ıv - siyası aşamalar
GİRİŞ:
Ekonomi kolektif fayda üretim müessesesidir. İlim, kainatın haritasını ve planını insanın beynine kolektif olarak yerleştiren bir müessesedir. Din ise insanların davranış kurallarını kolektif olarak ortaya koyup halkı onlara inandıran bir müessesedir. Siyaset sözleşmelerle ortaya çıkan kolektif kuralların dışına çıkmayı engelleyen bir örgütlenmedir. İnsanlar on binlerce yıl örgütlenmeden yaşadılar. İlk sosyal müessese dindir. Arkasından ekonomik müessese gelmiş, sonra ilmi müessese oluşmuştur. En son siyasi müesseseler oluşmuştur. Buradan şunu anlıyoruz ki, siyasi müesseseler en son aşamada oluşmuş bir müessese olması nedeniyle en gelişmiş müessesedir. Ama yine en son oluştuğu için de diğer müesseselere dayanmaktadır. Batı dini siyaset dışı bırakmakla dayandığı direklerden birini yok etmiştir. Bu nedenle kendisi de yıkılmağa başlamıştır. Siyaset ilim, din ve iktisadın üstünde olsa da onlara dayanmak zorundadır. Din ve ilim, bağımsız olacak ve kişileri eğitecek; ekonomi ve siyaset kolektif olacak ve topluluğun düzenini kuracaktır. Yani din dediğimizde içinde ilim de olacak; siyaset dediğimizde içinde ekonomi de olacaktır. İlim neye inanılacağını ortaya koyacak, din onları halka inandıracak, din neyin yapılacağını ortaya koyacak ve ilim nasıl yapılacağını ortaya koyacaktır.
Siyaset parayı çıkaracak, makroda planlama yapacak, ekonomi ise kredi yoluyla kolektif üretimi gerçekleştirecek, siyaset de bunları adil şekilde bölüştürecektir. Demek ki, önce ilimle din arasında ve ekonomi ile siyaset arasında denge kuruluyor, sonra da ilim-din çifti ile siyaset-ekonomi çifti arasında denge kuruluyor. Biri eğitiyor, diğeri örgütlüyor. Biri sosyal malzeme yapar, diğeri de sosyal inşaat yapar. Ekonomide fayda, ilimde doğruluk, dinde iyilik ve siyasette korku esastır. Siyasetin temeli olan korku üyelerini korkutmak değildir. Üyelerini korkutarak oluşan bir siyasi örgüt varlığını koruyamaz. Siyaset korkutmak değil; aksine, fertlerinin korkusunu gideren bir örgüttür. Yurttaşlarının değil yurttaşlarının düşmanlarını korkutan bir örgüttür. Yani siyasi örgütün esası, kuvvettir. Dışa karşı korku salan örgüttür. Bu sayede içte güvenlik sağlayan bir örgüttür. Tarihte bu ruhu yakalayan devletler imparatorluk kurmuşlardır. Göçebe hayatını yaşayan insanlar, siyasi örgüt kuramamışlardır. Kabileler halinde yerlerini değiştirip durmuşlar, fakat üst örgütler kuramamışlardır. Kabile içinde ise hukuk düzeninden çok askeri düzen mevcut idi. Hukuki örgüt ancak tarım dönemine geçildikten sonra oluşmuş ve devletler kurulmuştur. Medeniyet önce Mezopotamya'da doğmuş, 500 yıl sonra doruğa ulaşmış ve yaşlanmaya başlamıştır. Bu ara Mısır'da Kuvvet Medeniyeti doğmuş ve o da 500 yıl sonra doruğa ulaşmış ve çökmeye başlamıştır. Arkasından Hak Medeniyet olarak İbrani Medeniyeti, sonra Kuvvet Medeniyeti olarak Grek-Romen Medeniyeti, sonra hak Medeniyeti olarak Hıristiyan Medeniyeti, sonra Kuvvet Medeniyeti olarak Bizans Medeniyeti, sonra Hak Medeniyeti olarak İslam Medeniyeti, arkasından Kuvvet Medeniyeti olarak Avrupa Medeniyeti doğmuştur. Bunlar beş yüz yıllık gecikme ile peş peşe periyodik olarak gelmişlerdir. Şimdi Batı Medeniyeti Doruk noktasındadır ve çökmeye başlamıştır. Hak Medeniyeti doğmaktadır.
