BALYOZ...
895 Okunma, 1 Yorum
Ahmet Altan - Taraf
Özer Ataç

28.07.2010

Belli ki karargâhta yapılan acil toplantılarla, Başbakan’la düzenlenen “zirvelerle” Genelkurmay, Balyoz davasında sanık olan “adamlarını” kurtarmaya çalışıyor.

Bunu “silah arkadaşlarını” kurtarmak için yapıyor olabilirler.

Ordunun, ne kadar kaldığı belli olmayan “prestijini” korumak için de yapıyor olabilirler.

Lakin ortada “silah arkadaşlığını” ya da “ordunun prestijini” aşan bir durum var.

Bu adamlar “darbe” hazırlamaktan sanık.

Binlerce sayfalık darbe planları, sunumlar, konuşmalar, hazırlıklar, timler, krokiler var orta yerde.

“İsrail gibi sert önlemler almaktan”, “ezmekten” bahseden konuşmalar var.

Bu konuşmaların gerçekliğini kabul eden beyanlar var.

Diyelim ki bu insanlar için dava açılmadı.

Yargı bu cesareti gösteremedi ve konu mahkemeye gelmedi.

Böyle bir durumda bile Genelkurmay’a bu “konuyu” araştırmak düşmez miydi?

İsnat edilen suç, darbe hazırlamak.

Darbe “silahlı güçlerle” yapılır.

Genelkurmay’ın “darbe hazırlamakla” suçlanan personelini, “silahlı birliklerin” başında tutması mı yoksa bunları “soruşturma” sonuçlanana kadar görevden alması mı gerekir?

Görevden almayı bırakın Genelkurmay bu “sanıkların” bir kısmını terfi ettirebilmek için kıvranıyor.

Genelkurmay’ın derdi ne?

Bu binlerce sayfalık belgenin “sahte” olduğunu mu iddia ediyor?

O zaman bu “sahte” belgeleri hazırlayanları yakalasın.

Sahte ya da gerçek, bu belgeler bir askerî grubun elinden çıkmış, bu kesin.

Sahte de olsalar, gerçek de olsalar, bunları hazırlayanlar ordunun içinde.

Neden Genelkurmay bunları hazırlayanları ortaya çıkarmıyor?

Neden bunları ciddiyetle incelemiyor?

Neden işi geçiştiriyor?

Üstelik bir de dönemin MİT başkanının bir gazeteciye söylediği “Birinci Ordu darbe hazırlıyor” lafı orta yerde duruyor.

Neden Genelkurmay o görevliye “bu lafların nereden kaynakladığını” sormuyor?

Ya da Genelkurmay aslında bu “belgelerin” ve “darbe hazırlığının” gerçek olduğunu biliyor da “darbeyi” mi suç olarak görmüyor?

Ya da “darbenin” suç olduğunu biliyor da, “darbecileri yakalamak” ordunun şanına uymaz mı diyor?

Ne diyor gerçekten bizim ordu?

Niye darbe sanıklarını kurtarmak için bu kadar hevesli?

Neden Genelkurmay sözcüsü, “sanık arkadaşlarının görev başında” olduğunu iftiharla açıklıyor?

“Görevden el çektirme” diye bir müessese yok mu orduda?

Bir general hangi suçu işlerse işlesin görevine devam mı eder, yoksa sadece “darbe” suçuna bulaşanlar mı görevini sürdürme yetkisine sahiptir?

Genelkurmay’ın, Ergenekon Davası’nda bir numaralı sanık olan Üçüncü Ordu Komutanı’nı korumak için de bin dereden su getirdiğini biliyoruz.

O Üçüncü Ordu Komutanı, kendisinin de sanık olduğu davanın duruşmasına gitmemiş onun yerine mahkeme binasının üzerinden uçaklar uçurmuştu.

Darbe ya da çete sanığının eline silahlı birlik verirseniz olacağı budur.

Yarın da askerî birlikler yürür mahkeme binalarının önünde.

Ciddi bir ordu, ciddi bir Genelkurmay, böyle ağır suçlamalar olduğunda, mahkemelerin sonuçlarını beklemeden sanıkları “kenara çeker”, mahkeme devam ederken kendisi de soruşturmasını sürdürür.

İşin üstünü kapatmayı denemez.

Ama bizim Genelkurmay, ordu içindeki her suçu kapatmaya uğraşıyor.

Heron skandalının üstünü örtüyor, Dağlıca faciasını soruşturmuyor, “kâğıt parçasını” savunuyor, topraktan çıkan silahlara “boru” diyor.

Ve, bütün bunları yaparak kendisini “suç ortağı” durumuna düşürüyor.

İçinde bu kadar kalabalık bir “sanık” kadrosu bulunan yeryüzünde kaç ordu var?

Sanığı ve “suç ortağı” bu kadar bol olan bir ordunun disiplini de, ciddiyeti de kalmıyor, kendi karakollarını korumaktan aciz bir hale geliyor, baskına geleni “kaçakçı”, “kekik toplayanı” düşman sanıyor.

Baskın yiyen komutana madalya verip, çete sanığını terfi ettirmeye uğraşıyor.

Bu ordu değişmek ve gerçek bir ordu olmak zorunda.

Disiplini, ciddiyeti, hukuka saygıyı öğrenmek zorunda.

Bizim ordu bunu anladığında kendisi de rahatlayacak, Türkiye de rahatlayacak.

Eğer ordu bunu anlamamak için direnirse sonunda hayat ona bunu “canını acıtarak” öğretecek.



Y O R U M   :


 

 

DİLİMİZİN UCUNA GELDİ

Yıllardır olup bitenin üstündeki “yassak!” perdesi, küresel siyasetin oluşturduğu kararlı rüzgarla biraz kalktığında, gördüğümüz şey gerçekten de vahim: Kimin eli kimin cebinde anlaşılmıyor.

Sanık olmuş yüksek dereceli tutunmuşlar / bürokratlar, mahkemeleri hafife alıyor.Oysa, aynı mahkemelerin temsil ettiği devlet organlarının maaş ödemeleri “itirazsız” kabulleniliyor. Genel Kurmay, gerçekten temizliğe kararlı olduğunu net olarak göstermiyor. Milyarlarca dolara ve insan hayatına mal olan hafif yoğunluklu savaşın buralara gelmesi aklı olanın göreceği bir vahamet: Kontrolsüz güç beladır!..

Özgür toplumlarda ordular milletindir; ilkelerin değil!. Değişmez ilkeler batıl dinlerde olur; yaşamın sürprizlerine ilkeler işlemez; işletilmeye kalkışılması akılın sefaletidir. Kurtuluş savaşında efeler milli mücadeleye katılırdı; ama başlarına buyruktular, Meclisten çıkan kararları savsaklatıyorlar, “yerellik” bahanesiyle yasa tanımıyorlardı. Bu ve benzeri olaylar yakın tarihimizde ne kadar çok yaşandı.

Meclisin denetiminde olması gereken ordu, yılarca meclisçe denetlenip, sevk ettirilemedi. Bunun sebepleri de malum: Ergenekon cambazlıkları: Yoğun komplo, cinayet, çete imali, her türlü düzen güvensizliği… askeri kurtarmacı darbeler!.

Tavşana kaç tazıya tut! Bu deyimi uygulayanlar, genellikle elinde en çok kart bulunan “oyuncular” oldu hep. Bu yüzden devlet organizasyonunda; tutunmuşları “kart” oyunlarına meylettirecek yetkileri; hiçbir zaman, ama hiçbir zaman; ve hiçbir şekilde, kimseye; hiç kimseye verilmemeli… Bu kocaman kulak küpesini metafor olarak  çok iyi heykeltıraşlar grubuna yaptırıp meclisin önüne açılacak meydana diktirmeliyiz.

Hani Bektaşi fıkrası: Allah ne öyledir ne böyle, diye sıralar hoca..

Bektaşi  bakar sıralamanın sonu yok, tutunacak madde de kalmamış.

Der: Hoca, inkar edeceksin ama dilin varmıyor…

Şimdi;

25 yıldır çapulcu diye sıfatlanan PKK veya bilmem ne örgütüyle 750 bin kişilik bölge ordusu savaşacak; Milletlin vergisini her türlü denetimden muaf harcayacak, ihaleler ihtiyaçlar anında yerine gelecek. Yine vergisini veren devletin tamamını besleyen milletin can gülü evlatları yitip gidecek. Sert adımlar ve selamlarla ölümler diğer görevlilerce incelenemeyecek !?…

İnsanın aklından, gözünden, kulağından, süzülüp netleşerek dilinin ucuna geliyor:

“Aslında yok birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı Bankasıyız.”

 

 

Özer Ataç


YorumcuYorum
Cüneyt Özcan
30.07.2010
08:55

Ülkenin büyük bir "reset" in eşiğinde olduğu aşikâr. Ancak bu aşamada reset’in sonucu karanlık. Bu reset için senaryolar şöyle;

1. AKP Darbecileri yargılatır, ardından ülke karışıklığa ve ardından darbeye gider(son dönemdeki provakatif olaylar bunun çok zor olmadığının kanıtı) 80 öncesini ve ardından da 80 darbesini yaşarız. Darbeciler yönetimden çekilmez. Sonuç: Hüsran

2. AKP Darbecileri yargılatmaz, sermayenin 2. planı işler ve Erdoğan indirilip Kemal Kılıçdaroğlu getirilir. (Bu da çok kolay örnek: Deniz Baykal) Nitekim bunun için altyapı hazırlanmış durumda; Vatanperverlik damarıyla insanlar sağda tutunacak bir dal bulamayacaklar ve Sermayenin oyuncağını oylamak durumunda kalacaklar.

Sonuç: Hüsran

3. Sermayenin kurduğu düzen tutmaz yada mecrası kayar ve bekledikleri sonuca ulaşamazlar, Allah cc.’nun düzeninin vakti gelir. İnsanlar bir şekilde liyakat kesbeder yada Rahman lutfeder ve adil düzen gelir.

Rabbim inş. bu karmaşık konjonktürde 3.senaryoyu nasip eder.





Sayı: 59 | Tarih: 25.07.2010
Mümtazer Türköne
Geçici 15. madde
1178 Okunma
1 Yorum
Arif Ersoy
Ahmet Hakan
Ağlayan adama mektup
973 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ebubekir Sifil
Okuma
966 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas
Mehmet Şevket Eygi
Adalet Yoksa Batar
946 Okunma
Emine Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Kasetle başlayan süreç devam ediyor: Türkiye reset
896 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Reşat Nuri Erol
Anayasa ve ekonomi
895 Okunma
6 Yorum
Ilker Ardic
Ahmet Altan
BALYOZ...
895 Okunma
1 Yorum
Özer Ataç
Ruşen Çakır
Daha önceleri nerelerdeydiniz?
893 Okunma
2 Yorum
Tayibet Erzen