Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 312
NİSÂ SÛRESİ 95-97.AYETLER TEFSİRİ
11.07.2005
1682 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   312

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi         08- 11 Temmuz 2005        Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ;     312. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00);  Cumartesi Yenibosna (17.00-21.00);  Pazartesi Ümraniye (19.00)]

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Lütfi Hocaoğlu, Reşat Nuri Erol ve …………… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Üsküdar ve Ümraniye’de Reşat Nuri Erol tarafından;    diğer yerlerde ilgili ve sorumlular tarafından anlatılacaktır...

Hedefimiz; bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul’da 200, Türkiye’de 1000 yerde okunmasıdır. Süleyman KARAGÜLLE

NİSÂ SÛRESİ TEFSİRİ - 37

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم    لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْرًا عَظِيمًا(95)

دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا(96)

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمْ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ قَالُوا فِيمَ كُنتُمْ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الْأَرْضِ

قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا فِيهَا فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءَتْ مَصِيرًا(97)

 

لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ (LAv YaSTaVUvNa elQAGıDUvNa)  “Kaid olanlar istiva etmez.”

Kaide” temel demektir. Kaide, bir şeyin yere dayandığı yerdir. Oturma, insanın yere oturmasıdır. Culus, ayakta iken oturmaktır. “Kaide” ise yatmış iken kalkıp oturmaktır. Kelime olarak yolculuğa çıkmamaya “kuud” dendiği gibi; yolculuğa çıkmaya da “sefer” denmektedir.

Kur’an’a göre insanlar önce iki guruba ayrılırlar; kâfirler ve müslimler.

Kâfirler, genel güvenliğe ve barışa ne bedenen ne de mâlen katılmayanlardır. Kendi topraklarında cizye vermeden ve bizimle savaş yapmadan yaşayanlardır. Onlar da iki kısımdırlar. Bizimle anlaşma yaparak barış içinde yaşayanlardır. Bunların hükümleri yukarıda geçmiştir. Biz onlarla savaşta değiliz, onlar bizimle savaşta değiller, aramızda siyasi ilişkiler vardır. Onların içindeki bir grupları ise barışı tanımayan, sözlerinde durmayan, uluslararası hakemlik müessesesine karşı çıkan kimselerdir. Bunlar ‘müşrik kâfirler’dir. Onlarla savaşmak hakkımızdır; hattâ görevimizdir. Bize saldırmasalar bile, başkalarına saldırıyorlarsa gidip onlarla savaşırız. Yeryüzünün güvenliği mü’minlere tevdi edilmiştir. Bize saldırırlarsa gidip onlarla savaşmak bize farzdır. Savaştan kaçmak irtidattır. İşte savaşçı yani ‘mü’min’ olduğu halde savaştan kaçan bu mürtetler öldürülür.

Müslimler ve mü’minler, ikinci grup insanlardır. Bunlar cizye verenler, yahut bedenen katılanlardır. Kişi 15 yaşına geldiği zaman, erkek olan ya bedelli (cizyeli) olmayı, ya da nöbetli (asker) olmayı kabul eder. Asker olan kendisine bir siyasi dayanışma ortaklığını seçer. Bu bir ulus içinde bulunan bölgelerden birindeki komutandır, ordu komutanıdır. Kişi komutanını kendisi seçer. Ancak komutan kendi bölgesinden olmamalıdır. Mesela, Ege bölgesinde oturuyorsa Ege bölgesinin dışında bir orduyu seçer ve orada  askeri eğitim alır, oranın savunmasını taahhüt eder. İşte buna “mü’min” denir. Mü’minler nöbetli müslimlerdir.

Bir kimse müslim olmadan mü’min olamaz. Her müslim her zaman mü’min olabilir. Ama hiçbir mü’min, mü’min olduktan sonra geri dönüp cizyeli olamaz. Olmak isterse o devleti değiştirmek zorundadır.

Kendi ülkelerine saldırılınca mü’minler orasını savunmak zorundadırlar. Savaştan kaçamazlar. Bir de ülke dışında mesela Kore’de, mesela Afganistan’da, mesela Bosna’da ve Kosova’da kâfirler azdılar, hakem kararlarını dinlemiyorlar ve çevreye saldırıyorlar. İşte o zaman devletin izni ile bir komutan çıkar, gönüllülerden askeri birlik oluşturur ve oraya giderek saldırganları, hakem kararlarını dinlemeyenleri tenkil eder. İşte bunlara “mücahit mü’minler” denmektedir. Ülkenin savunmasına katıldıkları halde uzaklardaki zalimlere karşı savaşa katılmayanlara da “kaid mü’minler” denmektedir.

Bu hükümler erkekler içindir. Mü’min kadınlar da kendi kentlerine saldırıldığı zaman savunmaya katılmakla mükelleftirler. Onun dışında isterlerse savaşlara katılabilir ve sonunda ganimete ortak olurlar. Ganimetten yarım pay alırlar. Katılmalarına zorlanmazlar. Mü’min olmayan kadınlar cizye de vermezler. Bunlar istedikleri zaman müslim, istedikleri zaman da mü’min olabilirler. Mü’min kadınlar silah taşırlar. Bir polis gibi saldırganlara müdahale edebilirler, ama müdahale etmekle yükümlü değildirler. Diyetlerin taksitlerine de katılmazlar. Erkeklere yani savaşmakla mükellef olanlara âmir olamazlar. Gönüllüler mükellef olanlara emredemezler. Bu sebepledir ki başkan veya vali olamazlar, ama hakim olurlar.

مِنْ الْمُؤْمِنِينَ  (MiNa eLMuEMıNIyNa)  “Mü’minlerden”

Mü’minlerden kaid olanlar” denmektedir. Yani, kaid olduğu halde mü’min olanlar vardır demektir. Yani, savaşa katılmayan mü’minler vardır. Oturmakla imandan çıkmamaktadırlar. Müslim olmaktadırlar.

-Hem savaşçı hem de oturmak nasıl olacaktır?

Bundan sonra gelen âyette 97. âyette ‘onların me’vaları cehennemdir’ diyor. Demek ki mü’minlerden kimi savaşa gitmediği için cehenneme gidiyor, diğerleri ise cennette derece alıyor.

İşte bu iki grubu ayırmak için şöyle bir kayıt getiriyoruz. Ülkeye saldırıldığı halde savaşmayan mü’minler cehennemliktirler. Ülke dışındaki savaşlara katılmayanlar cennetliktirler ama dereceleri azdır. Böylece “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda ortaya konan hükümler bu âyetle teyit edilmektedir.

غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ  (ĞaYRı EuLıy elWaRaRı)  “Dararlısız olarak.”

DaRaRa” kataraktlı olup zor gören kimse demektir. Kör ise hiç göremeyendir.

Gözleri iş yaparken göremeyecek duruma gelen kimseler artık savaşa katılmakla yükümlü değildirler. “Darar” için yapacağımız kıyas budur. Mesela, gözlük de taksa artık yazamıyor veya okuyamıyorsa o dararlıdır. Bu durumda olan kimse savaşa katılmakla yükümlü değildir. Mazeretin seviyesi budur. Diğer muztarlar bunlara kıyas edilerek hükme bağlanacaktır.

Bugün de sakat olduğu için askerlikten muaf tutulan veya ihraç edilenler vardır. İhraç derecesini belirleyen kriterler vardır. Kur’an bu kriterleri vermektedir.

Mü’minlerden mazeretsiz kaid olanlar yani savaşa katılmayanlar ile savaşa katılanlar bir değildirler.

وَالْمُجَاهِدُونَ (Va eLMuCAHıDUvNa)  “Ve cihad edenler.”

Cuhd” gayret demektir, çaba demektir. “İçtihad” kelimesi de buradan gelir. Kendi kendisi ile cihat yapmak demektir. Dünyaya gelen insan yaşayıp sonra ölür. Öldüğü zaman bir hizmet bırakır. Böyle olanlara “mücahit” denir. Mücahit, müteşebbis demektir. Eğer bir konu sizin uykularınıza giriyorsa, her türlü faaliyetlerinizi yaparken hep beyninizde o varsa, hiç aklınızdan çıkmıyorsa; işte o sizin cehdinizdir. Kur’an’da ‘aşk’ kelimesi yoktur, onun yerini ‘cihad’ kelimesi almıştır. Bir şair aşkı şöyle dillendirmiştir.

Canı canan istemiş, gönül vermemek olmaz,

Ne niza eyleyelim, ol ne senindir ne benim.

İşte “cihad” da budur. Eğer canını seve seve onun uğruna verebiliyorsan, o zaman sen mücahitsin. Mücahit, mü’minlerin üst derecesidir. Müslim var, mü’min var, bir de mücahit var. İşte mücahitlerle mücahit olmayanlar bir değildirler. Cihat sadece harb değildir. Harb her zaman meşru değildir.

Mekke döneminde savaşmak haramdır. Ama ölümü göze alarak Kur’an’ı yaymak en büyük cihattır. Hazreti Peygamber (s.a.v.) silahlı cihada küçük cihat, silahsız cihada ise büyüt cihat demiştir.

