani, başkaları ile görüşme demektir. Kararlar yazılı hâle getirilir. Başkanın kararlarına hakemler nezdinde itiraz edilebilir. Ama başkanın verdiği karar o anda uygulanır. Haksızlık varsa, sonra hak aranır. İsteyen her zaman aşiretten ayrılabilir. Başkan da aşiretinde bulundurmak istemediği kimseleri aşiretten uzaklaştırabilir. Giden mâlen zarara sokulmaz.

10- Aşiret içinde çıkan ihtilaflar ‘hakemler’ yoluyla çözülür. Taraflar birer hakem seçerler. Hakemler de baş hakemi seçerler. Hakemlerin ekseriyetle verdikleri kararlar aynen uygulanır. Başkan da hakem kararlarına uyar. Kimse mağdur edilmez. Ama insanlar zorla bir arada yaşatılmaz. Geçinemeyenler ayrılıp giderler. Kimin ayrılması gerektiğine de hakemler karar verirler.

11- Aşirette kadın erkek herkes eşit oya sahiptir. 15 yaşını dolduran ve akıl hastası olmayan herkes oy sahibidir. Kararlar ittifakla alınmışsa artık karar ancak ittifakla değişebilmektedir. İstişârî kararlar ittifak kararlarına aykırı olamaz. Başkan istişare ettikten sonra kendisi karar alır. Cemaatten isteyen hakemlere giderek kararı iptal ettirir. Belli zaman içinde itiraz eden çıkmazsa veya itiraz eder ama hakemler onaylarsa, o karar kesinleşmiş olur. Bu karar istişârî karardır. Re’sen alınan karar istişârî karara aykırı olamaz. Başkan bazen kendi yetkisinde olan işlerde istişaresiz karar alır. Görevlendirmelerde böyle yapılır. Bu kararlar istişârî kararlara aykırı olamaz. Ama başkan re’sen değiştirir.

12- Gerek ittifakla alınan, gerek istişare ile alınan, gerekse re’sen alınan kararlara karşı hakemlere gidilmektedir. Başkan da emirlerini dinlemeyenlere karşı hakemlere gidebilmektedir. Ayrıca, başkana tek yaptırım yetkisi verilmiştir, o da hecirdir. Önce, ev halkı dışında hiç kimse onunla konuşmaz. Bu cezayı başkan istediği zaman kaldırabilir. Başka bir ceza yetkisi de sürmedir, aşiretten atmadır.

13- Başkanın başkanlığı, aşiretteki nüfus 30’dan aşağı düşünce sona ermiş ve aşiret dağılmış olur. Orada yeni başkan tarafından yeni aşiret oluşturulur.

KABİLE (BUCAK) BAŞKANI

14- 100’e yakın aşiret oluşmuşsa, bunlardan en az 300 kişiyi temsil eden baliğler kendilerine bir ‘ilmî danışman’ seçerler; fıkhî sorunlarını onlara sorarlar. Bu danışmanlar bir araya gelerek kendilerine ‘merkezî bir aşiret’ kurarlar ve merkez apartmanına taşınırlar. Buna ‘kabilenin merkez aşireti’ denir; yahut biz sadece ‘kabile aşireti’ diyoruz. Diğerlerine ‘kabilenin taşra aşiretleri’ denmektedir. İşte bu ilmî danışmanlardan olan aşiret kendilerine bir imam yani başkan seçerler. Seçim taşra aşiretinde olduğu gibidir. Bütün faaliyeti de öyledir. Bu aşiret başkanı kabile başkanıdır. Cemaatten zekâtı bu başkan toplar ve dağıtır. Böylece ‘bucak’ dediğimiz kuruluş kurulmuş olur.

15- Kabile şûrasının aldığı kararlar bucak kararlarıdır. Ancak kabile şûrasında alınan kararlara itiraz edilebilmektedir. Eğer kabilenin halkından kimse itiraz etmez veya eder de hakemlerce karara bağlanırsa, o karar kabilenin bütün halkını ilzam eder. Yok, eğer kabile aşireti içinde karar alınmışsa, o sadece merkez aşireti ilzam eder. Taşra aşiretleri içinde geçerli olmaz.

16- Başkan bucağın mahallelerini 10’a yakın gruplara ayırır ve oralara birer emir atar. O emir orada hizmet aşiretini kurar. Bunun için kendi semtinden olmayan halkın katkısını ister. Bucağın %5’erleri onun emrinde kamu hizmeti yapmayı kabul ederlerse, o emir atanmış olur. Belli zaman içinde yeterli desteği bulamazsa, başkan o emiri değiştirir. Bucak içinde koruma nöbetleri yapılır ve bu hizmet emirlerin emrinde başka semtte yapılmış olur. Nöbet tutmak istemeyenler bedel verirler, buna cizye denir. Böylece bucak siyasi kişiliğini de tamamlamış olur.

