Kiminle neyi tartışmam
1034 Okunma, 7 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

13.01.2012

-  “Dönek” diyenle değişimi...

-  Anıl Çeçen’le insanlığı...

-  Kemal Kılıçdaroğlu ile abartmanın ve kabartmanın inandırıcılığı zedelemesini...

-  Karolin Fişekçi ile “cool olmanın faziletleri”ni...

-  “Tutuklu kalsınlar” diye tepinen ile adaleti...

-  Yakın tarihimizde en küçük bir leke bile yoktur diyen ile Dersim’i...

-  Türk sinemasına kıyak çekmeliyiz diyen ile Türk filmlerini...

-  İçişleri Bakanı ile sanatı...

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

 

Yorum:

Cidalciyle tartışmak

Cidal karşılıklı tartışmaktır. Cihad ise karşılıklı çalışmaktır.

Cidalci mücadil, cihatçı mücahittir.

Mücahit olanlar karşılıklı delillerini birbirlerine sunarlar ve hak olana ulaşmaya çalışırlar. Mücadiller delillerini sunabilirler ama delilleri değişik şekillerde yorumlarlar. Yani delilleri kendilerinin önceden sabitlenmiş fikrine uygun hale getirirler. İnce bir şekilde delilleri değiştirirler veya o delillere öyle anlamlar yüklerler ki kendi fikirlerine uygun hale gelir.

Mücahitler karşıdakinin kişiliği ile ilgilenmezler. Mücahit için karşısındaki insanın hangi görüşte olduğu, siyasi mensubiyeti önemli değildir. Mücadil için çok önemlidir. Karşısındaki insanın kendi görüşü dışında bir görüşe sahip olması onu otomatikman kötü yapar.

Mücahit karşıdakinin fikirlerini alır ve yorumlar. Mücadil ise karşıdakinin ilmi seviyesinin düşük olduğunu iddia eder ama öyle bir paradokstur ki tartışmaya devam eder.

Mücahit karşısındaki insanın kişiliğine saldırmaz. Mücadil ise karşısındaki insanın kişiliğine saldırır.

Mücahit karşıdaki insana çeşitli sıfatlar takmaz. Mücadil ise karşısındaki insana sıfat takma konusunda maharetlidir. Onun cahil, kıskanç, kafir, müşrik, kötü insan olduğunu tartışma sırasında sürekli vurgular.

Mücahit delilini kısaca söyler. Mücadil ise kısa konuşmaz. Çok konuşunca galip geleceğini zanneder. Hatta en önemlisi son sözü o söyleyecektir. Eğer siz bir şey söylerseniz hemen o da bir şey söyler. Onun için önemli olan son sözü söylemektir. Son söz galibiyet belirtisidir.

Mücadilin psikolojik yapısı galip gelme üzerine kuruludur. İlla ki galip gelecektir. Oysa mücahidin böyle bir derdi yoktur. Mücahit karşıdakinin delilinin doğru olduğunu görünce fikrini değiştirir. Mücadil ise böyle bir şey asla yapmaz. Onun söylediği kesin doğrudur. Delilleri yuvarlatır ve kendi söylediğinin doğru olduğunda iddia eder.

Mücahit gereksiz tartışmayı bırakır. Mücadil asla bırakmaz. Karşıdakinin tıkandığı için bıraktığını iddia eder.

Eğer siz mücalidle tartışmaya başlarsanız otomatikman cidale ortak olursunuz. Ama bazen onun mücadil olduğunu anlayana kadar tartışırsınız. Tartışma başladıktan sonra uzaklaşmak da zordur. Çünkü siz cevap vermezseniz vermeme sebebinizin haksızlığınızın tescili olduğunu iddia eder.

Siz siz olun, herkesle tartışın, ama mücadille tartışmayın. Başladıysanız bırakın. Sadece sabredin. Bırakın o kendi kendine konuşsun.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
15.01.2012
15:18

Lütfi kardeş;

Kırk yılı aşan mücahede hayatım(ız)da, dediğin şeyleri çok yaşadım...

Hala da yaşamaya ve örneklerine rastlamaya devam ediyorum...

*

iki ay kadar önce genişletilmiş ESAM istişare toplantısındayız...

