Yazarlar gladyatör değildir!
21.12.2010
Bursa’daki Yeşil Türbe’de, bu rengin kırk değişik tonu vardır.
Bir ressama ‘Bu tonları bize resmet ama eline sadece iki boya vereceğiz: Siyah ve beyaz!’ derseniz, ressam size güler.
Başka bir ressama doğadaki renk alaşımlarını, kelebek kanadından alaca şafağa kadar uzanan o muazzam renk cümbüşünü, sadece siyah ve beyaz boyayla tasvir etmesini teklif etseniz, yüzünüze hayretle bakar ve sizinle alay eder.
Bu çok açık ve herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek ve kabul edilecek bir gerçek.
Ama her konuda olduğu gibi somut alanda kolayca görülebilen bu basit gerçekler, soyut alana geçtiği zaman bir anlayışsızlık, kavrayışsızlık hatta kusura bakmayın, bönlükle karşılaşıyor.
Temel soru şu:
Madem doğanın renklerini iki renkle ifade edemiyoruz, o zaman hayatın karmaşıklığını nasıl siyah ve beyaza indirgeyebiliriz?
Toplumsal ve siyasal hayatın, belki doğanın renklerinden daha da karışık olan nüanslarını, ayrıntılarını, bloklaşarak, bir ideoloji ya da cepheye körü körüne bağlı kalarak anlamak mümkün mü?
Yazdığınız gazetenin meşrebine, görüştüğünüz çevrenin dedikodularına, yakın olduğunuz partinin çıkarlarına, önyargılarınıza ve emir-komuta zincirine uyarsanız size düşünür değil, gladyatör derler.
Çünkü düşünen insan hiçbir şeyden ‘son derece emin’ olmaz, klişelerden, sloganlardan tedirgin olur, araştırır, okur, ‘acaba?’ sorusunu sorar durmadan.
Montaigne, ‘Bana doğru gibi gelen hiçbir fikir yoktur ki aynı zamanda yanlış gibi de gelmesin’ der.
Büyük Montaigne bile böyle düşünüyorsa, kimi küçük insanların kendilerinden son derece emin tavırlarına ne demeli?
Ne deneceğini yukarıdaki cümlede söylemiş oldum işte: Küçük insan.
***
Gazeteleri okuyup, televizyonları izledikçe içime bir hüzün çöküyor.
Benim sevgili memleketimin entelektüel seviyesi bu mu diye.
Allah’tan birkaç saygın yazar ve düşünür hâlâ var da yaralarımıza merhem sürüyor.
Yoksa hepten bir kültür çölünde susuzluktan öleceğiz.
***
Doğanın renklerini siyaha ve beyaza boyayarak anlatamayacağımız gibi, hayatın karmaşıklığını da bu kadar şematik ve slogancı bir üsluba indirgeyemeyiz.
Bırakın siyasetçiler yapsın bunu.
Çünkü onların işi bu.
Ama siz kendinize yazar, bilim adamı gibi sıfatları uygun görüyorsanız, birinci sorumluluğunuz dövüşmek değil düşünmektir.
Hem de evrensel referans noktalarının kabul edildiği bir platformda, kendi içinde tutarsızlığa düşmeme kaygıları taşıyarak düşünmek.
Gladyatör bir var oluş yok oluş kavgasında saldırır, yazar ise o gladyatörleri bu hale düşüren sistemi, seyircilerdeki kan görme tutkusunu, egemenlerin halkı oyalamak için ne cinayetlere imza attığını düşünür.
Bu yüzden ben artık okuduğum ve dinlediğim kişileri gladyatörler ve düşünürler olarak ayırıyorum.
Ve pseudo gladyatörleri okuyacağıma, hakiki gladyatörleri anlatan Spartacus dizisini seyretmeyi yeğliyorum.
Yorum:
Patronlar Sezar olunca…
Patronlar Sezar olursa yazarlar gladyotör olmak zorundadır.
Çözüm halk basınını medyasını kurmaktadır…
Bakınız Adil Düzen seminerleri yıl 2001 109.seminer…