17- Bucakta istişare şöyle yapılır. Başkan halkına danışacağı hususları semtteki emirleri vasıtasıyla iletir. Halk kendi görüşlerini bağlı bulundukları ilmî danışmanlarına iletir. Başkan Cuma’dan önce ilmî danışmanlarıyla danıştıktan sonra istişaresini tamamlamış olur ve kararını verir. Bu karar bütün halkı bağlar. Hakemlere de herkes gidebilir. Ayrıca, başkan sadece ilmî şûraları ile danışır. Bu karar sadece kamu görevlilerini bağlar. Kur’an ‘şâvirhum’ diyor. Başkan, karar almadan önce ilgili herkese danışmak zorundadır.

18- Aşiretlerde yargılama yapılmaz. Bucakta çıkan tüm ihtilaflar bucaklardaki hakemlerce yapılır. Halk kendi rızası ile hakem kararlarına uyar. Başkanın bucaktan sürme yetkisi vardır. Başka türlü zorlama yetkisi yoktur.

ŞA’B (İL) BAŞKANI

19- 100’e yakın bucak bir araya gelmişse, bucaklardaki ilmî danışmanlardan en az 10 tanesi kendisine bir ‘fakih danışman’ seçer. Bu ‘yüksek danışman’dır. Böylece bucakta 100’e yakın yüksek danışman seçilmiş olur. Bunlar o çevrede bir yerde bir araya gelerek bir ‘merkez site’ kurarlar. 100 (yüz) kişilik ilmî meclis oluştururlar. Bucakta şûra üyesi olmayan illerde bulunur. Ancak bunlar merkez bucağın yönetiminde temsilci bulunduramazlar.

20- 100 kadar olan meclis üyeleri, 10 civarında aşiret oluştururlar. Her aşiretin başkanı ‘il ilmî şûra üyesi’dir. İl şûrası il başkanını seçer. İl başkanı ilin başkanı değildir; il merkez bucağının başkanıdır. İl merkez bucağı diğer bucakların merkezidir. Hâdimdir; hâkim değildir.

21- İl başkanı birer ilçe emirlerini atayarak onlara ilçe merkez bucaklarını kurdurur. Bu emirler aynı zamanda siyasi partilerin başkanlarıdır. Ne var ki, emiri oldukları ilçenin halkından değil, diğer ilçenin halkından üyeleri vardır. Partisine katılan aynı zamanda partisinin emiri olduğu ilçede zaptiye nöbetini tutar. Bucaklarda hakem kararlarına uymayanları bunlar yola getirirler. İç güvenlik ilçede sağlanır.

22- İl başkanları da öşürleri toplar ve bütçe oluştururlar. Harcama öyle yapılır. Bucaktaki askeri zaptiye birlikleri, taşra bucak başkanlarının izni olmadıkça bucağa giremezler.

DEVLET BAŞKANI

23- 100 kadar il yan yana gelince, her ildeki meclis üyesinden 10 kişi bir ‘üstün danışman/ rasih’ seçer. Bunlar 1000 (bin) kişi olurlar. Bunlar da ‘devlet merkez bucak sitesi’ni kurarlar. Bunlar da bölgelere emirler atarlar. Bunlar ordu komutanı olurlar. İller iç güvenliği, devlet dış güvenliği sağlar. Meclis’in aldığı kararlar taşra illerini bağlamaz. Ordu birlikleri il başkanının izni olmadıkça ile giremezler. Karar ve yönetim şekli, bucak yönetim şeklidir.

24- 100 meclis üyesi birleşerek merkezde ‘ilmî dayanışma ortaklığı’ kurarlar. Bunlar ‘devlet ilmî şûrası’nı oluştururlar ve ‘devlet başkanı’nı bunlar seçerler.

İNSANLIK BAŞKANI

25- Devletlerin ilmî dayanışma ortaklık sorumluları, yani devlet ilmî şûra üyeleri birer ilim adamını Mekke’de oluşacak merkez bucağa atarlar. Bunların sayısı 1000 (bin) kadardır. Her ülkeden 10’a yakın ilim adamı gelecektir. Bunlar ‘Mekke bucağı’nı kurarlar ve hacılara hizmet ederler. Müslim, gayrimüslim herkes buraya gelip yıllık hac kongresine katılır.

