500 milyon dolarlık vicdan
1149 Okunma, 6 Yorum
Ahmet Taşgetiren - Bugün
Zübeyir Erol

 

07.08.2011

BM açıklamalarında deniyor ki:

-Somali dramına son verebilmek için yıl sonuna kadar 500 milyon dolarlık bir yardımın ulaşması lazım.

Somali görüntülerine bakmak kolay değil. Canlı yayınlar insanlığın can çekiştiği görüntüleri taşıyor dünyaya. Sütleri kuruyan o anneler, kumlar üzerinde son nefeslerini veren o çocuklar...

İnsan ol ve seyret seyredebilirsen...

Ve 500 milyon dolarla su taşınabilecek oraya, süt taşınabilecek, ekmek ve ilaç taşınabilecek.

Demek ki dünya, 500 milyon dolarlık bir vicdan sınavına girmiş durumda.

Türkiye'de Diyanet, Kızılay, TİKA ve sivil toplum kuruluşları, hatta Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı çırpınıyor.

İslam İşbirliği Teşkilatı bir gayretin içinde.

Ama bakıyorum, fitreler toplanıyor, zekatlar toplanıyor, SMS'ler devreye giriyor ve ortaya ancak üç-beş milyon dolarlık bir meblağ çıkıyor.

Kaç çocuk kurtuluyor, kaç çocuk ölüyor? Kaç anne göç yollarında tükeniyor?

Ne dersiniz, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın bilmem kaç üyesi, bir çırpıda 500 milyon doları toplayabilecek bir mali güce sahip değil mi?

Geçin İslam dünyasını, çünkü Somali'de sadece "Müslüman" bir topluluk değil, insanlık ölüyor.

Somali görüntüleri, Türkiye'ye ya da Suudi Arabistan'a ulaştığı kadar Amerika'ya, Rusya'ya, Japonya'ya, Çin'e de ulaşıyor.

Onlar için bir vicdan sınavı söz konusu olmamalı mı?

Ve bütün dünya, 500 milyon doları çıkaramayacak kadar pintileşti mi?

Ahmet Davutoğlu, İslam İşbirliği Teşkilatı'nı acil toplantıya çağırdı.

Başbakan Erdoğan, yardım kampanyalarına sahip çıktı.

Cumhurbaşkanı Gül, insani duyarlılığı artırmak için çağrılarda bulundu.

Bence daha çok şey yapılmalı ve yapılabilir. Her üç lider, dünyayı daha aktif bir insani hamleye yöneltmek üzere, başka bazı ülkeleri de öncü gayretlere sevk etmek suretiyle adımlar atabilir.

Düşünüyorum da bazen dünyanın vicdanı, inkıtalar yaşıyor. Sonra da utancı paylaşıyor.

Bosna'yı seyretti uzun süre dünya.

Küresel bir ekranda, kadınlara, çocuklara karşı işlenen vahşet sadece seyredildi.

Nice zaman sonra müdahale geldiğinde 250 bin insan can vermişti. Bosna'ya gittiğimde bir şehri gezerken "Sadece şu bölgede 700 çocuk katledildi" denmişti, ürpermiştim.

Gazze'de 20 ay seyretti İsrail vahşetini dünya, büyük kısmı kadın ve çocuklardan oluşan 1400 cana mal oldu bu 20 aylık küresel vicdan inkıtası.

Şimdi tarih "İyi ki bir adam çıktı ve "Bir dakika" diye isyanını dile getirdi" diye yazıyor.

Acaba Somali için 500 milyon dolar toplandığında dünya, Doğu Afrika'da kaç annenin, kaç çocuğun ölümünü seyretmiş olacak?

İran'ın sınavı

Somali sınavı bütün insanlık için...

Ama beride bir de Suriye-Hama sınavı var.

Oradan da geçmişteki katliamı aratmayacak vahşet haberleri geliyor.

Ben o konuda İran'ın Suriye yönetimine destek anlamına yorumlanan suskunluğunu çok garip buluyorum.

Bu bir "İslami tercih" mi oluyor yoksa "ulusal stratejik tercih" mi?

Mezhebi aidiyetler stratejik aidiyete dönüşüyor, o da insani hassasiyetleri öteliyor mu?

Türkiye, bugüne kadar kendi üzerinden İran'a yönelik operasyonlara karşı direnç gösterdi. Bu direncin özünde hem komşuluk hassasiyeti vardı hem bir İslam ülkesine muzahir olma hassasiyeti vardı hem de bölgeyi sıcak çatışmalardan koruma hassasiyeti vardı.