Adil Düzen Çalışanları şimdi büyük cihat içindedirler.

Eğer sıkıntı içinde iseler, bilsinler ki yüksek dereceler içindedirler.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ (FIy SaBıLı elLAHı)  “Allah’ın sebilinde.”

Allah’ın sebili” demek, Allah’ın şeriatı demektir; hakemlerin aldığı kararlar demektir. Şeriat yalnız kuralları içerir, oysa sebilullah kararları içerir. Buradaki “Allah” kelimesinden Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanlık ve ulusal devletler anlaşılmalıdır. Nasıl ‘Allah’a borç vermek’ demek, devlete faizsiz para yatırmak demekse; nasıl ‘Allah’ın hakkını vermek’ demek, zekât yani vergi vermekse; nasıl ‘başkana itaat Allah’a itaat’ ise; aynen bunun gibi “Allah’ın sebili” demek, topluluğun yolu, topluluğun kural ve kararları demektir. Bunun mücahidi olmak demektir. Hakem kararlarını uymayanlara karşı mazlumları korumak demektir. Demokrasi için, lâiklik için, liberal faaliyet için, soysal güvenlik için çaba sarf etmek demektir; yani, ‘Adil Düzen’ için çalışmak demektir. Din ve vicdan hürriyeti için ölümü göze almak demektir. Demek ki ‘cihat etmek’ demek, ‘Adil Düzen’de direnmek demektir. ‘Adil Düzen’i terk etmek, Adil Düzen gömleğini çıkarmak demektir.

بِأَمْوَالِهِمْ (Bı EaMVALıHIM)  “Malları ile”

Malları ile cihad edeceklerdir. Allah cihadı önce mallarımızla yapmamızı emretmektedir.

Biz bu emre uyarak “Akevler Kooperatifi”ni kurduk. Binlerce insanın katkısı ile faaliyete geçtik.

İstanbul’da kurduğumuz kooperatifler de aramızdaki mâli dayanışmadır.

Mü’minler ve müslimler, emredilen malları ile cihada katılmalıdır. Bu da karz-ı hasen, yani ortaklıklar kurmaktır. Bunu yapmaları zor bir iş değildir. Bir kooperatif kuracak ve bankada ortak hesap açtıracaklardır. Herkes parayı oradan çekecek ve oraya yatıracaktır. Böylece ‘karz-ı hasen müessesesi’ kurulmuş olur.

Market açacaklar. Zarar etmeyecekler. Ama kaid olmayacaklar. Esnaf, konsinye, mala mal ve elektronik marketler zincirini oluşturacaklardır. Bunları yapmak önce mü’minlere emrediliyor. Bu ortaklıklara katılanlar askerlik yapanlar gibidirler. Buradan kâr beklemeyeceklerdir. Aynen savaş gibidir; ganimet için savaş yapılmaz ama ganimet de helaldir. Bu faaliyetlerden kazanç beklemeyeceklerdir ama buradan gelen kazanç da helaldir. Nasıl savaşı kazanmak mü’minler için mukadderse, burada da kâr etmek mukadderdir.

Malları ile cihadın yolları bellidir. Ahşap evler faaliyete geçecek, dinleme siteleri kurulacaktır. Pis ve kirli havaya, zelzele ve sel gibi âfetlere karşı da sigortalanmış olacaklardır. İşte Akevler bu cihadı başlatmış ve mü’minlere ne yapacaklarını öğretmiştir. Ahşap eve katılanlar şimdilik bir şey elde edemediler. Ama projeler ortaya çıktı. Ne yapılacağı netleşti. Bundan beş sene önce böyle bir netliğe sahip değildik. Bu bilgi ve gelişmeler Adil Düzen Çalışanlarının malları ile katılmaları suretiyle sağlanmıştır. Allah amellerinizi zayi etmeyecektir. Muzaffer kılacak ve maddi kazançlara da erdirecektir. Sabırlı olmak gerekir.

وَأَنفُسِهِمْ (Va EaNFuSıHıM)  “Canları ile de cihad edeceklerdir.”

Canları ile cihad da savaş cihadı değildir. Sadece o değildir. Tarikat olarak, Nurculuk olarak, siyasi parti olarak, bütün zulümlere dayanarak cihad yapmak da ‘nefisle savaşmak’ demektir. Başlarını açmayarak cihada devam eden kızlarımız ve bunları destekleyen aileler hep cihad içinde olmuşlardır. Hapishanede risaleleri öğrenenler nefisleri ile cihad içindedirler. Akevler, bugüne kadar yapılan zulümlere rağmen dağılmamışsa, hâlâ varlığını sürdürüyorsa, Akevler’de bulunanlar cihad içindedirler. Eğer siyasileri hapishaneler korkutmamış ve kapatıldıkları halde fırsat ele geçince direniyorlarsa cihad içindedirler.

Ara sıra gevşemeler olmaktadır. Onun için zafer ertelenmektedir. Ama zafer hep mü’minlerin olmuştur.

Şöyle ki; yirminci yüzyılı göz önüne alalım. Her on yıl mü’minlerin zafer yılları olmuştur.

Bunlar milletimizin nefisleri ile cihad yapmaları sonucunda oluşmuştur.

-1900’larda düşman alenen dine saldırdı. Allah yoktur diye kitaplar çıktı. Mü’minler bunlara cevap vermek için içtihat kapısını açtılar. Meşvereti yeniden dirilttiler. Bin yıldan beri kapalı bulunan içtihat kapıları açıldı.

-1910’larda düşman imparatorluğu yıktı. Sevr dayatıldı. Ama mücahitler çıktı ve Kuvva-yı Milliye kuruldu.

-1920’lerde Sevr’i gerçekleştiremeyenler ateist inkılâplarını dayattılar. Ancak Müslümanların en büyük zaferi bu yıllarda oldu. Anadolu gayrimüslimlerden tasfiye edildi. Onlar sakalımızı kestiler, biz ülkeyi tamamen ele aldık.

-1930’larda düşman bizi yoksulluk içinde boğmaya kalkışmış. Avrupalıların sebebiyet verdiği krizler Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ni kurdurarak muasır medeniyetin fevkine çıkma azmine yöneltmiştir.

-1940’larda ülkemiz demokrasiyi getirerek ateizme ilk darbeyi indirdi. Artık halkımız demokrasi içinde isteyerek İslâm’ı yaşayacak adımları atıyordu.

-1950’lerde ezanı Arapça okuduk ve devrin başbakanı ‘Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır.’ dedi. Ezan basit bir olay değildir. Ezan savaşsız cihadın en büyük sembolüdür. 18 sene ‘Tanrı uludur’ diye zorla söyletilen halk, bir gecede bunu terk etti ve ‘Allahuekber’ demeye başladı. O günden beri kimse ‘Tanrı uludur’ demiyor. Demek ki halk sabretmiş ve cihad etmiştir.

-1960’larda çok partili sistem geldi ve Müslümanlar teşkilatlandılar. Dernek, parti, vakıf, kooperatif kurmaya başladılar. Akevler o dönemin ürünüdür. Mü’minler pasif direnmeden çıkıp aktif hâle gelmişlerdir.

-1970’lerde mü’minler iktidara ortak olmuşlar ve başarılı yönetim örneğini vermişlerdir.

-1980’lerde mü’minler askerlerin de desteğini almaya başladılar. Kenan Evren İslâmiyet lehine birçok değişimler yaptı. Kur’an kursları serbest bırakıldı. İmam hatip okulları liseler hâline getirildi. Yüksek İslâm enstitüleri fakülteye dönüştü. İsrail ile ilişki konsolosluğa indirildi. İKÖ’de İslam Ülkeleri Ekonomik Kurul başkanı olundu. Kemalizm din düşmanı olmaktan çıkarıldı. Müslümanlar artık orduyu da yanlarına almışlardı.

-1990’larda Müslümanlar iktidar oldular. Hükümeti Müslümanlar kurdular. Koalisyonla da olsa başarılı hükümetlik yaptılar. Cumhuriyet tarihinin en başarılı hükümeti oldular ve bu sayede güçlerini gösterdiler.

-2000’li yıllarda ise anayasa ekseriyetiyle tek başlarına iktidarlara geldiler...

Bütün bunlar Türk mü’minlerin malları ve canları ile cihad etmeleri sayesinde olmuştur.

-2010’lu yıllar; Adil Düzen müesseselerinin kurulacağı yıllar olacaktır...

Yani; ‘halk marketleri’ ve ‘halk dinlenme siteleri’ kurulup yaygınlaşacaktır. Şimdi bizim yaptığımız bunun çalışmasıdır. Mallarımızla ve canlarımızla cihada devam ediyoruz. Kendinizi biraz daha ‘Adil Düzen’i öğrenmeye verin. Adil Düzene göre müteşebbis olma yolunda artık ileri adım atma zamanı gelmiştir.

فَضَّلَ اللَّهُ (FawWaLa elLAHu)  “Allah tafdil etmiştir.”

