Abdulhamit öldü ama Abdulhamitler ölmez
Yusuf Kaplan
01 ARALIK 2013
Abdülhamid, öylesine inanmış, öylesine kendisini hedefe kilitlemiş bir dehaydı ki, üç cepheden (entelijansiya, basın ve düvel-i muazzama cephelerinden) kendisine ve Osmanlı'ya karşı verilen savaşı püskürtmeyi, hepsini etkisiz hâle getirmeyi tam 33 yıl başarmıştı.
………………………………
Abdülhamid'in portresini çok iyi tedkik etmek zorundayız. Bu portre, tarihte eşine az rastlanır bir dehanın portresidir her şeyden önce.
Abdülhamid, Pasarofça ve Karlofça antlaşmalarından itibaren ilk kez toprak kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti'nin kendine güvenini yitirmeye başladığı ve bunun sonuçlarını tam iki asır iliklerine kadar yıkıcı bir şekilde yaşadığı bir zaman diliminde, Osmanlı'yı durdurmak üzere iki asır üzerimize üzerimize gelen, gerek dışarıdan, gerek içeriden tezgâhladıkları oyunlarla Osmanlı'yı kuşatan Avrupalıların ve onların içimizdeki yerli uzantılarının ipliğini pazara çıkaracak derin bir tarih şuuruna, güçlü bir özgüvene, muazzam bir zekâya sahip bir hükümdar olduğunu dünya âleme ispat etmiş bir şahsiyetti.
Saldırılar, onu yıldırmıyor; aksine, davasına olan inancını, çıktığı yolculuğun doğruluğunu ve kendine olan güvenini daha da pekiştiriyordu.
Sarsılmaz inancı, çelik gibi iradesi ve tarihi kucaklayan özgüveni, çöktüğü sanılan Osmanlı'yı Avrupa'nın hem yegâne denge unsuru hâline getirmeye hem de dünyanın en güçlü stratejik devleti katına yükseltmeye yetiyordu.
ABDÜLHAMİD'İN DEHASININ İKİ SIRRI: UMUT VE UFUK
Bütün büyük dehalarda gözlenen iki ayrılmaz özellik Abdülhamid'de tam zirve noktasına çıkmıştı: Umut ve ufuk.
Abdülhamid, umudun, kanatlandırıcı yegâne kaynak; ufkun ise bu muazzam ve muazzez kaynağın kanatlarında yol alan, bütün engelleri aşan, bütün dağları dolaşarak denize ulaşan gürül gürül akan bir ırmak olduğunu çok iyi biliyordu.
Umutsuz ufuk, ruhsuzdur; ufuksuz umutsa kör ve topaldır çünkü.
ABDÜLHAMİD'İN UMUDUNUN VE UFKUNUN İKİ SARSILMAZ KAYNAĞI
Abdülhamid'in sarsılmaz umudunun kaynağı, zamanlar ve mekânlar ötesi hakikatin menbaı İslâm'dı.
Dahası, İslâm, Abdülhamid'in hayatında, sürekli nefsiyle hesaplaşmasına, çelik gibi bir direnme gücüne, bütün zorlukların üstesinden gelme iradesine sahip olmasını sağlayan zühd hayatıyla tasavvuf denizinde her dem yıkanmasına, her dem arınmasına, her dem dirilmesine imkân tanıyan halife olma şuurunu her dem yenileyen benzersiz bir umut kaynağıydı Abdülhamid için.
Abdülhamid'in tarihin perdelerini yırtan, engebelerini aşmasını sağlayan, her tür zorluğu yenmesine imkân tanıyan ufkunun kaynağı ise, bütün medeniyetlerin üzerine oturan, İslâm medeniyetinin bütün havzalarındaki tecrübelerden yararlanarak hayat bulan, insanlığın tanık olduğu en mükemmel selam yurtlarından birini kuran Osmanlı'nın tarihte yaptığı derin ve engin yolculuktu.
İRFANÎ DERİNLİK İLE TARİHÎ DERİNLİĞİN MEDCEZİRİ
Özetle: Abdülhamid portresi, tek boyutlu veya tek eksenli değildi. İki ekseni vardı Abdülhamid portresinin: Umut, dikey ekseni; ufuk da yatay ekseniydi bu portrenin.
İşte Abdülhamid'in portresinin dikey ekseni, gücünü melekûtî âlemden (münhasıran tasavvuf deryasından), yatay ekseni ise mülk âleminden (tarihte yaptığımız yolculuğun hakkaniyetinden, adaletinden ve hakikat'inden) alıyordu.
Abdülhamid portresindeki umut, Abdülhamid'in irfânî derinliğini; ufuk ise tarihî derinliğini oluşturuyordu.
Abdülhamid'i Abdülhamid yapan itici güç, işte bu irfanî derinlik ile tarihî derinliğin medceziriydi.
O yüzden bütün saldırıları püskürtebiliyor; bütün oyunları çözebiliyor; kendisine karşı ihanetin en büyüğünü tezgâhlayan bütün 'küçük adamları' tarihin çöp sepetine gönderebiliyordu.