Türkiye, Suriye'nin de büyük yaralar almasını önlemeye çalışıyor ama ölüm haberlerinin ardı arkası kesilmiyor.

İran Suriye'de Baas vahşetinin sona ermesi konusunda ne düşünüyor gerçekten? "Şiilik" özel bir nüfuz siyasetinin aracı olsun da nasıl olursa olsun hesabı mı?

Bundan böyle İran'ı değerlendirirken, İslam coğrafyasında özel nüfuz alanı oluşturmaya yönelmiş bir devlet hüviyetinde mi görmeliyiz? Dolayısıyla "İslam Cumhuriyeti" iddiasını çok da ciddiye almamalı mıyız?

Ben, "ümmet bilinci"ni önemseyen bir insan olarak bunu sorma hakkım olduğuna inanıyorum

 

Yorum: Taşıma suyla değirmen dönmez

 

Günümüzde insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şey kapitalizme alternatif olacak bir sistemi ortaya koymaktır. Biz Müslümanlar enerjimizi bu yönde harcarsak kendimize fayda sağlayabiliriz. Aksi takdirde bu bozuk düzende daha iyisini beklemek mümkün gözükmüyor. Yaşanan musibetlerse bize aslında ne yapmamız gerektiğini bas bas bağırıyor.

 

Ak Parti iktidarı, Müslüman holdingleri, dünya çapında cemaatler… Bunların hepsi bir araya gelip bütün varlıklarını ortaya dökseler yine de dünya genelindeki fakirlik ve zulmü sona erdiremezler. Çünkü böyle bir başarı şekli yoktur. Oyunu rakibin koyduğu kurallara göre oynayıp onu mağlup etmek mümkün değildir. Müslümanlar bozuk düzende muvaffak olamazlar. Bugün Somali biter yarın başka yer başlar. Hatta zaten dünyanın her yerinde Somali benzeri manzaralar mevcuttur. Hangi birine nasıl yetişeceksiniz. Kapitalist düzenin açtığı yaralardır bunlar. Sömürü düzeninde sömürüye son veremezsiniz.

 

İslamiyet’in emrettiği müesseseleri kurmadan, sırf Ak Parti iktidar olmuş diye dünya neden güllük gülistanlık olsun? Biz neden sanki her şey daha iyiye gidiyormuş gibi kendimizi kandıralım. Aksine başarıya ulaştığımızı zannederken nasıl yozlaştığımızı görmüyor muyuz? Yıllar önce mücadelesini verdiğimiz haksızlıklara sırf bizim çocuklar başa geçti, gücü ele geçirdi diye sessiz kalmıyor muyuz? Bunun sonu nereye gider diye sormaya gerek var mı bilmiyorum…

 

 

Zübeyir Erol


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
07.08.2011
13:30

Bir yıl sonrayı düşünüyorsan : Tohum ek, /

Ağaç dik, on yıl sonrasıysa tasarladığın... /

Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini, /

Halkı eğit o zaman! /

***

Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın, /

Bir kez ağaç ekersen, on kez ürün alırsın, /

Yüz kez olur bu ürün, eğitirsen milleti! /

***

Birisine bir balık verirsen, doyar 'bir defalık', /

Balık tutmasını öğret, doysun 'ömür boyunca'!

(Çin Şiiri)

Zafer Kafkas
07.08.2011
17:00

Allah razı olsun.

Bizim sistemimiz alternatif değil, esas olandır. Bizim sistemimiz hiçbir sistemin , ideolojinin alternatifi,yedeği durumunda değildir. Hepimizin zaman zaman kullandığı mevcut düzenin alternatifi sözünü çok doğru bulmuyorum. Adil Ekonomik Düzen tüm insanlığa saadet, zenginlik ve huzur getirecektir. Bu esas düzenin uygulanamadığı zamanlarda alternatifi olur ama bu esas düzen hiçbir düzene alternatif değildir.

ziya küçük
11.08.2011
11:39

Öncelikle merhaba,

Birçok sitede tüm dinleri eleştiren birçok argüman var.Bazılarını derleyip toparladım ama kimseden tatmin edici cevaplar alamadım. İster istemez insanın aklı karışıyor . İslamda kadın haklarını eleştiren uzun bir yazı var . Buna cevap verebilir misiniz? Buraya mı eklesem uygun olur veya başka bir yolla da gönderebilme imkanım var mıdır? Buraya kopyala yapıştır olmuyor ayrıca.

