İSLAMÎ İLİMLER VE MÜSLÜMANLIĞIMIZIN KIVAMI
İçinden geçmekte olduğumuz süreçte Müslümanlık anlayışımız, İslamî ilimlerle herhangi bir irtibat kurma ihtiyacı hissetmeden ortaya konulan teorik ve "kurgusal" bir retorik üzerine inşa ediliyor artık. Giderek yükselmekte olan "kaynaklara dönelim" söyleminin ya da "Kur'an Müslümanlığı" trendinin üzerindeki tülü araladığınız zaman ortaya iki korkunç gerçek çıkıyor: İslamî ilimler konusundaki seviye ve ilgi kaybı ve bu durumun vücut verdiği çarpık Din anlayışı…
"Varlık" meselesiyle iştigal etmesi ve bütün dinî ilimlerin ilkelerini ortaya koymayı tekeffül eden ilim olması dolayısıyla Kelam ilmini diğer ilimlerden üstün tutan[1] ve Fıkıh ilmini "ahiret ilmi" olarak tavsif eden İmam el-Gazzâlî'nin[2] bu tavrı üzerinde iyi düşünmek durumundayız.
el-Fârâbî şöyle der: "İlm-i Kelam, bu Din'in sahibinin tasrih ettiği, sınırları belli fiil ve kavillerin müdafaasını onlara muhalif görüşlerin de çürütülmesini mümkün kılar. (…)
"O, Fıkıh'tan farklıdır. Fıkıh, Din'in sahibinin tasrih ettiği fiil ve hükümleri temel alarak bunlardan, (tasrih edilmemiş) gerekli hükümleri istinbat eder. Mütekellim (Kelamcı) ise, fakihin temel aldığı delillerin müdafaasını yapar; herhangi bir şekilde onlardan hüküm çıkarma yoluna gitmez.
"Bu iki özellik bir kimsede toplanırsa, o kimse hem Fakih hem Mütekellim olur; mütekellim yönüyle o delillerin müdafaasını yapar, fakih yönüyle de o delillerden hüküm istinbat eder…"[3]
Ve Ahmet Cevdet Paşa'nın tesbiti: "İlm-i Usul-i Fıkıh, ulum-i şer'iyyenin müntehası olmakla Füru-i Fıkıh ve Usul-i Hadis ve İlm-i Kelam gibi ulum-i âliyeden sonra taallüm olunur. Maani ve Beyan gibi funun-i Arabiyye ise anın mukaddemat ve mebadisi hükmündedir. Binaenaleyh "İlmu Usûli'l-Fıkh yestemiddu min kulli fenn" denilmiştir. Elhasıl bu ilm-i celilu'l-kadr bir bahr-ı muhît-i rivayet ve dirayettir ki, ka'rına vusul pek müşkildir. Gavvasları bu asırlarda pek azalmıştır."[4]
Yani: Usul-i Fıkıh ilmi, şer'î ilimlerin son basamağı olmasından dolayı Füru-i Fıkıh, Usul-i Hadis ve Kelam gibi yüksek ilimlerden sonra öğrenilir. Maani ve Beyan gibi Arap diliyle ilgili disiplinler ise Usul-i Fıkıh ilminin öncülleri ve ilkeleri hükmündedir. Bu sebeple "Usul-i Fıkıh ilmi bütün ilim dallarından yardım alır" denilmiştir. Hasılı, kadr-ü kıymeti pek yüksek olan bu ilim, rivayet ve dirayet sahalarında bir okyanus gibidir ki, dibine ulaşmak pek zordur. Bu okyanusa dalabilenler son yüzyıllarda hayli azalmıştır.
Yukarıdaki alıntıların neticesi: Usul-i Fıkıh bütün İslamî ilimlerin zirvesidir ve o olmadan Din'in dünyaya aktarılması, Kur'an ve Sünnet'in hayatımıza intikali mümkün değildir.
Şimdi bu hakikati bir yana koyun; eline aldığı Kur'an mealinden veya Hadis kitabı tercümesinden yola çıkarak Din kurgulayan ve ahkâm kesen insanların tutumunu da öbür yana. "Ümmet-i Muhammed niçin bu durumda? Bu perişanlıktan kurtulmanın yolu nedir?" tarzı sorulara şimdiye kadar niçin "sadra şifa" ve "sahici" bir cevap verilemediği meselesine buradan bakmak zorundayız.
Bu, hayli zorlu, sabır, dirayet, ehliyet ve fedakârlık isteyen yoldur. Kolay elde ettiklerimizin derdimize deva olmadığını daha kaç kere deneyip yanılacak, daha kaç kere aynı delikten sokulmaya devam edeceğiz?
Talip olduğumuz şey "hakikat" ise, bunda samimi isek, onun bedelini de ödemeye razı olmak durumundayız…
Yorum:
Derdimizi Anlatabilmek
İslamın geçmiş uygulamalarını günümüze aktarma çabaları günümüz ihtiyaçlarını karşılamayınca bu sefer karşımıza bu eksikliği gidermek için yapılan reformist çalışmalar çıkmakta bu da maalesef genelde İslamı batıya uydurma , Kuran’ın emirlerini batı anlayışıyla yorumlamaya götürmektedir. Misal İslam çok eşliliğe izin verilmiş olmasına rağmen batının çarpık bakışında uygun görülmeyen bir davranış olarak algılanan bu durum Müslümanlar tarafından da kabul edilmiş sanki Kuran’ın ve Allah’ın eksikliği varmış gibi savunmaya geçilmiş , kompleks oluşturulmuş ve aslında bu iznin bazı şartlar sonucunda ortaya çıktığı vurgusu yapılmıştır.
Kuran’ı bir tarih kitabı olarak algılamak, geçmiş uygulamaları da her zaman uygulanabilir doğrular olarak görmek maalesef bizleri bir çıkmaza sokmaktadır. Ne zaman Yahudilerden bahseden , hıristiyanlardan bahseden ayetlerle ilgili tefsirlere baksam bu ayetlerin sanki bizle ilgisi yokmuş gibi,geçmişte yaşayanlarla ilgili tarihsel olaylarla ilgili bilgi veren ayetlermiş gibi yorumlandığını görüyorum. Kuran’ın mucizesinin farkında olmayan , Kuran’a sadece başkalarının gözüyle bakabilen zihniyetlerin İslam’ın ve Müslümanların temsilcisi olarak belirli toplantılarda konuşturulması İslam’ın mesajının yanlış anlaşılmasına ve Kuran mucizesine halel getirilmesine sebep olmaktadır.
Bu hataları düzeltmenin yolu Adil Düzenin herkesin anlayacağı şekilde insanlara ulaştırılmasını sağlamakla olacaktır. Bu nasıl olur ,neler yapılabilir üzerinde durulması gereken bir konu. Çünkü ne geçmişi güne uydurmakla ne de İslam’ı batıya göre anlamakla Allah’ın emirlerini yerine getirebiliriz. Ancak Adil Düzenle İslamı hayata aktarabiliriz. Bu yüzden Adil Düzeni herkesin anlayabileceği bir dille anlatabilecek duruma gelmemiz gerekir.