Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
16.09.2011
İnternet üzerinden sızdırılan MİT-PKK görüşmesi kayıtları hakkında çok şey söylendi, daha da söyleneceğe benziyor. Bunda şaşıracak bir şey yok çünkü bu yayın Türkiye’nin Kürt sorununda, Prof. Fikret Başkaya’nın kitabının adını ödünç alarak söylersek, “teröristle pazarlık olmaz” cümlesiyle özetlenebilecek resmi paradigmanın çoktan iflas etmiş olduğunu gözler önüne serdi. Aslına bakılacak olursa, bu sorunun tarafları, ilgilileri ve benim gibi üzerinde çalışan gazeteciler, uzmanlar, yıllardan beri devlet kurumlarıyla PKK arasında görüşmeler olduğunu, bunların Öcalan’ın 1999’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesiyle daha yoğun, sistemli, güvenli ve fonksiyonel bir şekilde sürdüğünü biliyordu. Söz konusu yayınla kralın çıplak olduğu herkes tarafından görüldü ve kabul edildi. İlk tepkilere baktığımızda, hiç de kıyamet kopmamış olması, sızdıranların amacı ne olursa olsun, bu kayıtların yayınlanmasının son derece hayırlı olduğunu gösteriyor.
Bu girişten sonra, hiç kimse tarafından yalanlanmayan, yani doğru olduğu zımnen kabul edilen kayıtlardan hareketle bazı tespitlerimi aktarmak istiyorum:
Üç seçenek
Öncelikle bu kayıtlar bize, Öcalan’ın örgütü, avukatları ve ziyaretçileri aracılığıyla İmralı’dan yönettiği iddialarının (ve suçlamalarının) asılsız olduğunu gösteriyor. Öğreniyoruz ki Öcalan PKK ile doğrudan ilişki kurmada en çok devlete güvenmiş. MİT yöneticilerinin serzenişlerinden hareketle, Öcalan ile PKK arasında, en azından yüzlerce sayfanın devletin kuryeliğinde gelip gittiği sonucuna varabiliriz.
Hiç kuşkusuz bu sayfalar hal-hatır sormaktan ibaret değildir. Öcalan’ın örgüte talimat verdiğini, PKK yöneticilerinin de kendisini dışarda olup bitenler hakkında detaylı bir şekilde bilgilendirdiğini ve en önemlisi, bütün bunlardan ilk olarak devletin haberdar olduğunu ileri sürebiliriz. Sonuç olarak PKK’nın en azından son 12 yıldaki faaliyetlerini (ve doğal olarak eylemlerini) büyük ölçüde devletin bilgisi dahilinde yürüttüğü açıktır.
Son günlerde devletle PKK arasındaki ilişkilerin alabildiğine sertleşmesini göz önüne alırsak karşımızda üç seçenek var:
1) Ya devletle Öcalan arasındaki karşılıklı anlayış sona erdi;
2) Ya Öcalan son avukat görüşlerinde söylediği gibi sahiden kendini geri çekti;
3)Ya da dışardaki PKK yöneticileri, Öcalan’a rağmen, hatta ona karşı hareket ediyorlar.
Bazı kritik sorular
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Arkası Yarın
Düzen o kadar batık ki, bir deliğini tıkasan, bir diğeri sızıyor; bir açığını kapatsan, daha büyüğü patlıyor. Şimdi de iş geldi istihbarata!
Gerçi bu yeni bir şey değil o yüzden kimse şaşırmış olmamalı. Bu, Türkiye’nin herkesin bildiği ama hiç kimsenin dillendiremediği, yakıştıramadığı türden gerçeklerinden biriydi, maalesef.
Bir ihanetler zinciridir almış başını gidiyor. Ordu içindeki hainlere mi yanarsın, PKK ile bağlantısı olan MİT’e mi? Ne büyük tesadüftür! ki, devlete, orduya olan güveni sarsıcı ve sorgulayıcı nitelikte olan ses kayıtları ve evraklar hep üst üste geldi. Sırada ne var acaba? Ben şahsen tahminde bulunmaya korkuyorum.
Artık oyunun açıktan oynanma vakti gelmiş. Yönetim anlayışındaki gizlilik ortalığı bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Her şey açık olmalı. Devletle ilgili her türlü bilgiye vatandaşlık hakkı olarak ulaşılabilmeli. Birileri çıkıp bir açıklama yapmalı. Evet, Türkiye halkı bir açıklamayı hak ediyor. Resmen pembe dizi setine dönmüş bir devlette yaşıyoruz. Kime, ne zaman, ne kadar güveneceğini bilemeyen bir halk düşünün, adı rezaletten başka bir şey olmayan bir düzen düşünün. Böyle bir düzende yaşamayı kabullenmiş bir halkın akıbetinin ne olacağını saptamak çok da zor olmasa gerek.
Devlete olan tutumun gidişatını göstermesi açısından geçtiğimiz hafta meydana gelen bir olay oldukça manidardır. Geçen hafta şehit olan oğullarının ölüm sebebine dair çelişkili bilgiler veren ve resmi bir açıklama yapma yeterliliğinde bulunamayan TSK sebebiyle şehit ailesi oğullarının tabutuna sarılan Türk Bayrağını (Bayrağın namus olduğu anlayışının hakim olduğu bir milletten bahsediyoruz!) ilgili ordu komutanına iade ettiler. Ne zamana kadar? Oğullarının intihar sebebiyle mi yoksa nöbet arkadaşı tarafından vurularak mı öldüğü açıklığa kavuşana kadar?
Şimdi bu aile ‘Vatan sağ olsun!’ der mi?
-Demez.
Ordusuna güvenir mi?
- Güvenmez.
Devletini sayar mı?
-Saymaz.
İbre ‘öfke’ ve ‘şüphe’ yi gösteriyorken, ne feda, ne güven, ne de saygı söz konusudur. Bu olay bütün vahametiyle güncelken Türkiye gündemi yeni skandallara gebedir. Neler olacağını bekleyip göreceğiz ancak bizler beklerken hükümetin orduya olan güveni arttırıcı hamleler yapması gerekir. Kutuplu siyasetin kimseye bir yararı yok.