III- DİNİ AŞAMALAR
Din hislerin duygulaşmış şeklidir
Hayvanlarda baskın meleke hislerdir. Hayvanlar hisleri ile hareket eder. Fikri melekeleri ve iradeleri yoktur. Kişilikleri yoktur. İnsanlarla hayvanlar arasındaki ortak meleke hislerdir. Bununla beraber hayvanlarda his melekeleri sosyalleşerek din olmamıştır. Din insanlara özgü bir müessesedir. Ancak başlangıçtan beri en güçlü müessesedir. Din sevgiye dayanan bir müessesedir. Saygıya dayanan bir müessesedir. Bir çocuğun anasına ve babasına karşı duyduğu hisleri büyüdüğünde mücerret varlığa veya büyük saydığı başka insana duyduğu bir duygudan oluşmaktadır. Sıkışınca ona sığınmakta, korkunca ona güvenmekte ve çaresiz kalınca ona dayanmaktadır. Ondan çekinmekte, ona karşı suç işlemekten kaçınmaktadır. Tıpkı çocuğun babasına karşı duyduğu duyguları yaşamaktadır.
Çocukları anne babası dindar yapar
İlk insan eşiyle birlikte yaratılmıştır. Bunların nasıl eğitildiği bilinmemektedir. Ancak sonra doğan çocuklar, önce anne babalarına bağlı olarak büyüdüler. Onlara Tanrı gibi inandılar. Çocuklar büyüyünce anne babaları onlara Tanrı kavramını öğretti. Böylece dindar oldular. Çocukları Tanrı ile uyardılar. Tanrı ile eğittiler. Tanrı ile sorumluluk duygusunu bir arada verdiler. Bu uyarı ve inanış babadan oğula intikal ederek günümüze kadar gelmiştir.
Dinsiz kimse yoktur
Ateistler de dindardır. Tanrı'ya inanmadıklarını söyleseler de tabiata inanmaktadırlar. Tabiatın gücünü kabul etmektedirler. Tabii kanunların değişmezliğini bilmektedirler. Kötülük yaptıklarında sorumlu olduklarını kabul etmektedirler. Hatta inandıkları rejimler için canlarını vermektedirler. Stalin'e, Almanlara esir düşen oğlu ile bir generali değiştirmek istemişler, o da "er generalle değiştirilemez" demiştir. Kırk milyon insanın ölümüne sebep olan diktatör inandığı kurala uyma zorunluluğunu hissetmiştir. Hem de koyu ateist olarak.
Din insanın insana inanmasıdır
Din korkutmaya değil sevdirmeye dayanır. İnsanın iç güvenliğine dayanır. Bu topluluklar içinde müeyyidesi bulunmayan kuralları ortaya koyar. Bu sayede kişiler toplum düzenine uyarlar. Utanma da dinin bir müeyyidesidir. İnsanın kendisini topluluğa kabul ettirmesi de dinin bir müeyyidesidir. İnsan anne babasına bağlanır. Büyüdüğünde çevresine, çevresinin örf ve adetine bağlanır. Nihayet insanlığı kutsileştirir. İnsanlık deyince yalnız yaşayan insanlar değildir. Atalar da insanlığa dahildir, gelecek nesiller de insanlığa dahildir.
İnsan sağlam dinin yanında bozuk dinlere de inanır
İnsan süt ve bal içtiği gibi sigara ve içki de içmektedir. Evlendiği
gibi fuhuş da yapmaktadır. Hatta kendi cinsi ile de ilişki kurabilmektedir. İnsan kendi iradesi ile hareket edecek şekilde yaratıldığından dolayı yanlışlıkları da yapabilmektedir. Yararlı dinler olduğu gibi zararlı dinler de vardır. Adil düzen öyle bir mekanizma önermektedir ki, dinlere baskı yapılmaksızın yararlı dinlerin karşısındaki zararlı dinleri halk kendisi elesin. Bize göre laiklik budur. Yani devlet dinlere müdahale etmesin ama devlet zararlı dinlerden korunabilsin. Mekanizma onları siyaset dışında bıraksın.
A- YEREL DİNLER
Tanrı'ya inanış ve sosyal düzenlemelerin Tanrı'nın isteğine göre yapılması ilk insanla başlamıştır. Anne babaya saygı topluluğa saygı şekline dönüşmüş ve kabile başkanlarına uyma topluluğa uyma şeklinde anlaşılmıştır. Nüfus artıp kabileler ortaya çıkmış ve insanlar yeni meyvelikleri bulmak için göçe başlamışlardır. Gittikleri yerlerde ayrı
topluluklar oluşmuştur. Dilleri de farklılaşmaya başlamıştır. Her topluluk Tanrı'yı kendi dillerinde ayrı ayrı adlandırmıştır.
