GURBET DERGİSİ-MAKALELER
Süleyman Karagülle
1125 Okunma
İSLÂMDA İKTİSADİ NİZAM

                                    İSLÂMDA İKTİSADİ NİZAM

                               Yük. Müh. Süleyman Karagülle

 

                    gurbet dergisi yıl-1 sayı-8  15 şubat1966-

 

         Kâinat: mekânda, zamanın varlığı; (12)

Maddede, kudretin tesiri; (14)

Canlıda, hayatın gayesi; (16)

İnsanda, şuurun idaresi; (18) olmak üzere dört rükne dayanır.

İnsan kâinatı değil, kâinatın şuura olan  tesirini bilebilir. Bildikleri takribi ve ihtimalidir.                        

İnsan: ilimde, dil ile doğruyu düşünen; (22)

imânda, sanat ile güzeli duyan; (24)

iktisatta, teknik ile faydalıyı yapan; (26)

Cemiyette, hukuk ile iyiyi yaşıyan; (28) bir varlıktır.

İçtimaî müesseseler, ferdî davranışların istatistikî muhassalalarıdır. Fert, bu muhassalalar içinde muhtardır.

Kâinat, müsbet ilimlerin; insan ise içtimâi ilimlerin mevzuudur.

İktisat, insanların fi’li münasebetleri neticesinde meydana gelen İçtimaî müessesedir. Tekniğe dayanır. Mevzuu, istihsal ve istihlâktir. Gayesi, faydayı çoğaltmaktır. İhtimali muhassala esaslarına dayanan kanunları vardır. Hata, kanunu tam olarak bilmeyişimizden, şartları iyi tâyin edemeyişimizden veya ihtimali muhassalayı verecek kadar bir çokluğun olmayışından ileri gelir

    Dil,iktisadi münasebetlerde anlaşma vasıtasıdır.

Sanat, arz ve talebe müessirdir.

Teknik, iktisadın mesnedidir.

Hukuk, İktisadî faaliyeti düzenliyen nizamdır.

İlim, İktisadî ve teknik faaliyetleri dirije eder.

    Din, cemiyette İktisadî ahlâkın yapısını kurar.

    Teşkilât, İktisadî faaliyetin şekli ve müeyyidesidir.

Usûlü, evvelâ meseleleri vaz etmek, sonra her meseleye Kur’ana dayanarak çözüm yolu aramak, çözümleri birleştirerek sistem kurmak, ve sistemin içinde diğer çözülmemiş meseleleri çözmekten ibarettir. İslâm müçtehitlerinin yolu budur.

Kâinat, küllî bir nizamdır. Her varlığın, her fert, uzuv, şey ve sistemin bu küllî nizam içinde yeri ve vazifesi vardır, insanın da kâinat ve cemiyet içinde yeri ve vazifesi vardır.

İnsan, çalışmak için yaratılmıştır. (32)

İnsana, çalıştığının karşılığı verilir. (34)

İnsan, karşılık için çalışır. (36)

 

İlk insan aileler halinde yaşıyordu, fert halinde yaşıyan insan yoktu. Kadın evde yemek yapıyor, temizlik işleriyle uğraşıyor, çocuk yetiştiriyor ve evde yapılan işlerde kocasına yardım ediyordu. Vücut, ve ruhî yapılışı ev işlerini yapmaya müsait olmayan erkek ise dışarda iş yapıyordu. Av avlıyor, meyva topluyor ve mütecavizlere karşı koyuyordu. Bu ilk insan hürdü, fakat büyük zorluklarla karşı karşıya idi.

a-Av ve meyva bulamadığı günlerde açlıkla karşı karşıya idi.

b-Bol av ve meyva topladığı günler ise fazlasını kullanamadığı için atıp çürütüyordu.

c-Bazı malları bol bulabiliyor ve bazı malların sıkıntısını çekiyordu.

