Çözüm süreci
1021 Okunma, 3 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

 

24/11/2013

- 91’de zaman gazetesi ile söyleşi ile devam ediyorum.

- Özal’ın etkin olduğu dönemdir.

 

-ABD ve SSCB anlaşarak körfez savaşıyla AB’nin Irak petrollerine hakim oldu.

-Mahir Kaynak, AB’nin bir dünyada etkin olduğunu iddia ediyor. Etkin olan yalnız Sermaye’dir. Diğerleri senaryodur.  Sermaye Dünyayı iki coğrafi alana ayıracaktır. Doğu ve batı, Irak, İran, Ural dağları bu sınır çizme çabalarıdır.

 

-Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulur, sonra ekonomik ve siyasi nedenlerle Türkiye ilhak edilir demiştim.

-Üçüncü bin yıl uygarlığı toprak uygarlığı değildir. Sanayi uygarlığıdır. Bunu Mustafa Kemal o zaman keşfetmişti.  Hedef orta doğuyu küçük devletlere ayırma ve İsrail’in emrine vermek. Türkiye’nin hiçbir politikası yoktur.

 

-Özal, Kuzey Irak’la Güney doğuyu birleştirip Kuzey Irak’a hakim olmak istiyordu.

-Özal, Güney doğu ile Kuzey Irak’ı birleştirip Türk dostu bir Kürdistan kurmak istiyordu. Askerler mani oldu.

 

- Devletler soylara dayanmaz. Rusya ABD bunun örneğidir.

- Devletler, ortak toprağa, ortak dile, ortak güvenliğe ve toprak devlet idealine dayanır.

 

- Cumhuriyetin kuruluşunda Türkleştirme siyaseti güdülmüştür. Bugün bu terkedilmelidir.

- Devletlere o devleti kuranların çocukları varis olurlar. Bu ırkçılık değil mi?  Yeni devlet yeni ırk oluşturma azmi ile kurulur. Devleti kuranlar gelecekte tek ırk olurlar.  Türk vatandaşı olmayanlar, Türkiye’de kaçak dolaşıyorlar. Azınlıklar, azınlık haklarına sahipler. Evet devletler ırka dayanırlar, ama geçmişteki ırka değil gelecekteki ırka dayanırlar.

 

30/11/2013

Nereye gidiyoruz?

-Sermaye ile devletlerarası çatışma vardır, demiştim.  Şimdi bu çatışma gün yüzüne çıktı. Amerika dolarını kontrol edebilmek için, İran’la uzlaşıyor.

-ABD’de bankerler, savaşla dünya yönetmek, patronlar uzlaşma ile dünyayı yönetmek istiyor.  Barış savaşa galip gelecektir.

 

-Şah zamanında ABD İran’la çok yakındı. Humeyni’yi Fransa desteklerdi.

-Sermaye orta doğuya hakim olmak için Türkiye’de Menderes’i, İran’da Şah’ı taşeron olarak kullandı. Alt yapı taşeronluğunu verdi. Onlar Türkiye’yi ve İran’ı kalkındırmaya kalkıştılar. Birini astı, diğerini kovdu. Humeyni’yi yenemedi.  Türkiye’de de Erbakan çıktı. Böylece sermaye başaramadı. Putin ve Obama bu başarısızlığın sonucudur.

 

-İnönü AB taraftarı idi. Ecevit ABD tarafı idi. Kıbrıs fatihi oldu. Öcalan O’na teslim edildi.

-Kıbrıs’ın fatihi Erbakan’dı. Öcalan, yarının Kürdistan’ına lider yapılmak için İmralı’da misafir edildi.

 

-Desteklenen başarılı olur.  O da destekleyenlerle beraber olur.

-Sermaye, tek destekle yendi. Perde arkasında sosyalizmle, perde önünde kapitalizmle destekliyordu. Bugün sermaye ile devletlerarası çatışma var. Erdoğan’ı iki taraf da kazanmak istiyor. Yarın iki taraf da istemeyebilir.

 

-Bugün Sermaye ile siyaset arasında çatışma vardır. Türkiye bu savaşın merkezindedir. Sermayenin ordusu basındır.  Ekonomimize hakimdir. Dikkatli olmalıyız.

-Bütün bunlara karşı Türkiye ancak Adil Düzen’le korunabilir.  Bütün bunlar, insanlığı Adil Düzen’e hazırlamak için ilahi takdirden ibarettir.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

 

Çözüm Adil Düzen’de

Adil Düzen aşağıdaki tedbirlerin alınmasını istemektedir.

1-Türkiye’ye yerinden yönetim getirilmelidir. Yüze yakın il,  iç işlerinde tamamen bağımsız olmalıdır.

2-Yargıda hakemlik sistemi getirilmeli, yargı üstünlüğü sağlanmalıdır. Avukatlık hakemliğe dönüştürülmeli ve avukatların maaşlarını devlet vermeli.

3-Devletin başına bir orgeneral getirilmeli. GenelKurmay başkanı doğrudan devlet başkanına bağlanmalı, başbakan seviyesinde olmalıdır. Askerler sivillerin, siviller askerlerin işlerine karışmamalıdır. Asker devlet başkanı bu dengeyi korumalıdır.

4-Basın, basın kooperatifleri şeklinde organize edilmeli ve basın özgürlüğü değil, yazar özgürlüğü getirilmelidir. Yazarlara maaşlarını devlet vermelidir.

5-Bucaklarda işletmeler, ilde hizmet, ülkede çalışma ve İstanbul’da kredileşme kooperatifleri kurulmalıdır. Bucaklarda buğday, illerde demir, ülkede toprak ve İstanbul’da altın paralarını bunlar çıkarmalı. Karşılıksız para yürürlükten kalkmalıdır.

6-Çalışana kredi sistemi ile tam istihdam sağlanmalıdır.

7-Vergiler, devletin sağladığı faizsiz kredilerin karşılığı ortaklık payı olmalıdır. Bununla genel sosyal güvenlik sağlanmalıdır.

8-Uluslararası kredileşme ile ihracat ve ithalat dengelenmelidir.  Merkez bankaları paralarını birbirlerine kredi olarak verecektir. Paranın kurları stoklara göre ayarlanacaktır.

9- Eğitim serbest olacaktır. Devlet dershanelere destek verecektir. Resmi okullar kalkacak, onun yerine kamu imtihanları ile diploma verilecektir.

10-Tarikatlar ve ibadetler tamamen serbest olacak, devlet partileri destekler gibi bunları da destekleyecektir.

11-Dış siyasette devletimiz barışçı olacak, bize saldırmadığı takdirde saldırılmayacaktır. Hakem kararlarına uyan devletlerin yanında olunacaktır.

12-Türkiye’den göç etmek isteyenlerin gayrimenkulleri devlet tarafından gerçek değerleri ile satın alınacaktır. Türkiye’ye göç eden herkes göçmen olarak kabul edilecek. Mülteci kabul edilmeyecektir.

 

Türkiye’de bu devrim yapılacaktır. Bu devletleri ordusuz yapmak mümkün değildir. Bugünkü şartlarda bunları yapacak bir parti yoktur. Biz bunun ancak emekli askerlerin kuracağı Adil Düzen partisi ile çözüleceğine kanıyız. Biz, Akevler Adil Düzen çalışanları kurulacak böyle bir partiyi desteklemeye hazırız.

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
02.12.2013
07:31

DOĞRU...

ÇÖZÜM "ADİL DÜZEN"DE...

çünkü...

durum gerçekten de vahim...

***

VAHAMETİ VE PERİŞANLIĞI

YUSUF KAPLAN

YAZMIŞ...