Tanrılar bir varlıkla isimlendirilmiştir
Çocuğa isim verilirken anlamı olan bir kelime seçilir. Hiç anlamı olmayan bir kelime kullanılmaz. Topluluk da Tanrı'yı adlandırırken onu bir varlığa benzeterek o adı vermiştir. Genellikle bu güneş olmuştur. Türkçedeki Tanrı Tan'dan gelmektedir. İnsanlık her zaman Tanrı'yı "çok büyük" ve "tek" görmüştür. Ancak onu değişik özellikleri ile ifade etmiştir. Tanrıları da ayrı ayrı şekillilerle ifade etmişlerdir. Nasıl biz bugün bayrağımızla devletimizi ifade ediyor ama bayrağın devlet olmadığını biliyorsak, şekil ve heykel Tanrı'nın birer rumuzu idi, Yoksa o elbette Tanrı değildi.
Çok tanrıcılık yerleşik hayatla ortaya çıkmıştır
Yerleşik hayata geçilirken değişik dilleri konuşan kabileler bir araya geldiler ve bir arada yaşamaya başladılar. Her kabile Tanrı'yı ayrı adla anıyordu. Her kabile ayrı Tanrılara inanılır zannedildi ve o şekliyle her kabile birbirini tekfir etti. Kavgaları Tanrı adına yapmaya başladılar. Zamanla siteler birleşip ayrı ayrı temsilcileri bir araya getirdiler ve her birine ayrı ayrı saygı göstermeye başladılar ve çok Tanrıcılık doğdu.
Peygamberler ortaya çıkmıştır
Peygamberler zuhur etti, bir insanın yapamayacağı işleri halka mucize olarak gösterdiler ve insanları tek Allah'a inanmaya çağırdılar. Halk bunların çoğuna inandı ve peşlerine gitti. Peşlerinden gidenler başarıya ulaştı, gitmeyenler ise helak oldu. Çünkü peygamberler çözümler üretmiştir. Peygamberler halka kendi dilleri ile hitap ediyorlardı ve sadece kendi kavimlerini uyarıyorlardı. Peygamberler zor kullanmadı. Ancak haber verdiği felaketler gelir ve onlar söylediklerinin doğruluğunu anlardı.
Peygamberler kavmîdirler ve çağdaştırlar
Her topluluğun ve her asrın bir peygamberi vardı. Dönem ve çağlarının ihtiyaçlarına göre halka yol gösteriyorlardı. Çoğu zaman bunlar aynı zamanda o topluluğun reisleri oluyorlardı. Ancak bu reislik ordulara değil de sadece inanışa dayanıyordu. Zaten insanlık henüz devlet aşamasına gelmemişti. Din otoritelerinin kullandığı tek müeyyide boykot idi. Kötü insanlara yüz vermezler ve onlarla görüşmezlerdi. Halk da onlara uyarak boykot ederdi. Böylece kişi cezalandırılırdı. Yani sosyal baskı uygulanırdı.
Bugün dahi dinlerin elinde başka bir müeyyide yoktur. Ama SSCB gibi, Çin gibi büyük imparatorlukları dize getirmektedirler.
B- İLİM DİNİ
Dinden sonra ilk ortaya çıkan müessese ilim olmuştur Zamanla insanlık ilerleyip de yeryüzü tek vatan haline gelmeye başlayınca tüm insanlığa hitap edecek bir düzen ve din anlayışına ihtiyaç duyulmuştur. Bundan sonra artık dinin kendisi ilmi olmalıdır. Bir de din artık her şeye karışmamalıdır. İnsanlar şimdiye kadar olduğu gibi sadece peygamberlerin gösterdikleri mucizelerle inanmayacaklar, akılları ve bilgileri ile onu kabul edeceklerdi. İnsanlar peygamberlerin değil de, sistemlerin peşine gideceklerdir.
İlim dini Mezopotamya'da ortaya çıkmıştır
Mezopotamya medeniyetin ortaya çıktığı yerdir. Türkçeye yakın bir
dil konuşan Sümerler tarafından kurulmuştur. Değişik kabileler gelip
buralarda yerleşmiştir. Ur Sümerlerin kurduğu kentlerden biridir. Bununla beraber buraya pek çok yerden gelmiş kabileler de vardı. Hazar Denizi'nden gelen Azeriler de yaşıyordu. İbrahim bunların arasında yetişen bir delikanlı
idi. Mezopotamyalılar yıldızlara tapıyorlardı. Her kabile kendisine bir yıldız seçmişti ona ibadet ediyordu.
Hz. İbrahim akla hitap edip tek Tanrı'ya çağırmıştır
Bir gece halk yıldızların altında herkes kendi yıldızına taparken Hz. İbrahim çıkıp yüksek sesle "Ben bu yıldıza tapıyorum." demişti. Oysa o babasının yıldızı değildi. Böylece topluluk içinde büyük huzursuzluk ortaya çıktı ve karşı çıktılar. Cevap verdi: "Çünkü benim yıldızım en büyüktür." Halk birden cevap veremedi. Ertesi gece yine ayağa kalkıp "Vazgeçtim.'' dedi. "O yıldıza değil aya tapıyorum. Zaten şimdi o yıldız görünmüyor." dedi. Halk biraz daha şaşırdı. Üçüncü gün gündüzleri halka hitap edip "Güneşe tapıyorum, çünkü en büyük odur." dedi. Akşam olunca kalkıp halka ilan ederek "Ben güneşe tapmaktan da vazgeçtim, o da yok olup gidiyor. Ben artık alemlerin rabbine tapıyorum." diyerek tek Tanrı'yı, mücerret Tanrı'yı ilan etti.
Hz. İbrahim putları kırdı: Hz. İbrahim'in bu hikayesi, tüm Mezopotamya'da dilden dile yayıldı. Hz. İbrahim bir gün herkes putlarına tapıp dağılınca, eline baltayı alıp putların hepsini kırdı ve baltayı en büyüğünün boynuna astı. Daha önceden zaten putları kıracağını bildiriyordu. Halk putları İbrahim'in parçaladığını duyunca onu sorguya çektiler. "Hayır, ben değil bu büyükleri onlara kızdı, böyle yaptı." dedi. "İnanmıyorsanız ona sorun." dedi. O zaman çok sinirlendiler ve ateş yakıp onu yakmak istediler, fakat, başaramadılar. Hz. İbrahim bir gün hükümdarla tartıştı. Hükümdara "Tanrı'ya inan.'' dedi. Hükümdar "Ben Tanrı'yım." dedi. Hz. İbrahim "Tanrı öldürür ve diriltir." dedi. Hükümdar "Ben de öldürür ve diriltirim." dedi ve iki kişiyi çağırdı, birini öldürdü diğerini sağ bıraktı. İbrahim, "Tanrı güneşi doğudan doğuruyor, sen de batıdan doğur." dedi. Hükümdar buna cevap veremedi. İbrahim bir gün halka hitap ederek, "Eğer çok Tanrı olsaydı, Çok hükümdar gibi olur, kainat fesada uğrardı. Bakınız sizin bile hükümdarınız bir." dedi. Görülüyor ki, İbrahim insanları artık mucize göstererek doğru yola çağırmıyordu. İlmi yolla onları ikna etmeye çalışıyordu. Yalnız kendi kavmine değil tüm insanlığa hitap ediyordu.
c- hukuki din
İbraniler İbrahim'in soyundandırlar
Hz. İbrahim Ur'dan ayrıldı ve Batı' ya doğru gitti. Mısır'ı ziyaret etti. Mekke'ye gitti ve bir oğlunu orada bıraktı. Sonra Filistin'e dönüp sürüleri ile oraya yerleşti. Çocukları Yusuf zamanında Mısır'a gidip yerleştiler. Böylece İsrail oğulları Azerilerden göçebe kültürünü, Mezopotamya'dan site kültürünü ve Mısır'dan da devlet kültürünü aldılar. Tek Tanrı'ya inanmış olarak çoğaldılar. İlmi düzene doğru adımlarını atıyorlardı.
Hz. Musa sarayda büyüdü. Kavmini Mısır'dan çıkardı
Firavun İsrail oğullarının çocuklarını öldürmeye başlamıştı. Hz. Musa bazı gelişmelerden sonra saraya alındı ve Firavun'un sarayında annesinin yanında büyüdü. Firavun bunu bilmiyordu. Böylece saray eğitimini aldı. Büyüyünce Firavun'dan, halkıyla göç etmek için izin istedi. İzin vermedi. Bunun üzerine doğuya doğru kaçmaya başladılar. Firavun takip etti ama yetişemedi. Kendisi helak oldu. Böylece Hz. Musa Orta Doğu'da yepyeni bir devletin temelini attı. Kardeşi Harun'u din işlerinde görevlendirdi, kendisi devlet işleri ile uğraşmaya başladı. İlk defa laik düzeni fiilen Hz. Musa kurdu.
Hz. Musa Tevrat'ı getirmiştir. Tevrat bir kanun kitabıdır
Hz. Musa'ya kadar, peygamberler kitaplar getiriyordu, hükümdarlar fermanlar çıkarıyordu. Ancak bunlar bir topluluğun tüm ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmadığı gibi, yöneticilerin de bu hükümlere uyması önerilmiyordu. Oysa Tevrat levhalar üzerinde yazılmıştı ve herkes ona uyacaktı. Hz. Musa bile ona uyacak, suç işlerse öldürülecekti. Görülüyor ki, hukuk düzenine Hz. İbrahim'den sonra ilk büyük adımı Hz. Musa atmıştır. Tevrat bir yasa olmuştur. Halk o yasalara göre yönetilecekti. Kişi hakimiyeti sona ermiş hukuk hakimiyeti başlamıştı.