çok sevdiğim bir profesör arkadaşla yan yana oturuyoruz...

söz sırası geldiğinde İslam'ın "medeniyet" diye bir sorunu olmadığını söyledi!!!

sıra bana geldi...

ne diyebilirdim ki...

münasip şekilde ve kesinlikle"cidal" boyutuna taşımdana "ADİL DÜZEN projesinin aynı zamanda bir "MEDENİYET" PROJESİ olduğunu hatırlatmakla iktifa etti; meselenin "tartışma" safhasına aktarılmasına da gerek görmedim...

her iki taraf da fikrini söyledi...

hazirun değerlendirmesini yapsın...

hepsi o kadar...

*

selam ve dua ile...

hayırlı çalışmalar...

Reşat Nuri Erol
15.01.2012
15:22

yukarıdaki konuyu yazmışken, bugün ve geçen hafta aynı yazarın aynı konuyu yazması hatırıma geldi...

kunu aynı: MEDENİYET meselesi...

aktarıyorum...

***

bugünkü yazı:

Hilmi Yavuz

'Medeniyet şuuru'

Bay İsmet Özel'in medeniyet konusunda yazdıklarını bir defa daha hatırlamakta yarar var. Bay Özel, tastamam şöyle demiştir: 'İslamî mücadelenin varacağı noktanın bir İslam medeniyeti olacağını ifade etmek ne kadar iyi niyete dayalı olursa olsun, içinde bir yanlış barındırmaktan uzak değildir. Çünkü İslamî ilkelerin savunulması, bir medeniyet savunması ölçüsünde ele alınamaz. Bu takdirde İslam kaynaklarının bir medeniyet kurmayı öngördüğü iddia edilmiş olur ki, böyle bir iddia abestir.' Te'vil götürmeyen sözler bunlar! Apaçık! Bay Özel, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak bir ifadeyle, İslam'ın bir medeniyet kurmayı öngörmediğini iddia ediyor! Kendisine ve yandaşlarına şunu hatırlatmıştım, tekrar edeyim: Vahiy ve Sünnet, Müslümanlara, güzel olanı sevmenin Allah'ı sevmek olduğunu, hiçbir dolandırmaya gerek duyurtmadan ifade ediyorsa eğer, bu, Bay Özel'in iddiasının aksine, 'İslamî ilkelerin savunulması[nın], bir medeniyet[in] savun[ul]ması ölçüsünde ele alın[ması]'gerekir, anlamına gelir. Vahiy ve Sünnet, biz Müslümanlara ahlakî bir medeniyetin inşasıyla birlikte, yine elbette Vahiy ve Sünnet'e dayanarak bir estetik medeniyet inşa etmeyi emretmektedir. Mademki, 'biçimin en güzel'ini [Mürselat, 23], mademki Kelamullah'ı, 'Söz'ün en güzel biçimi'ni [Zümer,23] O yaratmıştır; madem ki 'en güzel döşeyici' [Zariyat, 48], O'dur; madem ki, insanı 'en güzel biçimde' yaratan da O! Öyleyse güzellik, bir emr-i bi'l ma'rûftur... Geçen haftaki yazım dolayısıyla sosyal medyada, Bay Özel'in yandaşlarının ağır saldırılarına uğradım. Bu zevatın anlamadığı, İslamî bir medeniyet şuuruna sahip olmak veya olmamak meselesidir. Öyle görünüyor ki, Bay Özel'le birlikte, İslamî bir medeniyet şuuruna sahip olmayan veya böyle bir sahiplenmeyi reddedenler vardır. Ben, her şeye ve herkese rağmen, İslam'ın bir büyük ve estetik medeniyet inşa ettiğini söylemeye ısrarla devam edeceğim. Bundan kimsenin şüphesi olmasın! Şunu da belirteyim: Medeniyet şuurundan mahrum olma maluliyetinin, Müslümanları taşıyacağı nihaî mevzi, Kadızadeli suhtelerin konumudur. İslam'ı sadece şeriata ircâ etmek, yukarıda da Kur'an-ı Kerîm'den yaptığım alıntılardan da apaçık bir biçimde anlaşılacağı gibi, bizzat şeriatın inkârıdır. Bir daha yazayım: Vahiy ve Sünnet, biz Müslümanlara güzelliği emrediyor;- o kadar! Kadızadeli, evet! Zira, bu mantık, bir internet sitesinde yazan [cevap hakkına dayanarak sütunumu fuzulî işgalden korumak amacıyla] adını vermek istemediğim bir kişi, beni eleştirdiği yazısını şu ibretlik cümleyle bitirmektedir: 'Peygamber'in açlıktan karnına bağladığı taşlar, son tahlilde, Süleymaniye'nin temelindeki taşlar değildir.' Şu dehşetengiz Kadızadeli mantığına bakınız! Süleymaniye gibi İslam medeniyetinin en muhteşem ve en anıtsal estetik ifadesi olan bir büyük camiin temellerinde, Hz. Peygamber'in (S.A.V) karnına bağladığı taşlar yokmuş! Peki, Süleymaniye'yi yıkalım mı, öyleyse? Bu medeniyete nasıl sahip çıkılacağını daha önce muhtelif vesilelerle yazdım. Medeniyet şuuruna sahip bireyler, ancak, bu medeniyete sahip çıkacak bir sınıfın ideolojisiyle kendilerini inşa etmiş bireyler olacaktır. Bugün İslamî bir medeniyet şuurundan ve elbette böyle bir sınıftan söz edilemiyorsa, asıl bundan İslam kaynaklarının bir medeniyet kurmayı öngörmediği sonucunu çıkarmak, abesle iştigaldir! Sözü Tanpınar'ın Mahur Beste'de Molla Bey'in şu sözleriyle tamamlayayım. 'Gene anladım ki, bizim Şark, Müslümanlık, şu bu diye tebcil ettiğimiz şeyler, bu toprakta kendi hayatımızda yarattığımız şekillerdir. Bize ulûhiyetin çehresini veren Hamdullah'ın yazısı, Itri'nin Tekbir'i, kim olduğunu bilmediğimiz bir işçinin yaptığı mihraptır.' Evet, ulûhiyetin çehresi! Ama gel de bunu büfeci İslamı'na anlat! h.yavuz@zaman.com.tr 15 Ocak 2012, Pazar