*

Üç büyük paralel devrim Türkiye'nin en hayatî ve en âcil çözüm bekleyen sorunu eğitim sorunudur. Türkiye, eğitim sorununu halledemediği sürece hiç bir sorununu kalıcı olarak halledemez. Çocuklarımıza özgüven, kişilik ve ufuk kazandırabilecek bir eğitim sistemi kuramadığımız sürece, gerçekleştirdiğimiz bütün büyük siyasî, sosyal ve ekonomik atılımlar, kısa devre yapacak, bu toplumun intiharıyla sonuçlanacaktır. ANADOLU, ÇÜRÜYOR! Üç aydır adım adım Anadolu'yu dolaşıyorum; üniversitelerde, çeşitli sivil toplum kuruluşlarında konferanslar veriyor, çeşitli sempozyumlara katılıyorum. Son bir kaç yıla kadar Anadolu'dan ümitliydim. Ama son yıllarda Anadolu'nun en küçük şehirlerinde bile başdöndürücü bir kültürel çözülme, sefih bir ahlâkî çürüme ve ürpertici bir yozlaşma gözlemliyorum. Yaklaşık 50 civarında medresenin bulunduğu 'medreseler şehri' Siirt'e bir ayda iki kez gittim. Ve sokaklarda, caddelerde televizyonlardaki adeta gençlik dizilerinden fırlamış 'sarsak' oğlanlar ve kızlar görünce başımdan kaynar kazanlar döküldü! Nereden çıkmıştı bu tipler birdenbire? Elbette ki, üniversitelerden. ÜNİVERSİTELER, ANADOLU'YU DA, ÇOCUKLARIMIZI DA BOZUYOR! Üniversitelerde adam gibi eğitim veremiyoruz ama 'adama benzetiyoruz' çocuklarımızı. Genç kuşaklar arasındaki yozlaşmanın en kalıcı, en berbat, en yoz kaynağı, üniversiteler. Ailelerinden kopup gelen çocuklar, üniversitelere eğitim almaya değil, çözülmeye, çürümeye geliyorlar sanki! Anadolu'daki üniversiteler, bulunduğu şehirlerin kültürünü, insanlarını, hayatını inanılmaz bir şekilde bozuyor. Düşünsenize: 'Sittin sene' bar giremeyecek şehirlerin ana caddeleri, barlardan geçilmiyor! Hem doğru düzgün bir eğitim veremiyoruz çocuklarımıza. Hem de sanki bu yetmiyormuş gibi çocuklarımızı sefih, yoz, her şeyi çözücü, banal postmodern popüler kültür cangılının ortasına fırlatıyoruz. Hayret doğrusu! Üniversiteler, çocuklarımızı yetiştireceğine öldürüyor! Sadece çocuklarımızı değil, üniversitelerin bulunduğu şehri de hızla yozlaştırıyor, çözüyor, bitiriyor! Sonuçta Anadolu'nun en ücra köşelerinde hızla üniversite açarak kendi ayağımıza kurşun sıkıyor, geleceğimizi, genç kuşaklarımızı üniversitelerin bulunduğu ortamlarda pespaye, yoz, postmodern, sefih kültür cangılının ortasında kendi ellerimizle öldürüyoruz! 10 YILDA 10 MİLYON GENÇ HEBA ETTİK! Bu yazıyı bir konferans vermek üzere bulunduğum Kütahya'da bir otel odasında (Nehir Termal'de) yazmaya başlıyorum; dönüşte uçakta tamamlıyorum. Havaalanından otele yerleştirmek üzere karşılamaya gelen Genç Memur-sen Kütahya başkanı Mehmet Zahit kardeşimle arabada derin bir sohbete dalıyoruz. Mehmet Zahit kardeşimin bir tespiti Türkiye'nin son 30 yılda sürüklendiği sefih sekülerleşme felâketinin hasılasını çarpıcı bir şekilde özetlemeye yetiyor: '10 yılda 10 milyon genç heba ettik, yanlış mı Hocam?' KÜLTÜRDE YOKSANIZ, YOK OLMAKTAN KURTULAMAZSINIZ! Başbakan Erdoğan, dördüncü dönemi, 'son dönem' diye düşünerek Türkiye'nin en temel üç yakıcı ve yıkıcı sorunu üzerinde odaklanmalı. Eğitim, kültür ve medyada paralel devrimler yapmalı. Çağımız kültür çağı. Medyanın da, eğitimin de, siyasetin de merkezinde kültür var. Kültürde yoksanız, yok olmaktan kurtulamazsınız. Türkiye'nin geleceğe emin adımlarla yürüyebilmesinin tek şartı, eğitimde, medyada ve kültürde, medeniyet ufkuyla donanmış, kültürel dinamiklerimizi özümsemiş, dünyanın düşünce, kültür ve sanat ufuklarında komplekssiz, özgüveni yüksek ve çığır açıcı yolculuklar yapabilecek parlak genç kuşaklar yetiştirebilmemizden geçiyor. Geleceğe umutla bakmamızı sağlayabilecek tek çıkar yol, eğitimde, kültürde ve medyada köklü paralel devrimler yapmaktır. YIKMAK DEĞİL, YAPMAK! Bu arada ne kadar şikayet edersek edelim, mevcut kültür-sanat ya da medya rejimiyle çatışmaya girerek, onları yok saymaya çalışarak, bütün yapılanları yıkmaya kalkışarak hiç bir yere gidemeyiz. Birbirinden farklı dinlerin, kültürlerin, inanç ve düşünce sistemlerinin nasıl bir arada, birbirlerinden yararlanarak yaşayabileceğinin insanlık tarihindeki en mükemmel örneğini ortaya koyan bir medeniyetin çocuklarına yakmak, yıkmak, yoksaymak yakışmaz. Biz, yakan, yıkan değil, daha iyisini yapan, örnek ve öncü adımlara ve kurumlara önayak olan işlere soyunmak zorundayız. KÜLTÜR, MEDYA VE EĞİTİMDE FİYASKO! Son on yılda kültür-sanat dünyasında, film, müzik, televizyon sektöründe tam anlamıyla fiyasko yaşıyoruz. Muhafazakârlaşma, çoraklaşmayla ve çölleşmeyle sonuçlandı sadece. O yüzden mevcut eğitim, kültür ve özellikle de medya rejiminin, Kemalist devrimden daha büyük bir yıkıma yol açtığını göremiyoruz bile. Oysa on yıl gibi uzun bir zaman dilimi içinde çok esaslı kültür sanat kurumları kurabilir, parlak genç kuşaklar yetiştirecek devrim niteliğinde adımlara, atılımlara imza atabilirdik.

