11 Eylül eylemi
1130 Okunma, 6 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Mahir KAYNAK

11 Eylül eylemi

11 Eylül 2011 Pazar

 

Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırıdan hemen sonra, katıldığım bir televizyon programında, eylemin teröristler tarafından yapılmış olamayacağını, daha büyük bir mücadelenin başlangıcı olduğunu söylemiştim. Bu kanıya varırken yaptığım analizi paylaşmak istiyorum.

Eylem amatör bir grubun yapamayacağı kadar karmaşıktı ve hiçbir engelle karşılaşmasalar bile bunu gerçekleştirmelerinin mümkün olmadığını düşündüm. Ayrıca eylemde dört uçak kullanılmıştı ve hepsinde başarılı olunması ihtimaller hesabına aykırıydı. Gençliğimde ihtimaller hesabı üzerinde çok çalıştığım için olaylara bir de bu açıdan bakıyordum.

Uçakların hiçbirinde mürettebatın ve bunun tetikleyeceği yolcuların mukavemetine dair bir iz yoktu. Herkesin kaderine razı olmuşçasına davranışını doğal bulmadım.

- 11 Eylül’ü terörist grubun yapmadığını tahlil etmiştim.

- Kuleler 1 yıl önce satılmıştı. O gün Yahudiler gelmemişti. ABD’den çok uzakta Usame’ye yüklenmişti. ABD dünyaya savaş ilan etmişti. Kesin olarak bunu Sermaye tertiplemişti. Usame yapmış olsa bile o yaptırmıştı.

 

Birkaç yıl sonra olayı teknik olarak inceleyenler olayda birçok çelişki olduğunu ve anlatıldığı gibi olmasının mümkün olmadığını söylediler ve birçok kanıt ileri sürdüler. Mesela Pentagon’daki hasarın bir uçak çarpmasıyla olmasının mümkün olmadığını söylediler.

- Sonra bir çok emareler beni onayladı.

- Gaye İslam alemini terörist yapıp dünyayı onlara saldırtmaktı. Tekel sermaye de ABD’den Asya’ya taşınacaktı.

 

Böyle bir operasyonun sebebi olmalıydı. Aksi halde tüm iddialar havada kalırdı. Yıllardır ABD ekonomisindeki borçlanmayı izliyordum ve bunun çözüm yolunu bulamıyordum.

- ABD borçlanıyordu. Çözüm bulamıyordum.

- Dolar borçlanıyordu. Merkez bankası bunu nasıl öderdi. Parada % 50 enflasyonla bu iş biterdi. Asıl sorun bu düzenin devam etmesinin mümkün olmamasıdır.

 

ABD müteşebbisleri önce savaştıkları Japonya’nın kalkınmasını sağlamışlardı. Yıllar sonra ideolojisiyle savaştıkları, insan haklarını ihlalleri yüzünden kınadıkları Çin’in rekorlar kırarak kalkınmasını sağladılar. Bunun sebebi neydi?

- Neden Japonya ve ABD kalkındırıldı.

- Faizli sistem yeni pazar bulmak zorundadır. Sovyetlerden sonra sıra Çin’e gelmişti. Deniz bitti. Sömürü de bitiyor.

 

Japonya ve Çin ekonomileri ihracata dayalıydı ve dış ticaret fazlası veriyordu. Tasarruflarını güvenli ve kazançlı buldukları ABD’nin finans kesimine aktarıyor ve ABD bonoları alarak bütçe açığını kapatıyorlardı. Bu tek taraflı para akımının ebediyen devam edemeyeceğini düşündüm. Bir havuz ne kadar büyük olursa olsun, tek taraflı akımla besleniyorsa, günün birinde taşar diyordum. Bu durum ABD ekonomisinin iki başlı olmasına sebep oldu. Bir yanda yabancı para akımıyla beslenen ve giderek dünya üzerinde etkisini siyaset alanına da yönelten küresel sermaye vardı diğer yanda ülke içinde üretim yapan sanayi bulunuyordu. Bunlar iç tüketim için üretim yapanlar, silah, uçak, petrol ve elektronik sanayi idi.

- ABD sermayesi ikiye bölündü: Dış pazar ve iç üretim.

- Reel ekonomi ve finans ekonomi olarak bölündü. Finans ekonomi bastırdı.

 

Küresel sermaye ABD’de oluşmasına rağmen herhangi bir coğrafyaya bağlı değildi. Giderek Avrupa’ya yöneldiler ve Londra merkezli hale geldiler. Siyasi alanda var olan  dengeleri de değiştirmek ve yeni bir model oluşturmak istediler ABD ve SSCB’nin oluşturduğu, silahlı güce dayalı denge yerine tek merkezden yönetilen ve ekonomiyi bir araç olarak kullanan bir güç odağı oluşturmak istediler. İlk hedefleri SSCB’yi tasfiye etmek idi bunu başardılar ve dünyanın çeşitli yerlerinde renkli devrimler yaptırdılar.