Tevrat din kitabı değildi
Gerçi Hz. Musa bunu Tur Dağı'nda Allah'tan almıştı. Ancak içinde dini hükümler yoktu. Cennet ve cehennemden bahsetmiyordu. Sadece insanların dünyevi ilişkilerini düzenliyor ve cezalar koyuyordu. İlerideki gelişmelerden haber veriyordu. Sosyal düzenlemelere yer veriyordu. Dini ayin ve ibadetler ile Hz. Harun görevli idi. İsrail oğullarını kabilelere ayırmış ve devlet örgütünü oluşturmuştu. Mısır'da hapis cezaları vardı. Tevrat'ta ise hapis cezaları yoktu. Onun yerine kısas cezası vardı. Bir de hapishaneye benzer sürgünler sitesi vardı. Suçlular bu siteye sürülür ve diğer sitelerde suç işlemesi önlenirdi.
Tevrat bugün de ibret alınacak hükümler içermektedir
Tevrat, insanlığın hayat hikayesini içermektedir. Mezopotamya Medeniyeti ile Mısır Medeniyeti'nin sentezidir. Ona inanan İsrail oğulları bugün de dimdik ayaktadırlar. Geçirdikleri onca sürgün ve baskılara rağmen varlıklarını sürdürmektedirler. Ebette dört bin yıl önce ortaya konan hükümler bugün uygulanamaz. Ama o deneyimlerden bugün yararlanılır. İşte ilmi metot budur. Tüm verileri değerlendirip onları ilmin verileri ile ayıklayıp yeni sistem oluşturmak, yeni proje yapıp uygulamak ve alınan neticeye göre eksikleri tamamlamaktır. Bunu da yerinden yönetimle ve halk kendi isteğiyle yapacak, merkezi dayatma olmayacaktır.
D- DEVLETÇİ DİN
Tevrat liberal hukuku düzenledi
Tevrat'ta devlet sadece adaleti gerçekleştiren bir devlettir. Devletin savaş ve güvenlik dışında görevi yoktur. Bu Mezopotamya türü bir uygulama idi. Devlet sadece vergi alır ve kamu düzenini sağlardı. Oysa
Mısır sosyalist bir ülke idi. Tüm halk hükümdarın kölesi idi. Tüm ülke hükümdarın idi. Halk çalışır, üretir ve devlet ihtiyaca göre atıfetine göre bölüştürürdü. Hz. Musa halkı kabilelere ve sitelere ayırmakla Mezopotamya türü bir devlet kurdu. Devlet liberaldi. Merkezi yönetim yoktu. Bu bir eksiklikti. Halk büyük işler yapamıyordu. Büyük sanayi üretimi yapılamıyordu. Gemi seferleri düzenlenemiyordu.
Hz. Davut devlet işletmeleri kurmuştur
Hz. Davut Mısır'da olduğu gibi halkın elinden malı mülkü gasp edip halkı köleleştirmedi. Mezopotamya'da olduğu gibi halkı da kendi başına bırakmadı. Halkın yapamayacağı büyük işleri devlete yaptırmıştı ve devleti halka ekonomide hizmetçi yapmıştır. Bu sistem bir taraftan halk teşebbüsünü sürdürmekte diğer taraftan devleti güçlendirmekteydi. Gemilerin inşası ve gemi seferleri devlet tarafından yapılıyordu. Demircilikle ilgili tesisler devlete aitti. Dokumada standartlar getirilmiş ve böylece halk üretimi kolaylaştırılmıştır. Zırh gibi savaş araçlarını devlet yapıyordu.
Hz. Davut yargı düzenini getirmiştir
Hz. Musa hukuk düzeni kurmuş ve mevzuatı oluşturmuştu. Ancak hukuk düzeninin temeli yargıdır. Yargı müessesesi henüz çalışmıyordu. Hz. Davut ve Hz. Süleyman zamanında yargı müessesesi kuruldu. Nizalar hükümdarın huzuruna getiriliyor ve çözülüyordu. Bugün de bizim temel sorunlarımızdan biri yargıdır. Çünkü demokrasiye geçildiğinde boşluk ortaya çıktı, başkanların yetkileri daraltıldı. Bu durumda kamu düzeni tehlikeye girdi. Peygamberlerin ve hükümdarların yerine mahkemeler ikame edildi. İşte Hz. Davut ve oğlu Hz. Süleyman bunları yaptılar. Hz. Davut devletçiliği getirmekle kalmamış, laik yargı sistemini de kurmuştur. Laik yargıda hakimler ilhama göre değil, mevzuata göre ve zahiri delillere göre hükmetmişlerdir.
