Geçici 15. madde
1252 Okunma, 1 Yorum
Mümtazer Türköne - Zaman
Arif Ersoy

23 Temmuz 2010

 

Referandum tartışması, 82 Anayasası'nın geçici 15. maddesine odaklandı. CHP ve MHP, bu maddenin referandum ile kaldırılmasının 12 Eylül darbecilerine yargı yolunu açmayacağını iddia ediyorlar.

Muhalefetin gerekçesi ise zamanaşımı.

Önce 15. maddeyi hatırlayalım. Bu madde Milli Güvenlik Konseyi'nin, 1983'te demokratik hayata geçene kadar görev yapan hükümet üyelerinin ve Danışma Meclisi mensuplarının karar ve tasarruflarını ve bunların uygulanmasında görev alan kamu görevlilerini "cezaî, malî ve hukukî" açıdan yargılamadan muaf tutuyor.

Sami Selçuk, nazik bir notla bana ilettiği yorumunda farklı bir içtihatta bulunuyor. Bu yoruma göre 15. madde bir "af normu". Hatta "Daha da ötesidir. Zira sadece ceza hukuku alanında değil, malî ve medenî hukuk alanında da sorumsuzluk getiriyor" diye ekliyor. Sami Selçuk'un verdiği hüküm şöyle: "Geçici 15. maddenin kaldırılması ahlâk ve hukuk açısından yerindedir. Böyle bir normu kimsenin onamadığını göstermesi bakımından yerindedir. Sağlıklı bir hukuk düzeninde böyle bir maddeyi yaşatmak yanlış. Ama 12 Eylül'ü yapanlar yargılanamazlar. Keşke yargılanabilselerdi."

Konu önemli. Ama sadece "12 Eylül'ü yapanların yargılanması" meselesinden ibaret değil. Zira 12 Eylül mağdurlarının açtıkları bütün davalar ve tazminat talepleri bugüne kadar bu madde gerekçe gösterilerek mahkemeler tarafından reddedildi. Geçici 15. madde Millî Güvenlik Konseyi üyeleri ile başlayıp, dönemin bakanlar kurulu ve Danışma Meclisi üyeleri ile devam eden ve buralardan çıkan karar ve tasarrufları uygulayan "12 Eylülcülere" bir dokunulmazlık zırhı getiriyor. Mesele sadece anayasa hükmü değil. Mahkemeler bütün davaları reddederken bu maddeyi gerekçe göstermek yerine, davaları görüp tazminatlara hükmedip, sonra 12 Eylülcülere rücû ederken bu maddeyi uygulayabilirdi. Zira madde kararlara ve tasarruflara değil, bu karar ve tasarrufları verip uygulayanlara yargı muafiyeti getiriyor.

Dostum Ramazan Akgün, 16 yaşında cezaevine girip tam yedi yıl kalan ülkücülerden biri. Beraat ettikten sonra açtığı tazminat davaları geçici 15. madde gerekçe gösterilerek reddedildi. Ramazan Akgün'ün dile getirdiği önerilerden biri şöyle: "Yeni sosyal güvenlik yasası herhangi bir suçtan tutuklu yargılanıp suçsuzluğu anlaşılıp beraat edenlere, tutuklu kaldıkları sürelerde askerlikteki gibi borçlanma hakkı getirmektedir. Ancak tutuklu bulunduğu süreden önce herhangi bir yerde SSK'lı olma zorunluluğu vardır. 12 Eylül'de yargılanan kişilerin yaş ortalamaları 20 civarıdır ve çoğunluğu öğrenci kesimidir. Bu düzenlemeden yararlanılamamaktadır. Sadece MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak'ın verdiği yasa tasarısı Meclis gündemine gelse, birçok 12 Eylül mağduru bu yasa kapsamında emekli olma hakkına kavuşacaktır."

Referandum paketi yasalaşmadan maksat büyük ölçüde hasıl oldu. Bu kadar yüksek yoğunlukta 12 Eylül mağduriyetlerinin gündeme gelmesi en azından gelecekte benzerlerinin yaşanmasına engel olmaz mı? 12 Eylül'ün tartışılması, paketi yeterli bulmayan ve bu yüzden karşı çıkanları harekete geçmeye zorladı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun 35. madde önerisi çok kritik bir adım. O kadar kritik ki hükümet, bu geri pasa dokunup zahmetsiz bir gol atabilir.