Hâsılı; İslâmiyet’te başkanlık namaz imamlığı ile başlar ve istişârî kararlarla devam eder. Bunlar şer’î hükümlerdir. Bunun dışında başkanlık yaparken adil olmak, halim olmak, azimli olmak, sabırlı olmak gibi kişisel vasıflara sahip olmak gerekir. Ne var ki, bunlar dinî hükümlerdir. Sen adil değilsin diye baştan kimse imamlıktan men edilemez. İmam olduktan sonra başkanlıktan ancak suç işlerse hakem kararları ile alınır. Bunları belirleme kriterleri de bucak yönetimine bırakılmıştır.

Burada bir hususa daha işaret etmek isterim. Yukarıda saydıklarımızın hepsi Kur’an’da ve hadislerde vardır. Ancak dört halifeden sonra bu hususta içtihat yapılmamıştır. Dolayısıyla bu konu fıkıh kitaplarında parça parça olarak ele alınmıştır. Bir bütün olarak bulunamaz.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 301  ADİL DÜZEN DERSLERİ - 131  İstanbul, 22 Nisan 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

PAPA II. JOHN PAUL

Hazreti İsa Havarilerinden İsrail oğullarına değil, dünyaya dağılarak diğer insanlara İncil’i öğretmelerini istemiştir. Havariler o zamanki Roma imparatorluğuna dağılmışlar ve Hıristiyanlığı yaymışlardır. Belki dünyanın en büyük zulmünü görmüşler, ama bütün bunlara rağmen yeraltı şehirleri kurarak İncil’i okumaya devam etmişlerdir. Bir Yahudi muhtedi olan Paulus (5-15 arası Tarsus - 62-64 arası Roma), İncil’i tahrif ederek Roma İmparatorluğu’na yarar şekle getirmiş ve bu yolla Roma Hıristiyan olmuştur.

Roma kendisini savunamayacağını görünce Doğu Roma ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Doğu Roma yani Bizans kiliseyle anlaşmış ve devlete bağlı dinî düzeni tedvin etmiştir. Bu arada Müslümanlar Orta Asya’yı fethetmiş ve Türkler kendi istekleri ile Müslüman olmuşlardı.

Slavlar kendilerini koruyabilmek için Bizans Kilisesi olan Ortodoks olmuşlardı. Cermenler Batı Roma’yı yıkmışlar, ama kendilerini Slavlardan korumak için Katolik olmayı kabul etmişlerdi. Böylece Roma’nın yıkılması ve Cermenlerin Hıristiyan olması ile Roma’da kiliseye bağlı devlet düzeni kurulmuş oldu. Papalık işte böyle doğmuş ve 1000 sene Avrupa’yı yönetmiştir.

Haçlı Seferleri (I. Haçlı Seferi 1095-1099; VIII. Haçlı Seferi 1268-1272) tertip eden papalar, kendi kuyularını kendileri kazmışlardır. Doğu’ya giden Avrupalı askerler, doğudan bilgi ve mal alarak Avrupa’ya taşımışlar, böylece Doğu ile Batı arasında ticaret başlamıştı. Avrupalılar bu sayede hem Müslümanları tanımış, hem de doğunun zenginliği batıya akmıştı. Bu arada ticaretle meşgul olan Yahudiler, daha önce en alt sınıf sayılıp hor görülürken, Avrupa’da ticaretin gelişmesi ile zengin olmaya; aynı zamanda İslâm âleminde gelişen müsbet ilimleri Avrupa’ya taşımaya başlamışlardı…

Yahudi tüccarlar zenginleşip ‘sermaye’ sahibi olduktan sonra, önce derebeylikleri yıktılar ve Avrupa’ya krallığı getirdiler, böylece bu kıtada ulusal devletlerin kurulmasına hizmet ettiler. Sonra Papalığı parçalamak için de akla gelmedik şeytanlıklar yaptılar. Kilisede satın aldıkları papazlara İslâm ve ilim düşmanlığı yaptırmaya başladılar. Engizisyon mahkemelerini kurdurdular. Bunların hepsi meşhur ‘Yahudi fitnesi’ idi. Martin Luther (Almanya, 1483-1546) gibi papazlarla da müsbet ilme dayalı bir din oluşturma yoluna gittiler, Protestanlık hareketini başlattılar, Papalığı parçaladılar. Ama tek bir Protestanlık kurmadılar; Fransa, İngiltere ve Almanya’da ayrı ayrı Protestan Kilisleri oluşturdular. Böylece Avrupa’nın Hıristiyan bütünlüğünü yok ederek kendileri hakim olmaya başladılar…

Sonunda ‘Yahudi Sermayesi’ Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı ortadan kaldırıp kapitalizm ve sosyalizme dayanan ateist bir dünya düzeni kurup yerleştirmek istediler. Sovyetlerde amansız bir din düşmanlığı başladı ve yöneticiler dindar avına çıktı, yetmiş yıl süren zulümler sonucunda milyonlarca insan öldürüldü...