Fadl” artık demektir. Güğümle abdest aldığınızda artakalan kısım fadldır. Yahut meyve tabağında artan kısım fadldır. Fiil olarak da artırmak demektir. Verimli çalışmak demektir. Verdiğinizden fazlasını alırsanız bu fadldır. Topluluk içinde de herkesin seviyesinin üstünde bir seviyede bulunursanız bu fadldır.

Meselâ, bugün muvazzaf subaylar vardır, bir de yedek subaylar vardır. Muvazzaflar yedeklerden üstündürler. Bunun gibi cihad yapanlar da, malları ve canları ile cihad yapanlarla bir değildir. Tafdil etmiştir.

Kur’an bunlara ‘sabikûn’ ve ‘evvelûn’ der. Erbakan kendisi ile cihada çıkanları yolda ekti ve yeni arkadaşlarla devam etti. Kendisiyle bağımsız adaylıklarını koyanlardan yanında kim vardır? İlk kuruculardan kim vardır? Şimdi de kendisi devre dışı. İşte bu hata olmuştur.

Adil Düzen Çalışanları toplantılarda kayıt tutuyorlar, yoklama yapıyorlar. Adil Düzen Çalışanları mallarıyla katılanları ortaklık şeklinde yapıp kaydediyorlar. Yarın iktidar mü’minlerin olacaktır. İşte o zaman bu kayıtlara ve defterlere ihtiyacınız olacaktır.

Biz Akevler’de mâli bakımdan kayıtlar yaptık ama nefsî cihatları kaydetmedik. Öyle formüller geliştirmeliyiz ki, mal ve nefisleri ile cihad edenler sonra ikinci dereceye düşmesinler. Derslere devam cetveli ile herkesin derecesini belirleyeceğiz. Ayrıca ekonomik katkılarda bulunanları da derecelendireceğiz. İkisini birden yapanları toplamanın üstünde bir formülle derecelendirmek zorundayız. Bazı arkadaşlarımız baştan Akevler İstanbul ortaklıklarına katıldılar. Sonraları gevşediler. Ama bugün eğer bu tefsir dersleri yapılıyorsa onlar sayesinde yapılmaktadır. Allah onların âhiretteki derecelerini yüceltmiştir, ancak biz de onlara derece vermekle yükümlüyüz. M. Lütfi Hocaoğlu ile Taha ve Hasan Özket muhasebe işlerinde biraz daha gayret göstermelidirler. Artık muhasebeye sadece mallar değil emekler de geçmelidir.

-Bunun için ne yapılacaktır? Herkesin bir ‘GÜNLÜK DEFTER’i olacaktır. Defter sahibi Allah için yaptığı her şeyi her gün oraya kaydedecektir. Akevler toplantılarına katılmışsa, kaç saat katıldığını yazmalıdır. Orada yapılanları birkaç satır da olsa herkes kaydetmelidir. Buraya verdiklerini ve aldıklarını yazmalıdır. Bağışlasa da yazmalıdır. Kime niçin bağışladığını bilmeliyiz. Kayda geçmeyen hiçbir harcama yapılmamalıdır. Yoksa sonra istismarcılar gelir ve onlar sizin topluluk için verdiklerinizi topluluktan yağmalarlar. Katkı kayıtlı olursa sizin çocuklarınız ‘benim babamın burada payı vardır’ diye sahip çıkar. Yüzdesi belli olursa kimi hiç istemez, kimi de hepsini ister. Böylece saatler değerlendirilerek muhasebeye intikal ettirilmelidir. Mesela, yaptığı raporun sayfası bir ölçek olur. Seferin meşakkati gibi tam ölçü olmasa da hiç yoktan çok çok iyidir. Sonra bunlar bir formülle değerlendirilip derecelendirme yapılmaktadır. Süleyman Karagülle seksen yaşına geldiği zaman ömründe neler yaptığını ve muhasebede derecesini öğrenmelidir. Yaptığı kötülüklerin bir kısmı da sicile geçebilir. Kabir sualine borç ve alacaklarını bilerek gitmelidir. Günlük defter kişinin tarihi olmalıdır. Hattâ mezara onunla gömülmelidir. Gelecekteki insanlara malzeme olur.

الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ (eLMuCAHıDIyNa BiEaMVALıHıM Va EaNFuSıHıM)

“Allah mallarıyla ve canlarıyla mücahit olanları tafdil etmiştir.”

Burada bir şeye dikkat etmeniz gerekmektedir. “Malları ile ve canları ile” diyor önce ‘mal’dan bahsediyor ve harf ile atfediyor. Sadece ‘mal ile cihad’ yetmez, sadece ‘can ile cihad’ yetmez. Üst derece alabilmek için ‘mal ve can ile birlikte cihad yapmak’ gerekmektedir.

Bazı arkadaşlarımız mâlen destek vermekte ama derslere devam etmemektedir. Bazıları da derslere devam etmekte ama mâlen katılmamaktadır. Bunun ikisi de hatalıdır. Üst dereceyi almak istiyorsanız ikisini birlikte yapmalısınız. Yoksa kaid hükmünde kalırsınız. Muhakkak ki her yaptığınızın karşılığını alacaksınız ama üst dereceye terfi edemezsiniz. Bu ne demektir? Mesela, askerlikte ‘kurmay subaylık’ vardır. Kurmay olamazsınız. Generalliğin üst rütbelerini alamazsınız. Ama yine de subaysınız.

Benim bu açıklamamı doğru bulmayanlar vardır. Kendim için istediğimi sananlar vardır. Ben söylemiyorum, âyetler söylüyor. Hatalı manâ veriyorsam, işte söylediklerim ve yazdıklarım buradadır.

Kooperatife vereceksiniz ve kooperatif yetkilileri harcayacaklar. Emredilen budur. Bunu başaramamış isek, o da bizim eksiğimizdir.

عَلَى الْقَاعِدِينَ (GaLay elQAGıDIyNa)  “Kaid olanlara tafdil etmiştir.”

Bugün insanların dayandığı iki şey vardır. Biri ‘para’dır. Her şeylerini para ile değerlendirmektedirler.

İnsanlar kararlarını hep daha fazla kazanıp kazanmama ile ölçmektedir. Çocuklar okula para kazanmak için gitmektedir. Meslek seçilirken daha fazla paralı olduğunu tahmin ettikleri için tercih yapmaktadırlar. Hattâ tarikata veya partiye girerken de ilerideki kazançlarını düşünmektedirler. Bugün insanların tanrısı ‘kâğıt para’ olmuştur; karşılığı olmayan sömürü sermayesinin icat ettiği kâğıt parçası! Böylece bu sahtekârlar tüm insanları bu kâğıt parçasına taptırmaktadır. İnsanlar bundan kurtulmak için ‘kaydî para’ sistemine geçmek durumundadır. Bu da başta bir karz-ı hasen müessesesini açtırmakla olur.

İnsanların ikinci mabutları da ‘siyaset’ olmuştur. Oy, bir fazla oy siyasiler için para kadar önemlidir. Para kazanmak için siyaset yapanlar vardır, ama siyaset yapmak için para harcayanlar da vardır.

Bu bâtıl karşılıksız parayı ve bu bâtıl ekseriyet siyaset sistemini benimsemeyip hayatlarını meşruiyet içinde sürdürenler müslimdir. Rüşvet almayan ve vermeyen, hile yapmayan, gerçek kazancını vergilendiren kimse müslimdir. Bunu da yapmayanlar ehli dalâlettir. Mü’minler ise; bu iki sahte tanrıdan yani karşılıksız paradan ve ekseriyet demokrasisinden kurtulmak için destek verenler, oy verenler, nakden yardım edenlerdir.

Katılmayanlara “kaidler” denmektedir. Bunlar bu durumun değişmesi için çaba göstermemektedirler. Kurdukları kooperatif, parti, dernek vakıf ve şirketlerle bu sahte tanrıların yerine tek Tanrı’yı, ‘Adil Düzen’i getirmek isteyenler ise mücahit mü’minlerdir. İşte bunların dereceleri kaidlerden üstündür.

Adil Düzen”de ‘para’ tanrı değildir, ‘oy’ tanrı değildir. Paranın yerine ‘emek’ geçmiştir. Para, harcanan emek karşılığıdır. Para, üretime verilen emeğin karşılığı alınan senettir. Bu hususta sosyalistlerle aynı görüşte oluruz. Ama onlar bizim gibi düşünmüyorlar. Çünkü biz Hz. Adem’den beri bunu söylüyoruz. Oyun yerini, paranın yerini de insan emeği, insan hakkı almış, içtihat almış, Allah’ın halifeliği almıştır.

“Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden istiane ederiz.”in (Fatiha;1/5) manâsı budur.

Yanız Sana oyumuzu veririz ve yalnız Senden karşılığını alırız demek olur.