***

geçen haftaki yazı:

Hilmi Yavuz

İsmet Özel, Medeniyet ve 'Büfeci İslamı'

Türkiye'de 'modernleşmiş' ve laik 'beyaz Türk'lerin, gelenekçi Müslüman kimlikleri 'Büfeci İslamı' türünden bir değersizleştirmeyle niteleyen söylemleri, uzun bir süredir dolaşımda. 'Büfeci İslamı'nın özneleri de 'göbeğini kaşıyan adam'lar ya da 'bidon kafalı'lar elbette! Bu ideolojik söylem, modernlikle geleneksellik ikili karşıtlığı bağlamında okunması gereken bir söylem olarak sunuldu. Çok da yanlış değildi bu! Laik 'Beyaz Türk'lerin İslam'a karşı aldıkları tavrın, ideolojik bir değersizleştirme söylemi olarak inşa edilmesinde şaşılacak bir taraf yoktur. İdeolojinin doğasında vardır bu: Ya 'öteki'leştirip değersizleştirecek ya da 'bizden' olanı yüceltecektir! Ama bu meseleye daha farklı bir perspektiften de bakılabilir: Bu, İslam medeniyeti perspektifidir. Öteden beri anlatmaya çalıştığım gibi Türkiye'de Müslümanlar, İslam'ın bir medeniyet olduğunu, ısrarla göz ardı etmişlerdir. Müslümanlığın sadece akaidden ibaret olduğu, hatta bir medeniyet inşa etmediği ya da ettiyse bile, Müslümanların bu 'medeniyet'e ihtiyaçları bulunmadığı söylenmiştir. Şimdi kısa ve kestirme yoldan sorayım: Müslümanların 'Büfeci İslamı' ile değersizleştirilmelerinde, İslam medeniyetinin, bizzat Müslümanlar ve onların entelektüelleri tarafından ısrarla göz ardı edilmesinin hiç mi payı yoktur? Medeniyeti bir yana bırakalım ve eğri oturup doğru konuşalım: Akaid bağlamında bakıldığında bile, Hz. Peygamber'in (SAV) 'İnsanın dünyadaki vazifesi, dünyayı güzelleştirmektir' buyrukları hilâfına, berbat cami mimarisi ile dünyayı çirkinleştirenler yok mudur? Çuvaldızı başkasına batırmadan, iğneyi kendimize batıralım: İslam'ın bir medeniyet, estetik bir medeniyet kurmuş olmasının göz ardı edilmesi, yok sayılması, İslam'ın 'Büfeci İslamı', Müslümanların da 'göbeğini kaşıyan adam'lar ya da 'bidon kafalılar' gibi birtakım aşağılayıcı yaftalarla etiketlenmelerinin nedenlerinden biri değil midir? Bakınız, İslam'ın önde gelen entelektüellerinden biri kabul edilen bay İsmet Özel, 'Bir Medeniyet Kurmak' başlıklı yazısında, aynen şunları yazmıştır: 'Medeniyet, toplum hayatının düzenlenmesinde insan aklının egemenliğine ve tatmin yollarının seçiminde nefsin eğilimlerine üstünlük tanımanın doğal sonucudur [...] İslami mücadelenin varacağı noktanın bir İslam medeniyeti olacağını ifade etmek ne kadar iyi niyete dayalı olursa olsun içinde bir yanlış