İnsanları bu sıkıntıdan kurtarmak için Allah, peygamberleri gönderdi ve mübadele nizamını kurdu.

İnsanlar akşamleyin eve dönerken ibadet yerlerine gidiyor, hem Allaha tapıyor, hem ellerindeki malları değiştiriyorlardı. Kendisinde fazla olanı veriyor ve olmayanı alıyordu. Fazla mallarını ise bozulmaz ve çürümez mallarla değiştiriyor, eve getirip depo ediyordu. Sonra av avlayamadığı, meyva toplayamadığı günlerde tekrar mabede gidiyor ve günlük ihtiyacı olan mallarla değiştiriyordu.

Bu değiştirmenin muhite teşmil edebilmesi için haf-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

tada bir gün meydanda toplanılıyor, hem haftalık  ibadetler icra ediliyor hem de mallar daha geniş çevre içinde mübadele ediliyordu.

Bu mübadelenin daha geniş olarak memleket halkına teşmil edilmesi için dinler, senede birkaç günü, hac günü olarak ilân etmişti. İnsanlar, her taraf

tan gelerek senede bir, bir yerde toplanarak yıllık âyinlerini icra eder, ve ellerindeki malları mübadele ederlerdi.

İşte namaz ve hac ibadetlerinin İktisadî mânası bu idi.

Beşeriyet geliştikçe tüccar sınıfı ve para doğdu. Halk, malı pazara götüre-

 

ceği yerde, tüccar malı iş yerinde alıyor ve halkın ayağına götürüyordu. Erkek, çalışıp elde ettiği malı, hemen ilk fırsatta satıyor ve eve para ile dönüyordu. Sonra satış yerlerine giderek istediği malı satın alıyordu. Böylece ilk iktisadi deveran başladı.

Mal, iş yerinden pazara, pazardan eve geliyor, bunamukabil para evden pazara, pazardan iş yerine gidiyordu. Oradan tekrar eve dönüyordu. Para, mala kanallık vazifesi görüyor, iş yerinde kazanç, pazarda kâr, evde ihtiyaç bu deverânı besliyordu.

Bu mesut nizâma bazı hastalıklar ârız oldu:

a-Para pazarda tüccarın elinde toplandı. Halkın elinde para kalmadı ve dolayısiyle İktisadî deveran durdu.

b-Halk, zengin ve fakir diye ikiye ayrıldı ve zenginler fakirleri ezmeye başladı.

c-Halkta işsizlik ve parasızlık sefâleti doğurdu.

d-Zenginlerdeki bol para ise onları sefâhata daldırdı.

Böylece İktisadî çağlardan üçüncünün de ömrü sona erdi.

Allah, yeniden peygamberler gönderdi ve zekât müessesesini tesis etti.

Allah’ın emirleri ile:

1— Ticarî malların saklanıp gizlenmesi yasaklanmıştır.

2— Tüccar sermayesinin kırkta birini her yıl devlete verecektir. Tüccar bunu kazansa da, zarar etse de verecektir. Evinde parayı toplayıp yığanlar da zekâta tâbidir.

3— Devlet toplamış olduğu bu parayı fakirlere ve yoksullara dağıtacak ve yol, kervansaraylar yapacak, borçluların borcunu ödiyecektir ve kölelerin azat edilmesi için harcanacaktır.

 

4 — Mallar israf edilmiyecektir.

 Bu emirlerin tatbiki ile yeni bir İktisadî nizam doğdu.

Tüccar, kâr etse de zarar etse de zekâtını vermek mecburiyetinde olduğu için elindeki paralar yavaş yavaş erimeğe başladı. Devletin almış olduğu para halka dağıtıldı. Halk eline geçen para ile pazara gitti. Tüccarlar malını sattı, sipariş aldı. Böylece halk iş buldu. Tekrar eski İktisadî deverân yeniden canlandı. Devlet münâkale imkânlarını da geliştirdiği için bu İktisadî deverân daha da şiddetlendi ve gelişti. Tüccar, servetinin zekâtını ödiyebilmesi için küçük kârlarla ve son gayretle çalışmak mecburiyetinde kaldı. Bolluk ve bereket yine ülkeleri nimetlere gark etti. İşte bugünkü dünya medeniyeti bu zekât müessesesinin neticesidir. Ve Allahın bir lütfudur.

