01.06.2013
Gerçekten kötümser olmayı gerektiren bir durum yok.
Ülke gelişiyor, sivil toplum bilinçleniyor, değişimle birlikte evrensel değerler de bütün toplum kesimlerini etkilemeye başladı.
Taksim'deki ağaçları korumaya çalışan ve çoğunlukla seçkin ve aydın kesimlerden oluşan sivil toplumun direnişi, iyimserlikle karşılanması gereken gelişmelerden sadece biridir.
Yakın geçmişi ve mesela 1946 sonrasındaki Cumhuriyet'in seçimle belirlenmiş ilk çok partili TBMM'deki tartışmaları hatırlayın.
O dönemde seçkin ve aydın kesimler için "Köylüler ve keçiler" ormanları tehdit eden yaratıklar olarak görülürdü.
TBMM'nin bir oturumunda kürsüye gelen CHP'li bir milletvekili orman köylülerinin ormanlar ve ağaçlar için nasıl büyük bir tehdit oluşturduklarını uzun uzun anlatmıştı. Bu konuşmacının arkasından kürsüye gelen Demokrat Partili milletvekili de "Siz ormanların mı yoksa insanların mı vekilisiniz" diye sormuştu.
Hasolar ve Memolar
1950 seçimleri ile keçiler değil ama köylüler Demokrat Parti aracılığı ile iktidar oldular. "Hasolar ve Memolar" için "Orman Suçları"nın affına ilişkin yasalar çıkartılmaya başlandı.
Aradan geçen yıllar sonunda seçkinlerin ve aydınların ağaçların tehdidi olarak köylüler ve keçiler yerine AK Parti iktidarını koymaları, önemli ve olumlu bir gelişme değil midir?
Burada önemli bir ayrıntı var...
Dünya da Türkiye de değişse bile belirli kesimler için insanlar, ağaçlardan daha öncelikli yere bir türlü gelemiyorlar.
Düşünün ki Güneydoğu'nun yakın geçmişinde binlerce faili meçhul cinayet var. Ama Taksim'deki ağaçları canları pahasına korumayı göze alanlardan bazıları, Derin Devlet'in parmağının bulunduğu da varsayılan bu cinayetlere dönük bir merak sergilemiyorlar.
Bu meraksızlığı 28 Şubat post- modern darbesine uzanan günlerdeki Susurluk Kazası (3 Kasım 1996) ertesinde de görmedik mi?
O zaman Başbakan olan Erbakan Susurluk'un yansıttığı dehşet veren tabloyu görmezden geldi. Ama sivil toplum haklı olarak bu skandalın üzerine gitti. Evlerin ışıkları sembolik olarak akşam saatlerinde kapatılarak, Susurluk'un aydınlatılması toplumsal bir talep biçiminde seslendirildi.
Sonra ne oldu peki?
28 Şubat karartması
Tamamı için Not supported field expression!
Yorum:
Çözümü Sokakta Arayanlar
PKK’nın geri çekilmesi ve Suriye krizi bir anda önemini yitirdi sanki. İç ve dış siyasetimizi bu kadar derinden etkileyen bu meseleler ne oldu da ikinci plana itildi ve insanlar tarafından konuşulmaz oldu. Tabii ki Gezi Parkı’ndan bahsediyorum. Taksimde olan, düne kadar bir çok insanın adını bile bilmediği bu park; yerine AVM dikileceği zaman bırakın Taksim’in, bırakın İstanbul’un, Türkiye’nin akciğeri oldu. Herkes doğa dostu, herkes duyarlı vatandaş oldu. Bu duyarlı arkadaşlar sonra ne yaptı? Merak edenler eylem sonrası Taksim görüntülerini izlesin. Cehenneme dönen bir İstiklal, kırılan dökülen camlar, yaralı insanlar…
Bu görüntülere bakanlar, dağları boşaltanların nereye giitiği sorusunun da cevabını bulacaklar.
Bu ne şimdi?
Bu savaş meydanını andıran görüntüler neyi temsil ediyor? Anarşist bir topluluğu mu, şiddette ölçü tanımayan bir polis gücünü mü, olayları olabildiğince abartarak servis edebilme becerisine sahip bir medyayı mı?
Bunların her birini veya hepsini temsil edebilir ama doğa dostu duyarlı vatandaşı asla.
Yanı başında insanlar açlıktan ölse el uzatmayacak, saldırıya uğrasa müdahale etmeyecek zihniyette insanların iki ağaç için sokaklara dökülmeyeceğini herkes biliyor. Ortaya çıkan her fırsatta hükümeti yıpratmaya çalışan bu insanların derdi yönetim değişikliği vs. ise hiç merak etmesinler aynı ülkü ile yaşayan, bu uğurda çalışan bir sürü Türkiye düşmanı var zaten, onlar boşuna sokağa dökülmesinler. Gaza gelip çözümü anarşide arayanlar, başkalarının işini kolaylaştırarak o çok sevdiklerini söyledikleri ülkelerine açıktan düşmanların vereceğinden çok daha fazla zarar verdiklerini bilmelidirler. İstenmeyen hükümet elbette gitmeli, gider de zaten. Ama şiddetle, anarşiyle değil, seçimle.