barındırmaktan uzak değildir. Çünkü İslamî ilkelerin savunulması, bir medeniyet savunması ölçüsünde ele alınamaz. Bu takdirde İslam kaynaklarının bir medeniyet kurmayı öngördüğü iddia edilmiş olur ki, böyle bir iddia, abestir.' Bay Özel, daha sonra, 'gelecekteki İslam toplumunu zihnimizde bir medeniyet tasarımı taşıyarak yaklaşmaktan doğacak olan sakınca[dan]' söz ediyor ve İslam'ın Vahiy ve Sünnet dışında bir medeniyete ihtiyacı olmadığını bildiriyor. İslam iki büyük medeniyet üretmiştir: İlki ve hiç şüphesiz en büyüğü, Vahyin ve Sünnet'in inşa ettiği Ahlak medeniyetidir. İkincisi ise, Estetik Medeniyet! İslam'ın bu büyük estetik medeniyetinin, Vahyin ve Sünnet'in ürünü olduğunu göz ardı etmek sözkonusu değil. Bu medeniyet İslam'ın medeniyetidir ve elbette Vahyin ve Sünnet'in ürünüdür. İbn Arabî, Fütûhati'l-Mekkîye'de, Hz. Peygamber'in, 'Allah güzeldir, güzelliği sever' Hadis-i Şerif'ini [Sahih-i Müslim, İman 147] zikrettikten sonra şunları söyler: 'Ve eğer bir varlığı güzelliğinden dolayı seversen, sadece Allah'ı sevmiş olursun, çünkü Allah güzeldir.' İbn Arabî, 'sevginin sebebi[nin] güzellik, güzelliğin ise Allah'a ait' olduğunu; 'çünkü güzelli[ğin] O'nun Zâtından dolayı sevilmekte' olduğunu bildirir. Açıkça görülmüyor mu: İslam'ın estetik bir medeniyet olarak inşasının temelleri Vahiy ve Sünnet'tedir. Gelgelelim, 'İslam kaynaklarının bir medeniyet kurmayı öngördüğünü iddia e[tmenin], dolayısıyla da, böyle bir medeniyeti yeniden üretmenin 'abes'le iştigal olduğunu süren Bay Özel, İslam'ı sadece bir din olarak gören Oryantalistleri haklı çıkarmakta değil midir? Büyük ve estetik bir medeniyeti, İslam medeniyetini hiçe sayarak, İslam'ın ve Müslümanların aşağılanmasına, değersizleştirilmesine, 'medeniyetsiz' bir 'büfeci İslamı'na ircâ edilmesine, dolaylı da olsa, fırsat tanımış olmuyor mu? Kararı siz verin... h.yavuz@zaman.com.tr 08 Ocak 2012, Pazar

Reşat Nuri Erol
15.01.2012
15:31

İSMET ÖZEL ile bir defa olsun -dolaylı da olsa- yıllar öncesinde kendisiyle konuyu konuştuğum için hatırlatmış oldum.

ayrıca...

İSAV'da Üstad ile müşterek tebliğlerini içeren kitaplar yayımlandı...

otuz yıl kadar öncesinde...

ama...

her şey orada kaldı!!!

*

bir de..

yıl 1973...

ATİLLA KOÇ beni alıp İzmir'den Ankara'ya götürdü...

TEK YOL dergisini çıkardığımız zamanlardı...

Bir Ankara akşamında İSMET ÖZEL'in evine götürdü, tanıştırdı...

"Bu genç (o bendim) ile çalışmanı tavsiye ederim..." dedi...

Tanıştık...

Ama birlikte çalışmadık...

NASİP

Reşat Nuri Erol
17.01.2012
12:46

aynı şeye inanmak...

aynı şeyleri düşününmek...

aynı şeyler için çalışıyor görünmek...

aynı toplulukta bulunup güya birlikte olmak...

ama...

ayrı şeyler yazmak...

*

ve

ve..

ve...

veeee...

işte böyle bir "şey" demek ki...

*

ne demeli...

HER "ŞE" ALLAH'TAN...

BUNA DA ŞÜKÜRLER OLSUN...

*

Ve's-SELAM mea'd-DUA.. DUA.. DUA...

Reşat Nuri Erol
17.01.2012
12:56

yukarıda birkaç kelimeyle andığım anılarda aslında çok önemli ayrıntılar var...

bu kadar zaman geçtikten sonra "şimdi" yapacak bir şey yok...

ama "sonuç" itibariyle "SONUÇ" ortada...

SONUÇ ORTADA...

*

kırk yıldan beri...

biz kendimizce bir usul belirledik ve çalıştık; hala çalışıyoruz...

onlar da öyle düşündüler, dediklerini dediler, yapacakları bir şey var idiyse yaptılar...

SONUÇ ORTADA...

*

dönüp..

geriye bakınca...

HALİME/HALİMİZE ŞÜKREDİYORUM...

ALLAH'IMIZA HAMD OLSUN...

*

SELAM VE DUA İLE..

Reşat Nuri Erol
18.01.2012
07:32

"medeniyet" ile ilgili yazıyı iktibas ederken niyetim çok farklıydı...

"medeniyet" meselesine bakışım hala herkesten çok farklı...

"medeniyet" meselesi bu ülkede anlaşılmış bile değil...

"medeniyet" nedir bilmeyenler ne yapabilir ki?!.

"yeni bir medeniyet" kurabilirler mi?!.

*

maalesef seviye bu..

bakış bu..

*

yapacak bşka şey yok..

çalışmaya devam...

***

bu arada..

dediklerime bir "örnek" daha..

aşağıda...