Bu devrin altın çağına da hastalıklar ârız oldu. Bu hastalıklara sebep fâizdir. Halk mal ticareti yerine para ticaretine başladı. Para vasıta iken gaye haline geldi. Halk tasarrufa meyletti, tefecilik aldı yürüdü. Memleketi karaborsa sardı. Halk tekrar borçlu ve alacaklı diye iki sınıfa ayrıldı.

Ticaret ve iş yerleri tekellerin eline geçti, işsizlik arttı. Bir taraftan sefahat, diğer taraftan sefalet, bir taraftan vurgunculuk, diğer taraftan iflâslar, israf, enflâsyon ve deflâsyon birbirini kovaladı.

Neticede insanlık büyük iktisadi krizler geçirmeğe başladı. Devlet müdahale etmek mecburiyetinde kaldı, devletçilik doğdu.İşler yürümedi, diktatörler türedi, halk isyan etti, komünizm doğdu.

Allah, Kur’anda bu hastalığın şifasını bildirmiş bulunmaktadır:

1— Zekât müessesesi,

2— Karz-ı hasen müessesesi.

Gelecek yazımızda, komünizmi doğuran fâiz, ondan sonraki yazımız da onu yok edecek zekât ve daha sonra da fâizsiz banka tetkik edilecektir.

DİPNOTLAR;

(12) Alemlerin Rabbi, zaman ve mekân âlemini var edip durduran demektir (Kur’an: 1/2)

(14) Rahman, madde ve enerji âleminde tesir etme imkânlarını bahşeden demektir. (Kur’an: 1/3)

(16) Rahîym, nebatât ve hayvanâtı sa’yi ile mükâfatlandıran, karşılığını veren demektir. (K: 1/3)

(18) Din gününün maliki, insan ve şuurun iradesi ile yaptığı işlerden dolayı suale çekip karşılığını veren kimse demektir. (1/4)

(22) Sana ibadet ederiz derken, ilmimizle seni tanıyacak ve gösterdiğin yolları öğreneceğiz, öğreniriz demiş oluyoruz. (K: 1/5)

(24) Senden istiâne ederiz derken de imanımızı ve imanî kudretimizi senden alırız, sana teslim oluyoruz demiş oluruz. (K: 1/5)

(26) Bize doğru yolu hidâyet et derken, Allahtan

iyi amelleri talep etmiş oluyoruz. İktisadî faaliyetimizin iyi olmasını dilemiş oluruz. (K: 1/6)

(28) Gazâba uğrayanların, ne de şaşırmış olanların değil kendilerine iyilik ettiğin kimselerin yoluna, sözü ile de cemiyet içindeki yaşayışımızın sağdakilerle beraber olmasını niyaz ederiz. (K: 1'/)

(32) Cin ve insanı bana kulluk etmelerinden başka bir şey için yaratmış değilim. Ben onlardan bir rızık istemiyorum, bana yedirmelerini de dilemiyorum. (K: 51/57-56)

(34) insan için sa’y’inden başka bir şey mevcut değildir, say’i ileride görülecek ve sonra karşılığı tas-

tamam olarak verilecektir. (K: 53/39-41)

(36) Kötülük yapan, kendine yapmış olur. (K: 4/ 111). Doğru yolu tutan kendine tutmuş olur (K: 10/108). Şükreden kendisi için şükretmiş olur (K: 27/ 40). Arınan kendisi için arınır (K: 31/12). îyilik eden kendine iyilik etmiş olur (K: 41/36).