Dört bin yıllık dini evrim insanlığın tarihi evrimidir
Hz. İbrahim, ilmi dinden ayırmış oldu. Hz. Musa, hukuku yani yönetimi dinden ayırmış oldu. Hz. Davut da ekonomiyi dinden ayırdı. Böylece laik düzene doğru ilerlemeler devam etmiştir. Gerçi bütün bunlar peygamberler tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak gerçekleştirilen laik düzendi. Allah insanları laik düzene göre eğitiyordu. Nitekim Hz. İbrahim Medeniyetinin arkasından Grek-Romen Medeniyeti doğmuştur. Grek-
Romen Medeniyeti laik medeniyet idi. Devlet artık din adamları tarafından yönetilmiyordu.
Kemalizm Hz. Davut'un getirdiği düzenin çağdaşlaşmış biçimidir
Büyük sanayi devrimi gereği sermaye terakümü zorunlu olmuştu. Batı'da kapitalizm Doğu'da sosyalizm doğmuştur. Dünya bu çekişmeler içinde iken Türkiye orta yolu tutmuştur. Halkın yapamayacağı işleri devlet yüklenmiş, halkın yapabileceği işler ise halka bırakılmıştır. Dünya sonraları hep buraya doğru gitmektedir. Amerika'da bile uzay çalışmalarını devlet yürütmektedir. Mustafa Kemal bunu İslam kültürü ile bulmuştur.
E- LAİK DİN
Hz. İsa, din ile düzenin sınırlarını belirlemiştir
İbrani Medeniyetinde ilim, din ve ekonomi dinden ayrılmıştı. Yunanistan'da ve Roma'da ise laik düzen gelmişti. Ne var ki, bugün olduğu gibi devlet dini emrine almıştı. Baskı altına almıştı. Din ile düzen arasındaki çizgi belirlenmemişti. Hz. İsa, İsrail oğulları arasında ortaya çıktı. Gösterdiği olağan üstü halleri ile insanlığın dikkatin çekti.İnsanlığa ahlakı öğretti ve dinin sınırlarını belirledi. Böylece Tanrıya inanan, ibadetlerini yapan ve halkı eğiten bir din anlayışı belirdi. Ama devletin işlerine karışmayan, ilim, din iktisat ve yönetim ile ilgilenmeyen bir din ortaya koydu. Dini örgüt de kurmadı.
İncil'de düzene ait hükümler yoktur
Tevrat'ta dine ait hükümler yoktur. İncil'de de düzene ait hükümler yoktur. İncil insanlara huzur veren bir üslupla hep ahlakı telkin etmektedir. "Tanrı'ya usanmadan yalvarmak gerekir. Allah'tan korkmayan insandan çekinmeyen bir yargıç vardı. Bir dul kadın davacı oldu. Yargıç uzatıp duruyordu. Kadının gelip gitmesinden usandı ve davasına baktı. Şimdi sen de Tanrı'ya usanmadan yalvar ki, 'o da senin istediğini yerine getirsin." (Luka/18/1-8) Hz. İsa bu öğütleri ile halka sebatı ve işleri yarıda bırakmamayı da öğretiyordu. Tevrat'ta ise "Tanrı Musa'ya sen kendine gümüşten iki boru yap. Onlar yek pare olsun. Bunları halkı çağırmak için ve savaşı ilan için kullan, dedi." (Adad/12/1) İncil kişiyi eğitiyor, Tevrat düzeni kuruyor
Hz. İsa Hz. Musa'nın da ahirete inandığını söylemektedir
Hz. İsa hep öldükten sonra cennet ve cehennemden bahsediyordu. Yahudiler itiraz ettiler. "İncil Tanrı'nın sözleri değildir. Tevrat'a benzemiyor. O cennetten ve cehennemden bahsetmedi." dediler. Hz. İsa cevap verdi. "Musa da Tanrı'ya inanıyordu. Çalılardaki ateş ona demişti ki 'Ben yerlerin ve göklerin Tanrı'sıyım. Atalarının İbrahim'in, İshak'ın ve İsmail'in rabbiyim.' demişti. Oysa onlar ölü idiler. Eğer yok olsaydılar onların Tanrı'sı olamazdı." Böylece Hz. İsa Tevrat'ta ahiretten açıkça bahsedilmeyişinin nedeni olarak ona inanılmadığı için değil, şeriatta ahiret korkusu ile hareket edilemeyeceğini anlatıyordu. Yani laiklik gereği Tevrat'ta dini müeyyideler yoktu.
Hıristiyanlık sonra devlet dini olmuştur
Hıristiyanlık önce çok büyük zulüm gördü. Üç dört asır yer altında
kentler kurarak gelişti. Ama sonunda Roma imparatorluğu mağlup oldu ve
Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etti. Doğu'da devlet dine hakim oldu.
Batı'da ise Batı Roma imparatorluğu yıkılıp krallıklar ortaya çıktı. Dini
kurumlar, devletleri emri altına aldı. Hz. İbrahim Peygamberden beri
olgunlaştırılan laiklik böylece yok oldu. Laiklik sonraları yeniden İslam Dini
ile ortaya çıkacaktır. 53
Din ile düzen toplumun ayrılmaz iki tarafıdır
Nasıl bir kumaşın iki yüzü varsa, din ile düzen de böyle bir kumaşın iki yüzü gibidir. Birbirinden ayrılamaz ve koparılamaz. Biri diğerine hakim olamaz. Din kişileri ahlaklı ve becerikli olarak yetiştirecek, düzen ise bu ahlaklı kişileri malzeme yapıp sosyal örgütü oluşturacaktır. Malzemesiz inşaat yapılamayacağı gibi inşaatta kullanılmayan malzeme de işe yaramaz. İsa Peygamber bu iki sosyal müessese arasında denge kurmakla yükümlü idi.
f- içtihat dini
Laik düzen bütünüyle İslamiyet ile oluşmuştur
Hz. İbrahim ilmi dinden ayırdı. Hz. Musa hukuku dinden ayırdı. Hz. Davut ekonomiyi dinden ayırdı. Hz. İsa ise din ile düzen arasındaki sınırı çizdi. Dini laikleştirdi. Bütün bunlar iki bin yıldan fazla bir zamanda ayrı ayrı yerlerde gerçekleşti. Gerçi bütün bunlar İsrail oğulları içinde başarılmıştı. Ancak birlikte tek devlet içinde uygulanmamıştı.
Peygamberlerin tarihleri de gölgelenmişti. Esatirler ve efsaneler karışmıştı. Kitaplara hikayeler karışmış ve tahrif edilmişti. İnsanlık bütün bu gelişmeyi bir kitapta görmek ihtiyacında idi. Bir devlette de bir arada uygulamayı görmeliydi. Bunu İsrail oğulları dışında son peygamber gerçekleştirdi.
İslamiyet Mekke'de doğmuştur
Hz. İbrahim oğlu İsmail'i Mekke'de bırakmıştı. Mekke Arabistan'ın merkezi olmuştu. Mekke halkının çoğunluğunu oluşturan Kureyş tüccardı. Dünya ile ilişkisi vardı. Arabistan devlet aşamasına gelmemişti. Saf ve gelişmiş bir Arapçası vardı. Mekke tüm Arabistan'ın merkezi idi. Arap kabilelerinin putları Mekke'de eski bir mabet içinde toplanmıştı. Herkes kendi putuna tapıyordu. Hz. Muhammet İsmail'in neslinden doğmuştu. Yetim olarak büyümüştü. Kırk yaşına geldiğinde Hz. İbrahim gibi putlara karşı çıktı. İnsanları tek Tanrı' ya davet etti. Mucize olarak da Kur'an'dan parçalar okumaya başladı. Medine'ye göçe zorlandı ve Medine'de site devletini kurdu. Bu sitenin özelliği tüm dinlerin barış içinde birlikte yaşaması idi.
Medine Sözleşmesi ilk uzlaşma anayasası olmuştur.
Tevrat ve İncil'de bahsi geçen kıssalar-hikayeler Kur'an'da da anlatılıyor ve insanlık yeniden tek Tanrılı İbrahim dinine çağırılıyordu. Site yönetimi çoklu hukuk sistemine dayanıyordu. Değişik kabileler kendi hukuklarını uyguluyorlardı. Hz. Muhammet kabileler arasında çıkan ihtilafları çözüyor, iç işlerine karışmıyordu. Müslümanları da kabile-akile adı altında siyasi gruplara ayırmış ve her birini dayanışma içine sokmuştu. Kan davalarını kısasla, af halinde ise tazminatla halletmişti. Tazminatın ödenebilmesi ve kısastan vazgeçirilebilmesi için de diyetleri sosyal gruplar (kabileler-akileler) ödüyordu.
Kur'an her devirde ve her toplulukta geçerli olan hükümleri koydu.
Teferruata inmiyor, mekanizmaları getirmiyordu. Örneğin, katip ve soruşturmacıdan bahsederken "Bunlar zarara sokulmaz." diyor ama bunun sokulmama şekli Kur'an'da gösterilmiyordu. İşte Tevrat ve İncil'den farkı bu idi. Tevrat'ta teferruatıyla mekanizmalar anlatılıyordu, fakat, hukuktan hiç bahsedilmiyordu. Kur'an'da ise esaslar bahsediliyor, fakat, teferruata girilmiyordu.
Mekanizmalar ise peygamber tarafından üretiliyor ve uygulanıyordu. Sonra bu uygulamalar sünnet adı altında toplanacak ve şeriat olacaktı. Bu neden böyle yapılmıştı? Çünkü Kur'an, sadece bir çağın ve bir topluluğun kitabı değildi. Her topluluğun ve her çağın hükümleri ayrı idi. Bununla beraber değişmez hükümler vardır. İşte Kur'an bu hükümleri içermekte idi.
Topluluklar ve çağlar ise kendi hukuklarını kendileri üreteceklerdi. Kur'an
bütün bunları çok açık bir şekilde anlatıyor, Kur'an'ın bütün insanlara
gönderildiğini bildiriyor ve artık peygamberliğin bittiğini ilan ediyordu.
Serbest sözleşme sistemini getirmiş böylece topluluğu kendi yönetiminde
serbest bırakmıştı. Peygamber kendi zamanında Arabistan'da ulus devlet
oluşturmuştu.
Kur'an dini devleti ortadan kaldırmıştır.
Kur'an'da iki türlü hüküm getirilmiştir. Dini hükümlerde kişiler serbest bırakılmıştır. Resmi dini yorumculuğu kaldırmıştır. Resmi dini görevliliği teşri etmemiştir. Hz.
İbrahim'in, Hz. Musa'nın, Hz. Davut'un ve Hz. İsa'nın yaptıklarını bir araya
getirerek uygulamıştır. Esasları da bir kitapta toplamıştır. Kur'an'da bütün
kitapların esasları vardır. İlk dört halife zamanında devlet yönetimi cumhuri
iken sonra tekrar saltanata dönmüştür. Bununla beraber, devlet ilmi, dini ve
mesleki faaliyetlere karışmamıştır. Hukuk ilmi ise tamamen serbest olarak
gelişmiştir. Değişik dinde olanlar bir devlet içinde yaşamaya devam etmiştir.
İnsanlık başlangıçta mistisizm içinde yaşıyordu. Hz. İbrahim müspet ilimle
rasyonalizm ve pozitivizmi getirmişti. Hz. Muhammet vahyin yerine içtihadı
yani ilmi ikame etmişti. Hakimler ilme göre hükmedeceklerdi. Tabii hukuk
esas alınmıştı. İslamiyet süratle gelişip Çin sınırlarına dayandı. Çin o zaman
süper devletlerden biri idi.
Talas'ta pozitivizmle mistisizm çarpışmış ve Müslümanların zafer kazanması ile pozitivizm dünyaya hakim olmuştu. Bugünkü dünya o sayede oluşmuştur. Müslümanlar, daha İslamiyet'in ilk asrında süper güç olmuşlardı. Bir daha mistisizm İslamiyet'le savaşmadı. İslamiyet bundan sonra Avrupa Hıristiyanlığı ile çatışmaya girdi. Avrupa Haçlı Ordularını kurarak kaybettiği toprakları geri almak istemiştir. Oysa onlar da o toprakları daha önce başkalarından almışlardı. Halkları zorla Hıristiyan yapılmışlardı. Oysa Müslümanlar aldıkları yerlerdeki halkları kendi dinlerinde serbest bırakıyorlardı. Avrupa içte kilise ile savaşa girişmiş, İslamiyet'teki çoklu sistemi ateizm içinde gerçekleştirmek istemiştir. Böylece Avrupa'da ateist bir laiklik doğmuştur. İslamiyet'in etkisi ile gelişen müspet bilim Batı'da sanayiye uygulanmış icat ve keşiflerle maddi güç elde edilmiştir. Bu güç ile müspet bilimde de büyük ilerlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu gelişmeler ateizmin propagandasında kullanılmıştır. 18'inci asırdan başlayarak 19'uncu asırda ateizm doruk noktasına çıkmış, insanlık Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını yaşamıştır. 20'nci yüzyılın ikinci yarısında ateizm terk edilmiş ve yeniden laiklik içinde dine dönüş başlamıştır. Ateizme dayanan Sosyalizm yıkılmıştır. Marks'ın sosyalizmi
terk edilmiştir. Dünya henüz yeni dünyada dinin yerini belirlemiş değildir. Birçok ülke laikliği de terk etmeye başlamıştır. Çoğunluk demokrasisi ile laiklik arasında çelişki vardır. Çoğunluk demokrasisinde ekseriyetin dediği olacaktır. Oysa laiklik herkesin kendi inanışı içinde yaşaması demektir. Bu çelişki nasıl giderilecektir? Dünya bunun çözümünü aramaktadır. Gidiş şudur ki, bir devletin içinde değişik din ve mezhepler yaşayacaktır. Devlet yönetiminde bunlar etkili olacaktır. Ancak bir din veya mezhep hakim olmayacaktır. Bu da ancak çoğunluk sistemi yerine nispi sistemle çözülebilir. Yeryüzünde bugün hakim olan birkaç din vardır. İslamiyet'te Sünnilik ve Şiilik, Hıristiyanlıkta Katoliklik Protestanlık ve Ortodoksluk. Doğuda Budizm ve Hinduizm. Bunların hepsi etkinliğini yitirmişlerdir.
g- dinde ilmileşme
Başlangıçta her sosyal müessese dine dayanıyordu. Mistisizmle oluşuyordu. Tanrı'dan aldıkları güçle veya yaratılışla üstün insan kabul edilen kimselerin dediklerini yapıyor ve başarılı sonuçlar alıyordu. Böylece ya dini cemaatler oluşuyor ve binlerce yıl sürüyor, veyahut siyasi topluluklar oluşuyor ve yüzlerce yıl yaşıyorlardı. Hz. İbrahim ilmi, Hz. Musa hukuku, Hz. Davut ekonomiyi dinden bağımsız hale getirmiş, Hz. İsa da laik din anlayışını tedvin etmişti. Hz. Muhammet ise dindeki vahiy, Tanrı'dan haber alma müessesesinin yerini içtihada bırakmış, toplulukların serbest sözleşmelerde oluşacağı ilkesini koymuştu. Peygamberliğin ve vahyin sonra erdiğini ilan etmişti. Avrupa'da ise ateist bir medeniyet oluşturulmaya başlanmış ve sonunda dinsiz bir medeniyetin olamayacağı sabit olmuştur. Önce İslam Medeniyeti hukuku mistisizmden çıkarmış ve ilmileştirmiştir. Bu arada dil de müspet ilim usulü ile incelenmiştir. Batı müspet ilim metotlarını önce ilimde sonra teknikte uygulamış ve çok büyük ilerlemeler kaydetmiştir. İlmin baş döndürücü başarısı sonunda ateizm doğmuştur. Ne var ki, Batı müspet ilmi sosyal ilimlerde yeteri kadar uygulamamıştır. Bununla beraber her sahada ilmi usulü uygulamak için çaba sarf etmektedir. Ekonomide ve yönetim de ilim esas olmaktadır. Henüz başarılı sonuç alınmamıştır. Bu arada dinler ise ilme karşı kuruluşlar olarak takdim edilmiştir. Ancak bugün artık bütün dinler kendi varlıklarını koruyabilmeleri için dinin esaslarını ilmi bir şekilde açıklamaya başlamışlardır. Dinlerin ilmileşmesi için yapılmakta olanlar, dini esasların ilim yolu ile izah ve ispatıdır. Bütün dinlerde ortak olan hususlar vardır. Tanrı inancı, öldükten
sonra yaşama inancı, vecibeleri içeren ibadetler ve dini yasakları içeren haramlar. Dinler bu dört ortak verinin ilim ile izah edilip doğruluğunu gösterme çabasına girişmişlerdir. Bu verilerin doğruluğu ile ilmi verilere uygunluğu ise bu verilere uyulduğunda elde edilen yararlar ortaya konulmakla gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu faydacılık ilkesi ile birçok doğu dinleri de Batı'da yayılmaya başlamıştır. Dinlerin ilmileşebilmesi için dini verileri ilimle açıklamak yetmez, dini verileri ilme göre ve çağın ihtiyaçlarına göre yorumlamak da gerekmektedir. Yani eski dini metinlerde yanlış arama yerine, o metinlerin o zamana göre onlar için öyle anlaşılması, şimdi ise bu bizim anladığımız gibi anlamamız bizim için doğrudur, şeklinde bir anlayıştır. Böylece bu hem eskiden kopmayı önlüyor ve inançsızlığı getirmiyor, hem de yeni anlayışla dinlerde dinamizm doğuyor. İşte İslamiyet'in getirdiği içtihat ve icma sistemi ile bütün dinler çağdaşlaşabilmektedir. Mustafa Kemal bu hususa Balıkesir Konuşması'nda işaret ederek "İslamiyet en ileri dindir, çünkü içtihat müessesesini getirmiştir." diyor. İslamiyet bu hususta; Kitapta muhkem ve müteşabih ifadeler olduğunu, muhkem ayetlere uyulacağını müteşabih ifadelerin ise ilimle yorumlanacağını; ilimle de yorumlanamayanların kitapta korunacağını, ama uygulama bakımından şimdilik terk edileceğini, ileride anlaşıldığı zaman uygulanacağını çok açık bir usulle kabul etmiştir. Bu usul ve kural Kur'an için zorunludur. Diğer dinler içinde kendi kitaplarında buna aykırı bir husus bulunmamaktadır. Demek ki, gelecekte bu usulü kabul eden dinler de ilmileşebilecektir. Gidiş bu yöndedir. İlim bulacak, din halka onları inandıracaktır.