***

Ömer Lekesiz

Medeniyet şurubu

Hilmi Yavuz, son iki yazısında İsmet Özel'in medeniyetle ilgili bundan yaklaşık 35 yıl önce yazdığı yazılardan kimi cümleleri cımbızlamakla kalmayıp, onları -tıpkı namaz ayetini eksik okuyan Bektaşî tutumuyla- çarpıtarak yine kendinden söz ettirmeyi başardı. Hilmi Yavuz için İsmet Özel'e çatmak, hakaret etmek suretiyle kendinden söz ettirmek cazip bir buluş olsa da şık olmadı; Şair Hilmi Yavuz'un entelektüelliğiyle bağdaşmadı; sakil düştü, kırıcı oldu; İsmet Özel'in vebalini yükledi ona. Bu iki yazısıyla "İsmet Özel 35 yıl önce bunları yazarken, sen neredeydin Hilmi Yavuz, İslam'la ilgili hangi meseleyi tartışıyordun, Din adına hangi zorluğu yüklenmiştin, Müslümanların hangi derdini dert ediniyordun?" diye sorulmasına neden olmanın da ötesinde "Ben, her şeye ve herkese rağmen, İslam'ın bir büyük ve estetik medeniyet inşa ettiğini söylemeye ısrarla devam edeceğim. Bundan kimsenin şüphesi olmasın!" şeklindeki dayılanmasına karşılık "uyan da balığa gidelim" tebessümlerine maruz kalarak kendini komik duruma düşürdü. Hilmi Yavuz iyi adamdır, sanat ve edebiyat konusunda birikimlidir ve kolay yetişecek biri değildir; İsmet Özel kadar iyi şiir yazamaması şiirinin kötü olduğu anlamına gelmez; münevver İsmet Özel kadar İslami düşünceye hizmet etmemesi vasat bir entelektüel olduğunu göstermez. Neticede Hilmi Yavuz Hilmi Yavuz kadar, İsmet Özel İsmet Özel kadar kıymetlidir. Son birkaç yıldır Müslümanca meseleler üzerine zihin yorması da ayrı bir güzelliktir Hilmi Yavuz'un, ama bu onu mahallenin ağabeyi yapmaz; çünkü bu unvanı hak etmek kolay değildir; bu uğurda ömrünü harcamak gerekir, bedel ödemek gerekir. Oysa ki, Hilmi Yavuz Müslümanların gündüz sohbetine grup vaktinde tam söz biterken katılmıştır; ona "Aleykümselam" denilip, oturması için uygun bir yer gösterilirse de kimse onu baştacı yapmaz. Medeniyet konusunda İsmet Özel'e çatma, güya onun sözlerini tashih etme babından söylediklerinde açıkça görülen de bu geç kalmışlığı değil midir? İbn Haldun'u bilmez mi hiç Hilmi Yavuz? Bilir. Peki onun "İnsan kendi ahlakını ve dinini muhafaza etmekten aciz olmak ve bozmakla insaniyetini bozmuş ve hakikaten de şekil ve sureti değişerek en çirkin bir şekil almış olur" sözünden habersiz midir? Haberlidir. O halde, "İslam iki büyük medeniyet üretmiştir: İlki ve hiç şüphesiz en büyüğü, Vahyin ve Sünnet'in inşa ettiği 'Ahlak Medeniyeti'dir. İkincisi ise, 'Estetik Medeniyet! İslam'ın bu büyük estetik medeniyetinin, Vahyin ve Sünnet'in ürünü olduğunu göz ardı etmek sözkonusu değil. Bu medeniyet İslam'ın medeniyetidir ve elbette Vahyin ve Sünnet'in ürünüdür" derken insandaki bozulmanın Din'le bir ilgisinin olamayacağını, medeniyet de dahil insan icadının bozulmasının mukadder olduğunu ve yüzlerce medeniyetin bu nedenle helak edildiğini görememesi neyin nesidir? "Estetik" diyor Hilmi Yavuz, el-hak Türkiye'de estetiği iyi bilen üç beş kişiden birisidir ancak konu medeniyet olunca cami yaparken kuş-evlerini bile ihmal etmeyerek emsalsiz bir inceliğe ulaşanların aynı caminin avlusunda onlarca insanı katlettiklerini unutması mazur görülebilir mi? Yazısına "Medeniyet şuuru" başlığını atarken, Hayyâm, Sa'dî, Hâfız, Ahmed-i Dâî, Nevâyî, Nedîm vb. estetik anlayışın zirvesine yükselmiş yüzlerce güzide isimin aynı zamanda -Halil İnalcık Hoca'nın isimlendirmesiyle- "Has-bağçede 'ayş u tarab" ile gününü gün eyleyerek medeniyet şuurundan ürete ürete, medeniyet şurubu ürettiklerini görmemesi nasıl bir şeydir? Elbette İslam medeniyetinin en büyük temsilcilerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu'nu şairler yıkmadı ama "Sâkî duracak zaman değildir / Fevt etmeyelim dem-i şebâbı / Bir hâlete koy beni ki olsun / Dûşumdaki sof dahi şarâbî" ve dahi "Gülelim oynayalım kâm alalım dünyâdan / Mâ'-i Tesnîm içelim çeşme-i nev-peydâdan / Görelim âb-ı hayât aktığın ejderhâdan / Gidelim serv-i revanım yürü Sa'd-âbâd'e" diyen Nedîm neslinin Din'den sapmayı maharet saymasının Osmanlı için sonun başlangıcı olduğunu anlamaması nasıl bir akıl tutulmasıdır? Sayıları çoğaltılabilecek bu düşünsel arızalar, yukarıda peşinen söylediğim gibi Hilmi Yavuz'un "gündüz sohbetine grup vaktinde" katılmasından kaynaklanıyor. İlgili tartışmaların hangi zaman ve zeminde, nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklanarak geliştiğini bilmediği için, kendini gösterme tutkusuyla İsmet Özel'e bodoslama dalmak isterken, oturtulduğu sedirden düşüveriyor. Cevapları sert karşılıkları zorunlu kıldığı için yukarıda sadece sorular sormakla yetindim ama herkes benim gibi dindarlığından, yaşından, edebî ve felsefî müktesebatından dolayı Hilmi Yavuz'a tahammül etmeyebilir. Doğrunun, güzelin ortaya çıkması adına her türlü tartışmaya da can fedadır ancak Hilmi Yavuz'un "bay", "büfeci" vb. tedavülden kalkmış CHF kılıklı kelimelere yaslanarak grup vaktinde geldiği gündüz sohbetinde haksız yere, tutarsız bir gerekçeyle adam dövmeye kalkışmaktan öncelikle vaz geçmesi gerekir. Üstelik ölümlü dünyadayız ve "Tabut kalın ciltli bir kitaptır".

