ASRIMIZIN İLİMLERİ
Ve islam
Y. Mühendis Süleyman Karagülle
15 haziran 1965-gurbet dergisi yıl-1 sayı-4
İSLÂM VE ASTRONOMİ
İslâmiyet “Kâinat yerimizden çok büyüktür. Gözlerin baktıkça bıkkınlıkla geri döneceği bu uçsuz bucaksız kâinat, arzımıza göre, yedi tabakadan ibarettir. Gök cisimlerinin hareketleri hesaplıdır, hiçbiri yürüyüşünü ve mahrekini değiştirmez. Bunlar kimsenin kaderi için dönmedikleri gibi kimsenin matemine de iştirâk etmiyorlar” diyor. Bir de yakın zamanlara kadar aksini düşünenleri dinliyelim: Bunlar, "Arz, kâinatın merkezidir. Gök yedi tabakadan değil, yedi kattan ibarettir. Yıldızlar gelişi güzel insanların kaderi için hareket ediyorlar” diyor ve bir sürü hurâfe ve efsaneler uyduruyorlardı.
İlim, bütün bunların saçmalığını ortaya koydu ve İslâmiyetin iddialarını isbatetti. O devrin filozofları da ifrattan tefrite kaçıyor ve: “Kâinatta her olay hesaplı, tabii bir akışın neticesidir. Riyazi ve fizikî malûmatımız genişledikçe, bütün hâdiseleri önceden bilmek imkânını elde etmiş olacağız. Bugün, binlerce sene sonra tutulacak güneşin tutulma zaman ve şeklini biliyor ve hesap edebiliyorsak, ileride de yirmi sene sonra yağacakyağmurun şekil ve zamanını bileceğiz" diyorlardı.
İslâmiyet “Hayır!" diyordu; ‘‘Bunlar Allah’ın bilgisi dairesindedir; siz hesaplıyamazsınız.'
İlim, ‘-Yağmur ihtimaller kanununa göre yağar. Binaenaleyh, birçok olay gibi, yağmurun da zaman ve şiddetini önceden hesap etmek mümkün değildir.” neticesi ne vardı ve İslâmî ididaların zaferini ilân etti.
İSLÂM VE JEOLOJİ
İslâmiyet, ‘ Kâinat başlangıçta su gibi idi, ve altı devir geçirerek bugünkü halini aldı. Dünya bu altı devrini iki bölümde tamamladı. Evvelâ kara ve deniz teşekkül etti. Sonra nebat gibi ilk canlılar meydana geldi. Sonra kuşlar ve memeliler görünmeğe başladı. Nihayet insan, en sonunda yaratıldı.’’ demekte ve kâinatı bu hale getirenin kim olduğunu sormaktadır. Tevrat ve Kur'ânın bu izahlarını,devrin filozofları reddetmiş ve,
“Kâinat, ezelden beri gele durmakta olan bir kuruluşla şimdiki halini muhafaza etmekte ve bir yaratıcıya muhtaç olmaksızın daimî bir devir içinde devam edip durmaktadır. Babadan çocuk meydana geliyor; çocuk büyüyüp baba oluyor; tekrar çocuk, tekrar baba... ve böylece başlangıcı ve sonu olmı - yan silsile halinde oluşlar tekerrür ediyor.” iddiasında bulunmuşlardı.
İlim,”Kainat başlangıçta nebülöz adını verdiğimiz sis gibi bir ortamdan ibaretti. Dünyamız iki bölümde teşekkül etti. Bir hayat öncesi bölüm ki bu iki devirden ibarettir. Diğeri de hayatlı bölüm ki buda Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü zaman olmak üzere dört devirden ibarettir. Hayvanlar tekâmül sı rasına göre bu devirlerde ortaya çıkarlar İnsan dördüncü devirde görülmeğe başlar.” neticesine varmış ve devri dâimcileri susturmuştur.
