04 AĞUSTOS 2011
Birinci büyük sapıklık: İslam'a, Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, Şeriata göre bozuk olan bir sistem ve düzene iyi demek.
İkincisi: Bu devirde İslam'dan başka da hak, makbul ve geçerli dinler vardır demek.
Üçüncüsü: Fâsık, fâcir, azgın, günahkâr, âsi bir topluma iyi demek.
Dördüncüsü: Allahü Teâlâya noksan sıfatlar yakıştırmak.
Beşincisi: Müslümanların yüzde 90'ınını beş vakit namazı terk etmiş olmasını hafife almak, buna önem vermemek.
Altıncısı: Ümmet şuuruna (bilincine) sahip olmamak.
Yedincisi: Hizip, fırka, tarikat, cemaat, grup, klik asabiyetine, fanatizmine, militanlığına sahip olmak.
Yedincisi: Yeterli ilmi, irfanı olmaksızın icazetsiz olarak Kur'an-ı Azimüşşandan re'y ve hevâsı ile hüküm çıkartmak, müctehidlik taslamak.
Sekizincisi: Dünyayı çok sevmek ve âhireti unutup sırf dünya için çılgın gibi çalışmak.
Dokuzuncusu: Çocuklarını ehl-i dünya olarak yetiştirmek.
Onuncusu: Parayı taparcasına sevmek.
On birincisi: Parayı iddihar etmek, kenz yapmak.
On ikincisi: Lüks bir hayat sürmek.
On üçüncüsü: İhtiyacından fazla harcamak, aşırı tüketim yapmak.
On dördüncüsü: Parçayı bütünle özdeşleştirmek. Cemaatini, tarikatini, mezhebini, meşrebini din haline getirmek.
On beşincisi: Cuma ezanı okununca dükkanını, bürosunu, işyerini namaz bitinceye kadar kapatmamak, ticarete ve işe devam etmek.
On altıncısı: Körü körüne particilik yapmak.
On yedincisi: Futbol holiganı gibi particilik yapmak.
On sekizincisi: Nafile ibadetlerle övünüp, gösteriş yapmak, gurur ve kibre kapılmak.
On sekizincisi: Başkalarının ayıplarını, günahlarını, kusur ve hatâlarını araştırmaktan ve onları çekiştirmekten; kendi ayıp ve günahlarına bakacak zamanı kalmamak.
On dokuzuncusu: Zekâtını öncelikle Müslüman fakirlere, Müslüman miskinlere, perişan mültecilere ve diğer hakkedenlere vermemek; zekât uğrularına kaptırmak.
Yirmincisi: Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim taraftarı olmak.
Yirmi birincisi: Türkiye'deki düzen bozuktur, binaenaleyh bu bozuk düzende bozuk işler yapılabilir, her halt yenilir demek.
Yirmi ikincisi: Bizim hocamız, hoca efendimiz, şeyhimiz, büyüğümüz, baronumuz hiç hatâ yapmaz, o lâ yuhtidir, mâsumdur, ne derse doğrudur, ne yaparsa isabetlidir sapık inancına sahip olmak.
Yirmi üçüncüsü: Her şeyin en iyisi Müslümanlara layıktır diyerek israf etmek, lükse kaçmak, aşırı tüketim yapmak, gurur ve kibir sergilemek.
Yirmi dördüncüsü: Cemaat ve hizip asabiyeti yüzünden sâlih Müslüman kardeşine darılmak, onunla ilişkisini kesmek.
Yirmi beşincisi: İslam düşmanı kâfirleri dost ve veli edinmek.
Yirmi altıncısı: Nefsini temize çıkartmak, aklamak.
Yirmi yedincisi: Dini ve mukaddesatı kendi şahsî ve siyasî nüfuz ve menfaatine âlet etmek.
Yirmi sekizincisi: Rüşvet almak, haram kazanç elde etmek, komisyon almak, çalıp çırpmak, ihalelere fesat karıştırmak ve bunları Müslümanlar güçlensin diye yapıyorum demek.
Yirmi dokuzuncusu: Doyduktan sonra yemek.
Otuzuncusu: Zaruret (veya çok büyük faide) olmaksızın devlet ve hükümet büyükleriyle, büyük bürokratlarla görüşmek, onları övmek. (Onların hayırları, ıslahları için dua edilmelidir.)
Otuz birincisi: Müslüman halktan hayır hasenat, fakirlere yardım, hizmet için toplanan paraların bir kısmını doğrudan doğruya veya dolaylı olarak zimmetine geçirmek.
Otuz ikincisi: Tarikatçilik, hizipçilik, fırkacılık, cemaatçilik yapmak.
Otuz üçüncüsü: Peygamberimize (Salat ve selam olsun Ona) saldırılıp hakaret edilince tepki göstermeyip, kendi din baronuna saldırılınca büyük tepki gösterip yeri göğü birbirine katmak. (Çok büyük sapıklıktır.)
Yazının devamı için tıklayınız.
Yorum:
Felsefecilerin Soruları
Bu hafta Tebrizli Şems ile ilgili okuduğum kitapta çok beğendiğim ve güldüğüm küçük bir kısmı sizlerle paylaşmak istedim.
Bir grup felsefeci Mevlana’yı ziyarete gelerek ona sorularının olduklarını açıklamak isterler. O sırada Mevlana Tebrizli Şems ile birliktedir. Mevlana felsefecilere Şems’i göstererek:
-Benim sorularımı cevaplayana sorun diyerek felsefecileri Şems’e yönlendirir.
Felsefeciler üç tane sorularının olduklarını dile getirirler. Şems soruları sormalarını söyler. Felsefeciler aralarından bir başkan seçerler. Hepsinin adına başkan sormaya başlar.
-Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım.
Şems “öbür sorunu da sor.” der.
-Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azap edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azap eder mi?
Şems, “peki öbür sorunu da sor.” der.
-Ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezasını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın, dedi.
Şems “bunlar mı sorularınız şimdi peşimden gelin de size cevaplarını vereyim” der. Hep birlikte kalkarlar ve dergâhın bahçe duvarı için kerpiç yapan müritlerin yanına varırlar. Şems yerden kurumuş bir kerpici alır ve soruları soran kişinin başına vurur. Bunun üzerine soru sormaya gelen felsefeciler arkadaşını da apar topar alarak Konya kadısının yanına giderler. Mevlana bu sırada Şemse şimdi ne olacak diye bakmaktadır. Mevlana’nın aklından geçenleri okuyan Şems:
-Meraklanma bekle gör, sorularının cevabını öyle alacaklar ki dergâhına tövbeye hidayete gelecekler der. Şimdi mahkeme görevlisi bizi kadının yanına çağırana dek namaz kılalım der ve birlikte namaz kılmaya başlarlar. Gerçekten de yarım saat geçmeden haber gelir ve birlikte kadının huzuruna varırlar. Kadının odasında şaşkın filozoflar ve kerpici yiyen kafası sarılı olan filozof olup biteni bir de kadının yanında anlatmaya başlar.
- Ben soru sordum, o başıma kerpiç vurdu der.
Şems de “sadece ben cevap verdim” der. Kadı bu işin açıklamasını ister. Şems de açıklamaya başlar:
-Bana Allah’ı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim. Filozof şaşırarak:
-Ağrıyor ama gösteremem der.
- İşte Allah da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azap edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünya da küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan ahret hayatında niçin hak aranmasın der.
Bunun üzerine felsefeci bu güzel cevaplar karşısında mahcup olur ve söz söyleyemez hale gelir. Herkesin huzurun da Şems’in eline sarılarak:
-Bunca yıldır senin gibisini görmedim, başka Müslüman âlimlerine bu soruları sordum saatlerce laf ürettiler. İkna olmamıştım. Sen dinin adamısın. Bize İslam’ı sevdir der.
Buradan da anlaşıldığı gibi İslam’ı birçok insana sevdirmek yerine bu günah şu günah diyerekten soğutuyorlar ve korkutuyorlar.
Kuran da anlatıldığı gibi;
Kesinlikle, Allah indinde din, islâmdır. (Ali İmran-19)
Yani Allah katında düzen İslam düzeni dediğine göre İslam düzeninin insanlar için en doğru, kimseye haksızlık yapılmayacağı ve kolay bir düzen olduğu anlaşılıyor. Şu günler de Ramazan dolayısı ile yapılan programları izleyince insanların nelerle uğraştıklarını görüyoruz. Bu konuda bilgili insanlar yerine, reyting yapacak insanlara yer veriyorlar. Hep hurafelerden, Kuranla uyuşmayan hadislerden bahsediliyor.Ayrıca doğruyu söyleyenin de ya lafını kesiyorlar ya da reklam koyuyorlar. Kuran’dan uzak akıllı insanlarımızda maalesef yanlışları göremiyor ve böyle İslam olmaz diyerek İslam’dan uzaklaşıyorlar. Doğruları anlatmadıkça bu böyle devam ediyor. İnşallah doğruları anlatmamız umuduyla…