A- KABİLE YÖNETİMİ
İnsanlar bir anne babanın türemesi - nesli olarak oluşmuşlardır. Çocuk anne ve babanın eğitimi içinde yetişir. Büyüdüğünde de başka yaşama şansı olmadığından kayıtsız şartsız ebeveynine itaat etmek zorundadır. Zaten çocuk, anne babasına bir Tanrı gibi inanmaktadır. Onu sonsuz güçle mücehhez kabul eder. Olgunlaştıkça ağabeylerinin ve amcalarının da klanın reisince anne babasının, ağabeylerinin, amcalarının mutlak olarak kabile reisine itaat etmiş olmalarından dolayı o da reise itaat etmektedir. Böylece kabile yönetilmektedir. Kabile reisleri ölümlü olmalarından dolayı Tanrı olarak kabul edilmeleri topluluk içinde inandırıcı olmayacaktır. Diğer taraftan başka kabilelerin varlığı ve çevrenin kabile reislerini de hükmetmesi dolaysıyla kabile reislerini Tanrı değil de Tanrı ile irtibat kuran bir varlık görerek denge sağlanmıştır. Gerçekten her insan kendi başına Tanrısıyla irtibat halindedir. Bunları dört noktada toplayabiliriz: Bunlardan biri sezilerdir. Herkesin içine bir şey doğar. Zihnimize bunu doğuran güç Tanrı'dır. Herkes rüya görür ve gördüğü rüya ile geleceği hakkında tahminlerde bulunur. Bu rüyayı gösterip gelecek hakkında fikir veren güç o kişi için Tanrı'dır. İnsan sıkışınca Tanrısına dua etmeye başlar ve birçok hallerde beklemediği bir yardım görür. Kişinin dualarını kabul eden varlık Tanrı'dır. Kişinin içinde büyük bir şekilde öldükten sonra yaşama arzusu vardır. Kişide vicdan vardır. Kötülüklerin hesabını vereceğine inanır. Yalnız da olsa suç işlemekten kaçınır. Bu ondaki Tanrı inancının sonucudur. Tabiatta yalan yoktur. Bu duygu da aldatmaca olmamalıdır. İşte bu Tanrı inancı ve Tanrı inancının toplulukla eşleştirmesi ile kabile düzenini doğmuş ve bu düzen içinde insanlık onlarca bin yıl yaşamıştır. Kabilelerin özelliği başkanın tüm fertlerini ayrı ayrı tanıması ve onların özel hayatları ile ilgilenebilmesidir. Kişiler ergenlik çağına gelince evlenmekte ve anne babaların yönetiminden çıkmaktadırlar. Çünkü anne ve babaların mal varlıkları yoktur. Bütün varlıklar kabile reislerine aittir. Gençler tüm yardımı kabile reisinden almakta ve ona bağlı bulunmaktadırlar. Kabile büyüdükçe kabile reisi kişileri tanıyamaz olur ve onların özel ihtiyaçlarını takip edemez. Hiyerarşik bir örgütlenme de olmadığı için kabile düzeni bozulmağa başlar. Kabile bölünür ve ayrı kabile haline dönüşür. Bu arı kovanlarındaki bölünmeye benzer. Kabile başkanının kardeşi ikinci kabileyi kurar. Genel olarak deneyimli olduğu için eski oba yeni kabile reisine kalır. Eski kabile reisi yeni topluluğu oluşturur. Bu arılarda da böyledir. Göçmen kabileler faaliyet sahalarında başka kabilelerle karşılaşır, onlarla savaşmak durumunda kalabilirlerdi. Ancak bu geçici bir çarpışma olup birbirinden ayrılıp uzaklaşırlardı. Belki de bunlar birbirileri ile bir daha hiç karşılaşmazlardı. Bu göçebe siyasi oluşum devletten önce devam etmiştir. Ancak Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin gibi delta vadilerinde kurulan medeniyetlerden etkilenen kuzeydeki Moğollar, Germenler ve Slavlar ve Türkler göçebe döneminde de yerinden yönetimli hiyerarşik devletler kurmuştur. Bunlar kısa ömürlü ama çok geniş sahalara yayılmış devletler oluşturdular. Yerleşik düzene sonra geçtiler.
b- mezopotamya medeniyeti
Çobanlık dönemine geçmeden önce de insanlar büyük nehirlerin
vadilerinde sulamayı öğrenmişler ve meyvecilik yapıyorlardı. Fakat, bunlar daha hayvanları ehlileştiremedikleri için ot biçmeyi ve gübrelemeyi bilmiyorlardı. İnsanlık nüfus artışı ve av hayvanlarının tükenmesi sonucu çobanlık dönemine geçmişti. Deltalarda yaşayanlar ise eski hayatlarını sürdürüyordu. Zamanla nüfus arttı, sürüler de arttı. İklim de kuraklık başlamıştı. Orta Asya'daki kuzeyde çobanlıkla yaşayan kavimler zorunlu olarak güneye inmeye başlamışlardır. Bunlardan Türkçe konuşan Sümerler Mezopotamya'ya gelmiş ve yerli halka karışmışlardır. Yerli halkın ziraatı ile gelenlerin hayvancılığı birleşmiş ve tarım dönemi başlamıştır. Halk kendilerini kuzeyden gelen yeni saldırılardan koruyabilmek için yerleşik köyler oluşturup savunma örgütleri kurmaya başladılar. İşte böylece ilk siyasi örgüt doğmaya başladı. Siteler büyüdükçe korunmaları daha kolay oluyor ve çapulcuların yağmacılığı daha kolay defediliyordu. Site demek, yerleşik kabile demek idi. Aynı yerde yerleşen kabileler savunma işbirliği içine girdiler ve üst kuruluşlar doğdu. Büyüyen sitelerin içinde de siyasi örgütlenme ortaya çıktı. Artık birbirini tanımayanların da yönetilebildiği bir hukuk düzeni oluşmaya başladı. Dini güç kurallar koyuyor, herkes ona göre hareket ediyordu. Uymayanlar ise siyasi güç tarafından tedip ediliyordu. Kurallar ve ekonomik kayıtların yapılması için yazıyı icat ettiler. Toprağın bol olduğu ve seramik sanatını çok iyi bildikleri için seramikten binlerce toprak tabletler oluşturdular. Şimdi biz onları okuyarak onlar hakkında yazılı bilgi alıyoruz. Böylece tarih dönemi başlamıştır. Daha önceki dönemlerde ilgili bilgiler sadece kalıntılardan ve bugün benzeri hayat yaşayanlarla analoji yaparak sonuçlar çıkarabildiğimiz halde Mezopotamya'yı kendi yazılarından öğrenebiliyoruz. Mezopotamya Medeniyeti, kendi tarihini şöyle özetlemektedir: Önce yer ve gök yoktur, Allah vardı. Allah önce kainatı yarattı. Kainat ışık ve sudan oluşuyordu. Bu arada yer de oluşmuştu. Bu birinci devirdi. Sonra yeryüzünde denizler, dağlar, ırmaklar ve ovalar oluşturdu. Bu ikinci devirdi. Sonra yeryüzünde canlıları yarattı, bu üçüncü devirdi. Canlılar geldi, omurgalı hayvanlar oluştu, bu dördüncü devirdi. Sonra memelileri yarattı, bu beşinci devirdi. En sonunda da insanı yarattı, bu da altıncı devirdi. Mezopotamya anlayışında tarih devam ediyor. İnsanlar göçebe hayatı yaşarken yerleşik yaşama geçtiler. Yerleşik dönemin düzenine intibak edemediler. Allah Hz. Nuh'u gönderdi. Gemi yaptırdı ve dünyayı sulara boğdu. Bundan sonra yeni medeniyet kuruldu. Bu hikaye Tevrat'ta ve Kur'an'da da aynen tekrar edilmektedir. M.Ö. 2000 yıllarında siteler birleşerek devlet aşamasına ulaştılar. Medeniyetimizin temelini attılar. Sonra bir taraftan güneyden diğer taraftan Helen saldırıları sonunda M.Ö.1500 yıllarında üstünlüğünü yitirmeye başladılar ve M.Ö. 1000 yıllarında hak Medeniyeti olan İbrani Medeniyetine bıraktılar. M.Ö. 1500 yıllarında ise Mısır Medeniyeti doğmuştur. Mısır Medeniyeti, Mezopotamya'daki hak Medeniyeti'nin Kuvvet Medeniyetine dönüşmüş şeklidir.
