Allah seni cennetine davet ediyor; gelir misin?-2
Önceki yazıyla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Bir gün çocuk babası olmadan tek başına çıkar, sırayla kapıları çalar, söz konusu o dergiyi takdim eder ve ‘ALLAH SENİ CENNETİNE DAVET EDİYOR’ dermiş... Bir kapı açılmaz. Normalde asla ikinci kez zile basmamayı ilke edindikleri halde çocuk aralıklar ile üç defa zile basar. Nihayet yaşlı bir kadın açar kapıyı. Kadın, karşısında bir çocuk görünce; ‘Niçin çaldın kapıyı, kimsin sen?’ diye sorar ve ‘ALLAH SENİ CENNETİ’NE DAVET EDİYOR, GELİR MİSİN?’ cevabını alır. Çocuk dergiyi yaşlı kadının eline tutuşturur ve gider...
Dergi insanları Kur’an’a iman etmeye, sonra da ondaki buyrukları yaşamaya davet etmektedir ve ‘Gelİr mİsİnİz?’ demektedir... Kadın ilk kelimenin ardından şok olur, neye uğradığının şaşkınlığı ile dona kalır... Ertesi gün imam namazdan sonra âdet hâline gelen halk sohbetlerinde vaazını bitirir ve ardından soru-cevap faslı başlar. Salonun arka taraflarında oturan yaşlı kadın söz ister ve şunları söyler:
“Ben düne kadar Hıristiyan idim. Eşimi kaybettim, çocuklarım da dağıldı, hayatta arayan soran pek kimsem kalmadı, aylardır kimse kapımı çalmadı... Yapayalnızdım... Yalnızlıktan tarifi imkânsız bir krize girmiştim. Herkesin benden nefret ettiğini, topluma yük olduğumu düşünmeye başladım. Çünkü buralarda emekli bir vatandaş topluma yük kabul edilir. ‘Ölse de devletin yükü hafiflese’ diye dua edenler bile vardır. Lâkin dün öğrendim ki; siz Müslümanlar yaşlı ve hastalara hizmet etmeyi ibadet kabul ediyormuşsunuz!”
Yaşlı kadın biraz yutkundu ve gözyaşları içinde devam etti…
Dün evin yatak odasına çıktığını, tavana ip bağladığını, ipin halkasını boynuna geçirdiğini, tam ayağını sehpaya vurup intihar edecekken zil çaldığını duygulu bir şekilde uzun uzadıya anlatır ve devam eder: ‘Zil çalınca kulaklarıma inanamadım önce. Benim kapımı kim niye çalar ki?’ deyip biraz beklediğini, sonra tekrar intihara teşebbüs etmek istediğini ama yine zil tekrar çalınca korkmaya başladığını, sonra yanılmış olduğunu düşünüp üçüncü kez tam sehpayı devirecekken yine zil çalınca Tanrı’dan bir işaret olmalı diyerek ipi boynundan çıkarıp kapıya yöneldiğini, kapıyı açtığını ve karşısında duran çocuğun ona;
- ‘ALLAH SENİ CENNETİ’NE DÂVET EDİYOR, GELİR MİSİNİZ!’ deyince sarsıldığını, çocuğun kendisine verdiği kitapçığı alıp okuduğunu ve Müslüman olduğunu anlatır. Ayrıca kitapçığın arkasında: “Eğer beli bükülmüş yaşlılarınız, hastalarınız, takva sâhibi gençleriniz, süt emen çocuklarınız ve yayılan hayvanlarınız olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” Hadasi Şerifini okuduğunda kapıda çöküp uzun uzun ağladığını da sözlerine ekler... Camideki bütün cemaat ağlamaktadır... Kadın sözlerini şu ifadelerle tamamlar:
‘Bana şu anda dünyada en mutlu insan kimdir diye sorsalar tereddüt etmeden kendimi gösteririm. Ben de bundan sonraki ömrümü benim gibi zavallıların kurtuluşuna adıyorum. Ben de o çocuk gibi hayatımın geri kalan bölümünde Hz. Muhammed'in (s.a.v.) bir öğrencisi olarak Amsterdam sokaklarında dolaşacak ve insanlara ‘ALLAH SİZİ CENNETİNE DÂVET EDİYOR, GELİR MİSİNİZ? diyeceğim!’ der...
Yaşanmış olan bu olayı okuduğumda aklıma direk Fussilet Suresi’nin 33. ayeti geldi:
“Ve Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Ben Müslümanlardanım / şirki terk ederek tevhitle Allah’a yönelen kullardanım.’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”
İnsanların evine gidemesek de onlara sosyal medya vasıtasıyla göndereceğimiz hikmetli söz ve paylaşımlarla ulaşabiliriz… Hazreti Peygamberin şu paha biçilmez emirleri rehberimiz olsun: “Bir adamın bir hikmet kelimesini işitmesi, bazen olur ki, ona bir sene ibadetten hayırlı olur. Ve bir saat ilim müzakeresi yanında oturmak, bir köle azat etmekten daha hayırlıdır.” (Râmuzü’l-Ehadis, s. 343) “Bir adama senin elinle (vasıtanla) Cenabı Hakk'ın hidayet vermesi, senin için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” (Râmuzü’l-Ehadis, s. 344) “Bir Müslüman, bir Müslüman kardeşine, onun hidâyetini arttıran ve onunla ondan kötülüğü def eden bir hikmetli sözden daha üstün bir hediye vermemiştir.” (Râmuzü’l-Ehadis, s. 374) (Bu yazıların yazılmasına vesile olan Abdülkadir kardeşime teşekkürler…)