İşte Polonyalı bir papaz olan II. John Paul Sovyetlerin bu ateist düzenine karşı çıkmış, kilisenin de desteği ile başarıya ulaşmış, delinen ve sonunda patlayan komünizm balonu sayesinde sonunda Sovyetleri din düşmanı olmaktan çıkarmış; hattâ büsbütün yıkmıştır... Kardinaller bu başarısını değerlendirmek amacıyla onu II. John Paul ismiyle Papa olarak seçmişlerdir. Papalık makamına oturan II. John Paul’un neler yaptığını anlayabilmemizi 200 devlet başkanı veya başbakanın katıldığı 5 milyonluk cenaze merasimi bize göstermektedir. Katolik kardinallerin ne kadar isabetli seçim yaptığı buradan anlaşılmaktadır.

Papalık artık çökmüş ve sinmiş bir kurum olmaktan çıkmış, yalnız Katolikler arasında değil, tüm insanlık içinde eski haşmetine aday olduğunu göstermiştir. Artık İslâmiyet ve Hıristiyanlığı ortadan kaldıracağını zanneden sömürü sermayesi mağlup olduğunu kendi gözleri ile görmüştür. Bütün dünyanı ateizmden teizme doğru kaymakta olduğunu 2005 yılı da göstermiştir. 1950’lerin ve 1968’lerin nesilleri olarak bugünlere yetişmiş olup bugünleri görmek, bizim için sonsuz hamd vesilesidir.

Şimdi sizlere bu Papa’nın yaptıklarından birer anekdot vermeye çalışacağız:

a)       II. John Paul Papa olunca, daha ilk yılında Müslümanların bayramını tebrik etmiş ve orada inançlarını Müslümanlarla paylaşmıştı. Ben onun mesajını hutbede dinlediğim zaman içim ferahlamış; gönlümdeki o sürur hâlâ devam ediyor...

b)       1970’lerde biz İzmir’de bir dergi çıkarıyorduk; adi ‘Tek Yol’ idi. Dergimizin kapağına o zamanın Millî Görüş amblemi olan yukarıya doğru kalkan şehadet parmağını göstermiştik. Bize Fransa’da kilisenin bastırdığı bir dergi gelmişti; Adı ‘Un ROIE/ Tek Yol’ idi ve üstünde de şehadet parmağı vardı. Demek ki Kilise Millî Görüş ve Akevler’i izliyordu…

c)       Sonra Papa Mehmet Ali Ağca adında bir Türk tarafından yaralandı. Hesap, eskiden olduğu gibi yine aynı hesap idi; Müslümanlarla Hıristiyanların arasını açıp tarihî düşmanlığı sürdürmek!.. Papa bunun böyle olduğunu bildi ve asla İslâmiyet’e veya Türkiye’ye karşı bir tavır takınmadı...

d)       Biz Akevler’e ortak bulmak için Süleyman Akdemir ile beraber Almanya’da idik. Bağımsız bir Katolik mezhebinin yetkilileri bizi Bonn’a dâvet ettiler, merkezleri oradaydı. Bizden ‘Adil Düzen Ekonomisi Semineri’ aldılar. Ekonomi sorumlusu bizi evine misafir etti, yemek yedirdi ve sabahtan akşama kadar ona ‘faizsiz ekonomi’yi anlattık. Konsülleri karar almış; çağımızdaki krizler faizden doğmaktadır. Bu hususta Müslümanlardan da yararlanalım diye karar almışlar; bizi bulunca dinlediler…

e)       Papa, Fethullah Gülen’i kabul ederek görüşmüştür. Böylece resmi olarak atanmış din adamlarını değil de, Müslüman halkın oluşturduğu ve müsbet ilme bağlı bir cemaatin liderini muhatap almıştır…

f)        Son olarak Avrupa’da -hâlen devam etmekte olan- büyük gerginlik oluşmuştur: ‘Türkleri AB’ye alalım mı, almayalım mı?’ Avrupa halkı Papa’larına göz dikmişti. AB Komisyonu Genişleme Sorumlusu Günter Verheugen Papa’yı ziyaret ederek fetva almak zorunda kalmıştı. Papa; bunlar da Hz. İbrahim peygamberi kabul ediyorlar, alalım demiştir; aslında bunlar da Hz. İsa’yı peygamber kabul ediyorlar demek istemiştir. Papa’nın bu fetvası sayesindedir ki, Avrupa halkı Türklerin Avrupa Birliği’ne girmesine razı olmuştur. Avrupa Parlamentosu’nun üçte ikisi Papa’nın fetvası sayesinde Türklerin AB’ye girmesine ‘evet’ oyu vermiştir...