c- mısır medeniyeti
İnsanlar önce din ve ilimde ilerleme yapmışlardır. Bu ilerleme üzerine yeni ekonomi ve siyasi düzen doğmuş ve maddi ilerleme olmuştur. Bir medeniyet kendi içinde değişip ileri medeniyeti kuramaz. Zaman geçince kişilerde olduğu gibi yaşlılık alametleri belirir ve çöker. Ancak onun karşısında yeni dini ve ilmi verilere dayanılarak başka yerde yeni bir medeniyet oluşur. Ama komşu olduğu yerde oluşur. İşte Mezopotamya dini ve ilmi gelişmeyi sağlayınca duraklama dönemine girdi. Mısır ise Mezopotamya'ya komşu idi. Bu dini ve ilmi verileri aldı, kendisi kuvvete dayalı yeni bir medeniyet kurdu. Mezopotamya'da ilmi yoldan tek Tanrıcılığa ulaşılmıştı. Hz. İbrahim bunun akli delillerini ortaya koydu. Mısır tek Tanrıcılığı esasta benimsedi ama bunu Firavunların atası olarak kabul etti. Kainatı var eden Güneş'ti. Sonra bu Zeus olarak Yunan Mitolojisine geçmiştir. Güneş başlangıçta Tanrı'nın adı olarak ortaya konmuştu. Yani Mısırlılar güneşi Tanrı olarak kabul etmiyor, Tanrı'yı güneşle temsil ediyorlardı. Türklerin Tan ile temsil etmesi de böyledir. Firavun da onun oğulları kabul ediliyordu. Tek Tanrı anlayışından yararlanıp merkezi devlet kuran Mısır, Mezopotamya ilminden yararlanarak büyük bir medeniyet oluşturdu. Papirüs kağıdını bularak okuma yazmayı yaygınlaştırdı. Ne var ki, bu kağıttaki yazılar çürüyüp gittiği için Mısır'ın tarihini Mezopotamya kadar bilemiyoruz. Mısırlılar mabet yerine Firavunlara mezarlar yaptılar. Yazıları tuğlalara değil de, taşlara yazdılar. Şekil yazısını harf yazısına yaklaştırdılar. Bazı kelimelerin ilk harflerini o harfin şekli kabul ettiler. Bilinmeyen kelimeleri onlarla seslendirdiler. Mısır Medeniyeti'nde topraklar devlete aitti. Çünkü sınırların tespiti çok zordu. Nil Nehri kabardığı zaman tarlaları kaplıyordu. Çekildiği zaman üzerine milli toprak bırakıyordu. Her yılın başında toprak yeniden bölüşülüyordu. Mahsulün saklanması için büyük silolara ihtiyaç vardı. Dışarıya buğday satılıyor ve diğer mallar alınıyordu. Bunların tek elden yürütülmesi
gerekiyordu. Bu nedenle Mısır'da merkezi sosyalist devlet doğdu. Teknikte
büyük gelişmeler oldu. İlimde ise duraklama devrine girildi. Mezopotamya'da cebir geliştiği halde Mısır'da geometri gelişti. Mısır kendi toprakları dışındaki toprakları hakimiyeti altına alıp yönetmemiştir. Ancak değişik dış toprakları işgal ederek onlardan haraç almıştır veya vergiye bağlamıştır. Papirüs imal ettiği için her tarafa pazarlamıştır. Mezopotamya Medeniyeti çökmüştü. Mısır'la yarışamaz olmuştu. Ancak bu arada Anadolu'da Hitit Medeniyeti doğdu. Hitit'ler her iki medeniyetin sentezi olan güçlü devlet kurdular. Ancak orijinal bir medeniyet oluşturamadılar. Değişik yazıları kullandılar. Kadeş'te iki devlet savaştı ve birbirini yenemedi. Uluslararası sözleşme metni ortaya çıktı. Mezopotamya'da devlet sadece güvenlik amacını gütmüştü. Ekonomik faaliyet serbestti. Mısır'da devlet her şey olmuştu. Her türlü faaliyet merkezden yönlendiriliyor, hatta yönetiliyordu. Böylece Mısır Birinci kuvvet Medeniyeti olarak gelişti. Medeniyet olarak ikinci idi. Bu oluşmadan sonra Doğu'da hep Hak, Batı'da da Kuvvet medeniyetleri oluştu. Fırat ve Nil Medeniyetlerin Temsilcisi oldu.
d- ibrani medeniyeti
İbrani Medeniyeti İkinci Hak Medeniyeti'dir. Mezopotamya Medeniyeti ile Mısır Medeniyeti'nin sentezidir. Mezopotamya'da olduğu gibi halk kabilelere ayrılmış, siteler oluşturulmuş, yerinden yönetim kabul edilmişti. Buna mukabil merkezde de tüm kabileleri bir arada tutan bir yönetim vardı. Merkez hakim değil, hadimdi. Toplulukları artık kişiler değil de sözleşmeler yönetecekti. İlk büyük sözleşme Tevrat idi. Bu kitap Musa tarafından getirilmişti ve Allah'tan geldiğine inanılmıştı. Hala dünyanın üçte ikisi inanıyor.
Bu kitabın ilahı olduğuna en açık delil içindeki birçok hükümlerin hala yürürlükte olmasıdır. O kitabın arkasından gidenlerin durmak bilmeyen ilerlemeler ve gelişmeler içinde olmasıdır. Bu kitabın başka özelliği de Mezopotamya'daki İbrani Medeniyet'in devamı olması ve ondan sonra gelen İncil ve Kur'an'ın da onun devamı ve bir sistem olarak oluşmuş ilk kitap olmasıdır. Tevrat'ta özel hukuk düzenlenmiştir. Mısır hukukundan farkı herkese kişilik verilmesidir. Kişilerin hak sahibi yapılıp kısas hükümlerinin getirilmesidir. Kim olursa olsun, çocuk olsun, büyük olsun, kadın olsun, hür olsun köle olsun herkesin kişiliği vardı. Mahkemelere kendisi veya küçükse velisi başvurup dava açabilirdi, kendi aleyhine de dava açılabilirdi. Oysa kabile hayatında ve Mısır'da davacı veya davalı mefhumu yoktu. Başkanın takdirine göre kişiler cezalandırılır veya ödüllendirilirdi. Mezopotamya'da da haklar site içinde düzenlenirdi. Mısır'da hapis cezaları konmuştu. Bu cezayı da hükümdar verirdi. Oysa Tevrat'ta hapis cezası yoktu. Cezanın esası kısasa dayanıyordu. Hata veya başka hafifletici sebepler olunca cezalar diyete dönüştürülüyordu. Hapishane yerine sürgün siteleri oluşturulmuştu. Suçlular oralara sürülüyordu. Bu hukuk düzeni, Hıristiyanlıkta değiştirilmeden kabul edilmiştir. İslamiyet de bunları yeniden düzenleyerek aynı sistemi benimsemiştir. Hatta diyebiliriz ki, Budizm de aynı sistem içindedir. Yani yeryüzünde iki hukuk sistemi var. Biri hak sistemdir. Bu sistemde hak sahibi kişidir. Topluluk halk için vardır. Topluluk hakim değil, hadimdir. Diğeri merkezi kuvvet sistemidir. O sistemde halk topluluk için vardır. Mevzuat kişilerin haklarını korumak için değil, devletin güçlendirilmesi için vardır. İbrani Medeniyeti Mısır'dan sosyalizmi aldı. Ancak onu ilmileştirerek devletçiliğe dönüştürdü. Devlet halkın yapacağı işlere karışmayacak, onların ferdi teşebbüslerini körleştirmeyecektir. Özel mülkiyet devam edecektir. Devlet halkın yapamayacağı büyük işleri yapacaktır. Ulaşımı ve ağır sanayii kuracaktır.
Devlet küçük sanayiyi de hizmet ederek destekleyecektir. İbrani Medeniyeti böylece ekonomide de Mezopotamya Medeniyeti ile Mısır Medeniyeti'nin bir sentezi olmuştur. İbrani Medeniyeti M.Ö. 1000 yıllarında zirveye çıkmış, 500 yıllarında çökmeye başlamıştır. Onun etkisi ile Batı'da Ege Adalarında Yunan Medeniyeti doğmaya başlamıştır. Hz İsa'nın döneminde medeniyet artık çökmüştü. Yeniden Hak Medeniyeti olarak Hıristiyanlık doğmaya başlamıştır.
e- grek-romen medeniyeti
İbraniler zamanında gemi ticareti çok gelişmişti. Fenikeliler mallarını dünyanın her tarafına götürüp satıyorlardı. Bu arada Ege sahillerine de gelip ticaret yapmaya başlamışlardı. Ege sahilleri zenginleşiyordu. Ilıman bir iklimi ve ziraata elverişli toprakları vardı. Önemli olarak engebeli bir araziye ve limanlara sahipti. Gemileri kolayca barındırıyordu. Ege sahillerinde kıyı kolonileri oluşmaya başladı. Batı'dan ve Doğu'dan gelen göçler buralara yerleşiyordu. Ayrıca deniz yoluyla da değişik ülkelerden seyyahlar veya göçler gelmeye başladı. Medeniyetlerin çekirdeği Kıbrıs, Girit gibi adalarda doğmağa başladı. Yunanlılar yazıyı Fenikelilerden öğrendiler ve İbrani kitaplarını okuyup anlamaya başladılar. Mısırlılarla da temasları vardı. Böylece değişik medeniyetlerden sentezlenen bir medeniyet oluşturdular. Coğrafyaları da müsait olduğu için site devletleri kurdular. Bu bakımdan Mezopotamya Medeniyeti'nin devamı oldular. Laik düzeni alıp akılları ile sorunlarını çözmeye çalıştılar, bu bakımdan da usul olarak Mısır'ı devam ettirdiler. Eski Yunan'da Tanrı'lar vardı, halk onlara ibadet ediyordu. Ancak devlet yönetiminde ve savaşlarda din değil akıl ve ilim hakim oluyordu. Yunanlılar fikir ve düşünceleri İbranilerden almışlardı. Birçok düşünce ve ilimleri onlardan iktibas ettiler. Bunların yanında kendileri Akdeniz ve Karadeniz'in her tarafına yayılarak Helen sitelerini kurdular. Böylece medeniyetlerini dünyaya yaydılar. O tarihlerde süper devlet Pers İmparatorluğu idi. Yunanlılar yaptıkları savaşlarda onlar seviyesinde olduklarını gösterdiler. Sonunda Makedonyalı Philip'in oğlu ve Aristo'nun talebesi İskender Pers İmparatorluğunu yenerek Büyük İskender İmparatorluğu'nu kurdu. Dünyaya rasyonalizmi yaydı. Çin'e kadar gitti. Bu arada Yunan Medeniyeti Roma'yı yakıp Roma'da Roma İmparatorluğu'na dönüştü. Romalılar Akdeniz'i bir göl haline getirdi. Roma imparatorluğu yönetmek için kendi hukuk sistemini geliştirmek zorunda kaldı. Yunan
Medeniyeti'nin temeli oligarşiye dayanmaktadır. İnsanları farklı sosyal sınıflara bölmek Ari ırkın bir özelliğidir. Bir halk vardır, yönetilir. Bir de yönetici sınıf vardır, yönetir. Bu mekanizmanın temeli Mısır'da başlar. Kral var, yönetir; halk var yönetilir. Yunan asilzadeleri ile Yunan halkı vardı. Yönetim asilzadelerin elindeydi. Asilzadeler zayıflayıp tek başlarına hakim olamayınca ekseriyet sistemini getirip anlaştılar ve varlıklarını korudular. Bu sistem Roma'ya geçti ve o da bu yolla gücünü geliştirdi. Bu sınıflama metodunu Ari ırkı, Hindistan'da da uyguladı ve hala devam etmektedir.
İlk imparatorluğu İskender kurmuştur. Onun sayesinde İpek Yolu oluşmuştur. Birçok yerlerde siteler kurulmuştur. Ondan sonra Roma İmparatorluğu imparatorluk yönetimini hukukileştirdi. Mevzuatını oluşturdu. Oysa İskender, Moğol ve Türkler gibi kabile yönetimi usulü ile imparatorluk kurmuştu. Görülüyor ki, İbrani Medeniyeti'nin yerine GrekoRomen Medeniyeti geçmiştir. İbranilerin hukuk düzeni, Romalıların oluşmasını sağlamıştır. Bununla beraber Roma da Mısır gibi orijinal medeniyet oluşturmuştur. Yararlanmış ama taklit etmemiştir.
f- hıristiyanlık
İbrani Medeniyeti çökmüş olmakla beraber, Tevrat ellerinde idi ve kavim olarak varlıklarını hep sürdürmüşlerdir. Oradan buraya sürülüyor, esir ediliyor ama üstün medeniyetleri dolayısıyla yok edilemiyordu. Birçok ülkede dillerini unutmuş ve yerli dili kullanmaya başlamışlar fakat dinlerini bırakmamışlardır. Yahudiliği kendilerine has bir din olarak kabul ettikleri için de başka ırklarla karışmamışlardır. Roma İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu zamanlarda Yahudiler kendi cemaatlerini o devletin içinde yaşatıyorlardı. İsrail oğulları içinde çıkan "yarıcıları" Yahudiler, Roma yöneticilerine şikayet ediyor ve zulmettiriyorlardı. Peygamber Yahya bu şekilde öldürülmüştür. Yusuf ile nişanlısı Meryem isminde bir bakire İsa adlı bir oğul meydana getirmiştir. İsa'da daha çocuk iken o kadar önemli üstünlükler ortaya çıkmış ki, annesinin iffetine nişanlısını ve çevresini inandırmıştı. İşte bu çocuk delikanlılık çağına gelince kendisinin peygamber olduğunu söylemiş ve İncil'i öğretmeğe başlamıştır. Hz. İsa on iki arkadaşı ile vaazlarına devam etti. Hz. İsa yeni medeniyetin temellerini atıyordu. Onun kitabını öğretiyordu. Bugün iki bin yıl geçti.
Bu kitap insanlığı çok derinden etkilemektedir. Bu kitap toplulukla ilgili hükümleri ihtiva etmiyor, onu Tevrat'a ve Roma hukukuna bırakıyordu. Kendisi ise kişilerin ahlakı ile ilgileniyordu. Kurban gibi bazı merasimlere önem vermiyordu. Bir inanışın laik bir düzen içinde nasıl yer alacağını anlatıyordu. Hz. İsa'nın anlattıklarından Yahudiler çok rahatsız oldular. Onu astırmak istediler. Roma yöneticileri buna alet oldular. Bu zulüm, İsa'ya inananları çoğalttı ve gittikçe yayılmaya başladılar. Roma yönetimi baskıyı arttırdı, baskı arttıkça Hıristiyanlığa inananlar artıyordu. Hıristiyanlık ibadet ve muamele hükümlerini fazla içermediği için de din olarak daha kolay bir şekilde herkes tarafından kabul görüyordu. Değişik topluluklar kolayca kendi yaşayışlarını uydurabiliyordu. Gerek Hinduizm, gerek Budizm, Yahudiliğin ve sonra da Hıristiyanlığın etkisinde kalarak gelişmiştir. Hıristiyanlık mistisizme daha kolay intibak edebilmiştir. Hıristiyanlık medeniyeti bir devlet medeniyeti değildir. Çünkü düzeni içeren hükümleri ihtiva etmemiştir. Ama Hıristiyanlık laik düzenin halk arasında yayılmasını sağlayan bir dindir. Yahudiliğin insanlığa açılan versiyonudur. İsrail'in çocukları olmayanlar Yahudi olamamışlardır ama tüm insanlar Hıristiyan olabilmektedir. Hz. İsa kendisinden sonra birisin geleceğini ve barış düzenini onun kuracağını İncil'de bildirmiştir. Hıristiyanlık çok etkili
bir medeniyettir, islamiyet'te de etkisini sürdürmüştür. Bir Müslüman'ın
dünya görüşü ile inanmış bir Hıristiyan'ın dünya görüşü farklı değildir. Hıristiyanlık görüşü ile Avrupa görüşü çelişki içindedir. Avrupa'daki Hıristiyanlık Bizansiyen bir anlayıştır. Din devlet tarafından istismar edilmiştir. Avrupa bu nedenle kolayca Hıristiyanlığı terk edip ateist olabilmiştir. Oysa ne Müslümanlar ne de Budistler bu derece ateist olmamışlardır. Çünkü Hıristiyanlık Avrupa mantığına aykırıdır. Roma mantığına aykırıdır. Hıristiyanlık barış dinidir, özveri dinidir. Oysa Avrupa çıkarcı ve savaşçı bir zihniyete sahiptir.
g- bizans medeniyeti
Bizans Medeniyeti Grek-Romen Medeniyeti'nin Hıristiyanlaşmış şeklidir. Grek-Romen Medeniyeti din birliğine dayanan bir medeniyet değildir. Hukuk düzenine dayanan bir medeniyettir. Yani güven içinde kendi inanışlarına göre yaşamalarını Roma Senatosu'na ihale etmiş bir medeniyettir. İsa'yı asmak istemeleri ile başlayan kavga Hıristiyanlığa zulme dönüşmüş, zulüm edildikçe de Hıristiyanlık yayılmıştır. Sonunda
Roma İmparatorluğu Hıristiyan olmak zorunda kalmıştır. Bu zorlama sonucu Bizans Medeniyeti doğmuştur. Hint'te doğan Budizm Çin'e yayılmış, Hindistan'da ise Hindu Dini yeniden güçlenmekte idi. Batı'da ise iki büyük medeniyet vardı. Pers İmparatorluğu ki, bu Mezopotamya Medeniyeti'nin bir devamı gibi görülüyordu. Orijinal bir gelişmesi yoktu. Devlet din devleti değildi. Resmi dini olsa bile halk değişik dinlerde yaşıyordu. Greko-Romen Medeniyeti ise Mısır Medeniyeti'nin devamı idi. Hıristiyanlık ise halk arasında yayılmıştı. Roma İmparatorluğu parçalandı. Batı Roma İmparatorluğu Germenlerin ve Hunların saldırıları ile parçalandı. Avrupa'nın birliğini koruyan kilise oldu. Dini lider papa, mutlak hakimiyetini ele geçirdi. Ülkelerin kralları vardı. Ulus devlet oluşuyordu. Ancak tümü Katolikliğin emrinde olmuştur. Doğu Roma İmparatorluğu'nda ise devlet dine hakim oldu. Dine bağlı devlet kuruldu. Gerek Doğu Roma İmparatorluğu'nda gerek Batı Roma İmparatorluğu'nda halk zorla Hıristiyan yapıldı. Hıristiyanlıktaki laik yönetim terk edilerek çok kuvvetli ruhban sınıfı oluşturuldu. Dini metinlerin tanziminde devlet başkanları müdahale edip kuvvetle birlik sağladılar. Eski Roma Hukuku birleştirilerek tek hukuk sistemine geçildi. Böylece Roma hukuku Avrupa'nın siyasi yapısını belirledi. Doğu'da ve Batı'da büyük kiliseler inşa edildi. Hıristiyanlık ileri ve kolay bir din olduğu için tüm ülkelerde kabul görmüştür. Zorluk Hıristiyanlık adına yine Hıristiyanlara yapılan zulüm olmuştur. Bizans Medeniyeti gerek Tevrat'ı gerek İncil'i dini bir kitap olarak kabul etti. Diğer taraftan da Greko-Romen Medeniyeti'ni de hukuku ile alıp modernize etti. Tevrat'ın hükümlerine yaklaştırmaya çalıştı. Bizanslılar Hıristiyanlık inanışı ile Yunan felsefesini birleştirdiler. Hıristiyanlığı Aristo, Sokrat ve Eflatun'un düşünceleri ile izah etmek istemişlerdir. Bu usul sonra İslamiyet'e de geçmiş olup bu kişiler insanların ilimde üstadı olmuşlardır. Hz. İbrahim ile başlayıp İbraniler yoluyla Yunanistan'a geçen rasyonalizm günümüze kadar bu yolla gelmiştir. Batı'da Katolik Kilisesi, Doğu'da Ortodoks Kilisesi hakim olmakla beraber, gerek din kitaplarının birleştirilmesi gerekse hukuk düzeninin kurulmasında Doğu Roma İmparatorluğu etkili olmuştur. Bu Osmanlıları da etkilemiştir. Osmanlılardaki halifelik ve bugünkü Diyanet İşleri, Bizans yönetiminin kalıntısıdır. Bizans Medeniyeti bu sistem ile bin yıllık ömrünü tamamladı. İstanbul'un Türkler tarafından fethi ile sona erdi. Bizanslılar Kuzey'den gelen Türk, Cermen ve Slavlarla savaşmak zorunda kalmışlardır. Doğu'dan da Perslerle savaşmışlardı.
h- islam medeniyeti
Medeniyetlerin ortalama ömürleri biner yıldır. Medeniyetlerin periyodik başlangıcı İsa'nın doğumudur. M.Ö. 2000 yılında başlamıştır. Bu periyodik sisteme göre de İslamiyet'in de 1000'inci yıl zuhur etmesi gerekirdi. İbrani Medeniyeti de M.Ö. 1000 tarihlerinde doğmalı idi. Ancak Hz. Musa daha önce ortaya çıkmakla İbrani Medeniyeti daha uzun sürmüştür. Bunun gibi İslamiyet'te daha önce çıktığı için daha uzun ömürlü olmuştur. Hıristiyanlık ise daha erken Kuvvet Medeniyeti'ne dönüşmüştür. Hz. Muhammed ile başlayan İslam Medeniyeti önceden gelmeye devam ede gelen Hak Medeniyetlerin sonuncusudur. Musa'nın şeriatı ile İsa'nın tarikatını birleştirmiş ve kamil bir medeniyetin temellerini kurmuştur. Veda Haccı'nda İbrahim'in getirdiği İslam Dini'nin kemale erdiğini ilan etmiştir. Önce 13 yıl Mekke'de eski peygamberlerin kıssalarını anlatarak İbrahim Dinini tanıtmış, son on yılda da Medine Devleti'ni kurarak tüm Arabistan'ın birliğini sağlayan bir devlet kurmuştur. Kur'an parça parça okunuyor ve yazılıyordu. 23 senede Kur'an tamamlanmış, ayrıca Medine Devleti de organize olmuştur. Medine Devleti'nin özelliği sosyal gruplar halinde organize olmalarıdır. Tüm halk asker gibi örgütleniyordu. Peygamber günde 5 beş vakit namaz kıldırıyordu. Namaz kılmak zorunlu olmamakla beraber, kadın erkek herkes kılınan namazlara katılıyorlardı. Çünkü Müslümanlık böyle tanımlanıyordu. Sabah ezan okunuyor ve herkes kalkıp evinde iki rekat namaz kılıyordu. Güneş doğmadan askeri içtima gibi toplanıyor iki rekat namazı beraber kılıyor, dağılıp işlerine gidiyorlardı. Öğlen tekrar ezan okunuyor, toplanıp dört rekat namaz kılıyor ve öğle tatili yapıyorlardı. İkindi vakti ezan okunuyor herkes toplanıyordu. Dört rekat namaz kılıp işe gidiyorlardı. Güneş battıktan sonra toplanıp üç rekat namaz kıldıktan sonra evlerine gidiyorlardı. Sonra akşam sohbeti için mescide geliyor, gece sohbetine katılıyorlardı. Yatarken de yatsı namazını kılıyorlardı. İşte zorunlu olmamakla beraber bu askeri eğitim beşikten mezara kadar devam ediyordu. Haftada bir defa da Cuma toplantısı yapılıyordu. Benzer eğitim Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta da vardı. Zenginlerden yılda kırkta bir, tarımdan onda bir, madenlerden ve ganimetten beşte bir vergi alınıyor ve yoksul halka bölüştürülüyordu. Bürokratı olmayan çok sade bir devlet yapısı vardı. Siyasi sosyal gruplar da mensuplarının sayısına göre bütçeden pay alıyor, kendileri ordular besliyor ve savaşa katılıyordu. Herkes ordusunu kendisi seçiyordu. Peygamberden sonra ikinci, üçüncü asırda ilmi gruplar oluştu. Sonra tarikatlar olarak mesleki gruplar oluştu. Zamanla Loncalar şeklinde mesleki gruplar ortaya çıktı. İslam Medeniyeti çoklu hukuk düzeni getirmiştir. Özel hukukta herkes bağlı bulunduğu ilmi ekolün hukukuna tabi idi. Kamu hukuku yerinden yönetime dayanıyordu. Her kabile kendi ürettiği kamu hukuku ile yönetiliyordu. Bölgelere ise merkezden valiler atanıyor, güvenlik merkezi yönetim tarafından sağlanıyordu. İslam Medeniyeti tüm eski dünyaya yayılmış ve o medeniyetlerin etkisi içinde gelişmiştir. İslam Medeniyeti evrenseldir. Hint, Çin, Pers, Bizans ve Roma Medeniyetlerinden etkilenmiş ve etkilemiştir.
ı- avrupa medeniyeti
İslam Medeniyeti daha ilk asrında Doğu'da Pers İmparatorluğu'nu yenip ve Talas'ta Çinlileri mağlup etmişti. Batı'da bütün Kuzey Afrika'yı almış, Endülüs'ü fethetmişti. Bununla beraber Bizans daha ömrünü tamamlamamıştı. Daha gelişme döneminde idi. Onu ilk asırlarda yok edememişti. Ancak onu 1453'te sona erdirmiştir. Bizans İslamiyet'le temasa geçmiş ve bininci yılında 1071'deki Malazgirt Savaşı ile çökmeye başlamıştır. 1500 tarihlerinde Batı'da yepyeni bir medeniyet doğmaya başlamıştır. Bunu Amerika'nın keşfi ile başlatabiliriz. Amerika Müslümanların teknolojisi ile keşfedilmiştir. Batı İslamiyet'le karşılaşmıştı. Batı medeniyetteki kökü olan Yunanı bulmuştu. İslamiyet'ten etkilendi ama İslamiyet'i kabul etmedi. Eski Mısır'da da öyle olmuştu. Grek-Romen de öyle olmuştu. Sadece Bizans'ta Batı Doğu'ya teslim oldu ve medeniyetini öyle kurdu. Orada da orijinal bir medeniyet doğmadı. Şimdi de Avrupa İslamiyet'ten etkileniyor ama ona teslim olmuyor ve onunla savaşıyordu. Batı'nın İslamiyet'e teslim olmayışının ikinci nedeni de Hıristiyanlıktı. Batı'da Hıristiyanlık o kadar yaygındı ki, İslamlaşması mümkün değildi. Çünkü inanış bakımından İslamiyet'ten farkı yoktu. Ahlaki bakımından farkı yoktu. İslamiyet'te dini örgüt yoktu. Hıristiyanlıkta ise böyle bir örgüt vardı. İslamiyet bu dini örgütü sonradan Hıristiyanlıktan almaya çalışacaktı. Batı Eski Yunan'a dönmek istiyordu. Ancak Eski Yunan paganistti. Putlara tapıyordu. Onunla Hıristiyanlığı yenmesi mümkün olmazdı. Ateizm ile daha ileri bir din anlayışını getirdiği iddiasına girişti. Kiliseye savaş açtı. Yani Batı bir taraftan silahla İslamiyet ile savaşıyordu. Diğer taraftan içte de fikri bakımdan Hıristiyanlıkla savaşıyordu. Kilise ile bir olan krallıkları bir bir deviriyor ve cumhuriyetleri kuruyordu. Batı Medeniyeti Avrupa'da fikri olarak Hıristiyanlıkla savaşmasına rağmen, dünyayı işgal ederken, oralara da
Hıristiyanlığı yaymaya çalışıyordu. Böylece İbrahim Dini dünyanın her tarafına yayılmış oldu. Dünya nüfusunun üçte ikisi İbrahim'in rasyonel medeniyeti içine girmiş oldu. Bu arada müspet ilim gelişti ve Batı teknikte devrim yaptı. Göklere kadar yükseldi. Batı bugün zirvededir. Ancak bu zirve duraklamaya başlamıştır. Batı daha 500 yıl dünyada varlığını sürdürecek, ondan sonra Avrupa'da yeni Kuvvet Medeniyeti doğacaktır. Batı kapitalizme dayanmaktadır. Bu kapitalizm, firma veya devlet kapitalizmidir. Her ikisinde de bir avuç insan yönetime hakimdir. Halk kapitalistlerin işçisi olmuştur. Hakim olan zümrenin başında Yahudi sermayesi vardır. İcat ettikleri karşılıksız para ile dünyayı savaşsız sömürmektedirler. Bugün Avro, dolar, sterlin bütün dünyada geçerlidir. Serbest ekonomi vardır. O halde hiç savaş yapmadan dünyayı satın alabilirler ve halkı işçi haline getirebilirler. Zaten her ülke yalvarıyor. Aman gelin ülkemde fabrika kurun beni işçi yapın, diyor. Bu güç şimdilik devam ediyor. Batı'nın karşısına maddi güçle çıkmak imkansızdır. Bununla beraber, dünyanın her yerinde Batı'ya karşı direnme başlamıştır. Savaşsız da Batı'yı kendi sahalarına çekmek mümkündür. Bu her ülkenin kendi ülkesinde enflasyonu düşürmesi ve uluslararası para olarak altının kullanılması ile olur. Bu yönden dünyada gelişmeler başlamıştır.
j- adİl düzen
Tarihte biner yıllık hakka dayalı Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık ve İslamiyet ile yine beş yüzer yıl gecikmeli biner yıllık kuvvete dayalı Mısır, Grek-Romen, Bizans ve Avrupa Medeniyetleri yaşamıştır. İnsanlık hakka dayalı yeni bir medeniyetin doğuşu eşiğindedir. Kuvvete dayalı Batı medeniyeti ise, zirvede olup çökmeye başlamıştır. Çevre kirliliği, İnsan genetiğinin bozulmaya başlaması, dünyayı barut fıçısı haline getiren silahlanma yarışı ve hukuk dışı yakalanmalar ve bastırmalar, batı medeniyetinin yanında insanlığın ömrünü sona erdirmektedir. Hesaplar bu gidişle yeryüzünün yaşanamaz hale geleceğini göstermektedir. İnsanlığı yeniden doğmakta olan hakka dayalı beşinci medeniyetin kurtaracağını kuvvetle tahmin edebiliriz. Bu yeni hakka dayalı medeniyetin adı Adil Düzen Medeniyeti olacaktır. Mezopotamya Medeniyetini Hz. İbrahim, İbrani Medeniyetini Hz. Musa, Hıristiyanlık Medeniyeti'ni Hz. İsa ve İslam Medeniyeti'ni Hz. Muhammet getirmişti. Adil Düzen Medeniyetini Peygamberler değil ilimi kendilerine rehber edinen bilim adamları getirecektir. Bunu A. Comte birkaç asır önce söylemiştir. Marx da bilimsel sosyalizm sloganı ile buna işaret etmiştir. Mustafa Kemal'in "Elimizde tuttuğumuz meşale müspet ilimdir" derken bunu söylemişti. Kur'an da artık peygamberliği sona erdirmiş ve yerine ilmi ve ilim adamlarını koymuştur. Adil Düzen'in birinci ilkesi yerinden yönetimdir. İnsanlık ülkelere, ülkeler illere, iller bucaklara, bucaklar ocaklara ayrılacak ve her insan bağımsız kişi olacaktır. Yerinden yönetim modelinde merkezi kararlar taşrayı bağlamayacaktır. İnsanlığın kararları ülkeleri, ülkelerin kararları illeri, illerin kararları bucakları ve bucakların kararları da ocakları bağlamayacak ve iç işlerinde taşra bağımsız olacaktır. Kişiler de hür olup ancak sözleşmeler ile bağlanacaktır. Sözleşmelere uyma dışında hiç kimse herhangi bir şeyi yapmaya zorlanmayacaktır. Toplu sözleşmeler yapılacak kişiler bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta ilmi, dini, mesleki ve siyasi dayanışma ortaklıkları oluşturup haklarını bu dayanışma ortaklıkları içinde kullanacaklardır. Kişiler yerlerini ve ortaklıklarını her zaman değiştirebilecektir. İnsanlık cehaletle savaşıp kıta merkezlerinde araştırma merkezlerini kurup ülkelere hizmet verecektir. Ülkeler dış savunmayı yapacak, bölgelerde ihtisas hizmet merkezlerini kurup illere hizmet verecektir. İller iç güvenliği tesis edecek. İlçelerde hizmet merkezleri kuracaktır. Bucaklar hukuk düzenlerini tesis edip köylerde çalışma merkezlerini kuracaktır. Ocaklar ortak yaşama gereklerini yerine getirip üretim ortaklılığı olan ailelere hizmet verecektir. Hak sahibi kişi olup tüm örgüt kişi hakkını ve hürriyetini korumak için olacaktır. Kamu ücretlileri yerine kamu ortaklığı sistemi getirilecek ve hizmetler teminatlı olacak, halk hizmetlilerini kendisi seçecek, ücretler kamu tarafından karşılanacaktır. Ekonomi adil kredi ve ortaklığa dayalı halk ekonomisi ile düzenlenecektir. Herkesin hak ve hürriyetlerinin sınırı, başkalarının hak ve hürriyetinin sınırdır ve bu sınırı tarafların seçtiği hakemler tespit edecektir. Savaşlar dahil her türlü tasarruf tarafsız ve bağımsız yargı denetiminde olacaktır. Adil Düzen tarafsız ve bağımsız yargıdır.