Kılıçdaroğlu, darbelerin gerekçesi olan İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin değiştirilmesi önerisinde bulunuyor. Bu öneri gerçekleşirse hiç olmazsa psikolojik açıdan belki referandum paketi kadar önemli bir adım atılmış ve askerî vesayet düzeninin tabutuna sağlam bir çivi çakılmış olacak.

Referandum paketi AK Parti için stratejik bir hamle idi. Bu hamle Kılıçdaroğlu'nu karşı hamleye sevk ediyor ve işte bu 35. madde önerisi ortaya çıkıyor. Sandık ortaya konulunca siyaset ne kadar verimli oluyor öyle değil mi?

12 Eylül ve bütün askerî diktalarla hesaplaşma elbette sadece bu paketin üstesinden geleceği bir iş değil. Geçici 15. maddeden sonra önümüzde kısalan bir yol var. Muhalefet "şuyu buyu eksik" tartışmasını bırakıp şu soruya cevap vermeli: Bu paket topyekün bir hesaplaşma için en doğru adım değil mi?

 

 

YORUM

 

Günlerdir kamuoyunu meşgul eden terör sorunu ülke gündeminin ilk sırasındaki yerini korumaktadır. On binlerce insanımızın hayatına mal olan terör sorunun kronikleşmesinde birinci derecede ülkeyi yöneten ve yönetimine talip olan siyasetçilerimiz sorumludur. Siyaset sorun üretme değil sorun çözme uğraşısıdır. Bir ülkede siyasetin sorun çözememesi ve hatta sorun üretmesi, o ülkeyi yöneten ve yönetmeye talip olanların siyasi anlayışı ve siyaset tarzının yanlışlarını ve tutarsızlıklarını ortaya koymaktadır. Siyasetin varlık nedeni sorun çözmektir. Sorun üretmek değildir. Sorun üreten siyaset bir bakıma varlık nedenini ortadan kaldırmaktadır.

 

Milletimizin ortak dünya görüşü ve değer ölçülerine göre siyasetin amacı hukukun üstünlüğünü sağlamak ve paylaşımda adaleti tesis ederek toplumun katmanları arasında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamaktır. Toplumun farklı katmanları arasında çatışma ve gerginliği körükleyen siyaset tarzı milli siyaset anlayışımıza aykırıdır.

 

Ülkemizde siyaset sanki gerginlik ve çatışma çıkartma uğraşıymış gibi algılanmakta ve siyasi liderler kavga ve gerginlik artıran söylem ve davranışlarda bulunmaktadır. Kavgacılar makul ve mantıklı düşünemezler. Ön yargılı ve hissi davranırlar. Destekçilerini gerginlikle yanlarında tutmaya çalışanlar, kitleleri bir bakıma boş laflarla avutmakta ve heyecanlandırmaktadırlar. Kitlelerin mantıklı düşünmelerini engellemektedirler. Toplumun makul ve mantıklı düşünerek karar vermesini engellemek ülkeye ve topluma yapılmış en büyük kötülüktür.

 

Siyasi gerginliği kitleleri etkileme tarzı olarak kabul eden bazı siyasi çevreler, terör sorununa çözüm üretemezler. Çünkü bu tarz siyaset terörden nemalanır. Gerginlikleri körükleyerek ayakta durur. Bugün ülkemizde gerginlik siyasetinin hala revaçta olması büyük bir talihsizliktir.

 

Teröre çözüm üretmeyen siyaset tarzı,  1980 askeri darbe ürünü olan 1982 Anayasası’nın bazı maddelerinin değiştirilmesi ile ilgili paketin 12 Eylül 20010 tarihinde halk oylamasına sunulması ile ilgili yürütülen kampanyada da sürdürülmektedir.

 

Mevcut anayasanın askeri mantığın ürünü olduğu ve ülkemizin gerçekleriyle bağdaşmadığını herkes kabul etmektedir. Bu anayasanın tamamen değiştirilmesinde hayli geç kalındığın da hemen herkes onaylamaktadır. Yeni anayasa yapma veya mevcut anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi yetkisinin TBMM’ne ait olduğu 1982 Anayasası’nda da net belirtilmiştir. Başta iktidar partisi olmak üzere TBMM’ inde bulunan partiler, ortak paydalarda birleşerek hukukun üstünlüğünü sağlayan demokratik bir anayasa hazırlayamadılar. Gerginlikle, kısır çekişmelerle yıllar heba edildi. Mevcut baskıcı ve dayatmacı yapı ülkemizin her alanda geri kalmasına neden oldu. Milletimizin enerjisi ve yılları sanal çatışmalarla heba edildi.

