19.07.2010
Hem darbelere, hukuk dışı girişimlere, çetelere sonuna kadar karşı olmak, hem de Silivri Cezaevi'ndekilerin hukuklarına sonuna kadar sahip çıkmak imkânsız mı?
* Hem 12 Eylül Anayasası'nın değişmesini istemek, hem de yargıya egemen olmak maksadıyla yapılan Anayasa değişiklerini kuşkuyla karşılamak imkânsız mı?
* Hem CHP'nin ideolojik duruşuna itiraz etmek, hem de bu duruşu hafiften esnetmeye çalışan lidere destek vermek imkânsız mı?
* Hem laikliğin değişmez bir ilke olarak korunması konusunda titiz olmak, hem de dini sembollerin kullanılmasının özgür olmasını savunmak imkânsız mı?
* Hem hükümet yanlısı yayın organlarında yazıp çiziyor olmak, hem de biraz olsun hakkaniyetli davranmak imkânsız mı?
* Hem hükümete karşı bir duruş sergilemek, hem de hükümetin yaptığı bazı güzel uygulamalara destek çıkmak imkânsız mı?
* Hem terörün son bulması için çaba sarf etmek, hem de Kürt halkıyla empati kurarak “ne istiyorlar?” sorusuna yanıt bulmak imkânsız mı?
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Laiklik-Din
Laiklik kelimesini ilk defa ilkokulda öğretmenimizden duydum. Kısa ve net bir açıklamaydı: “Din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır.” Din işleri de ne idi, devlet işleri de ne idi? Sorgulamaya başladım. Din işleri namaz, oruç, hac, zekat dendi. Bunlar dışındakiler din işi değil miydi?
Aileme sorguladıkça cevaplar alıyordum. Sonunda kafamda din kavramı oluşmaya başladı. Din Allah’a inanmak ve buna bağlı olarak ibadet yapmaktı benim kafamda. Çünkü çevremden bunu öğrendim. Namaz, hac, zekat, oruç ibadetti ve din işleri idi. Bu işleri yöneten kimselerde din adamları idi.
Zaman geçti, büyüdüm. Çevrem değişti ama bu kavramlar değişmedi. İnsanların kafasında din kavramı inanç ve ibadetlerdi ve doğal olarak da benim kafamda da.
Kuran okumaya ilkokulda başladım. Ama anlamayarak. Sonra Kuran’la ikinci karşılaşmam 30 yaşından sonra oldu ve anlamaya başladım. Kuran ile ilgilendikçe acı bir gerçeği fark ettim. Laikçilerin anladığı laiklik Kuran’ı hayattan çıkarmakmış. Dindarların anladığı dindarlıkta Kuran’ın ibadet kısmını uygulamak ancak Kuran’ı hayata geçirmemekmiş. Yani aslında laikçiler ile aynı noktada buluşulmuştu.
Yazarımız Ahmet Hakan’da tipik bir imam hatip mezunu. O da aynı mantaliteye sahip. Din işleri diye bir kavrama inandığı dini sembollerden bahsetmesinden belli oluyor.
Bazı kavramlar tarih boyunca kazaya uğrarlar ve anlam değişikliklerine uğrarlar. Bunun en tipik örneklerinden biri Türkçede kullanılan “dünya” kelimesidir. Türkçede “yeryüzü” anlamında kullanılır. Oysa Kuran’da hem “dünya” hem de “arz” kelimeleri vardır. Dünya ism-i tafdildir. “En yakın” ya da “en aşağı” anlamına gelir. Hayat kelimesinin sıfatı olarak kullanılır. Yani “dünya hayatı” demek “en yakın ya da en aşağı hayat” demektir. “yeryüzü hayatı” demek değildir. “Arz” yeryüzü demektir. Eğer “dünya” kelimesi “arz” anlamına gelseydi, uzayda yaşam olduğu dönemde Kuran yanlış bir şey ifade etmiş olacaktı. Kuran meali yaparken “dünya hayatı” şeklinde meal yaparsanız “yeryüzü hayatı” gibi anlaşılır ve hata meydana gelir.
Gelelim asıl konumuz olan din kelimesine. Kuran “din” kelimesini inanç anlamında kullanmaz. Kuran din kelimesini düzen, sistem anlamında kullanır. Kuran’da inanç takva kelimesi ile ifade edilir. Aynı inanca sahip topluluğa ise millet denir. Oysa Türkçede millet kelimesi ulus anlamındadır.
Önce kelimeye verilen anlam değişmiş, arkasından mealler bu anlam üzerine yapılmaya başlamıştır. Bunun doğal sonucu olarak لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ (Bakara-256) ayeti “dinde zorlama yoktur” şeklinde meal edilmekte ama anlaşılırken “inançta zorlama yoktur” şeklinde anlaşılmaktadır. Burada dinde hiçbir zorlama yoktur denmekte ve nefy-i cins Lâ’sı denen harf ile gelen cümle zorlama olmamasına kesinlik getirmektedir. قَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ (Enfal-39) ayeti de “fitne kalmayana ve din tamamen Allah’a ait olana kadar onlarla savaşın” demektedir. Eğer din kelimesini inanç olarak algılarsanız iki ayet çelişir. Yani insanlara inançta zorlama yok ama yeryüzünden inanç bütünüyle Allah’a ait olana kadar savaşın demektedir. Oysa düzenin içinde zorlama yoktur. Yeryüzünde düzen Allah’a ait olana kadar savaşmak gerekir. Yani içinde insanlara zorlama yapılmayan İslam dini yani İslam düzeni yani barış düzeni olana kadar savaşmak gerekmektedir.
İşte bu kavrama inanç anlamı verip de Hıristiyanlıktan aşırtma ruhban sınıfı da İslamiyet’e dahil edilince insanların kafasına Hıristiyanlaşmış bir İslamiyet yerleştirilmiş olmakta ve İslamiyet hayatın dışına başarılı bir şekilde itilmiş olmaktadır.
Oysa Kuran bizden bir barış düzeni kurmamızı istiyor. Buna da İslam dini diyor ve Allah’ın indinde geçerli dinin yani düzenin bu olduğunu söylüyor. Sonra mümin olanların bu düzeni kurmaları ve korumaları gerektiğini anlatıyor. Bu düzenin kaynağının kendisi ve kendisini getiren elçinin sünneti olduğunu söylüyor.
Ama imam hatip mezunu yazarımız gibi İlahiyat mezunu profesörlerimizde hayatın dışına atılmış bir Kuran mantalitesini çok seviyorlar. Çünkü Kuran’ı hayatın içine almak demek bugünkü konumlarının kaybolması demek, kurdukları düzenin bozulması demek. Hayatı düzenleyen bir Kuran kendi varlıklarının sorgulanması demek.
Allah hepsini ıslah etsin.