1 Temmuz 2012, Pazar
Mahir KAYNAK
1971 muhtırası öncesi bugün yayaların bile zor aştığı Karaköy Meydanı’ndaki açık bir kafede Mihri Belli ile sohbet ediyorduk. Herkesin zannettiği gibi konu Türkiye’nin nasıl sosyalist bir ülke olacağı değildi. Ekonominin nasıl yönetilmesi gerektiğini, kalkınma stratejilerini tartışıyorduk. Bu arada Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki bazı üst düzey kişilerin araştırmalar sonucu elde edilen bilgileri kendisinin sahibi olduğu tercüme bürosunda İngilizce’ye tercüme ettirdiğini ve bunların İngiltere’ye verildiğini söyledi. Bu kişilerden bazılarının İngiliz hegemonyasındaki, özellikle Afrika’da görevlendirildiğini anlattı. Ülkemizin finans hareketlerinin odağının Londra olduğunu herkes biliyordu. Ama artık Londra üretim hakkında da bilgi almak istiyordu. Bu durum tüm ekonomiyi etkileme şansı veriyordu çünkü hem parasal hem maddi açıdan ülkeye ait her şeyi biliyorlardı ve kullanacakları yapılar mevcuttu.
-1971 müdahalesinde Belli İngiltere’nin Türkiye ekonomisini bildiğini söyledi.
- Türkiye ekonomisi kayıtsız ekonomidir. Ne Türkiye ne de Avrupa biliyor. Bu sebepledir ki iç ve dış işbirliği Türkiye ekonomisini batıramıyor.
1999 yılında Türkiye IMF ile anlaşıp borç aldığında dövizi çıpa olarak kullanmaya söz verdi. O sırada Samanyolu televizyonunda yaptığım bir konuşmada olayın bir operasyona benzediğini söyledim. Maksadım bir tarafı suçlamak değil yapılanın ne olduğunun anlaşılması idi. 2001 krizinde faiz hadlerinin dünyada eşi görülmemiş bir biçimde yüksek, buna karşılık döviz kurlarının sabit tutulması izlenmesi gereken politikanın tam tersi idi. Yüksek faizlerle kazanılan paralar ucuz dövize yatırılarak büyük bir servet transferi yaşandı. Bir makalemde iflas eden bankaların o tarihteki boçlarının TMSF’ye devredildikten sonra beş katına ulaştığını yazmıştım. Benim formülüm Merkez Bankası’nın zordaki bankalara kredi vermesi ve döviz kurlarını sabit tutmasıydı.
-1999 da devlet faizi yükseltti, kuru sabit tuttu. Aksi politika izlenmeliydi.
- Yüksek faiz yatırımları durdurur. Düşük kur ithalatı körükler. İntihar politikasıdır.
Bu mücadeleyi siyasi amaçları olan bir operasyona benzettim İngiltere’nin ekonomimizdeki etkinliği ABD tarafından sınırlandırılmak isteniyordu.
- Bu yolla ABD İngiltere’yi frenliyordu.
- Her iki politika da ABD’nin değil tekel sermayenin politikası idi. Türkiye’yi batırıyordu.
Türkiye için bu konular ikinci derecede önemliydi. Tehlike ancak askeri olabilirdi, ekonomik faaliyetler gündelik yaşamın bir parçasıydı. Herkes PKK terörünün çok büyük bir tehlike görürken ben bunun fazla abartıldığını, çözüm yerine çözümsüzlük politikalarının izlendiğini söyledim. Sovyetler’in dağılması alışık olduğumuz tehdidi ortadan kaldırmıştı onun yerine yeni askeri tehditler yaratmak ve ekonomik ve siyasi hareketleri ikinci plana itmek gerekiyordu. Kürt sorununun barışçıl çözümünün isteyenler ağır bir baskı altına alındı ve tek tehdit olarak bunun algılanması sağlandı. Hatta bir ara Asala diye bir örgüt çıkardılar, birkaç cinayetini ülkemizi bölmek isteyen bir faaliyet olarak sundular.
-Kürt sorunu PKK sorunu yapıldı. Asala çıkarıldı.
- Sermayenin gündeminde 1997’de Türkiye Cumhuriyetini yıkmak vardı. 28 Şubatla bu baş arılamadı. 2001 krizi bunu denemek için yapıldı.
Tehditler ülkemizi bölmek isteyenler olarak kamuoyuna sunulunca ekonomik gelişmeler ve dünyadaki yeni dengenin nasıl olacağı düşünme ve tartışma konusu olmaktan çıktı. Şu anda değişimleri bir bütün olarak algılamak zorundayız. Yakın geçmişte yapılan cari açıktaki büyümeyi sadece kolaylıkla finanse ediyoruz sözü yeni bir yön çizdi. Bu da ekonomizi yönlendiriyor ama olumsuz yönde değil. Benim üzüldüğüm nokta nereye gittiğimizi bilememekti.
- Tehditler ortaya konuyor ve ekonomi çökertiliyor.
-1960’dan beri tehditler oluşturuluyor, terör olayı yaratılıyor. Askeri müdahale zorunlu hale getiriliyor ve Türkiye geri bırakılıyordu. Müdahale ekonomide geri bırakılmak için zorlanıyordu.
Önümüzdeki dönemde Ortadoğu petrollerinden elde edilen gelirlerin bir bölümünün ülkemize geleceğini ve üretimi bu ülkelerin ihtiyaçlarına göre yönlendireceğimizi düşünüyorum. AB’nin ekonomik sorunlarını çözmekte zorlanacağı ve bugükünden daha geride istikrar sağlanacağını düşünüyorum. Bütün bu şartlar muhalefetin yaptığı kelime oyunlarını aşar ve Türkiye’nin laf üreten değil düşünen gençlere ihtiyacı var.
- Türkiye’nin dış baskılarla karşılaşacağını sanıyorum. Çözüm üreten muhalefete ihtiyaç vardır.
- Yalnız muhalefet değil, iktidara da ihtiyaç vardır. Türk ordusundan başka Türkiye’de çözüm üreten yoktur. O da sadece taktik sorunları üretmekte, strateji havada kalmaktadır.
Mahir KAYNAK
Önümüzdeki günler
Şu anda çoğunluk Suriye’ye ve Başkan Esad’ın davranışlarına kilitlenmiş durumda. Oysa hem Suriye hem de Esad yeni tablonun oluşumunda bir alet konumundalar ve esas karar alan ve çatışan güçler dünyaya yön verenlerdir.
-Sorun Suriye sorunu değil, büyük güçler sorunudur.
- Sorun sermayenin yeniden siyasi güç elde etme çabası sorunudur.
Libya’da çatışmalar yaşanırken katıldığım televizyon programlarında sıranın Suriye’de olduğunu ancak buraya bir Batı müdahalesi beklemediğimi, Araplarla Türklerin bu soruna müdahil olacağını ifade etmiştim. Bu müdahale Esad karşıtlarını himaye şeklinde tezahür etti ve bu istikamette olacağı da söylenebilir. Yani yabancı bir gücün Suriye’ye müdahalesi ihtimali zayıf gözüküyor. Ama genel tabloyu şöyle değerlendiriyorum. Dünyadaki yeni denge yine ABD ve Rusya’nın kontrolünde olacak ve bu konuda askeri güç ikinci sırada, ekonomik güç etkili olacak. Ekonomide enerji belirleyici rol oynar ve bana göre ABD petrolü, Rusya doğalgazı kontrol edecek gibi görünüyor. Akdeniz petrolün geçiş yoluydu ve bunun Avrupa’ya bırakılmaması amaçlanıyordu. Çünkü ABD ve Rusya için yeni rakipler Avrupa ve Çin olabilirdi, bu güçlerin kontrolü gerekiyordu.
- Libya’dan sonra sıranın Suriye’ye geleceğini, sorunu büyük güçlerin değil, Türkiye ve Arapların çözeceğini söylemiştim. Rusya’nın gazı, ABD’nin petrolü Suriye’den. Bu sebeple Çin’i ve AB’yi uzaklaştıracaklardır.
- Bize göre böyle bir çatışma yoktur. Sermaye istiyor ama süper etkin güçler artık sermayeyi dinlemiyor. Petrol etkin güçlerin değil sermayenin silahıdır. Devletler birleşecek bu sorunu etkin güçler çözecektir.
Şöyle bir model çizdim. ABD petrol kaynaklarını ve geçiş yollarını kontrol edecek, doğalgaz Rusya’ya bırakılacaktı. Zaten dünyanın en büyük doğalgaz yatakları Rusya’daydı, ikinci sırada İran vardı. Ya İran Rusya tarafından kontrol edilecek ya da geçiş yollarına Rusya egemen olacaktı. Türkiye bu dengede dağıtılmak yerine her iki tarafa yakın olan, daha doğrusu dünyadaki yeni dengeyi anlayan ve buna göre davranan bir ülke olacaktı.
Ancak Türkiye böyle bir anlayışa sahip değildi. Her şeyi sadece kendi açısından değerlendiriyordu. Oysa bölgesel bir güç olmak ve dünyadaki barışı kontrol etmek, gerektiğinde savaşan taraflardan insanlığa hizmet edenin yanında olmak gerekiyordu.
Suriye’ye karşı yürütülen politika doğrudur. Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi Esad güçlerinin muhalif askerleri takip etmek için ülkemize girmesi halinde doğal bir davranış olur. ABD ve Rusya’nın politikalarının şöyle planlandığını düşünüyorum: Suriye’ye dış bir askeri müdahale yerine muhaliflerin kazanması ve bu zaferin yeni yönetimin başarısı olarak ilan etmek doğru olacaktır. Bu durumda yeni yönetimi destekleyecek manevi bir durum hasıl olacaktır.
-ABD petrolü kendine, gazı Rusya’ya bırakmıştır. Suriye’de iç müdahale ile çözüm üretilecektir.
- Sermaye Suriye ile Türkiye kapıştırarak, İsrail’i devreye sokup İran Türkiye savaşını çıkarmayı planlıyor. Başaracağını sanmıyorum.
Rusya’nın yeni yönetimle de iyi ilişkiler içinde olması beklenir. Rusya hiçbir durumda Suriye karşıtı tavır almayacak gibi görünüyor. Yani ne Esad rejimine ne de muhaliflerin kuracağı iktidara karşı olmayacaktır.
- Rusya Suriye’nin işine karışmak istemiyor.
- Sermaye çatıştırarak sorunu çözmeye çalışıyor. Biz de alet oluyoruz. Oysa bizim barıştırarak sorunu çözmemiz gerekir.
Asıl amaç nedir sorusuna cevap arayalım. İran, Irak Suriye üzerinde bir doğalgaz hattı inşa ederek Rusya’nın doğalgaz üzerinde kuracağı egemenliğe zarar vermek. İran’la iyi ilişkiler içinde olan Çin’in daha geniş bir alanda etkili olmasını engellemek.
- Amaç Çin’in etkisini engellemektir.
- Etkili güçlerin hiçbir emelleri yoktur. Sermaye bunları çatıştırmak istiyor. Başaramıyor.
Kaynak, sermayenin başarılı olacağı var sayımı üzerine çözümler üretiyor. Sermaye başaramayacak.
Ulaştığım sonuçlar doğru olmayabilir ancak sorunu Esad’la sınırlı tutmak, bölgede cereyan eden ve muhtemelen Irak’la başlayarak Basra Körfezi civarına yayılabilecek sıcak çatışmaları sürpriz olarak karşılamak ve önceden politika tespit etmemek anlamı taşır. Ayrıca sorun mezhep çatışmasıyla sınırlı kalmayabilir. Bu konuda Azerilerin kullanılma ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Ülkemiz zor günlerle karşılaşabilir ama zor günlerin sonucu hep kötü değildir daha iyi günler de gelebilir.
- Tahminim hatalı olabilir. Ama zor günlerdeyiz. Çözümler üretmeliyiz.
- Türkiye dünya dengeleri içinde tarafsız kalmalıdır. Sermaye bunları ister çatıştırsın, ister çatıştırmasın biz tarafsız olmalıyız. Başka devletlerin iç işlerine müdahale etmemeliyiz. Barışçı olmalıyız. Haklı olanın yanında olmalıyız. İktidarda kim varsa onu desteklemeliyiz. Bu destek sadece sözle olmamalıdır.
NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle'ye aittir.
Yorum:
Uçak nerde düştü?
Uçak, Suriye’nin karasularında düşmüştür. Uçak parçalanmamış pilotlar yaralanarak ölmemişlerdir. Demek ki uçaksavarla vurulmuştur. Demek ki çok daha yakın yerden vurulmuştur. Belki de Suriye’nin kara-hava alanına girmiştir.
Türkiye burada yanlış iş yapmıştır. Suriye’den özür dilemelidir. Bu Suriye devletinden değil kendi hatasından doğan bir özür dilemedir. Bu Türkiye’yi küçük düşürmez. Aksine Türkiye’yi saygın devlet haline getirir.
Ayrıca Uçağın oraya gitmesini sağlayan Genelkurmay Başkanı veya Hava Kuvvetleri Komutanı ise sorun orda biter. Unutur gideriz. Komutanlık bunu kendi takdiri ile yapmış olabilir. Yahut batının isteği üzerine yapmış olur. Komutanlığın taktiridir. Suçlayamayız.
Eğer Komutanlığın bilgisi dışında bu tecessüs yapılmışsa o zaman komutanlığın soruşturma yaptırıp uygun gördüğü ceza verilmelidir.
Sermayenin kışkırtmalarına asla kapılmamalıdır. En iyi siyaset aldırmamaktır.
Sermaye ömrünü doldurdu. Faizli düzen tarih oluyor. Faizsiz sömürü dışı bir düzene geçerse ömrünü uzatmış olur, daha yüz yıllar insanlığa hizmet edebilir. Faizli sömürü sisteminde direnirse ömrü bir asır bile sürmez. Gelecek çatışma sermaye ile siyasi güçler arasında olacaktır. Merkezi ekonomi ile halk ekonomisi arasında olacaktır.