Türkiye Kürdistanı’nın ilanıdır! - 21.12.2010
Güya “Biz bölünme istemiyoruz, üniter devlet içinde çözüm istiyoruz” demişlerdi.. Güya 30 yıldır bunca katliamın “kültürel haklar, eşit vatandaşlık, daha çok demokrasi için” yapıldığına millet inandırılmak istenmişti. Ne zaman “Kürt sorunu diye tekrarlanıp durulan ve AB uyum yasalarıyla yapılan birçok değişiklikten sonra bile hiç değişmeden aynı çizgide sürdürülen kampanyanın nedeni” sorulsa hep “dil, kültür, eşit haklar” dile getirilmişti.
Oysa TBMM’de bir Kürt partisi varken ve her soruna orada çözüm aramak mümkünken, bunlar için terör cinayetlerinin aralıksız sürdürülmesi olacak şey değildi. Bu nedenle de ‘Kürt Sorunu’ adı altında BDP ile birlikte her gün aynı yazar ve akademisyenlerin TV ekranlarından ‘gerçek Kürt sorunu’na hiç değinmeyerek, açıkça konuşmayarak aylar yıllardır yaptıkları beyin yıkama bir alıştırma- dönüştürme (hem Türkler, hem Kürtler için) niteliğindeydi ve bunu görmemek için de üzerinize afiyet-kör olmak gerekirdi.
Ama terör hızla sürerken, bu konuda diyalog için önce “BDP ile kolkola görünen, bu partinin ‘ilk kanlı terör saldırısının yıldönümünü’ bayram gibi kutladığı, belediye başkan adaylarını bile onlara seçtirdiği” örgütün silah bırakması şart koşulmadan “açılım” diyerek başlattığı görüşme ve pazarlıklar, bazı sivil toplum kuruluşu ve gazetecilerin sanki mesele “dilden ibaretmiş gibi” bilinçsiz yaklaşımlarıyla verdiği destek şimdi Türkiye’yi “bölünmeyi tartışma” noktasına getirdi.
‘KÜRDİSTAN DEVLETİ’NİN BAŞKA TARİFİ VAR MI?
BDP zaten Öcalan’la dayanışma halinde, onun yol haritası ile aynı ifadeleri kullanarak “Türkiye’nin 20-25 bölgeye bölünmesini istediklerini” iktidarın açılım süreci dediği günlerde açıkça belirtmişti. Şimdi Diyarbakır’da yapılan Demokratik Özerklik Toplum Kongresi isimli bir toplantıda “Türkiye sınırları içinde ‘Demokratik Özerk Kürdistan’ın yani ayrı bir Kürt devletinin” ilanı yapılıyor:
“Demokratik özerklik, Kürt halkının Demokratik Türkiye içinde yaşama iradesidir. Demokratik Özerk Kürdistan’ın kendini temsil eden özgün bayrak ve sembolleri vardır. Ortak vatan Türkiye ve Kürdistan’dır.”
“Demokratik Özerklik hukuku yeni T.C anayasası ve AB hukukunca tanınarak karşı referanslarla hukukilik ve yasallık sağlanmalıdır.”
“Öz savunma tüm toplumlarda varlığını korumanın olmazsa olmazıdır ve uluslararası sözleşmeler ile BM tarafından tanımlanan bir haktır” gibi çok sayıda karar açıklanıyor. BDP Genel Başkanı Demirtaş “Diyarbakır’da alınan bu kararlar bir grup arkadaşa aittir, toplu bir karar sayılmaz” dese de hemen arkasından “Biz Türkiye’ye yerinden yönetim modeli vaat ediyoruz. Artık ülkenin yalnızca Ankara’dan yönetilmesi mümkün değil. Bu model için anayasa değişikliği gerekiyor” diyor ve “20-25 bölge” vurgusunu tekrarlıyor.
SONUÇLARA ÜLKE KATLANACAK!
Cevabın her konuda konuşan Başbakan’dan gelmesi gerekirken nedense TBMM Başkanı Şahin’den geldi; “Ayrı bayrak, ayrı meclisli başka bir yapı tanımıyoruz. Bu hayale kapılanlar sonuçlarına da katlanırlar”. BDP Genel Başkanı Demirtaş buna hemen tehditli bir karşılık verdi; “TBMM Başkanı 12 Eylül ruh haliyle konuşuyor, o dönem bitti. Yağlı boyalarını alır Marmaris’e yerleşir.”
Bu ne demektir; “Biz ne pahasına olursa olsun ayrı bayrak, ayrı Meclis, ayrı örgütlenmeli bir Kürdistan’ı Türkiye sınırları içinde kuracağız”. Peki bu durumda Şahin’in söz ettiği “sonuçlar”a yalnız BDP mi katlanacak yoksa bütün ülke, bütün toplum mu? Elbette bütün ülke.. Demirtaş bu tehdidi neye dayanarak patlatıyor; tabii ki teröre!
SORUMLULUK HÜKÜMETTE!
O zaman, artık burada ‘açılımın yanlış başlatıldığını söyleyip karşı çıkan’ muhalefet partileri ve medyanın (dinlemedikleri aksine “terör sürsün, analar ağlasın istiyorlar” diye suçladıkları) büyükçe bir kesimi de sorumluluğa ortak edilemeyeceğine göre tüm sorumluluk iktidar partisinindir (Bu kez muhalefet için ortada “BDP ile aynı çizgideler” gibi gerçek dışı bahanelere sığınacak bir fırsat da yoktur.) BDP açıkça “ayrı bayrak, ayrı meclis, ayrı devlet” dayatmasına geçmiştir ve “bunu anayasa ile kesinleştireceksiniz ve AB’nin de bizi ayrı devlet olarak tanımasını sağlayacaksınız” demekte, aynı zamanda ülke için büyük bir tehlikeyi işaret etmektedir.
Bu durumda “analar ağlamasın diye” nasıl bir çözüm düşündüklerini ve ülkeyi “öyle bir savaş çıkarırız ki” tehdidinden nasıl koruyacaklarını açıklamak onlara düşüyor.
Son yıllarda kıyasıya sürdürdükleri “Hiçbir kurum konuşmasın, sadece biz konuşalım” anlayışının gereği de budur!