Reşat Nuri Erol
20.01.2012
07:19

dün, sabah namazı öncesi veya sonrası; gelen mesajlara bakınca, Arif Abi'den gelen mesajla heyecanlandım...

gününü sürprizi, gele, "Kore’de “Adil Ekonomik Düzen” doktora tezi" haberiydi...

sitemize birkaç defa girmeye çalıştım ama giremedim...

sizlere de haber vermek için...

*

neyse..

nasip bugüneymiş...

tez ingilizce olduğundan tam bakamadım...

anladığım kadarıyla çok kısa söz ederek bugünkü köşe yazımda sözünü ettim...

Türkiyeli Tayyibet Hanım, Türkmenistanlı Cengiz veya Amerika'daki Hakan bir özet yapıp gönderirse; daha geniş yazmayı düşünüyorum...

*

herkese hayırlı sabahlar, hayırlı günler...

selam ve dua ile..

***

ve..

bugünkü makalem:

Kore’de “Adil Ekonomik Düzen” doktora tezi

Bugün, dün “Karşılıksız para soygunu bitiyor mu?” başlığı altında başladığım konuya devam etmeyi planlıyor, “para ile ilgili çare ve çözümleri” yazmayı düşünüyordum ama araya yine “farklı birkaç konu” girdi, müsaadenizle önce onlar üzerinde duralım... Sözüm söz; “PARA” meselesinin (‘musibetinin’ mi demeli) devamını çözümleriyle birlikte yazacağım, inşaallah... Günlük görevlerimizin başta geleni “yazarlık” olunca ve yazar olmak için “okumak” gerekince, her güne “günlük okuma, dinleme, araştırma ve çalışmalarla” başlıyor, gün boyu bunu devam ettirmeye gayret ediyoruz… Okumaya sağdan-soldan-ortadan birkaç “gazete” ve “site” ile başlıyorum… Okumalara sağdan (‘muhafazakar medya’ mı demeliydim) başlıyorum… Nadir de olsa, artık onlar da “kral çıplak” diyebiliyorlar… Aslında sağ/muhafazakar medyanın neredeyse tamamı “dikensiz gül bahçesi” hâline getirilmiş durumda; mesela Star’daki son diken Mehmet Altan da geçen gün gitti!.. Geriye (biraz da kadir kıymet bilesiniz diye hatırlatıyorum) ne/kim kaldı: MİLLÎ GAZETE… Günün sürprizi uzaklardan gelmiş; Güney Kore’den!.. ESAM Genel Sekreteri Prof. Dr. Arif Ersoy arkadaşım, bizleri farklı şekillerde sevindiren bir mesaj/haber göndermiş: “Güney Kore’de ‘ADİL EKONOMİK DÜZEN’ ile ilgili hazırlanıp kabul edilmiş bir ‘doktora tezini’ ekte gönderiyorum...” Tez İngilizce yazılmış; bilahare detaylı bilgi yazarım, bu günlük sadece isim bilgilerini sunuyorum: “AN ALTERNATİVE ECOMOMİC SYSTEM TO CAPITALISM AND COMMUNISM: JUST ECONOMIC SYSTEM / Cezmi BELLİSOY / KOREA UNIVERSITY / Feb. 2010 (Kaynaklarda ağırlıklı olarak bendenizin ve Üstadım Süleyman Karagülle’nin 2004-2009 yılları arasındaki çalışmalarımız zikredilmiş.) Günlük okuma ve araştırmalarımdan söz ediyordum… İkisine bakalım… BİRİNCİSİ: İbrahim Öztürk (Zaman), başlıkta “Genel denge yetmez, bütüncül denge!” diyor; aynen katılıyorum. Bizim “Adil (Ekonomik) Düzen Çalışmaları” da ana hedef olarak bunu seçmiştir. Nitekim Süleyman Akdemir arkadaşımızın iki kitap (birincisi İşaret yayınevi, ikincisi İz yayıncılık) olarak yayımlanan “doktora çalışması” da “SOSYAL DENGE I ve II” isimlerini ihtiva etmekte. Hattâ bir ara “Adil Düzen” yerine “Denge Düzeni” ismi üzerinde durulmuştu. Neyse, biz İbrahim Öztürk’ün bugün dediklerine bakalım: Bencilliğin tapınağına mahpus olan Batılı(laşmış) birey, aileye, akrabaya, o da ne kelime, kendi evladına bile katlanamaz hale geldi. Hem çevre hem de ciddi bir demografik felaket kapıda. Batı medeniyeti artık bavulları topluyor. Hepimiz çok acı çekeceğiz. Peki yerine ne koyacağız? (Elbette “Adil Ekonomik Düzen” koyacağız, Koreliler bile öyle diyor!) Alternatif göstermeden diğerini yerin dibine sokmak boşa kürek çekmektir. Zaten ömrüm Batılı kitapları okuyarak geçiyor. Şu sıralar Sezai Karakoç’un “İslam Toplumu’nun Ekonomik Strüktürü” adlı ince hacimli dev eserini, beşinci kez okuyorum. Aynı şekilde bilge insan muhterem Fethullah Gülen’in “Enginliğiyle Bizim Dünyamız: İktisadi Mülahazalar” adlı eserini okuyorum. (İbrahim kardeş; geriye ne kaldı, bizim 40 bin sayfalık “Adil (Ekonomik) Düzen Çalışmaları”, onlara da sıra gelir inşaallah…) / Okumalarımdan anladığım şu; iktisadın çıkarcılık ve hazlar tarafından yönetilen genel dengesi yetersiz. Bize daha kapsamlı bütüncül bir denge lazım. Ekonomide, toplumda, siyasette. Hayatın her alanında. Öyle inanıyorum ve buna tarihten de çokça mesnet buluyorum ki, insanlığın kurtuluşu, İslam gibi iki kanatlı bir hayat, bir denge medeniyetinde…” Makalenin tamamını okumanızı tavsiye ederim. İKİNCİSİ: Ali Bulaç, “Gizlemeye, tevil etmeye gerek yok. Mısır başta olmak üzere bir bir eski otokrat yönetimlerin yerine geçmekte olan Müslüman Kardeşler de, bıkmadan usanmadan onlara yol gösteren, nasıl ve hangi siyasi zeminde anayasa yapacakları konusunda “ilköğretim müfredat seviyesi”nde ders veren Türkiye’nin “laik başöğretmen” tavrından, kibrinden hiç mutlu değiller...” diyor. Ve şöyle bitiriyor: “Şimdi sormamız gereken sorular var: Ne oldu da Türkiye, daha bir sene önce Suriye ve Irak’la ortak bakanlar kurulu kuruyorken; Şamgen vizesiyle neredeyse nüfus cüzdanını gösterip Trabzon’dan kalkan bir insan Tebriz’den Bağdat’a, Şam’dan Amman’a serbestçe gidebilecekken, şimdi güney ve doğu sınırlarımız kapandı; üç ana ülke (İran, Suriye, Irak) ile çatışma noktasına geldik? Lübnan’a veda ediyoruz. Mısır bize soğuk, Cezayir “uzakta kal sevgilim”, Tunus ve Fas “gölge etme başka ihsan istemem” diyor? Evet, ne oldu da neredeyse bölgenin tamamında bundan 10 sene öncesine döndük?” Ne diyordum: Kör-sağır-dilsizler “görüp duyamazlar”, görüp duyamayınca “konuşamazlar” ve helâk olup giderler…





Sayı: 135 | Tarih: 15.01.2012
Mehmet Şevket Eygi
Bazı Çok Terbiyeli Çok Edepli Kimselere Mesaj
Hiçbir Emek Boşa Gitmez
1165 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruhat Mengi
Meclis’te terör!
Uludere
1064 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Ahmet Hakan
Kiminle neyi tartışmam
Cidalciyle tartışmak
1034 Okunma
7 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Sorular
Cevaplar
1001 Okunma
8 Yorum
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
AKP Ankaralılaşmıyor, Ankara AKP’lileşiyor
Beklentinin Böylesi
953 Okunma
Tayibet Erzen
Hüseyin Gülerce
Başbuğ'u Kurtarmak
Tutarsızlık
946 Okunma
Zafer Kafkas
Zülfü Livaneli
son olay içsavaş çıkarma planının tetikleyicisi m
Türk'ü ve kürt'ü adil bir hukuk devletinde birleş
939 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek