Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
12.01.2012
Önce, son günlerin tartışmalara neden olan bazı gelişmelerini sıralayalım:
- Başbakan Erdoğan, Uludere Roboski faciası için derin üzüntülerini bildirdi ama özür dilemedi, dolayısıyla TSK’ya sahip çıktı;
- Erdoğan Roboski faciasından MİT’in sorumlu tutulmasına karşı çok sert ve net tavır aldı, yani MİT’e ve başındaki Hakan Fidan’a sahip çıktı;
- İlker Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasını arzu ettiğini beyan ederek eski “mesai arkadaşı”na kısmen de olsa sahip çıktı;
- BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “onbaşı” suçlamasına karşı Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’e sahip çıktı.
Yeni iktidar savaşları
Kimileri Erdoğan’ı, bu sahiplenmelerinin tümü, kimileri de içlerinden bazıları yüzünden eleştiriyor ve onu “Ankaralılaşmak”la suçluyorlar. Erdoğan’ı suçlayanların hemen hepsinin ona ve AKP hükümetine genel olarak geniş destek vermiş kişi ve odaklar olması ilgi çekici. Son günlerdeki bu tavırlarıyla, sanıldığının aksine AKP’ye desteklerinin hiç de “kayıtsız, şartsız” olmadığını öğrenmiş oluyoruz.
Buradan hareketle 10 yıllık AKP iktidarının özellikle son 5 yılında tanık olduğumuz bir ittifakın çatırdağını söyleyebiliriz. Bu çatırdamanın sonucunda söz konusu ittifak dağılır mı, yoksa yeniden mi yapılanır, şu anda kestirmek mümkün değil, fakat birileri müdahale etmezse tartışma ve anlaşmazlık konuları giderek daha fazla öne çıkabilir.
“Peki müttefikler neden birbirlerine düştüler?” diye sorulacak olursa, şimdilik, “ülkedeki eski iktidar sahiplerini tasfiyede o kadar hızlı bir şekilde zafere ulaştılar ki taraflardan en az biri, bunun getirdiği sarhoşlukla, iktidarda kendisine daha fazla alan talep etti, bu da halen tanık olduğumuz iktidar savaşlarını tetikledi” cevabıyla yetinelim.
Ankara eski Ankara değil
“İlerde bu konuya mecburen sık sık değinmek durumunda kalacağız, hatta belli bir aşamadan sonra yazılarımızın belki tümünün ana izleği bu yeni iktidar mücadelesi ve onun yansımaları olacaktır” dedikten sonra yine baştaki konuya dönelim. Soru açık: Erdoğan (ve AKP hükümeti) sahiden Ankaralılaşıyor mu? Bu soruyu soranlar, bir hükümetin “Ankaralılaşması” ile, onun TSK, MİT gibi güvenlik aygıtlarının, daha da önemlisi bu aygıtlarla köklü ilişkileri olan “derin” organizasyonların denetimine girmesini kastediyorlar.
Aslında bu soru yanlış soruluyor. Çünkü 10 yıllık AKP iktidarında çok şeyin tepeden tırnağa değişmesine paralel olarak Ankara da eski Ankara olmaktan çıktı. Özellikle 2007 genel seçimleri ve Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasıyla birlikte AKP hükümetinin devlet haline gelme sürecinin hız kazandığını, 2011 genel seçimleriyle birlikte bu sürecin büyük ölçüde tamamlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Bundan böyle AKP için “hükümet oldular ama bakalım iktidar olabilecekler mi?” sorusu anlamını yitirmiştir. Buna bağlı olarak şunu hiç tereddütsüz söyleyebiliriz: Başbakan ve siyasi iktidarın diğer temsilcileri, TSK, MİT vb. devlet kurumlarına ve bunların yöneticilerine, onların vesayeti altında oldukları için değil, tam tersine bu kurum ve kişilerin vasisi oldukları için sahip çıkıyorlar.
TSK’ya gösterilen özen
Bu noktada asker-sivil ilişkilerinin yeni konumuna kısaca göz atacak olursak, hükümetin TSK’ya yönelik güvensizliğinin yok denecek ölçüde azaldığını…
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Beklentinin Böylesi
Erdoğan’ın Uludere’nin ardından hükümet adına özür dilememesi, askeri operasyona sahip çıkması ve Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasını öngörmesi bazı çevrelerin beklentilerini karşılamadığından hayal kırıklığı yaratmışa benziyor.
Erdoğan çıkıp da biz bir hata yaptık, ordunun yaptığı affedilemez, böyle ihmal olmaz, sorumluları bulunacak, en ağır şekilde cezalandırılacak, bunun için yüce milletimizden özür dileriz dese arkasına da Başbuğ’un tutukluluğundan ne derece memnuniyet duyduğunu söylese herhalde alkışı hak ederdi. Hak eder miydi, yoksa adil eleştiri melekesini yitirmiş bu insanlar tarafından yine eleştiriye maruz kalır mıydı? Bence eleştirecek bir taraf mutlaka bulurlardı, niyet yıpratmak olduktan sonra, malzeme sıkıntısı çekmezlerdi.
Uludere olayının üzerinden prim yapmaya çalışan çevreleri, cenazede döktükleri timsah gözyaşlarıyla bir kez daha görmüş olduk. Orada ölen ve kaçakçılıkla geçimini sağlayan insanların bu son işleri olsa bile, biliyoruz ki ilki değildi. Bu usulsüzlük mutlaka daha önce de biliniyordu, kimseye sürpriz olmadı. Niye böyle bir operasyonla duruma müdahale etme gereği duyuldu, tam da KCK operasyonları yoğunluk kazanmışken bu zamanlama tesadüf müydü? Böyle senaryo varı olaylar ardından cevapsız birçok soru kocaman Acaba?’ larla karşımıza çıkıyor. Tatminkâr bir cevap içinse beklemek, ne yazık ki sadece beklemek gerekiyor.