-O halde ‘mücahit’ kimdir? Şirki yani sahte parayı ve ekseriyet oyunu reddedenlerdir. Onun yerine gerçek mabudu yerleştirmeye çalışanlardır. Siyasi partiler Allah’a değil de, oya ve paraya inanmaktadırlar. Üç kuruş borç verenin emrine itaat ediyor, şeriatı ve Allah’ın emrini unutuyorlar. Ekseriyetle iktidar olacaklarını sanıyorlar. Oysa Ak Parti anayasa ekseriyetine sahiptir ama sahte tanrı onları iktidar etmemiştir. ‘Toplumsal mutabakat’ diyorlar! Diğerleri iktidarda olup başörtüsünü yasaklarken toplumsal mutabakat mı almışlardı? Onların ekseriyetleri mi vardı? Arkalarında halk mı vardı? Karıları boşanma tehdidinde bulunmuş, bunun üzerine millî iradeye ve kanunlara karşı çıkmışlardır. Bu konuyu anlamaları için daha ne diyelim ki?!.

دَرَجَةً (DaRaCaTan)  “Bir derece olarak tafdil etmiştir.”

Buradaki derece hâl olduğu için nekiredir. Tekil olması tek derece olmasını ifade etmez. Nitekim aşağıda ‘derecatin/dereceler’ diye çoğul olarak bedellenecektir.

Derc etmek uygun bir şekilde yerleştirmek, yerli yerine koymak demektir. Takıyı uygun bir şekilde dizmek, sandığa eşyayı yerleştirmek demektir. “Derece” üst üste koymak demektir.

Mü’minlerin müslimler üzerinde dereceleri odluğu gibi mücahitlerin de mü’minler üzerinde dereceleri vardır. Bugünkü muvazzaf askerler ile askerlik hizmeti yapmış siviller gibidir Muvazzaf asker olmak demek, yurt dışında gerekli olduğunda askere katılmayı kabul etmiş kimseler demektir. Demek ki onların da dereceleri vardır. Barem derecelemelerde muhariplere diğerlerine ve sivillerle göre üst derece verilecektir. Bu husus “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda yer almamıştır. Bir yere yerleştirmemiz gerekmektedir.

وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى (VaKulLan VaGaDa elLAHu elXuSNAv) 

“Küllüne Allah hüsnayı vaadetmiştir.”

Muharip olsun olmasın, asker olan herkesin; muvazzaf olsun olmasın, asker olan herkesin -ki biz buna ‘mü’min’ diyoruz- ‘hüsna’ derecesi vardır. Tebliğ döneminde de “Adil Düzen”e (partiye değil) oy veren herkese, cihatta yer alan herkese hüsna vaadedilmiştir. Sadece derece farkı vardır. Kıyas yoluyla müslim olan ile mü’min olan herkese hüsna vardır. Sadece mü’minlerin dereceleri vardır.

وَفَضَّلَ اللَّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ (Va FawWaLa elLAHu elMuCAHıDIYNa GaLAy elQAvGıDIyNa) 

“Allah mücahitleri kaid olanlar üzerine tafdil etmiştir.”

Burada mücahitleri kaidler üzerine tafdil ettiğini bir daha söyleyerek azim ücretle tafdil etmiştir deniyor. Mücahitler, devlet yönetiminde devamlı görev alanlardır. Onların ücretleri azim olarak tafdil edilmiştir.

İki türlü ücretlendirme vardır. Biri; size ne zaman lazım olursa o zaman gelip çalışmaktadır. Vaktin tercihini sana vermiştir. Diğeri ise; kendisinin ne zaman boş vakti olursa o zaman sana gelip iş yapmaktadır. Bunların ücretleri yarı yarıyadır. Elektrik tarifeleri de böyledir. Eğer bizim istediğimiz saatte çekerse fiyatlar yarıya düşer. Onun istediği saatte elektrik verirsek, o zaman fiyatlar iki kat olur. Ücret ve enerjide arz ve talep kanunları böyle dengelenmektedir.

أَجْرًا عَظِيمًا(95)   (EaCRan GaJIyMEn)  “Azim ücret olarak.”

Azîm” kelimesine büyük denmektedir. Biz bunu iki kat olarak alıyoruz. Daha da büyük olabilir. Nekiredir. Derecelerle ücretlerin azameti arasında bir ilişki olması gerekir. Bugün bir kademe atlaması var, bir de derece atlaması vardır. Biz bu derecelemeleri şu kuralla yapıyoruz.

‘Râsih’ olanlar yılda on derece almaktadırlar. ‘Ümmî’ olanlar yılda beş derece almaktadır. İşte böylece derece almada ve tafdil etmede azim ücretle tafdil edilmiş olur. Arada olan ‘sâiller’ yılda 6, ‘âmiller’ yılda 7, ‘ehli zikr’ olanlar yılda 8, ‘fakihler’ de yılda 9 derece almaktadırlar. Bunun dışında sorumluluktan dolayı bu iki kat katlanmaktadır. Mücahitlik buraya girer. Ağırlıktan dolayı da bir kat eklenmektedir.

Mü’minlerin işi ağır. Mücahitlerin işi hem ağır hem de sorumludurlar. Demek ki mücahitler, müslimlerin aldığı ücretin dört misli ücret almaktadırlar. Bu kamu hizmetlerinde böyledir. Genel hizmetlerde ve özel işletmelerde farklı değildir. Demek ki “Azîm” dört misli olmaktadır.

***

دَرَجَاتٍ مِنْهُ (DeReCaTin MiNHu)  “Kendisinden dereceler olmak üzere.”

Yani, dereceler Kur’an’a dayanarak yapılacaktır. Bu da ‘onluk sistem’ içinde ‘katlama usulü’ ile olacaktır. İnsanlık için tek sistem olacaktır. Çünkü hicretlerde zorluk çekilmemelidir.

Burada “derecât” kurallı müennes sığası ile gelmiştir. Derecelendirmeyi nisbî dereceler şeklinde yapıyoruz. Bir köy nüfusunun üçte birine başlangıç, bucak nüfusunun onda birine ilk, ilçe nüfusunun yüzde birine orta, il nüfusunun binde birine yüksek, bölge nüfusunun on binde birine üstün ehliyet veriyoruz. Böylece derecelenme sadece takdir değildir. Takdir bilip bilmediğini gösterir. Derece ise diğerlerine göre ne kadar bildiğini gösterir. Bu husus İzmir Akevler sözleşmesinde yer almıştır. “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası”nda da vardır. İstihsanen koyduğumuz bu hususları Kur’an teyit etmektedir.

وَمَغْفِرَةً  (Va MaĞFıRaTan)  “Mağfiret olarak”

İslâmiyet’te hırsızlık, zina ve soygunculuk gibi fiillerin afvı yoktur. Ne mağdurlar, ne de devlet yetkilileri affedebilirler. Ama mücahit olurlarsa bunlar mağfiret olunur.

İstiklâl Savaşı’nda eşkıya çeteleri Kuvva-yı Milliye olmuşlardır, mücahit olmuşlardır. Demek ki savaşta hapiste olanları çıkarıp kendi istekleri ile cepheye götürmek meşrudur. Ve onlar için ecri azîm vardır.

İslâmiyet’te bugün hapishane yok ama sürgün yerleri var. Oralardan isterlerse mücahit olurlarsa ve cihatta başarı gösterirlerse affolunurlar. Amden adam öldürmüş, affedilmiş ama diyet ödeyememiş kimse böyle bir savaşa katılır da başarı gösterirse, tamamen veya kısmen affedilebilir.

وَرَحْمَةً (Va RaXMaTan)  “Ve rahmet”

Derece itibarı ile “rahmet” vardır. PKK cephesinde iken cephe değiştirmiş, bize katılmış ve cephemizde savaşarak yararlılık gösteren kimselerin suçları bağışlandığı gibi, ayrıca kendilerine iş kurmaları için maddî imkânlar da tanınır. Bunu takdir edecek olanlar komutanlarıdır. Komutanların tanzim edecekleri raporla suçları affedilmiş olur. Kısmen affedilmiş olur. Cezalarını tamamladıktan sonra da kendilerine derece içinde iş kurmaları ve ev yapmaları için de maddî imkânlar sağlanır. PKK’lıların affı böyle mümkün olur.

Irak’taki 5000 PKK’lıdan isteyenler askere alınırlar, suçları ve cezaları tesbit edilir, önce mahkum olurlar. Sonra askerlik hizmetlerine karşılık suçları bağışlanır ve terhis edilince de iş kurmaları için onlara doğrudan veya karz-ı hasen olmak üzere sermaye verilir. 500 bin askerin askerliklerinden yüzde biri tenzil edilir. Böylece herkes bir ay önce terhis edilir. Bu sayede bunlar orduya yük de olmazlar. Komutanlar mağfiret raporu vermezlerse, o zaman ömür boyu askerlik hizmetini yapmış olurlar. İhanet hallerinde de öldürülürler.

Bu çözümleri bugün öğreniyoruz.

وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا(96) (Va KAvNa elLAHu ĞaFUvRaN RaXIyMan) 

“Allah gafur ve rahîm bulunmaktadır.”