- Dışa yönelmiş sermaye Londra merkezli oldu ve dünya siyasetini düzenledi.

- Sovyetleri Gorbaçov yıktı. Sermaye yeni ekonomik siyaset yapmaya yöneldi.

 

ABD ve SSCB içindeki var olan dengeyi savunan güçler, küresel sermayenin siyasi hedeflerinden rahatsız oldu ve, bana göre, ortak rakibe karşı tedbir aldılar. Önce Rusya içindeki Oligarklar tasfiye edilerek küresel sermaye etkisiz hale getirildi ve sonra 11 Eylül eylemi ile ABD bu sürece katıldı. Dünyada yaşanan ekonomik krizin bu açıdan değerlendirilmesinin ve kaybedenin hangi taraf olduğunun belirlenmesinin faydalı olacağını düşünüyorum.

- Sovyetlerin yıkılması, 11 Eylül ABD’deki sermayeler çatışmasından doğdu.

- Bu tahlil doğru olabilir. Yahudi sermayesi içinden sonunda Adil Düzen’i benimseyip faizden vazgeçecektir. Obama’yı destekleyen Yahudiler ABD’nin iç sermayesi olmalıdır. İslam Konferansına katılmak isteyen Putin’i destekleyen Yahudiler dünya sömürü sermayesine karşı Yahudiler olabilir.

 

 

Mahir KAYNAK

Amaçları ne?

17 Eylül 2011 Cumartesi

 

MİT yöneticileriyle PKK’lıların görüşmesi gündemim en önemli konusu. Görüşme bugünlerde yapılmadı ama bugün gündeme taşındı. Eğer bu bir kişiyi ya da teşkilatı hedef alsaydı daha önce ortaya çıkarılırdı. Kişiyi hedef alan operasyonlar genellikle kişisel kusurların ortaya atılmasıyla gerçekleştiriliyor. Nitekim başta Baykal olmak üzere birçok kişinin özel hayatına ait kasetler ortaya atıldı. Diğer bir yol da yolsuzluklardır ve bunlar kullanılarak kişi tasfiye edilmeye çalışılır. Bu konuda siyasete atılanlara bir öneride bulunurdum. Hakkınızda özel hayatınızla ilgili ya da para konusunda bir dosya hazırlanmasını sağlayın. Sizi bertaraf etmek isterlerse bunu kullanırlar yoksa öldürürler, bu dosyalar sizin hayat sigortanızdır derdim. Şüphesiz böyle bir şeye gerek yoktur ama süreci anlatmaktadır.

- Cinsel veya yolsuzluk dosyası hazırlanır. Kişiyi öldürmeye gerek kalmaz.

- Sömürü sermayesi, elde ettiği karşılıksız para ile sömürüsünü sürdürüyor. İftira veya tertipleri olmazsa öldürmeler.

 

Bir kişinin tasfiye süreci kendi lehinize değiştirecekse onu hedef alırsınız. Eğer izlenen politika o kişiyi aşıyorsa Ahmet’i tasfiye edince yerine Mehmet gelir ve süreç devam eder. PKK’ya yönelik politika devlet politikasıdır ve birinin tasfiyesi politikayı etkilemez. Eğer gidenin yerine istediğiniz birini getirme gücünüz varsa operasyonun anlamı vardır aksi halde hedef başkadır.

- Kişinin tasfiyesi ile sonuç elde edilmezse sadece değiştirirsiniz.

- Sosyal olaylar sebep sonuç ilişkisi ile doğar. Aktörler insanlardır. Sebepleri değiştirirsiniz. Direnenleri tasfiye edersiniz.

 

Önce bu görüşmelerin niçin yapıldığını araştıralım. Genel kanaat örgütün liderini ikna ederek çatışmalara son vermektir. Ben garipseyeceğiniz hatta bu da olur mu diyeceğiniz bir sürecin içinde olduğumuzu düşünüyorum. Bana göre devlet ve Öcalan Kürt sorununun nasıl çözüleceği konusunda anlaşmış durumdalar. Ancak Öcalan’ın kurduğu örgüt şu anda başkalarının kontrolüne girdi, iki taraf da bu kontrolü nasıl etkisiz hale getireceklerini ve Kürt sorununu nasıl çözeceklerini sorguluyorlar. Üstelik bu kontrol tek bir gücün elinde değil, birçok güç odağı operasyonlarını PKK adı altında gerçekleştiriyor. Üstelik bu güç odaklarının en büyük sıkıntısı Öcalan’ın hala örgütün manevi lideri olmasıdır. O olmasa yerine tamamen kendi kontrollerinde bir lider yaratır ve Kürt sorunu istedikleri mecraya sokarlar. Bunu yadırgamayın ve Öcalan’ı kolladığımı düşünmeyin. Bu kişi devletin sürekli ilişki kurduğu ve ortak bir çözüm aradığı kişidir.