g)       Papa’nın en büyük başarısı; şeriattan asla taviz vermemesidir: Zinaya, eşcinselliğe, doğum kontrolüne, AİDS’e, uyuşturucuya, mafyaya karşı hep tavır almıştır…

Bütün bunlar, Kur’an’ın bize verdiği haberi doğrulamaktadır. Kur’an’da, Hazreti İsa’ya tâbi olanların kıyamete kadar küfretmiş olan kimselerin fevkinde tutulacağı ifade edilmekte ve şöyle buyurulmaktadır: “Allah buyurmuştur ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni kâfirlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım.” (Kur’an;Âl-i İmrân[3],55) İşte Papa için geçen Cuma yapılan 5 milyonluk ve 200 devlet başkan ve başbakanlarının katıldığı merasim bunu teyit etmektedir. Şunu diyebilirim ki; Papalık Protestanların dedikleri doğru şeyleri kabul etti ama artık Protestan mezheplerine gerek kalmadı. Çünkü Avrupa birliğine doğru gidiliyor… Bu günleri gösteren Allah’a hamd olsun.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 301  ADİL DÜZEN DERSLERİ - 131  İstanbul, 22 Nisan 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  (Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

‘DERİN DEVLET’

Sayın Ahmet Taşgetiren!

5 Nisan 2005 tarihinde yazdığınız makalenizde ‘derin devlet’ konusunu ele almışsınız. Süleyman Demirel’den soruyorsunuz; onun yerine izin verin de ben size anlatayım.

Uygarlıkların ömürleri vardır. Ecelleri gelince çöküp giderler. I. Kur’an Uygarlığı da Osmanlılarla çöküp gitti. Türkler 2000 yıllarında II. Kur’an uygarlığını kurmak üzere görevlidirler. Bunun için Batı uygarlığı ile İslâm uygarlığının sentezi gerekiyordu. Aynen Hz. Musa’nın yaptığı gibi. Hz. Musa Firavun’un yanında bu sebeple büyütüldü ve hazırlandı. Türklerin Batı uygarlığını öğrenmeleri gerekiyordu. Batılılar Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak için milliyetçilik fikirleri geliştirdiler. Osmanlı paşalarını bile kandırdılar ve sonunda Sevr’i dayattılar. Paşalar millî devleti oluşturmak üzere Anadolu’daki kıyamı yönettiler. Yahudiler de bu millî devleti desteklediler, çünkü sonra İsrail imparatorluğunu kurarken Anadolu’yu Türklerden kolay alabilirlerdi; oysa Hıristiyanlardan alamazlardı. Ama bunun gerçekleşebilmesi için Türklerin dinsiz olmaları gerekirdi.

Mustafa Kemal Yahudi sermayesi ile uzlaştı. Türkiye’yi dinsiz devlet yapacaktı ama Türkiye’nin varlığı da korunacaktı. Mustafa Kemal görünürde dinsiz devlet olarak harekete geçti, ama aynı zamanda derin devlet olarak İslâmiyet’i destekledi. a) Anadolu’da İslâmiyet’i/ Müslümanları saflaştırdı ve %99 Müslüman bir ülke oluşturdu. b) İslâmî eserleri en yetkili ilim adamlarına telif, tercüme ve sadeleştirme olarak Türkçeleştirdi. c) Medreseleri ve tarikatları (daha doğrusu tekkeleri) kapattı, ama mabetlere dokunmadı. d) İslâmiyet’ten bahsetmedi, ama alenen düşmanlık da yapmadı.

Türkiye’de demokrasiye Mustafa Kemal’in en önde gelen üç silah arkadaşının iktidarında geçildi. Türkiye’deki İslâmî faaliyetler askerlerin iktidarda olduğu zaman gelişti.

Türkiye’de daima iki gücün gizli çatışması vardır: Dış sermayenin uzantısı olan masonlar ile millî ordu arasında görünürde dostluk, içten içe ise savaş vardır. Bunlar içten içe savaşı aleni savaşa dönüştürmemek için zaman zaman birleşir, İslâmiyet’e ve Türk halkına saldırırlar. İşte ‘derin devlet’ denen şey budur. Ordu kendisini koruyabilmek için İslâmiyet’e ve Türk halkına acımadan saldırır. 1997’ye kadar böyle olmasını Yahudi sermayesi istemiştir. Ondan sonra Yahudi sermayesi Türkiye’yi yıkmaya girişince, Türk ordusuna alenen saldırmaya başladı. Türk ordusu da kendisini savunmak için Türk halkına ve İslâmiyet’e daha çok yanaştı. Bugünkü durum budur.

28 Şubat meselesi nedir? 28 Şubat, Batı’nın Türk ordusunu birbirine düşürüp Türkiye’de iç savaşı başlatma projesidir. Ancak başaramamıştır. 28 Şubat’ta resmî sorumlu Süleyman Demirel’dir. Demirel kendi kurnazlığı içinde kendi beceriksizliğini Erbakan’a ve Çiller’e yükleyerek 28 Şubat’ı atlatmıştır. Ama Allah’ın indinde sorumlu olan Erbakan’dır. Erbakan, başbakanlık uğruna ‘Adil Düzen’den vazgeçmiş, faizli sistem içinde iyi yönetim getirmek için uğraşmıştır! Eğer Erbakan’ın başına bunlar gelmeseydi, ben bütün ilmimden, İslâmî ve beşerî ilmimden kuşkuya düşer, imanımda değişiklik yapmak zorunda kalırdım. Bugün de aynı şeyleri AK Parti için söylüyorum. Faizli ve zinalı düzene Allah’ın izin vereceğini, hele ‘inandım’ diyenleri başarıya ulaştıracağını sananlar varsa, onlar İslâmiyet’i hiç anlamamışlar demektir.

‘Derin devlet’ diye bir şey yoktur; Devleti istismar eden derin altyapı örgütleri vardır. Şeytan taifesi vardır. Kendilerine ‘hizbullah’ diye hitap edilen hizbu’ş-şeytanlar vardır. Bunlar bugün var oldukları gibi; bundan sonra da her zaman var olacaklardır...

Gazete okumuyorum… Ara sıra Yeni Şafak yazarlarını okuyorum... Sizin ‘gazetecilik ve yazarlık’ diye yaptığınız nedir? Sadece şeytanların neler yaptıklarını anlatmaktan ibarettir. Yani; siz İslâmiyet’i, Kur’an’ı, Allah’ı anlatmıyor; güya onunla mücadele ederek şeytana saldırıyorsunuz! Oysa, karanlıklar saldırı ve sopalarla def edilmez, ortalık mumla aydınlanır. Gazetenizde ‘Adil Düzen’i, İslâmiyet’i anlatan bir mum yoktur. Kapkaranlık içindesiniz…

Ben gazetenizde bir mum, bir ampul yakmak istiyorum; ‘Adil Düzen’i anlatmak istiyorum...

Bana aracı olmanız ricasıyla, sadece Allah rızası için size başvuruyorum.

Adil Düzen Çalışanlarından

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 930
Kehf Suresi Tefsiri 37-41. Ayetler
16.09.2017 4240 Okunma
1 Yorum 17.09.2017 01:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 929
Kehf Suresi Tefsiri 32-36. Ayetler
9.09.2017 3418 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 928
Kehf Suresi Tefsiri 29-31. Ayetler
26.08.2017 4132 Okunma
1 Yorum 27.08.2017 07:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 927
Kehf Suresi Tefsiri 27-28. Ayetler
19.08.2017 4268 Okunma
1 Yorum 21.08.2017 03:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 926
Kehf Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
12.08.2017 3653 Okunma
1 Yorum 14.08.2017 07:46
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 925
Kehf Suresi Tefsiri 21-22. Ayetler
5.08.2017 3664 Okunma
1 Yorum 07.08.2017 12:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 924
Kehf Suresi Tefsiri 19-20. Ayetler
29.07.2017 3830 Okunma
1 Yorum 31.07.2017 09:34
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 923
Kehf Suresi Tefsiri 16-18. Ayetler
22.07.2017 4755 Okunma
1 Yorum 23.07.2017 04:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 922
Kehf Suresi Tefsiri 13-15. Ayetler
15.07.2017 4238 Okunma
1 Yorum 17.07.2017 01:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 921
Kehf Suresi Tefsiri 9-12. Ayetler
8.07.2017 3638 Okunma
1 Yorum 09.07.2017 09:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 920
Kehf Suresi Tefsiri 3-8. Ayetler
1.07.2017 4105 Okunma
1 Yorum 01.07.2017 22:03
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 919
Kehf Suresi Tefsiri 1-2. Ayetler
17.06.2017 5484 Okunma
1 Yorum 18.06.2017 12:56
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 918
İsra Suresi Tefsiri 109-111. Ayetler
10.06.2017 4386 Okunma
1 Yorum 13.06.2017 00:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 917
İsra Suresi Tefsiri 105-108. Ayetler
3.06.2017 4231 Okunma
1 Yorum 04.06.2017 15:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 916
İsra Suresi Tefsiri 101-104. Ayetler
27.05.2017 3903 Okunma
1 Yorum 28.05.2017 04:56
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 915
İsra Suresi Tefsiri 97-100. Ayetler
20.05.2017 3943 Okunma
1 Yorum 22.05.2017 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 914
İsra Suresi Tefsiri 93-96. Ayetler
13.05.2017 4386 Okunma
1 Yorum 13.05.2017 23:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 913
İsra Suresi Tefsiri 88-92. Ayetler
6.05.2017 5602 Okunma
3 Yorum 10.05.2017 12:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 912
İsra Suresi Tefsiri 81-87. Ayetler
29.04.2017 5353 Okunma
2 Yorum 30.04.2017 10:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 911
İsra Suresi Tefsiri 76-80. Ayetler
22.04.2017 4727 Okunma
1 Yorum 24.04.2017 10:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 910
İsra Suresi Tefsiri 71-75. Ayetler
15.04.2017 4151 Okunma
1 Yorum 16.04.2017 08:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 909
İsra Suresi Tefsiri 67-70. Ayetler
8.04.2017 4008 Okunma
1 Yorum 08.04.2017 22:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 908
İsra Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
1.04.2017 3866 Okunma
1 Yorum 02.04.2017 08:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 907
İsra Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
25.03.2017 3692 Okunma
1 Yorum 26.03.2017 10:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 906
İsra Suresi Tefsiri 55-58. Ayetler
18.03.2017 3516 Okunma
1 Yorum 19.03.2017 09:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 905
İsra Suresi Tefsiri 49-54. Ayetler
11.03.2017 4036 Okunma
1 Yorum 12.03.2017 08:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 904
İsra Suresi Tefsiri 45-48. Ayetler
4.03.2017 3623 Okunma
1 Yorum 05.03.2017 10:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 903
İsra Suresi Tefsiri 39-44. Ayetler
25.02.2017 3957 Okunma
1 Yorum 26.02.2017 20:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 902
İsra Suresi Tefsiri 34-38. Ayetler
18.02.2017 4313 Okunma
1 Yorum 19.02.2017 07:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 901
İsra Suresi Tefsiri 28-33. Ayetler
11.02.2017 4197 Okunma
1 Yorum 12.02.2017 09:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 7975 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 899
İsra Suresi Tefsiri 18-22. Ayetler
28.01.2017 3815 Okunma
1 Yorum 03.02.2017 07:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 898
İsra Suresi Tefsiri 13-17. Ayetler
21.01.2017 4134 Okunma
1 Yorum 22.01.2017 09:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 897
İsra Suresi Tefsiri 8-12. Ayetler
14.01.2017 4188 Okunma
1 Yorum 16.01.2017 08:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 896
İsra Suresi Tefsiri 5-7. Ayetler
7.01.2017 3758 Okunma
1 Yorum 08.01.2017 09:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 895
İsra Suresi Tefsiri 1-4. Ayetler
31.12.2016 4648 Okunma
1 Yorum 01.01.2017 09:11
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 894
Nahl Suresi Tefsiri 124-128. Ayetler
24.12.2016 3882 Okunma
1 Yorum 24.12.2016 21:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 893
Nahl Suresi Tefsiri 119-123. Ayetler
17.12.2016 3830 Okunma
1 Yorum 17.12.2016 21:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 892
Nahl Suresi Tefsiri 115-118. Ayetler
10.12.2016 3574 Okunma
1 Yorum 11.12.2016 08:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 891
Nahl Suresi Tefsiri 112-114. Ayetler
3.12.2016 4117 Okunma
1 Yorum 04.12.2016 07:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 890
Nahl Suresi Tefsiri 106-112. Ayetler
26.11.2016 3933 Okunma
1 Yorum 04.12.2016 07:23
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 889
Nahl Suresi Tefsiri 98-105. Ayetler
19.11.2016 6288 Okunma
2 Yorum 20.11.2016 09:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7674 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 887
Nahl Suresi Tefsiri 89-92. Ayetler
5.11.2016 6259 Okunma
2 Yorum 07.11.2016 09:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 886
Nahl Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
29.10.2016 3558 Okunma
1 Yorum 07.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 885
Nahl Suresi Tefsiri 78-82. Ayetler
22.10.2016 5792 Okunma
3 Yorum 23.10.2016 08:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 884
Nahl Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
15.10.2016 6200 Okunma
5 Yorum 18.10.2016 13:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 883
Nahl Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
8.10.2016 4028 Okunma
1 Yorum 10.10.2016 08:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 882
Nahl Suresi Tefsiri 63-67. Ayetler
1.10.2016 4525 Okunma
1 Yorum 10.10.2016 08:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 881
Nahl Suresi Tefsiri 58-62. Ayetler
17.09.2016 5679 Okunma
1 Yorum 18.09.2016 12:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 880
Nahl Suresi Tefsiri 51-57. Ayetler
10.09.2016 3131 Okunma
1 Yorum 12.09.2016 00:23
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 879
Nahl Suresi Tefsiri 45-50. Ayetler
3.09.2016 3118 Okunma
1 Yorum 04.09.2016 11:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 878
Nahl Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
27.08.2016 3274 Okunma
1 Yorum 28.08.2016 07:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 877
Nahl Suresi Tefsiri 36-39. Ayetler
20.08.2016 5506 Okunma
2 Yorum 21.08.2016 18:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 876
Nahl Suresi Tefsiri 33-35. Ayetler
6.08.2016 3346 Okunma
1 Yorum 07.08.2016 07:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 875
Nahl Suresi Tefsiri 30-32. Ayetler
30.07.2016 3820 Okunma
1 Yorum 02.08.2016 09:30
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 874
Nahl Suresi Tefsiri 26-29. Ayetler
23.07.2016 3466 Okunma
1 Yorum 25.07.2016 00:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 873
Nahl Suresi Tefsiri 19-25. Ayetler
16.07.2016 3787 Okunma
1 Yorum 16.07.2016 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 872
Nahl Suresi Tefsiri 14-18. Ayetler
9.07.2016 3957 Okunma
1 Yorum 09.07.2016 22:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 871
Nahl Suresi Tefsiri 10-13. Ayetler
2.07.2016 4237 Okunma
1 Yorum 07.07.2016 13:22
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9704 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 869
Nahl Suresi Tefsiri 1-4. Ayetler
18.06.2016 4007 Okunma
1 Yorum 19.06.2016 00:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 868
Hicr Suresi Tefsiri 94-99. Ayetler
11.06.2016 4397 Okunma
1 Yorum 19.06.2016 00:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 867
Hicr Suresi Tefsiri 87-93. Ayetler
4.06.2016 4603 Okunma
1 Yorum 05.06.2016 14:11
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 866
Hicr Suresi Tefsiri 78-86. Ayetler
28.05.2016 4432 Okunma
1 Yorum 30.05.2016 08:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 8059 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9964 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 9365 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 8322 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 861
Hicr Suresi Tefsiri 31-38 Ayetler
23.04.2016 5752 Okunma
1 Yorum 24.04.2016 05:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 860
Hicr Suresi Tefsiri 23-30 Ayetler
16.04.2016 6032 Okunma
1 Yorum 17.04.2016 10:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 859
Hicr Sûresi Tefsiri 16-22. Âyetler
9.04.2016 5873 Okunma
1 Yorum 14.04.2016 03:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9666 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 857
Hicr Sûresi Tefsiri 9. Âyetler
26.03.2016 6367 Okunma
2 Yorum 27.03.2016 10:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 7823 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8755 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 854
İbrahim Sûresi Tefsiri 42-46. Âyetler
5.03.2016 4192 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 11546 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8595 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 851
İbrahim Sûresi Tefsiri 27-31. Âyetler
13.02.2016 4715 Okunma
1 Yorum 15.02.2016 07:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8822 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 849
İbrahim Sûresi Tefsiri 18-22. Âyetler
30.01.2016 5887 Okunma
1 Yorum 01.02.2016 14:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 848
İbrahim Sûresi Tefsiri 12-17. Âyetler
23.01.2016 6088 Okunma
1 Yorum 23.01.2016 22:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 847
İbrahim Sûresi Tefsiri 9-11. Âyetler
16.01.2016 5072 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 7102 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17587 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7836 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 7254 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 9529 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 8157 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6680 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6794 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 9088 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 8020 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7688 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7658 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12792 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 7306 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7602 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6687 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10


© 2025 - Akevler