Abdülhamid, tahttayken Abdülhamid'e cephe alan bütün Osmanlı entelijansıyası, Abdülhamid tahttan indirildikten sonra nasıl bir cinayete yol açtıklarını görmekte gecikmeyecekti. Ama iş işten geçecekti.
ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLEN BİR DEHA
Ancak Abdülhamid'in umudu ve ufku, Osmanlı durdurulduktan sonra, dirildi. Zira Abdülhamid, öldükten sonra dirildi asıl. Belki de, öldükten sonra dirilen tek büyük şahsiyetti Abdülhamid insanlık tarihinde.
Öyle ki, Abdülhamid'in umudu ve ufkunun üflediği ruh nedeniyle, Osmanlı bilfiil bitirildi ama bilkuvve yaşıyor.
Bugün, Batı uygarlığı bilfiil yaşıyor olabilir ama bilkuvve bitmiştir. O yüzden her yeri kan gölüne çeviriyor Batılılar.
Abdülhamid'in umudu ve ufku ise, bütün canlılığıyla, bütün diriliğiyle yaşıyor dünyanın dört bir köşesinde.
Türkiye'de, Abdülhamid deyince son 10-15 yıla kadar 'tüyleri diken diken olan' insanlar, Abdülhamid'in çapını ve dehasını şimdi açıkça itiraf etmekten geri durmuyorlar artık.
ABDÜLHAMİD ÖLDÜ AMA ABDÜLHAMİDLER ÖLMEZ!
Abdülhamid, Endonezya'dan Güney Afrika'ya, Srilanka'dan İç Asya'ya kadar bütün Müslümanların umudunun ve ufkunun en güçlü sembolü. Adına hâlâ hutbe okunacak kadar diri ve diriltici bir sembol.
Osmanlı ruhunun ve misyonunun sembolü.
En zor zamanlarda, Filistin'in bir karışını bile Yahudilere peşkeş çekmeme büyük ahlâkı ve sarsılmaz duruşu nedeniyle, bütün mazlum halkların haksızlığa, zorbalığa, sömürüye direnişinin sembolü.
Abdülhamid, özelde Osmanlı'nın, genelde İslâm medeniyeti'nin yeniden tarih sahnesine çıkışının şifrelerini kişiliğinde barındıran büyük dehanın ve muazzam varoluş davasının sembolü.
O yüzden fânî Abdülhamid ölmüş olabilir ama Abdülhamidler ölmez. Abdülhamidler ölürse insanlığın umudu söner, ufku kararır çünkü.
Not: Bu yazının daha geniş versiyonu, Hüküm dergisinin bu ayki / Aralık sayısında yayımlanacak.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/abdulhamid-oldu-ama-abdulhamidler-olmez/42816
YORUM;
İki kader iki lider
Yerine;
“MUSTAFA KEMAL, ABDÜLHAMİTÇİ MİYDİ?
Sultan II.Abdülhamid’i padişahlıktan indiren hareketin içinde Mustafa Kemal’in yer aldığı kesin olarak bilinirken böyle bir iddiayı ileri sürmek anlamsız değil mi? Bu iddiaya anlam kazandırmanın zorluğunu kabul ediyorum. Ama bunu kanıtlamak zor değil.
Mustafa Kemal, Abdülhamid iktidarının etkili muhaliflerinden biridir. Buna rağmen bu iki şahsiyetin devletine ve milletine vermek istediği şekil, birbirine çok benzemektedir. Bunu kanıtlamak kolay. Çünkü Abdülhamid’in icraatları ve “Siyasi Hatıralarım” adlı notları ile Mustafa Kemal’in icraatları birbirine çok benzemektedir. Aralarındaki temel farklılık şuradadır:
Abdülhamid, tutucu ve gerici de bulsa ulemaya karşı oldukça hoşgörülüdür. Bu nedenle ulema ile çatışmak istemediğinden yapmayı düşündüğü inkılapların önemli bir kısmını ertelemiştir. Mustafa Kemal ise ulemadan ümitsiz olduğundan bu kesime karşı hoşgörüsüz, tepkilere karşı umursamaz bazen de cezalandırıcıdır. Bu nedenle Abdülhamid’in 33 yıllık iktidarına sığdıramadığı inkılapları Mustafa Kemal 15 yıllık iktidarına başarılı bir şekilde sığdırabilmiştir. Dış faktörlerin dışında hiçbir gücü önemsememiştir ve yeneceğinden de emindir.
Evet, Mustafa Kemal, Abdülhamid iktidarının muhalifidir; fakat, hedeflerinin takipçisidir. Bu da bir paradoks değildir. Abdülhamid hatıratında;
“Ben tahta çıktığımdan beri, ilk okulların sayısı on misline çıkmıştır (20.000 mektep). Bu sayı maalesef azdır ve halka kafi gelmemektedir. Liselerimizin seviyesi gayet yüksektir... Ancak daha fazla lise kurmamak, bunların yerine mühendis, mimar gibi fen adamları yetiştiren müesseselere talebe hazırlayacak rüştiyeler açmak daha yerinde olur... ULEMAMIZIN İFRAT DERECESİNDE MUHAFAZAKAR OLMASINDAN DOLAYI, YÜKSEK OKULLARIMIZI MODERN HALE GETİRMEK ÇOK GÜÇTÜR(190).” demektedir. “