- Öcalan manevi liderdir. Devletle anlaşmıştır. PKK değişik güçlerin çıkar paralelliği içinde Öcalan’a ve anlaşmaya karşılar.

- Öcalan yaşadığı için PKK arasında birlik sağlanıyor. Kürtler bile birleşiyor. Bundan PKK’lılar yararlanıyor. Öcalan ya öldürülmeli ya da serbest bırakıp milletvekili yapılmalıdır.

 

Birileri neden MİT Müsteşarı Fidan’ı hedef tahtasına oturttular? Çünkü o Kürt sorunun ne olduğunu biliyor ve bu sorunu kullananlar hakkında da bilgi sahibi. Öcalan’ı, onların devlete karşı bir koz olarak kullanmasına izin vermeyecek aksine onu Türk ve Kürt beraberliğinin yaratacağı güce katkı sağlamasının yolunu açacaktır. Karşı taraf Öcalan’ın adını kullanarak ülkeye zarar veremeyecek aksine belki de kendileri zarar görecektir.

Türkiye oyunu doğru oynamaktadır ve karşı taraf bundan rahatsızdır. Amaçları Kürtlerin içindeki yandaşlarını da kullanarak çatışmayı şiddetlendirmektir. Bizim en büyük kusurumuz karşı taraf bir operasyon yapınca onların bekledikleri ve istedikleri tepkiyi göstermemizdir. Şu anda hem PKK’ya karşı sınır operasyonu düzenlenmek isteniyor hem de neden PKK ile görüşülüyor dememizi bekliyorlar. Yani ikisinin birinden vazgeçmemizi istiyorlar. Onların isteklerine boyun eğmeyelim.

- Görüşme doğrudur. Kara harekatı da doğrudur. Oyuna gelmemeliyiz.

- İslamiyet’te her insanla herkes görüşmek zorundadır. Görüşmeyi kabul edeni reddetme Kur’an’ın emrine aykırıdır. Görüşmeyi yasaklayan Tekel sermayedir. Kara harekatı yapılacaksa orada yerleşilmelidir. Kıbrıs’ta olduğu gibi çıkılmamalıdır. Bu terör sorununu çözmez. Dünyayı işgal edemezsiniz.

 

Ayrıca Kürt sorunu ülkemizin etkinliğini sınırlamak için bir araç olarak kullanılıyor. Birçok benzer operasyonlarla karşılaşabiliriz. Yapacağımız şey istedikleri tepkiyi göstermemek ve devletin yanında olmaktır. Onun izlediği politikalarda bir yanlışlık görürsek eleştiri hakkımız vardır.

- Devletin siyasi politikasını desteklemek asıldır. Hata varsa uyarılır.

- Genel güvenlik ve savunma demokratik yoldan sağlanamaz. Muhalefet ancak hukuk düzeni içinde yararlıdır ve geçerlidir. Cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı karar alır ve onlar bilir.

 

 

Yorum: Sömürüden Kurtulma

 

Mahir Bey Amerikan sermayesinin ikiye ayrıldığını, iç üretici sermaye ile dışa dönük sömürücü sermayesi arasında çatışma vardır. Üretici sermaye dünyada serbest piyasanın oluşmasını istemekte böylece dünya pazarları uyumlu olarak ithalat ve ihracat yapmak istemektedir. Oysa sömürü sermayesi dünya pazarlarını tekelinde tutabilmesi için dünyadaki kutuplaşmayı sürdürmek istemektedir. Sovyetlerin yıkılması, Obama’nın başkan olması, Çin’in pazar haline getirilmesi ve BOP projesi üretici sermayenin desteklediğidir. Kulelerin yıkılması, Gorbaçov’un indirilmesi sömürü sermayenin işidir.

Böyle bir savaşın olduğunu şimdi öğreniyorum. Bu normaldir. ABD’nin borç batağına batması da normaldir. Çözüm nedir. Bu hususta Mahir bey bir şey söyleyemiyor.

Tekel sermayenin dayandığı tek silah karşılıksız paradır. Bunu o keşfetmiş şimdi de tepe tepe kullanıyor. Öyle bir şey yapalım ki biz bir parayı ele geçirelim. Biz tepe tepe kullanalım diyenler yanılıyorlar. Gresham kanunu vardır. Kötü para iyi parayı piyasadan kovar. Nitekim karşılıksız dolar altın ve gümüş parayı piyasadan kovmuştur.

O halde ne yapmalıyız. Bu kötü paradan nasıl kurtulacağız. Bunun için yapacaklarımız şunlardır:

1- Paralı ekonomiden parasız ekonomilere geçmeliyiz. Yüzer hanelik semtler kurmalıyız. Semt üreticileri mallarını semt tüccarlarına satmalı ve yerine tüketecekleri malları almalıdır. Yani semt senedi çıkarılmalı halk semt içinde kaldığı müddetçe paraya el sürmek zorunda kalmamalıdır.

2- Para yerine mal senetleri kullanılmalıdır. Ambarlar olmalıdır. Üreticiler malı oraya teslim ettikten sonra karşılığında belge almalıdır. Belge alınıp satılmalıdır. Sonunda tüketici o malı  belge ile almalıdır. Bu ortak ambarlar vakıf ambarlar olmalıdır. Ambar kirası zamanla artmamalıdır. Para olarak değil de mal olarak alınmalıdır.

3- Ortak nakliye vakıfları kurulmalıdır. Semtlerden ilçelere ilçelerden bölgelere ve bölgelerden kıtalara taşıyan nakliye vasıtaları olmalıdır. Tüccar malları alıp taşımak zorunda olmalıdır. Senetleri alıp satmalıdır. Nakliye ücretini vakıftan alarak istenen yerine götürmelidir. Nakliye masrafları bir defaya mahsus ambara verilirken alınmalıdır. Mal olarak alınmalıdır. Uzak yakın ayırt edilmelidir.

4- Her bucağın ayrı parası olmalıdır. Her ilin ayrı parası olmalıdır, her ülkenin ayrı parası vardır. İyi yönetilmelidir. Uluslararası para yine dolar kalabilir. Ödemeler dolar üzerinden yapılır. Borçlanmalar altın değeri üzerinden yapılır.

Yani karşılıksız faizsiz sermaye ancak yeni para sistemiyle yenilebilir. Bugünkü sermaye sahipleri yavaş yavaş yeni düzene geçeceklerdir.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
19.09.2011
09:09

TRT'nin birkaç yıldan beri (6-7 yıldır) önemli bir belgesel hazırlamakta olduğunu duyuyor, biliyordum...

Nihayet ne olduğu netleşti...

*

Belgeselin mimarı

Prof.Dr. Bekir Karlığa

'nın

"Batıya Doğru Akan Nehir"

belgeseli hakkında söyledikleri dikkat çekici: "Bir medeniyet belgeseli yapmak için elimizden gelen bütün titizliği gösterdik. Şimdiye kadar yapılan medeniyet belgesellerini de gözden geçirerek, belgeselimizi 20 bölümde tasarladık. Bu 20 bölümde evrensel uygarlığın bütün kesimlerini yansıtmaya çalıştık. İlk 4 bölümde antik medeniyetleri, Babil, Mısır, Ortadoğu ve Yunan medeniyetlerini, Büyük İskender'i, Hazreti İbrahim'i anlattık. Ondan sonraki 4 bölümde medeniyetlerin temel kurucu ögesi olan ve bugün de çağdaş uygarlığın sürükleyicisi durumunda bulunan 3 büyük dinin macerasını verdik. Bunların geçmişten neler devraldığını ve tek tanrılı dinlerin dünyayı nasıl dönüştürdüğünü anlatmaya çalıştık. Daha sonraki 4 bölümde ise Batı medeniyetinin oluşumunu, rönesansı ve reformlar dönemini anlattık. Sonraki 4 bölümde Türklerin Anadolu'ya gelişini, Orta Asya'yı, Selçuklu Türklerini, Osmanlıları, Maveraünnehir'i, Cengizhan'ı ve Timur dönemini yerlerindeki gözlemlerle göstermeye çalıştık. Son 4 bölüm Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'ne ait. Özellikle 17. bölümde değişimler yüzyılı olarak 20. yüzyılı ele aldık. Belgeselin 18. bölümü medeniyetimizin bugünkü, 19. bölümü medeniyetimizin yarınına ayrılmıştır."

*

Belgesel

"Medeniyet Belgeseli"

olduğu için bizi ilgilendiriyor...

*

Bir de minik bir hatıra:

Yıllar öncesinde bir Ramazan akşamı, M.Ü.İlahiyat Fakültesi'nde iftardayız, İlahiyat hocalarının masasındayım; hararet ve heyecanla "Adil Düzen" çalışmalarımızı anlatıyorum... Masada Bekir Karlığa da var...

Bekir Hoca birden,

"Reşat, sen hala "Adil Düzen"den vazgeçmedin mi?!"

demez mi?!.

Verdiğim cevabı şu an net olarak hatırlamıyorum ama cevabımın biraz ağır olduğunu hatırlıyorum... Bekir Hoca sustu ve o konuda bir daha konuşmadı!..

(Daha sonraları düşünmüşümdür; Bekir Hoca neden öyle dedi diye... Malum, "Adil Düzen" aleyhinde rapor hazırlayan 14 akademisyen arasında, M.Ü. İlahiyat'tan Hayrettin Karaman ve Raşit Küçük (halen M.Ü.İlahiyat Dekanı) gibi Bekir Hocanın mesai arkadaşları da var; acaba aralarında benden habersiz "Adil Düzen" değerlendirmeleri/dedikoduları mı yapıyorlardı... Çünkü o yıllarda (halen devam etmekte olan İslam Medeniyeti Vakfı Genel Sekreterliği görevim sebebiyle, vakfımızın merkezi de İlahiyat'taydı) hepsiyle çok yakinen görüşüyordum...)

Bekir Karlığa Hoca işte o Bekir Hoca; Medeniyet Belgeseli'nin baş mimarı...

Ne diyelim; hayırlı olsun...

Reşat Nuri Erol
19.09.2011
09:40

Bankalardan vatandaşa yolunacak kaz muamelesi

Vatandaştan alınan hizmet ve komisyon gelirleri bankalar için önemli bir gelir kalemi haline geldi. Bankalar 2011 yılının ilk yarısında hizmet geliri ve komisyonlar adı altında 8 milyar 244 milyon lira topladı Bankaların vatandaştan aldığı EFT ücretleri göz önüne alındığında birbirinden çok farklı rakamlara ulaşılamıyor. Ancak özellikle bazı bankaların diğerlerine göre aldıkları yüksek ücretlerle bu işi ciddi bir gelir kalemi haline getirdikleri görülüyor. Vatandaştan alınan havale ücretleri, EFT, para transferi gibi her türlü bankacılık işlemlerinden sağlanan hizmet gelirleri bankalar için yine önemli bir gelir kalemi oldu. Bankalar, 2011 yılının ilk yarısında hizmet geliri ve komisyonlar adı altında vatandaştan 8 milyar 244 milyon TL tahsil etti. Bu tahsilatın 1 milyar 58 milyon lirası havale, EFT ve kredi kartı ücret ve komisyonu gibi hizmetlerden alındı. Bankaların sadece yıllık hesap işletim ücretle-rinden elde ettikleri "haksız kazanç" ise geçen yıl yaklaşık 4 milyar lirayı buldu. 35-40 TL ARASINDA ÜCRET ALINIYOR Verilere göre özellikle EFT ve havale ücretleri konusunda bankalar adeta birbirlerine benzer ücreti vatandaştan talep ediyor. Tablolara göre, asgari EFT ücretleri 11 büyük bankada 35 TL civarında oluştu. EFT ücreti olarak 11 bankadan 4'ü 35 TL, 3'ü 30 TL, 2'si 25 TL, 1'er tanesi de 37 ve 40 TL ücret alıyor. Benzer durum havale ücretlerinde de oluştu. Bankalar havaleden ağırlıklı olarak 25-30 TL ücret alıyor. Kârlar azaldı, EFT'ye yüklenildi Hizmet ve komisyon gelirlerinde geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyar 246 milyon TL tutarında artış yaşandı. Güçlü kredi büyümesine karşın söz konusu gelir artışının sadece 188 milyon TL'si kredilerden alınan ücret ve komisyonlardan elde edilirken, 1 milyar 58 milyon TL'si havale, EFT, kredi kartı ücret ve komisyonu gibi hizmetlerden tahsil edildi. Bankacılık sektörünün 2011 yılının ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 15,2 azalış göstererek, 10 milyar 315 milyon lira düzeyinde gerçekleşti. Haziran 2011 itibariyle sektörde faaliyet gösteren 48 bankadan 28'inin karında son 1 yıllık dönemde azalış gerçekleşti. ATM'ler ORTAK 'rant kapısı' oldu Öte yandan, bankaların akıl almaz uygulamalarından biri de ortak ATM'lerden alınan ücretler. Vatandaşa sundukları hizmet karşılığında adeta 'sorma ver vergisi' gibi birbirinden ilginç ücretler alan bankalar, ortak ATM'lerden de sadece bakiye görüntülemek için bile 0,25 lira ile 1 lira arasında bir ücret alıyor. Ortak ATM'ler vatandaşa bir avantaj olarak sunulduysa da, alınan ücretlerle birlikte ortak ATM adeta bankalara rant kapısı oldu. Bu uygulamada özel bankalar net ücret belirlerken, kamu kesimi ise, sabit ücretin yanı sıra, çekilen tutardan yüzde ek ücret alıyor. Örneğin, Ziraat Bankası nakit çekim tutarının yüzde 1'i oranında komsiyon alıyor. Bakiyenin sorulması durumunda, aynı bankanın vatandaştan aldığı ücret 0,20 lirayı buluyor. ATM'lerden alınan fişler de ücretli! Başka bankalardan para çekme, havale, EFT ve hatta para yatırma işlemlerinden ücret alan bankalar makbuzu da kazanç kapısına ekliyor. Her 100 nakit para çekim işleminden 90'ında, her 100 para yatırma işleminden de 60'ının ATM cihazları üzerinden gerçekleştiği Türkiye'de, bu cihazlardan gerçekleştirilen işlemlerin belgelenmesinde kullanılan makbuzlar, bankalar için yeni bir gelir kapısı oldu. ATM cihazlarından alınan makbuz fişleri için bankalara makbuz bedeli olarak 25 kuruş ile 1 lira arasında ücret ödeniyor. Sayıları 28 bine yaklaşan ATM'lerde para çekme, bakiye sorgulama, hesap hareketlerini izleme, kredi kartı ekstre bilgilerine ulaşma, kredi borcu ödeme planlarını görüntüleme, havale, EFT gibi para transferinde bulunma, yatırım fonu alım/satımı yapma gibi işlemlerin bilgi fişi için ücret talep ediliyor Hesap işletim ücretinden 4 milyar lira kazanç EFT ve havale ücretlerinden ciddi bir gelir elde eden bankalar, yıllık hesap işletim ücretlerinden de haksız paralar kazandı. Bankaların hesap işletim ücreti almaması konusunda konusunda yargı kararı bulunmasına rağmen, eksik düzenlemeler ve yetersiz denetim nedeniyle bu paralar vatandaştan kesil-meye devam ediyor. Geçen yıl bankalar halkın üzerinde bu yolla yaklaşık 4 milyar lira kazanç elde etmişti.

Tayibet Erzen
19.09.2011
10:01

Benim anlayamadığım bir iki nokta var:

-Öcalan için düşündüğünüz pozisyon nasıl milletvekillikle idam arasında gidip gelebiliyor. Açıkçası standart sapma konusunda çok cömert buldum sizi. Bu sınır bu kadar esnek olmamalı, diye düşünüyorum. Öcalan’ı meclise kabul, yapılan katliamları resmileştirip örgüte yasal bir statü kazandırmaz mı? Bu noktada çelişki görüyorum.

-Dolar uluslar arası para olabiliyorsa daha doğrusu bir

‘uluslararası para’

kavramından söz edebiliyorsak o zaman her bucağın veya her ülkenin ayrı parasının olmasının ne anlamı kalacak?

Reşat Nuri Erol
21.09.2011
06:42

DİKKAT! TUZAĞA DÜŞÜYORUZ!

Mahir Kaynak: Türkiye'nin büyümesini istemeyen sadece PKK mı?

"Malum çevrelerin son hamlesi, yeni olmadığı gibi bununla da sınırlı kalmayacaktır. Önümüzdeki haftalarda ve aylarda çok daha yoğun, kapsamlı bir psikolojik harp ve propaganda savaşına hep beraber hazır olmalıyız. Oslo görüşmesinin sızdırılması sadece geniş kapsamlı stratejinin ilk taktik hamlesidir."

*

PKK-MİT görüşmelerinin sızdırılması konusuna değinen terör uzmanı Prof. Dr. İhsan Bal, haftasonu Habertürk gazetesinde yayınlanan makalesinde böyle uyarmıştı kamuoyunu.

*

Ondan bir gün önce Emre Uslu, gene aynı konuyu işlerken, Prof. Bal'ın dediğine çok yakın bir takım uyarılarda bulunmuştu, Taraf gazetesindeki köşe yazısında:

Kaset tek başına AKP’ye zarar vermez. Hatta AKP’nin yararına sonuçlar da doğurabilir. Ancak PKK’nın önümüzdeki günlerde yoğun çatışmalar ve sürekli öldürmeleri ile hatta çok sayıda asker veya polise saldırıp batıya çok sayıda şehit gelmesiyle plan ikinci evreye geçmiş olacak. Bir yandan PKK asker, polis öldürerek aynı zamanda batıda da bir dalgalanma yaratmak için birtakım ”sivil toplum” kuruluşları protesto gösterileri veya Kürtlere saldırılar düzenleyebilir. Unutmamalı ki o istihbarat servisinin Türkiye’de eli uzun birileri, açılım yapalım derken hiç açılmaması gereken yerleri açmış olabilirler. Bu bakımdan önümüzdeki günlere dikkat!

*

Son olarak eski istihbaratçı, iktisat ve ululararası ilişkiler uzmanı, Prof. Dr. Mahir Kaynak, aynı sızdırma ile ilgili son derece açık konuşmuştu:

Bu sızdırmayla Türk halkına 'Siz zaten arkadaştınız, müzakereler yapıyordunuz. Şimdi bir harekata ne gerek var' mesajı veriyorlar. Koordinatörü bulmak lazım. Hangi ülkedendir? O ülkenin istihbarat servisinden olduğu gayet açık. Üçüncü şahısların dinlediği iddiasına takılmayın, dinleyen zaten içerdeydi. Muhtemelen PKK'yı kullanan Avrupa kaynaklı bir güç. ABD değil, çünkü ABD Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini istiyor.'

Gelelim bugüne...

Ankara-Kumrular Caddesi’nde, Çankaya Kaymakamlığı önünde meydana gelen ve 3 kişinin hayatını kaybettiği, 15 kişinin kişinin yaralandığı patlama, Türkiye gündemini sarstı. İlk başta bir bilgi kirliliği yaşandı, bomba mı yoksa tüp gaz yüzünden mi patlamanın gerçekleştiği kesinleşemedi. Ancak saatler sonra kaç kişinin yaralandığı, patlamanın terör saldırısı sonucu gerçekleştiği gibi hayati detaylar kesin çizgilerle ifade edilmeye başlandı. Tabii bu arada bir çok teori de ortaya atıldı. En çok saldırıyı kimin yaptığı sorgulandı. Acaba bu saldırı ABD Başkanı Obama ile görüşen Başbakan Erdoğan'a bir mesaj mıydı vs. gibi sorular basınımızda çok kısa süre içersinde tartışılır hale geldi. Reşadiye saldırısına benzerliği yüzünden gözler anında olağan şüpheli PKK'ya döndü.Oysa yukarıda görüşlerini paylaştığımız uzmanların hepsi de aynı noktaya işaret ediyor: Yoğun bir psikolojik harp dönemine giriyoruz ve bu işin arkasında büyük güçler olabilir! Oysa bu saldırı sayesinde gördük ki, basınımız çoktan psikolojik harbin esiri olmuş! Çalakalem analizler, kamuoyunun aklını karıştıran, dezenformasyon dolu haberler derken, Türk basını psikolojik harbin arkasındakilerin istediği şeylerin hepsini bir çırpıda gerçekleştirmiş oldu Konuyu, iyibilgi okuyucuları için Mahir Kaynak'a sorduk:

*

Hocam saldırıyı nasıl yorumluyorsunuz?

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum, saldırı ile ilgili basının yansıttığı tavrımız çok yanlış. Bir defa, her yaşanan olayın faili için PKK diyoruz. Bu yanlış! Bu şekilde davranarak PKK'yı çok güçlendiriyoruz. Öteki taraftan bize yönelik operasyon yapanların hepsi çok rahat. Kendilerini aramıyoruz da ondan! Oysa şu sıralar Türkiye, dünya üzerinde çok önemli bir rol oynamaya başladı. Bunu bozmak isteyenler, bu gelişmeyi engellemek isteyen çok sayıda güç var. Bir çok ülke Türkiye üzerinde eylem yapıyor. Türkiye'nin büyümesini istemeyen sadece PKK örgütünden mi ibaret?

Gizli servisler devrede olabilir mi?

Tabii. Bugün Türkiye'nin Ortadoğu'da büyük güç olması, bir çok ülkeyi rahatsız eder. Dış kaynakların rolü önemli.

Devlet kurumları bu durumun farkındalar mı?

Onları bilemem ama bizim basın yabancılara hizmet etmekte eskiden beri çok başarılıdır. Esas failler, hem eylemi yapıyorlar, hem de 'nasıl anlamamız gerektiğini' bize empoze ediyorlar.

Peki Hocam 2009 yılında Reşadiye'de yapılan terör saldırısı ile ilgili parallelik kuruldu, o saldırının yapıldığı gün Başbakan Erdoğan ile Başkan Obama görüşmedeydi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yok, onu yapmamak lazım. O parallelliği kurdurmak için böyle bir zamanı seçmiş olabilirler. Yani biz onların istediği biçimde yorumluyoruz olayları. Diyorlar ki, ben eylemi yaparım, sana nasıl yorumlayacağını söylerim.

Nasıl yorumlanmalı?

Bu Türkiye'nin yeni konumuyla ilgili. Şu soruyu sorun: PKK bunu niçin yapar? Hem hükümetle müzakere yapıyorlar, anlaşmaya yakınlar hem de eylem yapıyorlar. Ya bu örgüt Öcalan'ın kontrolünde değil, ya da Öcalan ikiyüzlü bir adam. Lütfen bir karar verelim. Bu konudaki tavrımızı bilenler şöyle diyorlar: Türkiye'de her türlü eylemi yaparsın, hükümetin bunu engelleyemediğini gösterirsin. Şöyle bir intiba ortaya çıkar: "Hem engelleyemiyor, hem konuşuyor. Suratına tokat atanla konuşuyor" Bu yanlış! Onların istediği gibi yorumluyoruz.

Süleyman Karagülle
21.09.2011
17:55

-Öcalan tövbe etmişse eski günahlar sona ermiştir. Artık ona barış dünyanızda laik olan değeri vermemiz lazımdır. Bu kadar insanı arkasından götüren insanın biz ekarte edemeyiz. Bu liderlik onu Ömer yapar. Halit bin Velid yapar. Küfrüne devam ediyorsa hemen yok edilmelidir. Söz aramızda o zaten baştan beri anlaşmalı çalışıyordu. - Uluslar arası para uluslar arası ilişkiler için gereklidir. Ülke parası ülke içi ekonomiyi düzenler, İl parsı il içi ekonomiyi düzenler. Bucak parası da bucak içi ekonomiyi düzenler. Ekonomide sınırlar yoktur. Mal, emek, serbestçe dolaşır. Ekonomide çevreler farklı paralarla yapılır. Farklı fiyatlar ve ücretler olmalıdır. Fransız Ekonomisi Türkiye ekonomisinden paralarının farkı olmasıyla ayrılır. Fiyat ve ücretler farklı para ile tersyüz edilince ayrılık olur. Nasıl her bedenin ayrı DNA’sı varsa ve onunla yabancı tanımlanabiliyorsa soysal kuruluşların parası da ayrı DNA’lar oluşturur.

Reşat Nuri Erol
22.09.2011
16:03

"Amerika'nın en büyük menfaati, Türkiye'yi güçlendirmek"

Bu sözlerin sahibi ne demek istedi?

İsrail istihbarat eski başkanı Ami Ayalon'un Russia Today adlı haber sitesinde dün yayınlanan açıklamalarında, Ortadoğu ve Türkiye üzerine ilginç tespitler göze çarpıyor. Ayalon'un esas olarak Filistin-İsrail ilişkilerini yorumladığı haberde, Türkiye ile ilgili kısım şöyle:

"İsrail, iç sorunlarıyla o kadar fazla meşgul oldu ki, Ortadoğu'nun 12 ay önce ortaya çıkan yeni düzenini gözden kaçırdı. Örneğin Türkiye'nin yeni Ortadoğu'daki rolünü anlamıyoruz. Mısır'ın bölgesel bir oyuncu olarak çöküşü, bölgesel bir oyuncu olarak Türkiye'nin ortaya çıkmasına ve Ortadoğu'daki Amerikan stratejisi ve diplomasisinin yeni bir aşamaya geçmesine sebep olduğunu anlamıyoruz. Türkiye'yi güçlendirmek, Amerika için çok önemli bir menfaat."

Bu açıklamadan sonra ister istemez aklımıza şu sorular geldi:

A- İsrail, 1 sene önce ortaya çıkan 'Yeni Ortadoğu düzenini' gerçekten fark edemedi mi? Yoksa bu yeni düzeni başından beri hiç istemedi mi?

B- Mısır'ın çöküşü = Türkiye'nin yükselişi ise, bu denklemde İsrail, İran ve Suudi Arabistan eşitliğin neresinde yer alıyor?

C- Amerika'nın büyük menfaati, Türkiye'yi güçlendirmek ise, ABD'nin Akdeniz'deki petrol gerginliğinde Rum tarafından yana gözükmesi, İsrail ile yaşanan gerginlikte ise en basit haliyle Türkiye'yi desteklememesi nasıl açıklanır?

D- Türkiye'nin güçlenmesini hangi Amerika istiyor? Söz konusu olan sadece Obama yönetimi mi yoksa daha uzun vadeli, "milli menfaatleri" belirleyen kurumsal bir anlayış mı?





Sayı: 118 | Tarih: 18.09.2011
Zülfü Livaneli
akevler adil düzeni şemalar
erbakan hocamın adil düzeni şemalarla
2150 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Erdoğan’ın laiklik tavsiyesine güzelleme
Laiklik ve demokrasi çelişkisi
2102 Okunma
15 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Paradigmanın iflası
Arkası Yarın
1311 Okunma
Tayibet Erzen
Ebubekir Sifil
İslam'ın Sol Yorumu İle Dünyevileşme Arasında
Arayış İçinde Olmak
1274 Okunma
2 Yorum
Zafer Kafkas
Taha Kıvanç
Sizler de gülüp eğlenesiniz diye...
Bir Titanik masalı: Medyamız
1132 Okunma
Ahmet Kirtekin
Mahir Kaynak
11 Eylül eylemi
Sömürüden Kurtulma
1130 Okunma
6 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Biz Müslümanlar Adam olur muyuz?
Tebliğ Edilirse Neden Olmasın!
1076 Okunma
Emine Hocaoğlu