 

İktidar partisinin yaptığı değişiklikler yeterli değildir. Bu açıdan eleştirilecek birçok eksik yönleri bulunmaktadır. Bu halile bile ülkemizde hukukun üstünlüğüne belli ölçüde de olsa sağlamaya yönelik bir adımdır. Yanlış olan bir şeyin tamamını düzeltmek esastır. Tamamı düzeltilemiyor ise, kısmı düzeltmek de iyiye doğru atılmış bir adımdır. “Esas olan külli ıslahtır. Külli ıslah gerçekleştirilemiyor ise kısmı ıslah da ıslaha yönelik bir adımdır” ilkesinden hareketle bu değişikliğin yapılmasında yarar olduğu kanısındayım.

 

12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu’nun siyasi malzeme yapılması, partilerin oyların koruma veya artırma aracı olarak kullanılması fevkalade yanlıştır. Mesele askeri vesayetin yasal alt yapısını değiştirmektir. 1982 Anayasası’nın "Geçici 15. Maddesi’nin” şimdiye kadar kaldırılması siyasetimizin bir ayıbı ve çıkmazıdır. Yargı mekanizmasının da demokratikleşmesi gerekmektedir. Bu paket belli ölçüde üst yargının demokratikleşmesine ortam hazırlamaktadır.

 

CHP Genel Başkanı Sayın K. Kılıçdaroğlu, İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin değiştirilmesi önerisi TBMM’ inde grubu bulan ve TBMM dışındaki bütün siyasi partiler tarafından desteklenmelidir. Bu madde vakit geçirilmeden değiştirilmelidir. Askerin görevi ülkeyi dış saldırılara karşı korumaktır. Askeriye bu asli görevini yerine getirmek için vardır. Bu görevin dışında askeriyenin sivil hayata müdahalesi askerlik kurumunun varlık nedenine aykırıdır. Sivil hayata müdahale eden ordu dejenere olur. Eşkıyalaşır ve mafyalaşır. Ülkeyi diktatörlük felaketine sürükler.

 

Türkiye kendi coğrafyasında güçlü bir orduya sahip olmak zorundadır. Bizim ordumuzun “milli ordu” vasfını korunması hayati öneme sahip bir husustur. Ordumuz içinde bir zümrenin suç işlemesi ordunun tümüne mal edilemez. Suç işleyenler elbette hukuki yollarla cezalandırılmalıdır. Suçlular cezalandırılırken kurum olarak ordumuz yıpratılmamalıdır. Milletimizin ordusuna güveni zayıflatılmamalıdır.

 

Siyasetçilerimiz Referandum kampanyasında birbirlerini itham edecekleri yerde kitlelerin hukukun üstünlüğüne olan inancını artırsalar; ülkemizde dünyanın en ileri ve özgürlükçü demokrasisini nasıl kuracakları ile ilgili projelerini açıklasalar ve gelecek yıl yapılacak genel seçimden sonra 1982 Anayasası’nı tamamen nasıl değiştirecekleri hususunda halkımızı bilgilendirseler daha iyi olmaz mı? 

 

Siyasetimizi ilmin ışığında sorun çözme sanatı; toplumu daha iyiye, daha güzele, daha adil olana götürme uğraşı haline getirsek hepimiz kazanmaz mıyız? Basit hesapların peşinde koşanlar büyük düşünemezler. Uzun dönemde hem kendileri kaybederler, hem de toplumlarına kaybettirirler.

 

Arif Ersoy


YorumcuYorum
Cüneyt Özcan
27.07.2010
10:00

Gerçekten bahsi geçen "hem kendileri kaybederler, hem de toplumlarına kaybettirenler" ’in müşahhas örneklerini gördükçe içlerimiz parçalanıyor.

Allah cc. muhakkak en hayırlısını bilir.





Sayı: 59 | Tarih: 25.07.2010
Mümtazer Türköne
Geçici 15. madde
1252 Okunma
1 Yorum
Arif Ersoy
Ahmet Hakan
Ağlayan adama mektup
1041 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ebubekir Sifil
Okuma
1036 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas
Mehmet Şevket Eygi
Adalet Yoksa Batar
1015 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Daha önceleri nerelerdeydiniz?
963 Okunma
2 Yorum
Tayibet Erzen
Reşat Nuri Erol
Anayasa ve ekonomi
963 Okunma
6 Yorum
Ilker Ardic
Ahmet Altan
BALYOZ...
963 Okunma
1 Yorum
Özer Ataç
Zülfü Livaneli
Kasetle başlayan süreç devam ediyor: Türkiye reset
959 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler