SALİH BABA DİVANI'NDA ŞERİAT, TARİKAT, RABITA, SÜNNET KAVRAMLARI
ŞERÎ'AT : Şer', kanun kelimesinin karşılığıdır. İlâhî kanunlar olarak da kullanılır. Şerîat ise, doğru yol, uyulması gereken usuller, Allah'ın emir ve yasaklarının tamamını kavrayan ve aslını Kur'an ve hadislerin teşkil ettiği kanunlar manzumesi demektir. (Edille-i Erba'a) veya (Usul-ü Erbaa) denilen ve kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha ile bilinen şer'î hükümlerin tamamına şerîat denilir. İlmî mânâsı ise (Kulluğa meylederek emir tutmak) şeklinde tarif edilip; Peygamberimizin amele ait olarak getirdiği ve dış âzâ ile işlenilmesi icabeden hükümler şeklinde de izahı yapılmıştır. İtikada, inanca ait hükümlere din adı verilmiştir. Şerîat su alınan yere (çeşme başı gibi) denir. Bedenin hayatına sebep olan su alınacak yere şerîat denildiği gibi, rûhun gıdası olan ve hayatının sebebi bulunan can kaynağına da şerîat denilmiştir. Şerîata, halkın kendisine itaatı bakımından din, halkın kendisinin etrafına (çeşme başı gibi) toplanması sebebiyle de millet dahi denilmiştir.
Şerîat, müslümanın iradesine tâbi olan gizli ve açık bütün hayatında tatbik etmesi zaruri olan ve Peygamber tarafından Allah'ın emir ve vahiyleri sûretinde alınan bir hükümler demetidir. Bu demetin emirlerine uyana (saîd), (ebrâr), (sâlih), (müttekî) gibi yüksek sıfatlar verildiği gibi, uymayanlara da (fâsık), (bâgi), (şakî), (şerir) gibi kötü ve alçak sıfatlar verilir. Şerîatın emrini yapmayanın emri tutulmaz. Ona uyulmaz. Şerîatın emrini yapan temiz ve sevab sahibi, tutmayan ise günahkâr, fâsık ve fâcir olur. Tarîkat ve maneviyat, şerîat zemini üzerinde durur. Bu zemin bozulunca, hiçbir şey kalmaz. Bunun için (Şerîatsız olan bir kimse havada uçsa bile hemen vur düşür; sinek ve haşarat ondan iyidir) demişlerdir. Mürîdin şerîatsızı yük ve azap, şerîatsız mürşîd ise zındıktır. Bu sebeple, (Tasavvufsuz şerîat fıska götürür, şerîatsız tasavvuf da zındıklığa götür) sözü meşhur olmuştur.
Şerîat üç kısımdır: İlim, amel ve ihlâs.. İlim ve amel ise ihlâsın kazanılmasını temin için âlet hükmündedir. İlim ve ameli zâhir âlimleri bildirirler. İhlâsı kazanmak için ise, şerîata uyup fiil ve ameli şerîat olmuş bir bâtın âlimi şarttır.
Şerîat dışına çıkan tarîkatların sonu ise, silinip ortadan kaybolmaktır. Nitekim, şerîattan yavaş yavaş ayrılarak neticede şerîat düşmanlığına saplanan Bektaşî tarîkatı ile, fıska meyletmesi sebebiyle şerîat dışına atılan Mevlevî tarîkatı, bugün tamamen tarîkat defterinden çizilmiştir. Nakşî tarîkatının dışındakiler, az çok bid'atlarla gölgelendiğinden, Mehdî Hazretleri, onların tamamını kaldırıp Nakşî tarîkatından başkasına izin vermeyecektir.
Mürîdin bütün ameli şerîat terazisinde tartılacak, ona uygun olan amel işlenecek, uygun olmayanlar da işlenmeyecektir. Yanılarak işlenen şerîatsız bir fiil olursa, tevbe ve nedametle birlikte bir haksızlık da varsa giderilip helâl-laşılacaktır.
Şerîatta ef'âli mükellefin denilen ve âkîl ve bâliğ olan müslümanın bilmesi gereken hususlar farz, vâcip, sünnet, müstehab, helal, mübah, mekrûh, haram, sahîh, müfsid ve bâtıl gibi kısımlara ayrılır. Dinimizin de dört kısım emri vardır ki bunlara uymak lâzımdır.
1- İnançta sıhhat - (Her hususta ehl-i sünnet itikadına uygun olmak)
2- Kasıtta sadakat - (Bütün ibadetlerde ihlâs ve doğruluk demektir)
3- Haddi muhafaza - (Din hudutlarını aşmayıp yasakların tümünden çekinmek)
4- Ahde ve'fa - (Bütün ilahi emirlere uymaktır)
(Nakşî tarîkatı, şerîat temelinde yükselen râbıta, sohbet ve hatme sütunları üzerinde kurulan benzersiz bir saraydır. Bu sarayın süsü de, muhabbet, ihlâs, edeb ve teslimiyet çiçekleridir.) Paşa Hazretlerinin sohbet ıtrından.
TARÎK - TARÎKAT : Yol demektir. Tutulan, uyulan yol, bir mürşîdin usûlüne uyup onun manevi yoluna girerek Allah'a ulaşma azminin adıdır. (Turuk) tarîkatlar demek olup tarikin çoğuludur. (Turuk-u âliye) şeklinde yüksek tarî-katlar mânâsında kullanılır. Paşa Hazretlerinin (Tarîkat hem farz, hem vacip hem de sünnet-i müekkededir. Ce-nâb-ı Hakk'ın Habibine emridir. Habîbi de Sahabe Efendilerimize emir buyurmuş onları bu yolda yetiştirip irşad etmiştir.) şeklindeki sohbetleri mâlumdur. Peygamberimiz ilk defa hicret esnasında saklandıkları mağarada Hz. Ebubekir Sıddık'a gizli zikri ve rûhani tarîkatı emir buyurmuştur. Hz. Ömer ve Hz. Osman'a da ayrı ayrı zikirler ve usuller tarif ve telkin edilmiş ise de, onlar, hilâfetlerinde ken-dilerine emredilen tarîkatların zorluğundan bunları değil Hz. Ebûbekir'in yolunu tâ'lim edip onun usulü ile irşadda bulunmuşlardır. Bu sebeple de Hz. Faruk ve Hz. Zinnû-reyn'in tarîkatları devam etmemiştir. Hz. Ali Efendimiz halife olunca, kendisinden önceki halifelere uyanları Hz. Ebubekir yolundan irşad etmiş, yeniden kendisine bağlananlara da, kendine emredilen usul ve yolda yani cehrî zikir ve nefsani usulde hizmet emir buyurmuştur. Kuruluşları askerî sistemde olan rûhani tarîkatlar dört veya beş ana kolla devam etmiş, kuruluşu mülkî sisteme uygun bulunan nefsani tarîkatler ise yedi veya bir rivayette sekiz kolla ilerlemiştir. İnsanların zevk, anlayış ve mizaçlarına göre hizmet ve ilerlemelerinde kolaylık olması hikmetinden, rûha-ni ve nefsani tarîkatların tamamı, oniki imamın kadem ve mizacına uygun olarak oniki çeşit olarak lütfedilmiştir. Bu oniki çeşit tarîkatın kendilerine nisbet edildiği oniki imama -ıstılahda- Pîr denilmiş, sonradan pîr tabiri her mürşîd için kullanılmıştır. Rûhani tarîkatların netice irşadı Nakşî tariki usulünden, nefsani tarîkatların irşadı da Kâdiri tarîkatının usulünden yapıldığından, aslında iki tarîkat var demektir.
Zaman ilerleyip insanların mizaçları dalgalanmaya başladığından -zâhirdeki değişikliklere uygun bir halde- bu oniki tarîkatın her birinden kollar ayrılmış ve bu kollar da pek çok şubelere bölünmüştür. Her kol ve şubenin usulü ayrı olup cümlesi de hakdır, vâsıl edicidir.
Tarîkatlar tatbik ettikleri usul bakımından yani rûh ve nefis yollarından olduğu gibi açık ve gizli zikir yapma bakımından da sınıflamaya tâbi tutulup ona göre isimlendirilirler. Rûhani tarîkat, nefsani tarîkat, hafî tarîkat, cehrî tarîkat gibi. Bunun dışında tatbik edilen amel bakımından da üç ayrı guruba ayrılırlar:
1- İbadet yolu ile gidenler,
2- Riyazet yolu ile gidenler,
3- Muhabbet yolundan gidenler.
Bunların hepsi neticede muhabbet yoluna ulaşıp o muhabbetin cezbesiyle vâsıl olacaklardır... Hepsi hak yoldur, ulaştırıcıdır.
Bütün tarîkatların gayesi, şerîatı lâyıkıyla icra edip gizli ve açık her hâl ve zamanda onu yaşamak ve sünnetlere uymaktır. Bu ikisinin dışında tarîkat olmaz. Bu sebeple (Tarîkat mektebinin dersi şerîattır) denilmiştir. Şerîatsız tarîkat zındıklıktır. Büyükler bütün tarîkatlar için dört temel ve esas vardır, bu esasın dışındakiler tarîkatın da dışındadır demişlerdir:
1- Cenâb-ı Hakk'a sıdk u sadakatla yönelip sünnet-i Muhammediyeye tamamiyle uymak,
2- İtikadı, ehl-i sünnet itikadına uygun hâle getirmek. Ehl-i sünnet dışındaki itikatlardan velî olmayacağını bilmektir. (Meşayih itikadı ancak ehli sünnet itikadıdır, aksi mümkün değildir.)
3- Cenâb-ı Hakk'a ubûdiyete, kulluğa devam etmek ve âgâh olup mahviyet kazanmak,
4- Bütün saadetlerin sonu olan muhabbet zevkine ulaşıp cezbe-i ilâhîyeye kavuşmaktır. Dikkat edilirse, bu dört şart her şartı toplamış bir hülâsadan ibarettir. Cenâb-ı Hakk'a dört merhale ile ulaşılır: 1- Şerîat, 2- Tarîkat, 3- Hakîkat, 4- Marifetullah... Marifetullaha, şerîata uyup tarî-katta makbul olduktan sonra hakîkat âleminden geçerek varılır. Tarîkat bu ulvî memuriyetin mektebinin adıdır. Tarîkat mektebinin hocası Mürşîd-i Kâmil, Resûlullah Efendimiz ve bizzât Cenâb-ı Hak'tır. Böyle bir hocalar gurubunun okutacağı ilim ile vereceği terbiye ve ulaştıracağı memuriyetleri idraki olanlar sezebilir.
Tarîkat, Cenâb-ı Hakk'ın emri, Resûlünün sünneti ve Sahâbelerle âriflerin mektebi olduğundan, kıyamete kadar hükmü bâkî ve usûlü geçerlidir. Ona severek uyan hak yolun makbulü, îman zıddiyetinden düşmanlık edenler zâlim, cehaleti hevâ ile veya zâhir halifeleri elindeki bir zümre ve guruba bağlılığın tabii neticesi olan asabiyetle veyahutta bağlılık iddia ettiği zâtın beyanını yanlış anlayan, bozan veya değiştirenlere aldanan sâdık cahiller ise mahcup kimselerdir... Allah onları ıslâh etsin.
RÂBITA : Lügatta bağlanmak, bağlamak ve kuvvetlendirmek demektir. Vuslat şartlarından sayılmıştır. Her tarîkatta varsa da Nakşî tarîkatı râbıta üzerine bina edilmiştir. Üç kısımdır. 1- Râbıta-i Mevt'tir. Günahkâr bir insanın ölüm anındaki can çekişmesini, yıkanıp kabre konulduktan sonra, sual meleklerinin şiddetini, kabir azâb ve sıkması ile dirilip kıyamet azaplarına uğramasını tefekkür etmektir. 2- Huzur râbıtasıdır ki, murâkabe ve müşâhade yapmaktır. 3- Râbıta-i mürşîtir. Abdülhâlık Gücdüvaâni Hazretlerine kadar Resullah Efendimize yapılırken, mürî-danın tâkat ve tahammülü kalmadığından Peygamberimizin emri ile mürşîdlere yapılmaya başlanılan hayal ve cemâl râbıtasıdır.
Mürîd, mürşîdini iki kaşı hizasında hayal ederek, mânevî huzurunda durup feyzine âmâde olmaktır. Bu râbıtanın devamında feyiz çok fazla olacağından, vuslat yolu, nübüvvet yolu sayılmıştır. Mürîdin râbıtaya devamı hâlinde, kabiliyeti nisbetinde, mürşîdinin hâli kendisine intikal eder. Râbıtanın aslı mürşîdden gaflet etmemek, kemâli de ihlâs ile teslimiyetle devam etmektir. Yeni müritler için tek melce ve tek başına Hakk'a ulaştırıcı bir vasıtadır. Zikir her ne kadar yüksek ve yüce ise de, râbıtasız ulaştırıcı değildir. Fakat zikirsiz râbıta ulaştırıcıdır. (Biz kötülükler çukurundayız; Rabbim ise mukaddes ve yüksek makamdadır. Elbette aramızda bir vasıta münasip olur ki, uyma sebebiyle onun feyzinden istifade etmiş olalım) diye şiirlerle ifade edilmiştir.
(Hadîka-i Nediye)'de deniyor ki: Râbıta, Cenâb-ı Hakk'a vuslat için başlı başına bir yoldur. Kâlbi müşahede makamına vâsıl olan bir mürşîde rabttan ibarettir. Mürşîd oluk gibidir. Allah'ın feyzi, büyük deniz gibi olan mürşîd-den râbıta eden mürîdin kâlbine akar.
(Fetâvâ-i Ömeriyye)'den hülâsa edilen şudur: Râbı-tayı isbat hakkında bir çok değerli ulemânın müstakil risaleleri vardır. Fasih-i Bağdâdî'nin, Molla Câmî'nin, İmâm-ı Hâdimi'nin, Abdülganiy-yi Nablusî'nin, Edirne Müftüsü Muhammed Fevzi'nin ve Şeyh Hâlid-i Bağdâdî'nin risaleleri bunların bir kısmını teşkil eder.
Fenâfi'r-resul olan Abdullah İbni Abbas'ın teyzesinin evinde, baktığı aynada Hz. Resûl'ün sûret-i cemâlini gördüğü sabittir. Buhâri Şerîfte zikir bahsinde râbıtaya işaret eden hadîsler mevcuttur. Bunların en dikkate değer olan Hz. Sıddık'ın tuvalette bile Resûlün hayâli ile olduğunu ve bunu edep dışı sayarak Resûlullah'a arzetmesi üzerine, bu hâle devam etmesi ile nerede olursa olsun edeb harici olmayacağı müjdesini almasıdır.
Tâcü'l-Ârus, Avârif-i Maarif ve İhyâ-u Ulûmiddin gibi çok muteber kitaplarla Mektûbat-ı İmam-ı Rabbâni gibi ikinci bin yılın yenileyicisinin kitabında da teferruatiyle mevcuttur. Bu husustaki tafsilâtın en mükemmeli, Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin Râbıta Risalesi'ndedir.
Râbıtayı inkâr edenlerin îmanlarını tazelemeleri gerektiği, Fetâvâ-i Ömeriyye, Rûhu'l-Beyan, Şifâ-i Şerif, Meşârik Şerhi Mebârik kitablarında izah edilmektedir.
(Cenâb-ı Hakk'a vesile talep ediniz) ve (Sâdıklarla beraber olunuz) âyetlerinin tefsirinde, râbıtaya işaret edilmiştir, deniliyor.
Paşa Hazretleri, (Âl-i İmran Sûresinin en sonuncu âyetinin râbıta âyeti olduğunu beyan eder ve râbıta bizim tarikin dört usulünden biridir. Huzur mürîdinin bozulma ihtimali olur da râbıta mürîdi bozulmaz, çünki râbıta mürîdini mürşîd-i kâmil kendi velâyetine almıştır.) buyururdu.
Sâlih Baba Divanı Râbıta-i Nakş-î Hayâlî adını taşımakta ve baştan sona kadar râbıtadan ibaret bulunmaktadır. Râbıta, mürşîdi hatırdan çıkarmamak, gaflete düşmemek olduğundan, herhalde ve her zaman yapılacağı gibi, resmi dersin dışında sonsuz şekilde de yapılır. Efdali emredilen şekildir.
SÜNNET : Peygamberimizin işlediği, işleyiniz dediği veyahutta bir müslümanın işlediğini gördüğünde sükût ettiği şeylerdir.
"Bak hadîste dedi o Fahr-i Cihan
Sünnetimdir ümmete dârü'l-eman"
İmâm-ı Gazâli (Bizim bu ilmimiz kitap ve sünnetle kayıtlıdır) demiştir. İmâm-ı Şa'rânî İmâm-ı Şâzeli'den naklen diyor ki (Eğer keşif, kitap ve sünnete muhalif olursa keşfi terkedip kitap ve sünnetle amel etmek icab eder. Zira ismet şerîata mahsustur. Hususiyle şerîat terazisinde tartılmadıkça keşif ile amel caiz değildir, diye kavm (sofiye topluluğu) ittifak ettiler.) Bazı tasavvuf ehli tarîkatın aslını şu yedi şarta bağlamışlardır: 1- Kitaba sarılmak, 2- Sünnete uymak, 3- Helâl yemek, 4- Halka ezâ vermemek, 5- Yasaklardan kaçmak, 6- Tevbeye devam etmek, 7- Cenâb-ı Hakk'a ve kullara ait olan bütün hakları eda etmek...
143
Bir anda eyledi irşad Sâlih'i
Edip benliğindin azad Sâlih'i
Kılıp rabıtayla mu'tad Sâlih'i
Dil şehrin ravza-i cinan eyledi
Şerîat, tarîkat, hakîkat ve ma'rifetin gayesi, meyvesi istikâmet sahibi olmaktır. Peygamberimiz (Kulun kâlbi müstakim olmadıkça, îmânı müstakim olmaz, lisanı müstakim olmadıkça kâlbi müstakim olmaz) buyurmuştur. Şair :
"Müstakim ol Hazret-i Allah utandırmaz seni" demiştir.
122
Bedensiz bir güzel gördüm efendim
İlikten damardan kandan içeru
Cânân illerinden sordum efendim
Bir cân vardır gizli cândan içeru
Niceleri vardır hicrân gölünde
Çok Mansurlar vardır zülfün telinde
Hakîkat şehrinde cânân ilinde
Bülbüller var o gülşandan içeru
"Kün fekân" emriyle döner bir dolâb
Öğüdür âlemi misl-i âsiyâb
İnceden incedir olunmaz hisâb
Çok hikmet var "Kün fekân" dan içeru
Geçmeyenler bilmez çarh-ı çenberi
İçmeyenler bilmez âb-ı Kevseri
Bir gece Pîrimden aldım haberi
Mekân vardır lâ-mekândan içeru
Gül bülbülü gördü çıktı kabından
Bülbüller uyandı kalktı hâbından
Pervâneler geçti âteş bâbından
Azm eyledi gülistândan içeru
Bu ne ayrılıktır bu ne iftirâk
Benlik irâdesin elinden bırak
Her neye bakarsan Hak gözüyle bak
Gör neler var bu ekvândan içeru
Pîr-i Sâmî gibi bâtın sultânı
Ârif-i billahtır yoktur akrânı
Reşâdet bâbından açmış meydânı
Çok merdân var o meydândan içeru
Sâlih ne yatarsın uyan dediler
Sıdk ile Allah'a dayan dediler
Hak gizli değildir ayân dediler
Çok ihsân var bu ihsândan içeru
Zaman zaman basında tartışılmakta olan bir konuda, bazı terimlerin tasavvuf gözüyle açıklaması olsun niyetiyle paylaşıyorum.
Salih Baba Divanı isimli eserden konu ile ilgili terimleri merak edip okumak isteyen okuyucular, internet üzerinden eseri indirmek suretiyle okuyabilirler. Salih Baba Divanı'nı kitap olarak tükenmiş olduğu için bulamadım. İnşallah tekrar kitap olarak basıldığında alıp okuma şansımız olacaktır.
Allah'a emanet olunuz. Selamlar.