Devlet cezalandırıcı ve fakirleştirici değil, affedici ve zenginleştirici olmalıdır. Halkın mümkün olduğu kadar suç işlememesini sağlamalıdır. Onlara suç işleten tedbirleri kaldırmalıdır. İşsizliği yok etmeli, borç yükünü kaldırmalı; yansız, bağımsız, etkin ve saygın yargılamayı yapmalı, fiiller hemen karara bağlanmalıdır. Kişilerin hakları verilirse, o zaman onlar suç işlemek zorunda kalmazlar. Bu devletin “ĞAFÛR” sıfatıdır.

RAHÎM” sıfatı ile de devlet görevlileri vatandaşa zorluk değil kolaylık sağlamalıdırlar. Ormanı tahrip etmeden ormandan yararlanma imkânı verilmelidir. Tarihi eserleri tahrip etmeden tarihi alanlardan yararlanma imkanını sağlamalıdır. Projeyi tasdik etmemek, tip proje yapıp ona vermeli ve ‘al-yap’ demeli, altyapısını kendisi bedava yapmalıdır. Arsa parasını da kişi içeri girdikten sonra taksit taksit almalıdır.

Demek ki ‘adil devlet’ demek, gafûr ve rahîm devlet demektir Allah böyledir. Dünyadaki O’nun halifesi devlet de dünyada öyle yapar.

***

إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمْ الْمَلَائِكَةُ  (EınNa elLAÜIyNa TaVafFAyHuMu eLMaLaEıKaTu) 

“Meleklerin tevfiye ettikleri kimseler.”

Burada melekler çok kimseleri vefat ettiriyorlar. Yani, bir tek melekü’l-mevt yoktur, herkesi bir melek vefat ettirmiyor. Değişik melekler değişik kimseleri vefat ettiriyor. Öldürmüyor da vefat ettiriyor. Yani can kendiliğinden çıkıyor. Ruh bedensiz kalınca nereye gideceğini, yeni dünyayı bilmiyor, melekler onu alıp kendi yerlerine götürüyorlar. Orada artık dünyalılarla görüşmüyor ve konuşmuyorlar. Ama onları vefat ettiren meleklerle görüşmeleri ve haberleşmeleri vardır.

Şimdiye kadar bize kabir azabını soruyorlardı. Tam cevap veremiyorduk. Bu âyet çok açık olarak öldükten sonra ne olacağını haber vermektedir. Münker ve nekir meleklerinden bahsediliyordu. Kur’an’da delil bulamadığımız için ne inkâr ne de ikrar etmiyorduk. Ama bu âyet çok açık olarak öldükten sonra meleklerle sohbetin varlığını haber veriyor. Ehli Sünnetin itikadında olanların büyük çoğunluğu Kur’an’a dayanmaktadır.

ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ (JaLıMıY ENFuSıHıM) 

“Nefislerine zulmetmişler iken onları vefat ettirirlerse.”

Melekler kendilerine zulmetmiş olan kimseleri vefat ettirmişlerdir. Melekler hem mü’minleri hem zalimleri vefat ettireceklerdir. Mü’minleri ağırlayarak karşılayacak, onları kıyamet olmadan önce taltif edeceklerdir. Bekleyecek ama bu dünyadan daha zevkli bir âlemde bekleyeceklerdir. Diğerleri de tutuklu olarak korku içinde bekleyeceklerdir. Soruşturma esnasında mağdur olanlar farklı yerlerde soruşturulurlar, sanıklar farklı yerlerde soruşturma yapılırlar. Ancak soruşturma esnasında zulüm de yapılmaz.

قَالُوا فِيمَ كُنتُمْ (QAvLUv FIyMa KuNTuM)  “Nerede idiniz derler.”

-Ne ile meşguldünüz, ne yaptınız? İnsan her amel ettikçe genlerin hafızasında yaptıkları yazılmaktadır. Bugün binlerce sene önce ölmüş kemikleri tahlil ederek onun hayatta iken ne iş yaptığını bilebilmekteyiz, çünkü kemikler ona göre gelişmiştir. İnsan beyni de böyledir. Tüm hayatı hafızasında yerleşmiştir. Kasıtlar ve niyetler yazılmıştır. İnsanın ölmeden önceki beyni yerinde durmaktadır. O disketi bilgisayara koyarak insanın tüm geçmişini melekler okumaktadırlar ve onların nefislerine zalim olduklarını bilebilmektedirler.

İşte bu hallerini bildikleri için meraklarından sorarlar. ‘Ne bu dosyanız, kapanana kadar neler yaptınız?’ diye sorarlar. ‘Niçin yaptınız?’ anlamında sorarlar.

قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الْأَرْضِ (QAvLUv QunNAv MüSTaDGaFIyNa FIy eLEaRWı)  

‘Biz arzda müstedaf idik’ derler.”

Cevap vermektedirler. Yani, dünyada bıraktıkları bedenle ilgileri kesilmiştir, ama meleklerle konuşacak bir bedenleri vardır demektir. Çünkü konuşmak için beyin lazım, dil lazım. Beş boyutlu uzayda bu dünyanın dışındaki beyin ve bedenleri ile meleklerle konuşurlar. Artık ‘fail’ değildirler, ama ‘kail’ olabilmektedirler. Hafızaları yerindedir. Yani, ne yaptıklarını hatırlamaktadırlar. Kıyamete kadar da bir geçiş hayatı vardır demektir. ‘Biz arzda müstedaf idik’ derler.”

Demek ki bu konuşma bu arzda cereyan etmeyecektir, bu kâinatta cereyan etmeyecektir.

İnsan nasıl evsiz olamıyorsa, ruh da bedensiz olmayacaktır. Demek öldükten sonra da insanın başka bir bedeni olacaktır. O beden konuşabilecek, dünyadaki hafızasını ve bilincini koruyacaktır. Biz müstedaf idik. Cihad yapmaya gücümüz yetmediği için zulme katlandık, zulmedenlere oy verdik, zulmedenlerle beraber olduk. İnsan cihad yapmak zorunda değildir. Ama karşı cihad yapmalıdır, yani kötülükte zalimlere âlet olmamalıdır. 

قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةً  (QaLu EaLaM TaKuN EaRWu elLAHı VaSıGaTün) 

“Allah’ın arzı vâsi değil miydi?”

Bu âyet çok önemli bir âyet olarak görünmektedir. İnsanlar hicreti devletten devlete anlamakta ve ‘bugün yeryüzünde hicret edilecek adil devlet nerede var?’ diye sormaktadırlar. Hata baştan yapılmaktadır. İnsan hayatını ülke içinde, ilçe içinde yaşamaz; insan ocak ve bucak içinde yaşar. Hicret ocaktan veya bucaktan yapılacaktır. Mü’minler bir apartmanda toplanmalıdırlar. Tapu kooperatifte bulunmalıdır. İslâm’ı yaşamak istemeyenleri kooperatiften çıkarabilmelidirler. Böylece günlük hayatı zulmetmeden yaşarlar. Bunun için evi olanlar evlerini satıp bir apartmanda toplanabilirler. Kiracı olanlar da burada kiracı olurlar. Bir de kendilerine mesken ve iş sitelerini oluşturur, çalışmada ve yaşamada bir araya gelirler. Aralarında zulüm yapmazlar. Zalimlerden de korunurlar. Bugün gerek apartman yapmak için, gerek site kurmak için pek çok yer vardır; Allah’ın arzı vâsidir. Allah bizden ülkemizi terk etmemizi istememekte, kendi sitemizde toplanmamızı istemektedir. Bu hususta Adil Düzenciler başarılı imtihan verememişlerdir.

فَتُهَاجِرُوا فِيهَا (FaTuHAvCıRu FIyHAv)  “Oraya hicret etseydiniz.”

Demek ki zayıf olmak cihad etmemek için mazeret değildir. Muhaceretsiz mü’min olunmaz.

Akevler’e tarikatçılar ve nurcular taşındılar, bize cemaatle namaz kıldırdılar ama örtünme bakımından bir düzen sağlayamadılar. Biz de torunlarımıza hakim değiliz. Onlara baskı da uygulamıyoruz. Çünkü örtünme sosyal olaydır. Hicret gerekmektedir. Eşiniz örter, kızınız örter ama torununuz örtmez, namaz da kılmaz.

‘Ben yalnız kendi çocuklarımı kurtarayım’ diyenler başaramazlar.

İslâmî site kurmalıyız, o sitenin kurallarını koymalıyız. Uymayanları kooperatiften, dolayısıyla siteden çıkarabilmeliyiz. Biz bunu Akevler’de başaramadık. Bunun sebebi şu olmuştur.

Biz ortak ettiklerimizi para ile ortak yaptık. Baştan ‘müslim’ olanları almakla yetindik, ‘mü’min’ olmalarını şart koşmadık. Kendileriyle iman ve cihad sözleşmesini yapmadık. Bu sebeple başaramadık.

Yeni oluşturulacak site, mücahitler sitesi olmalıdır. Henüz mücahitler yeter sayıda bulunmadığı için bu siteyi kuramıyoruz. Biz hazırlığımıza devam etmeliyiz. Market ve ev projeleri üzerinde araştırmamız ve araştırma uygulamaları devam etmelidir. Kur’an bize birbirimize bir yer içinde hicret etmemizi istiyor. Onun için “FÎH” diyor. Böylece müslim olmak için bile hicrete ihtiyaç vardır. Cihad herkese farz değildir, ama gerektiğinde hicret herkese farzdır. Çevre zalim olmak için mazeret olarak kabul edilmemektedir.

فَأُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ (Fa EuLAEıKa MaEVAvHUM CaHanNaM)  

“İşte onların me’vaları cehennemdir.”

Barınmaları cehennemdir. Fırındır. Oraya dönecekler ve orada pişirilip olgunlaştırılacaklardır.

Görülüyor ki, cihad herkese farz değildir. Ama hicret herkese, kadın erkek, büyük küçük, müslim mümin, kaid mücahit herkese farzdır. Madem ki torunlarımızı örttüremiyoruz, madem ki beş vakit namazı cemaatle kıldıramıyoruz, madem ki rüşvetsiz ve vergi kaçırmadan iş yapamıyoruz; o halde hicret edip kendi mesken ve işyeri sitemizi kurmakla yükümlüyüz, yoksa daha kabre konmadan hesabını vermeye başlarız. Kur’an’a inanıyorsak bu durum bizi korkutmalıdır.

وَسَائت مَصِيرًا(97) (Va SAvEaT MaÖIyRan)  “Mesîr olarak kötüdür.”

SaRe” demek dönüşmüş demektir. Çamur tuğlaya dönüştü, yahut ölü toprak yeşilliğe dönüştü demektir. “Masîr” ism-i mekân ve masdar-ı mimîdir. Âhirette dönüşmekten bahsedilmektedir. Cehenneme gidenler için ‘bi’se masîren’ denmektedir, ‘sâet masîren’ denmektedir. Cennete gidecekler için ‘ilellahi masîren’ denmektedir. Cehennemlikler kötülüğe veya kötüye dönüşecekler, cennetlikler ise Allah’a dönüşeceklerdir.

Vahdet-i vücutçuların iddiaları budur. Allah’ı tecezzi eden bir şey kabul ediyorlar, dünyaya gelmekle O’ndan koptular, âhirette ise tekrar O’na dönecekler. Allah olacaklar demiyor, Allah’a dönüşecekler diyor.

Her iki tarafta da bir dönüşme vardır. Cehennemlikler için molekül yapılarında cinlerin hayatı gibi çekirdek yapılarına dönüşeceklerdir. Bu husustaki bilgiyi “Güneşte Hayat” risalesinde yazdım. Bulup buraya koyabilirsiniz. Cennette ise yine molekül hayatı sürecek ancak entropinin büyümesi duracaktır. Periyodik bir dalgalanma içinde yaşayacağız. Allah gibi hayatları ebedi olacağı için Allah’a dönüşme şeklinde ifade edilmiştir.

Bu hususta fazla bilgi isteniyorsa “Masîr” sözü geçen âyetleri alıp yorumlamanız gerekmektedir.

Kur’an’ın anlaşılması çok kolaydır.

Biz eğer Kur’an lügatini hazırlar, bir de Osmanlıca ve Türkçe mealleri alırsak, nahiv ve sarfa göre, maaniye göre yorumlayan tefsir külliyatı oluşturursak, Kur’an üzerindeki araştırma artık basitleşecektir.

“Akevler” böyle bir külliyatın oluşması için metotları araştırmaktadır.

Allah amellerinizi asla zayi etmeyecektir. Meyvelerinin bir kısmını göreceksiniz ama asıl bolluk sizden sonra olacaktır. Melekler sizi gelişmelerden haberdar edeceklerdir. Biz ölülere haber götüremeyiz ama melekler olayları onlara her zaman ulaştırabilirler. Kısa zaman sonra zaten hepimiz bir arada olacağız.

Bu dünyada uzun zaman geçecek ama mü’minler için âhiret çok kısalacaktır. Kâfirler için ise rahmet olsun diye uzayacaktır. Azapları tecil edilecektir.

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.:  REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 312 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 142 İstanbul, 08 Temmuz 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

 

Adil Düzen İşletmelerinin İşletme Prensipleri

Adil Düzen İşletmelerinin prensipleri şunlardır.

1-       Adil Düzende faiz yoktur. Faizi şöyle tarif ediyoruz: Biri zarar ettiğinde diğeri kazanıyorsa buna ‘faiz’ denir. Bu da dört çeşittir:

a)       Sermayeye garanti kâr faizdir. İşletme zarar ettiği halde sermaye kârını alıyorsa, o sermaye faiz almış olur.

b)       Tesislere garanti kira veriliyorsa o da faizdir. İşletme zarar ettiği halde tesis sahibi kira alıyorsa o faizdir.

c)       İşçiye verilen garanti ücret de faizdir. İşletme zarar ettiği halde işçi ücret alıyorsa o da faizdir.

d)       Genel Hizmete ödenen garantili ücret de faizdir. İşletme zarar ettiği halde avukat, muhasip, koruma gibiler ücretlerini alıyorlarsa bu da faizdir.

Faiz olmaması için bütün bunlar cirodan veya üründen pay alırlar.

2-       Adil Düzen işletmelerinde para yoktur. Herkes ‘faizsiz’ olarak ‘sözleşmeler’ yaparak işletmeye tesisleri, sermayeyi, emeği ve genel hizmeti koyar, karşılığında ‘işletme pay senedi’ alınır. Ham maddeler de bu işletme senetleri ile alınır. Mahsul veya mamul kontrol edildikten sonra ambara teslim edilir. Mamullerin fiyatları işletme senetleri ile belirlenir. İşletmeye katılanlar işletme senetlerini burada satarlar, tüccarlar bu senetleri alarak malı işletmeden almış olurlar.

3-      Adil Düzende görev ayrılığı vardır. Dört ana ortak vardır:

a)       Genel Sorumlu. Diğer bütün ortaklarla sözleşmeyi o yapar. İstişareler yapar ve işletme genelgelerini yayınlar. Hakemler bu genelgeyi iptal ettirebilirler. Ortaklar arasında niza çıkarsa, geçici hakem olmak üzere sorunu çözer. Herkes sorumlunun kararına uyar, sonra gerekiyorsa hakemlere gidebilirler. İşletmede meydana gelecek aksaklıkları giderme onun grevidir.

b)       İşletme Sorumlusu. İşletme ile ilgili günlük uygulama kararlarını alır. Tip sözleşmeleri kullanarak iş anlaşmalarını yapar. İşletmede yetkili ve sorumludur. Kasa ve ambara karışmaz, muhasebe tutmaz.

c)       Kasa, senet ve paraları alıp verir. Muhasebeyi tutmaz.

d)       Muhasip kendisine gelen belgeleri kaydeder, bilançoları çıkarır. Paraya el sürmez.

e)       Yediemin. Ambarların anahtarları ona aittir. Mallar onun zimmetindedir. Kasa ile ilgilenmez, muhasebe tutmaz.

Demek ki bir “Adil Düzen İşletmesi”ni kurabilmek için en az beş ortak olmalıdır. Kimse kimsenin işini yapmamalıdır.

4- Adil Düzen işletmesinin en önemli ve zor tarafı; ortak istediği zaman girebilmelidir, istediği zaman çıkabilmelidir. İflas etmemek için fiyatlar üzerinde oynanmalıdır. Kasada ortaklık senetleri alınıp satılmalıdır. Senetler kaça alınıyorsa ona satılmalıdır. Değişme ikisinde birden yapılmalıdır. Bu da dördüncü kriterdir.

 

Görülüyor ki, “Adil Düzen İşletmesi”ni kurmak için sadece bir şeye ihtiyacımız vardır; İNANMIŞ İNSAN. Geri kalanları “Adil Düzen” kendisi temin etmektedir.

Adil Düzen Çalışmalarını yaparken sınıf oluşturmamalıyız. Çalışmalara herkes katılabilmelidir. Sınıflaşma olmamalıdır.

Bu dört kriter üzerinde düşününüz… Görüşüp tartışalım…

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ - 312 ADİL DÜZEN DERSLERİ - 142 İstanbul, 08 Temmuz 2005

CUMA GÜNLERİ YAPILAN ÜSKÜDAR PROGRAMI  

(Selahattin Öztürk ve Reşat Nuri Erol Üsküdar’da değerlendirecektir.)