***

DEVAMI İÇİN:

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/uc-buyuk-paralel-devrim/42830

Reşat Nuri Erol
06.12.2013
07:43

HAYREDDİN KARAMAN

Mescidler Kadar Farklı Mescidler Kadar Bütün Peygamberimiz (s.a.) Medine'ye hicret edince ilk iş olarak Mescid'i inşa etti. Evler de hemen Mescid'in yanından başlıyor, mümkün olduğu kadar ona yakın bulunuyordu. Mescid İslam dininin eğitim ve öğretiminin yapıldığı, İslam kültür ve medeniyetinin de mayalandığı mekan idi. Mescid tek idi, Cuma ve Bayram namazları için yine uzunca bir zaman tek kaldı, vakit namazları için evleri uzakta olan Müslümanlara küçük mescidler yapma izni verildi. İhtiyacı bahane ederek 'Mescidlerin bütünlüğünü bozmak isteyen' kötü niyetlilere izin ve imkan verilmediği gibi yaptıkları mescid de yok edildi. Müctehidler bir yerleşim merekezinde Cuma namazının birden fazla camide kılınması halinde sahih olup olmayacağını bile tartıştılar. Bu uygulamadan iki sonuca ulaşmak mümkün görünüyor: 1.Müslümanların mescidleri, ihtiyaca binaen farklı mekanlarda ve birden fazla olsa bile 'bir dine mensup ve tamamı birbirinin kardeşi olan ümmet fertlerinin tamamına ait bir bütün teşkil ederler'. Mescidler bir grubun tekelinde olamaz, bütün müminlere açıktır, ümmetin birlik ve bütünlüğünü temsil eder. 2. Mescidleri ümmeti bölmeye, grupları dışında kalanları dışlamaya, grupçuluğun aracı ve ocağı haline geteirmeye kalkışanlar engellenir. Müslümanların ilk zamanlarda eğitim, öğretim, ibadet, danışma, zikir, fikir, itikâf… için başka mekanları yoktu; yani mescid, tekke, medrese veya başka isimlerle kurulmuş/yapılmış mekanları yoktu. Diyelim ki, ihtiyaca binaen zaman içinde bunlar oldu; ama meşruiyetlerinin, islâmî olmalarının vazgeçilmez şartı 'tamamının, ümmetin tamamına açık, ortak kural ve esaslara bağlı, ümmetin tamamını bağlayan bağın önüne grup bağını çıkarmayan, değer ve derece dağıtımını grup bağına ve değerine değil, İslam bağına ve islâmî değerlendirmeye tabi kılan' yapılar olmaları idi. Şimdi bakalım, tarih boyunca bu tartışmasız tespitlere uyuldu mu, 'islâmî' denilen kurum ve kuruluşlar 'ümmetin tamamını kucaklayan, aynı amaca yönelmiş, yine umuma ait fayda ve zarurete binaen farklı mekanlarda ve şekillerde hizmet sunan' yapılar mı olmuş, yoksa çoğu, 'ayrı bir dinin, ayrı bir ümmetin kurum ve kuruluşları' haline mi gelmiş. Bu sorunun doğru cevabını bulmak için sondan bir önceki paragrafta ortaya koyduğum 'meşruiyet ve islâmîlik' ölçütlerini kullanmak gerekiyor. Bu ölçütlere uyanlar 'ümmetin kurum ve kuruluşları, ilk Mescid'in yavruları'dır, uymayanlar ise Peygamberimiz'in yıkılmasını emrettiği 'zırar' mescidi örnekleridir. Bu yazının hedef kitlesi, İslam dünyasındaki bütün gruplardır.

Reşat Nuri Erol
06.12.2013
08:39

http://haber.stargazete.com/yazar/kuresel-finans-oligarsisi-ve-turkiye-hesaplari/yazi-813214





Sayı: 233 | Tarih: 1.12.2013
Mehmet Şevket Eygi
Dershane Bahane Kavga Derin
Tüm Dinler Haktır
1673 Okunma
13 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Cemaat’in yanında yanan yaşlar meselesi
Dershane kapatma zulmü
1107 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Yusuf Kaplan
Abdulhamit öldü ama Abdulhamitler ölmez
İki kader ikilider
1097 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Çözüm süreci
Çözüm Adil Düzen’de
1021 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Hüseyin Gülerce
Boğazımı sıkan eli tutmayayım mı?
Özgür Bırakın Gitsin
1020 Okunma
Zafer Kafkas
Mehmet Barlas
Kutsallar kullanılıyorsa maddi çıkarlar da devred
Müslümanlar
1017 Okunma
Tayibet Erzen