İSLÂM VE BİYOLOJİ
İslâmiyet, “İnsanlar ve cinler bir araya gelse bir sineği dahi var edemezler.” Bu fikir birçok kimseler tarafından mânâsız karşılanmış, cansızlar gibi canlıların da lâboratuvarlarda istihsal edilebileceği iddia edilmiştir. Devri dâim makinesini keşfe çalışan zavallılar gibi canlıyı lâboratuvarlarda elde etmeğe uğraşan cahiller hâlâ görülmektedir. Bugün ilmen anlaşılmıştır ki:
“Bir canlı basit bir cisim olmayıp karışık bir organizmadan ibarettir. Henüz uzviyetin sırrını değil, kendisini dahi tam olarak bilmiyoruz. Bir gün canlının bütün çalışma şeklini tam olarak öğrenebilsek dahî, karışıklığı ve küçüklüğü, bunu yapmamıza engel olacaktır. Kaldı ki canlılarda bir gaye illetinin intikali mevzuu bahistir. Halbuki biz hiçbir zaman bir gaye illetini elde etmiş, bulmuş, keşfetmiş değiliz. Biz sadece vücut illetini biliyor ve kullanıyoruz. Bu ise canlıyı var etmek için kâfi değildir. Yani canlının sadece şimdiye kadar lâboratuvarda elde edilmediği hakikati değil, edilemiyeceği hakikati da ilmen sabit olmuş gibidir. İslâmîyet, “Nebatlar , da sizin gibi erkekli dişilidir. Daha birçok sizin bilmedikleriniz vardır ki bunlar da erkekli dişilidir. Rüzgâr, telkih edicidir.” Bu hakikatlar ancak ondokuzuncu asırda anlaşılmış ve ilim, “Tek hücreliler de dahil olmak üzere mantarlar hariç, diğer bütün canlıların erkekli dişili oldukları, dişi ve erkek hücrenin birleşmesi ile yeni canlının teşekkül ettiğini..." keşfetti. Eskiden bilinmiyen birçok küçük canlıların mevcudiyetini mikroskop sayesinde keşfetmekle kalmadı, henüz göremediğimiz, bilemediğimiz bir çok daha küçük canlıların (virüslerin) mevcudiyetini de orta ya koydu. Rüzgârın, çiçeklerin tozlaşmasındaki rolü tamamen açıklandı. Canlının erkek veya dişi olarak teşekkülünün belli bir sebebe değil, ihtimaller kanununa bağlı olduğu ilmen anlaşıldı. İslâmiyet te bunu iddia etti ve bir kimsenin erfkek mi veya dişi mi doğuracağının önceden bilinemiyeceğini söyledi. Hâ kezâ canlının ömrü için de aynı şeyler söylenebilir.
İSLÂM VE PSİKOLOJİ
İslâmiyet, ‘-Ruh, mahiyeti insanlar tarafından bilinemiyecek bir şeydir. Onu yalnız Allah bilir” demektedir. O devrin filozofları işe devamlı olarak ruhun mânâ ve mahiyetini keşfe çalışıyor; sayısız nazariyeler ortaya atıyorlardı. Ondokuzuncu asrın ilmi ise,
-İnsan ancak gördüğü veya benzetebildiği bir şeyi idrâk edebilir. Ruh görülemediği gibi benzerini de insan görmüş değildir. Öyleyse ruhun mânâ ve mahiyetini idrâke çalışmak fuzulî bir gayrettir. Biz ancak ruhun tezahürlerini veya diğer bir tâbirle, ruhsal olayları tetkik eder ve öğrenebiliriz.’' neticesine varmıştır.
İSLAM VE SOSYOLOJİ
Eskiden cemiyet hâdiselerini daima fertlerle izah ve cemiyetin tekâmül ve tedennisini, zafer ve mağlûbiyetlerini fertlerin kabiliyet ve hareketlerine hamlederlerdi. Halbuki İslâmiyet cemiyeti bir realite olarak kabul ve (Her milletin bir ömrü vardır.) hakikatini ilân etti. Cemiyet hâdiselerinde yalnız fertleri değil, cemiyeti toptan mesul tuttu. "O gün her millet önderleri (imamları) ile beraber çağırılır" bugünkü sosyoloji ilmi de yalnız bu esasa dayanır.
Bu verdiğim misaller ilmin, İslâm düşünüş ve kanaatlerini isbatta gördüğü hizmete aittir. İlmin daha büyük diğer bir hizmeti vardır ki neticeleri saymakla bitmez. Bu da İslâmiyetin getirdiği ahkâmın tamamen ilme istinat etmesidir. Meselâ, sünnetin teşri edildiği devirlerde sünnetsizlerin rahim kanserine sebep oldukları değil, kanserin varlığı ve ve ne olduğu dahi bilinmiyordu.