BAŞÖRTÜSÜ MESELESİNİN HİKÂYESİ

Yahudilerin bâtıl inancına göre cennete yalnız İsrail oğulları gidecektir. Diğer insanlar İsrail oğullarına hizmet etsin diye yaratılmışlardır. Onların dinsiz olmaları bir mahzur teşkil etmez. Yahudiler 1500’lere kadar en geri durumda iken, Haçlı Seferleri sayesinde zengin olmaya başladılar. Osmanlıların Batılılara astronomi, coğrafya, pusula, barut, gemicilik vesaireyi öğretmesi sayesinde Amerika keşfedildi. Avrupa bu sayede merkez hâline geldi. Yahudi sermayesi dünyaya hükmetmeye başladı. Yahudiler başka insanları Yahudi dinine alamadıkları için onları yönetebilecekleri duruma getirmeleri gerekiyordu. Bunu gerçekleştirmek için bir taraftan kiliseyi ilim düşmanı yaparak güçsüz hâle getirdiler ve parçaladılar, diğer taraftan da halkı ateist yapmaya başladılar. Elde ettikleri tekniği ve ilmi ateizm için kullandılar. Kurdukları Mason teşkilatı ile dinsizleri zengin ettiler, iktidara da dinsizleri getirdiler. Bu operasyona hâlâ devam etmektedirler.

Dindarları iktidardan ve sermayeden uzak tutmak için dinlerin haram kıldığı ve ahlâk olarak savunduğu şeyleri ayıraç yaptılar. Faiz, kumar, içki ve zinayı ayıraç olarak kullandılar. Doğrudan doğruya zinayı teşvik edemediler, ama kadınları soydular, baloları moda hâline getirdiler. Oradan diğer fiillere geçtiler. Mesela, içkiyi kriter kabul ettiler. Böylece ne yapıyorlardı? Bunları yapanlar kamu görevlerinde iş alabiliyordu. Bunları yapanlar ekonomik destek bulabiliyordu. Bu sayede dindarları kamu görevlerinden ve zenginlikten uzak bir parya hâline getiriyorlardı. Bu sayede bir gün insanlar dinsiz olacak, İsrail oğulları içkiyle, uyuşturucuyla, fuhuşla dejenere edilmiş aşağı insanları kolayca yöneteceklerdi.

İşte ‘başörtüsü meselesinin hikâyesi’ budur.

Bugün nasıl ‘özelleştireceksiniz’ diyerek iktidarda kalmak isteyenlere kamu servetleri yağma ettiriliyorsa, aynı şekilde cumhuriyetin ilk dönemlerinde bu dayatmayı Avrupa yapıyordu. Resmi balolar tertip ediliyor, burada eşlerini soyarak getirmezlerse, dans etmezlerse, içki içmezlerse, kumar oynamazlarsa onlar kamudan ihraç ediliyor, yeni iş imkanları da sağlanmıyordu. O zamanlar kamuda bayanlar yer almadığı için baloda sadece eşlerin soyulması öngörülüyordu. Devlet, bugün olduğu gibi istemeye istemeye bunları yapıyor, zaman kazanıyordu.

Kızlar okuyup da kamu görevi almaya başlayınca, bu sefer ‘başörtüsü hikâyesi’ ile kızlar kamu hizmetinden mahrum edildiler. Ama bu engelleme Müslümanların lehine oldu. Bu sefer inanmışlar ve ahlâklılar kamuda yer alamayınca kendi işlerini kendileri kurdular ve ‘halk ekonomisi’ni geliştirmeye başladılar. Baktılar ki bu da çare değil, en iyisi dindar kızları hiç okutmayalım dediler, bunun için de başörtüsü ve sakal bahanesini kullanmaya başladılar.

Masonlar ile ordu el ele vererek işbirliği içinde bunu yıllar yılı sürdürdüler. Bu birliktelik Devlet Bahçeli’nin 3 Kasım seçimini ilan etmesine kadar devam etti. Bu ilan tarihinden önce tarihî bir olay odu. ABD’nin talimatı ile Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz AB’ye çağrıldı. Ona şu söylendi:

‘Orduyu tasfiye etmezseniz biz sizi AB’ye almayacağız. Ordunuzu dağıtın, küçültün.’

Bunun başlıca engeli Hüseyin Kıvrıkoğlu idi. Kıbrıs’ta kurşunlanmıştı ama öldürülememişti. Hilmi Özkök genelkurmay başkanı olmamalıydı. Mesut Yılmaz’a bunun için formül verdiler; ‘Git Tansu Çiller ile anlaş, birlikte Devlet Bahçeli’yi hükümetten uzaklaştırın.’ O da koşa koşa geldi ve verilen talimatı Çiller’e anlattı. Çiller askerlere haber verdi ve şimdi onun cezası olarak siyaset dışında oturuyor. İşte askerler o tarihten sonra Masonlarla işbirliği yapmaktan vazgeçtiler. Bahçeli’ye rica ettiler. O da meydana çıktı ve dediklerini yaptı. Ecevit’ten seçime kadar kalmasını istediler, o da onu yaptı.

Kemal Derviş’in operasyonları sonuç vermedi. 3 Kasım seçimleri oldu. Ordu istediğini elde etmişti.

Ordu Ak Parti’den şunu istedi; germeyin, biz germeden bunu çözeceğiz.

Başbakan Tayip Erdoğan’ın ‘toplumsal mutabakat sağlanacak ve başörtüsü meselesini çözeceğiz’ ifadesi budur.

Bu arada başka bir olay oldu. Irak operasyonu sermayenin planladığı gibi olmadı. Almanya ve Fransa Türkiye ile bir olup işgali desteklemediler, Rusya ve Çin de onlarla birlikte hareket ettiler. ABD’nin, dolayısıyla sömürü sermayesinin durumu sarsıldı. 1897’deki planın uygulanamaz olduğunu görünce, Yahudiler yine Müslümanlarla Hıristiyanları karşı karşıya getirme denemelerine giriştiler. Avrupa başörtüsüne karşı cephe alırken, bu arada soykırımlarla Müslümanları düşman yaparken; ABD Ortadoğu planları (BOP) ile Müslümanlara yanaşmaya başladı. Başörtüsü aracını şimdilik kenara koydu. Böylece askerlere başörtüsünü çözme işi kolaylaştırıldı. Çünkü sermaye buna karşı değildi.

Böylece bugün o ‘toplumsal mutabakat operasyonu’ yapılmaktadır.

Askeri taktikler geçici olarak başarılı olur ama sonra daha büyük sorunlar getirir.

AK Parti’ye tavsiyem şudur: İnsiyatifi ele alsın, askerlerle değil de, bu işi CHP ve diğer partilerle çözsün; kökünden çözsün. Çözüm yolunu Akevler’den öğrenebilir. Allah bilgiyi istediğine verir. İlmi bulduğu yerden almayan Allah’ın ilmini kabul etmemiş olur; ve bu kabul etmeyenlerin sonu hep hüsrandır.   

Anayasada şöyle bir değişiklik yapılacaktır:

“Bir şey dinî olduğu için suç değilse suç olmaz. Suç ise dini olduğu için suç olmaktan çıkmaz. Herhangi bir dine mensup olmak veya dinsiz olduğunu iddia etmek kamu alanında ne bir hak kazandırır ne de kaybettirir.” /

“Kılık ve kıyafet insanlığın temel hak ve hürriyetlerindendir. Kamu alanlarında kıyafet sınırlaması ancak kanunla yapılır. Resmi kıyafet istisnaidir. Resmi kıyafet tedvin edilirken, o toplulukta en az % 5 nüfusa sahip dinerin meşru saymadığı kıyamet resmileştirilemez. Dinler arasında çatışma varsa oradaki halkın ekseriyetinin dinine göre hareket edilir.” / “Kanunsuz kıyafete müdahale suçtur. Müdahaleye karşı koruma kamunun görevidir.”

İşte bu sorun böyle çözülür, bunun dışındaki çözümler azdırıcıdır, yarın daha fazla baş ağrıtır.

Örenci serbest bırakılacak, öğretmen açacak; bu da ülkeyi bölmekten başka ne işe yaramayacak? Memur olmayan okumuşlar devlet için sorun olmaz mı?

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org    (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 930
Kehf Suresi Tefsiri 37-41. Ayetler
16.09.2017 4301 Okunma
1 Yorum 17.09.2017 01:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 929
Kehf Suresi Tefsiri 32-36. Ayetler
9.09.2017 3498 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 928
Kehf Suresi Tefsiri 29-31. Ayetler
26.08.2017 4192 Okunma
1 Yorum 27.08.2017 07:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 927
Kehf Suresi Tefsiri 27-28. Ayetler
19.08.2017 4370 Okunma
1 Yorum 21.08.2017 03:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 926
Kehf Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
12.08.2017 3733 Okunma
1 Yorum 14.08.2017 07:46
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 925
Kehf Suresi Tefsiri 21-22. Ayetler
5.08.2017 3729 Okunma
1 Yorum 07.08.2017 12:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 924
Kehf Suresi Tefsiri 19-20. Ayetler
29.07.2017 3902 Okunma
1 Yorum 31.07.2017 09:34
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 923
Kehf Suresi Tefsiri 16-18. Ayetler
22.07.2017 4888 Okunma
1 Yorum 23.07.2017 04:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 922
Kehf Suresi Tefsiri 13-15. Ayetler
15.07.2017 4316 Okunma
1 Yorum 17.07.2017 01:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 921
Kehf Suresi Tefsiri 9-12. Ayetler
8.07.2017 3715 Okunma
1 Yorum 09.07.2017 09:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 920
Kehf Suresi Tefsiri 3-8. Ayetler
1.07.2017 4176 Okunma
1 Yorum 01.07.2017 22:03
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 919
Kehf Suresi Tefsiri 1-2. Ayetler
17.06.2017 5575 Okunma
1 Yorum 18.06.2017 12:56
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 918
İsra Suresi Tefsiri 109-111. Ayetler
10.06.2017 4460 Okunma
1 Yorum 13.06.2017 00:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 917
İsra Suresi Tefsiri 105-108. Ayetler
3.06.2017 4309 Okunma
1 Yorum 04.06.2017 15:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 916
İsra Suresi Tefsiri 101-104. Ayetler
27.05.2017 3970 Okunma
1 Yorum 28.05.2017 04:56
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 915
İsra Suresi Tefsiri 97-100. Ayetler
20.05.2017 4011 Okunma
1 Yorum 22.05.2017 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 914
İsra Suresi Tefsiri 93-96. Ayetler
13.05.2017 4467 Okunma
1 Yorum 13.05.2017 23:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 913
İsra Suresi Tefsiri 88-92. Ayetler
6.05.2017 5706 Okunma
3 Yorum 10.05.2017 12:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 912
İsra Suresi Tefsiri 81-87. Ayetler
29.04.2017 5480 Okunma
2 Yorum 30.04.2017 10:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 911
İsra Suresi Tefsiri 76-80. Ayetler
22.04.2017 4800 Okunma
1 Yorum 24.04.2017 10:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 910
İsra Suresi Tefsiri 71-75. Ayetler
15.04.2017 4222 Okunma
1 Yorum 16.04.2017 08:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 909
İsra Suresi Tefsiri 67-70. Ayetler
8.04.2017 4101 Okunma
1 Yorum 08.04.2017 22:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 908
İsra Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
1.04.2017 3954 Okunma
1 Yorum 02.04.2017 08:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 907
İsra Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
25.03.2017 3761 Okunma
1 Yorum 26.03.2017 10:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 906
İsra Suresi Tefsiri 55-58. Ayetler
18.03.2017 3628 Okunma
1 Yorum 19.03.2017 09:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 905
İsra Suresi Tefsiri 49-54. Ayetler
11.03.2017 4128 Okunma
1 Yorum 12.03.2017 08:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 904
İsra Suresi Tefsiri 45-48. Ayetler
4.03.2017 3682 Okunma
1 Yorum 05.03.2017 10:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 903
İsra Suresi Tefsiri 39-44. Ayetler
25.02.2017 4062 Okunma
1 Yorum 26.02.2017 20:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 902
İsra Suresi Tefsiri 34-38. Ayetler
18.02.2017 4416 Okunma
1 Yorum 19.02.2017 07:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 901
İsra Suresi Tefsiri 28-33. Ayetler
11.02.2017 4281 Okunma
1 Yorum 12.02.2017 09:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 8109 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 899
İsra Suresi Tefsiri 18-22. Ayetler
28.01.2017 3885 Okunma
1 Yorum 03.02.2017 07:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 898
İsra Suresi Tefsiri 13-17. Ayetler
21.01.2017 4238 Okunma
1 Yorum 22.01.2017 09:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 897
İsra Suresi Tefsiri 8-12. Ayetler
14.01.2017 4259 Okunma
1 Yorum 16.01.2017 08:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 896
İsra Suresi Tefsiri 5-7. Ayetler
7.01.2017 3828 Okunma
1 Yorum 08.01.2017 09:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 895
İsra Suresi Tefsiri 1-4. Ayetler
31.12.2016 4713 Okunma
1 Yorum 01.01.2017 09:11
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 894
Nahl Suresi Tefsiri 124-128. Ayetler
24.12.2016 3940 Okunma
1 Yorum 24.12.2016 21:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 893
Nahl Suresi Tefsiri 119-123. Ayetler
17.12.2016 3879 Okunma
1 Yorum 17.12.2016 21:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 892
Nahl Suresi Tefsiri 115-118. Ayetler
10.12.2016 3629 Okunma
1 Yorum 11.12.2016 08:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 891
Nahl Suresi Tefsiri 112-114. Ayetler
3.12.2016 4203 Okunma
1 Yorum 04.12.2016 07:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 890
Nahl Suresi Tefsiri 106-112. Ayetler
26.11.2016 4010 Okunma
1 Yorum 04.12.2016 07:23
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 889
Nahl Suresi Tefsiri 98-105. Ayetler
19.11.2016 6432 Okunma
2 Yorum 20.11.2016 09:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7835 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 887
Nahl Suresi Tefsiri 89-92. Ayetler
5.11.2016 6369 Okunma
2 Yorum 07.11.2016 09:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 886
Nahl Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
29.10.2016 3623 Okunma
1 Yorum 07.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 885
Nahl Suresi Tefsiri 78-82. Ayetler
22.10.2016 5955 Okunma
3 Yorum 23.10.2016 08:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 884
Nahl Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
15.10.2016 6301 Okunma
5 Yorum 18.10.2016 13:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 883
Nahl Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
8.10.2016 4107 Okunma
1 Yorum 10.10.2016 08:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 882
Nahl Suresi Tefsiri 63-67. Ayetler
1.10.2016 4612 Okunma
1 Yorum 10.10.2016 08:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 881
Nahl Suresi Tefsiri 58-62. Ayetler
17.09.2016 5826 Okunma
1 Yorum 18.09.2016 12:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 880
Nahl Suresi Tefsiri 51-57. Ayetler
10.09.2016 3197 Okunma
1 Yorum 12.09.2016 00:23
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 879
Nahl Suresi Tefsiri 45-50. Ayetler
3.09.2016 3195 Okunma
1 Yorum 04.09.2016 11:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 878
Nahl Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
27.08.2016 3334 Okunma
1 Yorum 28.08.2016 07:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 877
Nahl Suresi Tefsiri 36-39. Ayetler
20.08.2016 5623 Okunma
2 Yorum 21.08.2016 18:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 876
Nahl Suresi Tefsiri 33-35. Ayetler
6.08.2016 3442 Okunma
1 Yorum 07.08.2016 07:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 875
Nahl Suresi Tefsiri 30-32. Ayetler
30.07.2016 3875 Okunma
1 Yorum 02.08.2016 09:30
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 874
Nahl Suresi Tefsiri 26-29. Ayetler
23.07.2016 3517 Okunma
1 Yorum 25.07.2016 00:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 873
Nahl Suresi Tefsiri 19-25. Ayetler
16.07.2016 3862 Okunma
1 Yorum 16.07.2016 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 872
Nahl Suresi Tefsiri 14-18. Ayetler
9.07.2016 4047 Okunma
1 Yorum 09.07.2016 22:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 871
Nahl Suresi Tefsiri 10-13. Ayetler
2.07.2016 4316 Okunma
1 Yorum 07.07.2016 13:22
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9844 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 869
Nahl Suresi Tefsiri 1-4. Ayetler
18.06.2016 4088 Okunma
1 Yorum 19.06.2016 00:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 868
Hicr Suresi Tefsiri 94-99. Ayetler
11.06.2016 4447 Okunma
1 Yorum 19.06.2016 00:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 867
Hicr Suresi Tefsiri 87-93. Ayetler
4.06.2016 4653 Okunma
1 Yorum 05.06.2016 14:11
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 866
Hicr Suresi Tefsiri 78-86. Ayetler
28.05.2016 4504 Okunma
1 Yorum 30.05.2016 08:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 8169 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 10207 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 9472 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 8487 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 861
Hicr Suresi Tefsiri 31-38 Ayetler
23.04.2016 5833 Okunma
1 Yorum 24.04.2016 05:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 860
Hicr Suresi Tefsiri 23-30 Ayetler
16.04.2016 6107 Okunma
1 Yorum 17.04.2016 10:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 859
Hicr Sûresi Tefsiri 16-22. Âyetler
9.04.2016 5972 Okunma
1 Yorum 14.04.2016 03:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9833 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 857
Hicr Sûresi Tefsiri 9. Âyetler
26.03.2016 6517 Okunma
2 Yorum 27.03.2016 10:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 8028 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8884 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 854
İbrahim Sûresi Tefsiri 42-46. Âyetler
5.03.2016 4266 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 11679 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8730 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 851
İbrahim Sûresi Tefsiri 27-31. Âyetler
13.02.2016 4775 Okunma
1 Yorum 15.02.2016 07:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 9019 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 849
İbrahim Sûresi Tefsiri 18-22. Âyetler
30.01.2016 5952 Okunma
1 Yorum 01.02.2016 14:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 848
İbrahim Sûresi Tefsiri 12-17. Âyetler
23.01.2016 6163 Okunma
1 Yorum 23.01.2016 22:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 847
İbrahim Sûresi Tefsiri 9-11. Âyetler
16.01.2016 5155 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 7242 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17744 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7992 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 7372 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 9780 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 8293 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6810 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6904 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 9247 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 8225 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7842 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7784 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 13003 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 7418 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7719 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6788 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10


© 2025 - Akevler