Lütfi Hocaoğlu
11.08.2011
15:11

Ziya bey,

Kopyaladıktan sonra burada klavyede Shift ve Insert tuşuna basarsanız yapıştırabilirsiniz.

Buraya koyarsanız daha uygun olur. İnşallah cevaplarız.

ziya küçük
11.08.2011
17:08

İSLAMDA KADIN HAKLARI İslam'da kadına dair ne zaman bir konu açılsa, karşımıza ''eşitlik her zaman adalet değildir'' cümlesi çıkartılıyor. Bu cümleyi demagojik örneklerle birleştirip devamlı haklı bir argümanmış gibi sunuyorlar. Bütün konular için ayrı ayrı açıklama yapmaktansa tek bir başlık açma gereği duydum bu konu için. Müslümanların, ''eşitlik her zaman adalet değildir'' yargısını inceleyelim öncelikle. Eşitlik her zaman adalet değildir, evet, mesela ağır yükü güçlü taşır hafif yükü zayıf taşır. Eşitlik olsun diye ikisine de ağır verirsek adaletsizlik yapmış oluruz ( Müslümanlar da deve örneğini kullanırlar genelde ). Ancak İslam’daki adalet anlayışı Müslümanların söylediği bu ''yük'' örneğinden epey bir farklı. Bu örneği verirken de genelde laik sistemi eleştiriyorlar ( halbuki laiklik; ekonomik sistemden, çalışma şeklinden farklı bir kavramdır ). Laik toplumda kadınlara eşitlik verilmesi, kadınların güçlerini aşan işlerde çalıştırılmaları anlamına gelmiyor. Kadınların kapasitelerini aşan yük yüklemek anlamına gelmiyor, kadınlar eğer isterlerse ağır işlerde çalışmayı kendileri seçebilirler tabii ki, ancak bu bir baskı veya zorlama sonucu olmuyor laik düzende. Kadınlar; inşaatta, sanayide, asker olduklarında ( dünyayı düşünürsek, genelde subay olarak görev yapıyorlar ) savaş bölgesinde, maden ocaklarında…vs çalışmıyorlar. Kadınlar eğitimci olarak, sanatçı olarak, esnaf olarak, memur olarak…vs çalışıyorlar genelde. Amaç kadınların da sosyal yaşama özgür bir şekilde katılabilmeleri ve yeteneklerini özgür bir şekilde kullanabilmeleridir. Toplum güce ve yeteneklere göre dizayn edilecektir zaten, bunun ''kalıp'' bir kuralı olamaz. İşte bu noktada kadınların özgür ve eşit olmaları haksızlık değildir, develere yüklenen yüklerle, matematik öğretmeni bir kadının hayatını veya giysi mağazası işleten bir kadının hayatını kıyaslamak demagojidir… Kadınlar isterlerse çalışma özgürlüğüne sahip olmalıdırlar. Yani, Müslümanların ''Eşitlik her zaman adalet değildir'' cümlesi doğru bir cümledir, ancak kullandıkları örnekler ve kıyaslar yanlıştır. Bizim için ideal düzen nedir bundan kısaca bahsedelim. Çünkü bir görüşü eleştirdiğiniz zaman kendi görüşünüzü de söylemeniz gerekir, eleştirinizin nedeni daha iyi anlaşılır bu şekilde. Aslında İnsan hakları beyannamesi ve çağdaş hukukla ilgili birkaç yazı okunması bile yeterli, ama bir özet geçmek gerekirse: Bize göre, kadın ve erkek cinsiyet olarak değil insan olarak ele alınır ve hakları erkek hakları ve kadın hakları olarak değil ''insan hakları'' olarak ele alınır. Yani kadın hakları şunlardır, erkek hakları da şunlardır, erkekler şu şu konularda üstündür, üstün oldukları için kadını yönetme hakkına sahiptirler, kadınlar şu şu konularda üstün değillerdir, itaat etmelidirler, itaat etmez ise dayak yemeleri meşrudur gibi tek boyutta düşünülerek kurulan ''kalıp'' bir düzen değildir bizim ideal düzenimiz. İnsanlar başkalarına zarar vermedikleri müddetçe özgür olma hakkına sahiptir. Dil, din, ırk, cinsiyet, siyasi görüş, cinsel tercih…vs gibi insanın profilini çizen hiçbir özellik de bu maddenin dışında değildir. Eğer insanları profillere göre ayırmaya başlarsanız demokrasiye saygınız yoktur demektir, ayrıca toplumsal kamplaşmaya da neden olursunuz. Bahsettiğimiz şey adı üstünde insan haklarıdır, Müslüman hakları, Hıristiyan hakları, siyah hakları, beyaz hakları, eşcinsel hakları, kadın hakları, BDP’lilerin hakları…vs değildir, ''insan haklarıdır''. Kadınlar; miras konusunda, şahitlik konusunda, süslenme/giyinme konusunda, evlilik ve boşanma konusunda, eşi ile olan münasebetleri konusunda, çalışma konusunda, yönetme konusunda…vs dezavantajlı olmamalıdır. Cinsiyetinden dolayı erkeğin egemenliğinde olmamalıdır. Kadın da ''başkasına zarar vermeden özgür olma'' hakkına sahiptir, dolayısıyla ''başkasına zarar vermemek koşulu ile'' yukarıda saydığımız maddeler içinde dezavantajlı olmamalıdır. Kadın hakları ve erkek hakları ayrımından ziyade ''insan hakları nasıl olmalıdır'' buna bakmaktayız burada. Tanrı'nın tapınağı olduğunuzu, Tanrı'nın Ruhu'nun sizde yaşadığını bilmiyor musunuz?=1. Korintliler 3/16 Kim Tanrı'nın tapınağını yıkarsa, Tanrı da onu yıkacak. Çünkü Tanrı'nın tapınağı kutsaldır ve o tapınak sizsiniz.=1. Korintliler 3/17 1- ) Kadınlar ekonomik güç bakımından erkekler karşısında dezavantajlıdır. Öncelikle konuyla ilgili ayetlerin açıklamasını yapacağım daha sonra teist argümanlarına cevap vereceğim, çünkü ayetler karmaşık ve açıklanması gerekiyor. Nisa 12'de ''vasiyetten ya da borcundan'' sonradır ifadesi nedir ? Şayet borç çoksa ve miras bırakılamayacaksa o zaman miras verilmeyecektir zaten, ancak vasiyet nasıl olmalıdır ? Vasiyetimiz erkeğe ve kıza eş miras olabilir mi ? Veya vasiyetle bazı kişileri mirastan mahrum edebilir miyiz ? Ayetlerin ayrı hükümlerini ayrı renklerle vurguluyorum bu şekilde kolay anlayabileceksiniz konuyu: NİSÂ - 7 Ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) erkekler için bir pay vardır. Ve kadınlar için de, ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) bir pay vardır. Ondan (bırakılanlardan) az veya çok farz kılınmış bir paydır. http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi ... lleri.aspx NİSÂ - 11 Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi ... lleri.aspx Kuran’da belirtilen erkeğin ve dişinin paylarının farz olduğunu bilmeliyiz. Farz olan bu payları ihlal edici bir vasiyet bırakılamaz, ''Allah’ın ve Resulünün hükmettiği gibi hükmetmeyen kafirdir, Allah ve elçisi bir konuda hüküm verdiği zaman mümin erkek ve mümin kadının başka hüküm verme hakkı yoktur'' gibi Kuran’ın başka ifadeleri bunu destekliyor zaten. Miras ayetleri de; ''Ondan ( bırakılanlardan ) az veya çok farz kılınmış bir paydır, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder, bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır'' gibi ifadelerle bunu belirtmiştir. Zaten vasiyet hakkına iki tane de destekleyici hadis var; "İyi biliniz ki, varis olana vasiyet edilmez!" Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/409-410 Üçte bir vasiyet edebilirsin. Hatta üçte bir bile çok. Çünkü zengin olarak bırakman, hiç şüphesiz onları insanlara el avuç açar vaziyette muhtaç bırakmandan daha hayırlıdır. Buhârî, Nafakât, 1. Yani ailen zaten varistir onlara vasiyet edemezsin, onların payını Allah belirtmiştir deniyor, ancak Allah’ın belirttiği payların haricinde ( mesela kızının, oğlunun, annenin ve babanın payının dışında ) bir arkadaşına mal vasiyet edeceksin veya bir kuruma vasiyet edeceksin, bu durumda; ''Üçte bir vasiyet edebilirsin, hatta üçte bir bile çok'' deniyor. Çünkü ''aileni zengin olarak bırakman fakir olarak bırakmandan iyidir'' deniyor, sen çok vasiyet bırakırsan ailenin payları da düşecektir, bu durumda ailen fakir olabilir. Zaten Nisa 11 ve 12’de paylar belirtildikten sonra Nisa 13 ve 14 şu şekilde gelir; "İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, (Allah) onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Bu, en büyük bir kurtuluş (ve saadettir). Kim de Allah'a ve peygamberine isyan ederse ve Allah sınırlarını çiğneyip geçerse (Allah) onu da içinde dâimi kalıcı olmak üzere cehenneme sokar. Onun için hor ve hakir edici bir azab vardır". Allah'ın Hudutları Ne Demektir? "Allah'ın sınırlan"ndan murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Birşeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır. "Hudûdu'd-dâr" (evin sınırları) ifâdesi de bu manadadır. Bir şeyin hakikatine delâlet eden söz de, "o şeyin haddi (sınırı)" diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifâde ettiği hükmün içine başkasının girmesine mâni olur. "Başkası" ise, o sözün dışında kalan her şeydir. Fahruddin er-Razi, Tefsiri-i Kebir, Mefatihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/414-415. Bu ayetler de(Nisa 13-14) diğer ayetlerle birlikte düşünüldüğünde miras sınırlarına önem vermeye iter insanları. Ayrıca Nisa 8’de bir hüküm var; NİSÂ - 8 Ve miras taksiminde, (miras düşmeyen uzak) akrabalar, yetimler ve yoksullar orada hazır bulunursa, o taktirde onları, ondan (mirastan) rızıklandırınız ve onlara güzel söz söyleyiniz. http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi ... lleri.aspx Bu durumda; borçların ödenmesi, vasiyetin yerine getirilmesi, taksim sırasında bulunan akraba, yetim ve yoksulların payının verilmesinin ardından aile fertlerine payları verilebilir. Eğer diğer paylar ( borçlar, vasiyet, taksim sırasında bulunan akraba, yetim ve yoksulların payları ) aile paylarından önce değil de sonra verilecek olsaydı aile paylarından geriye bir şey kalmayacaktı. Çünkü paylara ayrılmış bir bütünün toplamı her zaman 1’e eşittir, birisi 1/2’sini diğeri 1/4’ünü diğeri 1/x’ini aldığında nihayet bunların toplamı 1 etmelidir ( 1,125 etmemelidir ) ve geriye pay kalmamalıdır. Kuran’da bazı varyasyonlarda geriye para kalıyor, bu paranın kime gideceği konusunda görüş birliği var İslam alimleri arasında. Zamanın Arap toplumunun bir geleneği devam ettiriliyor ve para ''asabeye'' gidiyor, yani ailedeki yönetici erkeğe, baba ise baba, baba yok ise amcaya gidiyor, o yok ise…vs, bununla ilgili hadis de var; "Miras paylarını, hak sahiplerine veriniz. Kalan miktar, en yakın erkek hısımındır" (Buhârî, Ferâiz, 5, 7, 9, 10; Müslim, Ferâiz, 2, 3; Tirmizî,Ferâiz, 8). Şimdi ayetleri birlikte düşünelim ve ortak hükmü çıkaralım. Ayetlerinin hükümlerini basit olarak açıklayan tefsirleri direk veriyorum, basit olarak değil de rivayetler ve hadislerle dolu uzun bir açıklaması varsa, ben özet niteliğinde bir açıklama yapacağım. Erkek ve dişi evladın mirası. Ölen kimsenin geride, hem erkek hem de dişi evlat bırakması halidir. Allah Teâlâ bu husustaki hükmünü, hiç şüphesiz "Erkeğe, İki dişinin payı miktarı vardır" cümlesiyle beyan buyurmuştur. Bil ki bu ifâde, pek çok hükmü ortaya koymaktadır: a) Ölen kimse, geride bir erkek ve bir kız çocuğu bıraktığı zaman, erkeğin mirastaki payı 2 (iki), dişininki ise 1 (bir)'dir. b) Varis olacak kimseler, üç (3) ve daha fazla sayıdaki erkek ile üç (3) ve daha fazla sayıdaki dişi ise, her erkeğin hissesi iki, her dişinin hissesi ise birdir. c) Çocuklarla beraber, ana-baba ve zevceler gibi başka varisler de bulunursa, bunlar kendi hisselerini alırlar, paylar alındıktan sonra geriye kalan mal, erkeğin payı 2 (iki) olmak üzere, evlatlar arasında taksim edilir. Böylece Cenâb-ı Hakk'tn "Erkeğe. iki dişinin payı miktarı vardır" âyetinin bu pek çok hükmü ifâde ettiği sabit olmuş olur Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/380 Sadece kız evlat mirasçı ise. Ata şunu rivayet etmiştir: "Sa'd İbn Rebî şehit edildi ve geriye iki kızını, hanımını ve kardeşini bıraktı. Kardeşi malın tamamını alınca, Sa'd'ın hanımı Hz. Peygamber'e gelerek, "Ya Resûlallah, şu iki kız Sa'd'ın kızlarıdır. Sa'd şehit edildi; kızların amcası ise, onların mallarını aldı" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), "Dön, umulur ki Allah bu hususta hükmedecektir" dedi. Bir müddet sonra kadın geldi ve ağlamaya başladı. İşte böylece bu âyet-i kerime nazil oldu. Bunun üzerine de Allah'ın Resulü, o iki kızın amcasını çağırdı ve "Sa'd'ın iki kızına üçte iki, annelerine ise sekizde bir mal ver, geriye katan ise senindir" buyurdu. İşte İslâm'da taksim edilen ilk miras budur. Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/378 Ayette iki dişinin payı açıkça belirtilmemiş, 1 dişi ve 2’den çok dişi için belirtilmiş verilecek paylar, ama 2 dişi için açıkça belirtilmemiş, bunun için hem bu ayete hem de Nisa 176’ya birlikte bakmalıyız, tefsirde açıklamasını son derece basit ve mantıklı şekilde yapıyorlar. 2 dişinin payı şu şekildedir: 1 ) Bir kimse ölse ve geride bir oğul ve bir kız bıraksa, bu durumda, Cenâb-ı Hakk'ın "Erkeğe, iki dişinin payı miktarı vardır" hükmünden dolayı, oğulun mirastaki hissesinin üçte iki olması gerekir. Erkeğin payı iki dişinin payı olduğuna ve burada erkeğin payının üçte iki olduğuna göre hiç şüphe yok ki, iki dişinin mirastaki payının da üçte iki olması gerekir." 2 ) Cenâb-ı Hakk'ın "Erkeğe, İki dişinin payı miktarı vardır" âyeti, iki dişinin mirastaki payının, bir dişinin mirastaki payından daha fazla olduğunu ifâde etmektedir. Aksi halde, erkeğin payının bir dişinin payı kadar olması gerekir ki, bu da âyetin hilâfına bir durumdur. İki dişinin payının, bir dişinin payından daha fazla olduğu sabit olunca, biz deriz ki, bunun da üçte iki olması gerekir. Çünkü arada herhangi bir fark bulunduğunu söyleyen yoktur. Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/380-382 Yani bir ailenin iki kız çocuğu var ise onların payı 2/3’tür. Kalan 1/3 ise diğer mirasçılar tarafından taksim edilir, paylardan sonra arta kalan asabeye gider. "Miras paylarını, hak sahiplerine veriniz. Kalan miktar, en yakın erkek hısımındır" (Buhârî, Ferâiz, 5, 7, 9, 10; Müslim, Ferâiz, 2, 3; Tirmizî,Ferâiz, 8). Sadece erkek evlat mirasçı ise 1-Cenâb-ı Hakk'ın "Erkeğe, iki dişinin payı miktarı vardır" buyruğunun delâleti itibariyle. Zira bu ifâde, erkeğin mirastaki payının, iki dişinin mirastaki payı miktarı olduğuna delâlet etmektedir. Daha sonra Cenâb-ı Hak kızlar hakkında da, "(Dişi evlât) tek İse, o zaman bunun yansı onundur" buyurmuştur. Böylece bu iki âyetin toplamından, mirasta yalnız başına kalan bir oğulun hissesinin malın tamamı olması neticesi ortaya çıkar. 2- Biz bunun böyle olduğunu sünnetten de anlıyoruz. Bu da, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, "Paylar dağıtıldıktan sonra geriye kalan miktar, en yakın erkek asabeye verilir.’’ Oğulun, erkek asabe olduğunda bir münakaşa yoktur. Oğul, hisselerden sonra geriye kalan malın tamamını alınca, hisse bulunmaması halinde de malın tamamını alması gerekir. Buhâri, Ferâiz. 5; Müslim, Ferâiz, 1. Yani sadece erkek mirasçı ( oğul ) varsa malın tamamını alır ( paylar dağıtıldıktan sonra ), çünkü o asabedir. Sadece kız çocuk varsa malın yarısını alıyordu, erkeğe de iki dişinin hakkı verildiğine göre malın tamamının erkek tarafından alınacağı da açıktır ayrıca. Bu noktada bir ara bilgi vermeliyim, sizi başka bir konuya yönlendireceğim. Nisa 12 ve Nisa 176'da ana-babası olmayan ve çocukları da olmayan bir kişinin ( kelale ) birden çok kardeşi var ise ( kız erkek fark etmez ) mirasın nasıl taksim edileceği yazılı, ama bu taksimler birbirlerinden farklı. Miras paylaşımı ayetlerini çok uzun açıkladığımın farkındayım, ama ayetler gerçekten karışık ve İslam alimlerini bile ihtilafa düşürmüş zamanında ( ben de hanif team'ın gereksiz muhalefetine meydan vermemek açısından bu kadar uzun açıkladım ). Bir de bunun üzerine matematik hatası eklenince işler daha da karışıyor. Bu kadar basit bir konunun neden bu denli karmaşık, çelişkili ve matematiğe uymayan şekilde yapıldığına anlam veremiyorum doğrusu. Tanrı'nın tapınağı olduğunuzu, Tanrı'nın Ruhu'nun sizde yaşadığını bilmiyor musunuz?=1. Korintliler 3/16 Kim Tanrı'nın tapınağını yıkarsa, Tanrı da onu yıkacak. Çünkü Tanrı'nın tapınağı kutsaldır ve o tapınak sizsiniz.=1. Korintliler 3/17 Miras paylaşımı hakkında Müslümanların temel savunmalarına geçelim şimdi, temel savunmaları şunlar; ===> Erkek 2 pay alır kadın 1 pay alır, sonra kadın 2 pay alan başka erkekle evlenir erkek de 1 pay alan başka kadınla evlenir, iki ailenin de 3=3 parası olur. 1 ) Bu kadar saçma, tek boyutta düşünülebilir mi ? ( bazı Müslümanlar yapabiliyor ) Erkeğin tahsil durumu ve işi, kadının tahsil durumu ve işi, bunların evlenecekleri insanların tahsil durumu ve işi, borçları var mı yok mu, evlenecekleri ailelerin maddi durumu…vs bunları neden düşünmüyorsunuz, bu kadar basit mi ?! Bu kadar çocukça ilkokul seviyesinde savunma yapılabilir mi ? Mesela bir kız ve bir erkek kardeşten erkeğin evleneceği ailenin maddi durumu normal, kızın evleneceği ise kötü olsun, erkek okuyabilmiş ama kız okuyamamış olsun, bu durumda kızın az alması ne kadar adil olur ? Yani 3=3 olmuyor, oransal olarak verilen rakamları eşit görüyorsunuz. 12 liranın 1/3’ü 4’tür ama 21 liranın 1/3’ü 7’dir, bu durumda bu iki pay için 1/3=1/3 denir mi ?! 2 ) Kız veya erkek fark etmez, evlenmek zorunda değiller, bekar hayatı yaşayan iki kardeş bile düşünüldüğünde erkek yine avantajlıdır bu durumda kadına haksızlık yapılmıyor mu ? Hadi bu sefer empati yaparak tersten düşünün, kadın güçsüzdü, kadına bakılmak zorundaydı hani, o zaman erkek kadına 2 versin kendisi 1 alsın, ne de olsa erkekler güçlüdür çalışır kazanırlar. Kadınları daha çok el üstünde tutmak gerekir. 3 ) Miras paylaşımı adil ve eşit bir şekilde taksim edilmelidir. Nasıl olsa miras zararımı kapatacak diye çalışmayan ve nasıl olsa mirasım yüksek olacak diyerek çalışmayan kişiler için en iyi ve aynı zamanda adil yol mirasın eşit olmasıdır. ===> Erkek kadına bakar, o yüzden erkeğin mirastan yüksek alması gerekir, kadının paraya ihtiyacı yoktur. 1 ) Erkeğin kadına bakması, kadının erkeğe bakması, ailenin çocuklarına bakması veya çocukların aileye bakması, veya toplumun birbirine devlet sistemi ile bakması…vs Biz buna sosyal yaşam diyoruz. Bu durumu da eşit ve adil olarak yönetmekten yanayız. Bir tarafın diğerine itaat etmesi ve onun yönetiminde yaşaması olarak değil. Zaten evlilikte benim senin yoktur, kadın kendi parasından çocuğuna, evine, evin borcuna, eşinin borcuna...vs harcamıyor mu ? Harcıyor. Aynı şekilde erkek de harcıyor. Ben ideal aileyi böyle biliyorum, Müslümanların nasıl kurguladıklarını bilmiyorum ama olması gereken budur. İslam’da, erkek ve kadına her durumda eşitlik verildikten sonra erkeğe kadına bakması söylenmiyor, erkeğe yönetme yetkisi veriliyor, erkek üstündür deniyor, kadına itaat etmesi gerektiği söyleniyor, itaat etmeyen kadının dayak yemesi meşru görülüyor…vs Bundan sonra erkeğin kadına bakmasından bahsediliyor. Bakın ''bahsediliyor diyorum'' çünkü ayetlerde ''erkekler mallarından harcadıkları için ve üstün oldukları için’’ ifadeleri var. Sanki dönemin Arap geleneğinden bahsediliyor ayette ''Erkekler kadınlara bakmak zorundadırlar, kadınlar da bu yüzden mirastan az alsınlar'' değil ''Erkekler mallarından harcadıkları ve üstün oldukları için kadınlar az alsın'' anlamı vardır ayetlerde. Yani dönemin geleneği Kuran’da devam ettiriliyor ve onaylanıyor. Kadının sadece evlilik dahilinde az miras alması yok üstelik, bunu da saptırıyorlar. Ama evli olmayanların mal taksimi, çocukların mal taksimi, ana-babanın mal taksimi, ana-babası ve çocuğu olmayanın ( kelale ) mal taksimi gibi taksimlerde de kadın hep düşük pay alıyor. Kadın evlenmek zorunda değil, kadın erkeğe itaat etmek zorunda değil, eşit bir evlilik anlaşmasıyla evli olmalıdır insanlar. Kadın çalışabilir, okuyabilir, kadın erkek egemenliğinde olmak istemiyor olabilir, bu yüzden bu argümanları da geçersizdir. Zaten her olasılığı düşünmeden yapılmış bir yargıdır ilk madde gibi… ===> Kadınlar yaratılış olarak erkeklere göre zayıftır, bu yüzden her işte çalışamazlar, erkekler ağır ve temel işlerde çalışmalarından dolayı ve bakma sorumlulukları da olduğu için fazla pay almalıdırlar. Yoksa adalet olmaz. 1 ) Kadın veya erkek fark etmez, kas gücünü veya beyin gücünü aşan işlerde zorla çalıştırılmamalıdırlar. Bir kadının ağır işlerde çalışmıyor olması, onun fiziki yapısının yeterli olmaması, o kadının erkekten geri olmasına ve erkeğe itaat etmesine neden olmamalıdır. Kadın da değerlidir, o da çok çok faydalı ve çeşitli işler yapar, üstelik insan hakları ve eşitlik söz konusu olduğunda menfaat ön plana çıkmamalıdır. Eşini seven ve ona değer veren bir insan ''ben çok çalıştım o az çalıştı, ben çok yoruldum o az yoruldu'' diyerek kendisini eşinden üstün görüyorsa bu da yanlış. Minnettarlık bekleyebilir bu ayrı bir şey, ama eşi de ondan bekliyor bunu da unutmamalı. Bir erkek dahi olsa, eğer yeterli derecede güçlü değilse o da ağır işlerde çalışmamalıdır zaten, güçsüz çelimsiz bir insanı; inşaatlarda, madenlerde, savaşta…vs nasıl kullanacaksınız ? Hmm demek ki bunun kadını erkeği yok, Kuran tam da 1400 yıl önceki insan kafası ve Arap adetlerine göre erkek egemen bir toplum dizayn etmiş. Artık teknoloji de gelişiyor, makineleşme ile kadın veya erkek fark etmez eşit derecede iş yapmaya başlıyorlar, ikisi de düğmelere basıyorlar, masa başında çalışıyorlar, artık iş dalları da arttı kadınlar doktor, öğretmen, sanatçı, mühendis, siyasetçi…vs her konuda söz sahibi oluyorlar ve erkeklerden hiç de geri kalmıyorlar, erkeklerle mücadele edip onlarda üstün dahi oluyorlar. Hatta fiziki güç olarak dahi olanlar var istisnalar kaideyi bozmaz demeyin vallaha var karate, tekvando, judo, halter, güreş…vs görüyorsunz hep, çalışmak yeterli, erkeklerin canına okuyabilirler. Tanrı'nın tapınağı olduğunuzu, Tanrı'nın Ruhu'nun sizde yaşadığını bilmiyor musunuz?=1. Korintliler 3/16 Kim Tanrı'nın tapınağını yıkarsa, Tanrı da onu yıkacak. Çünkü Tanrı'nın tapınağı kutsaldır ve o tapınak sizsiniz.=1. Korintliler 3/17 2 - ) Erkeklerin eşlerini dövmesi ‘’eğer kadınlar itaatsizlik ederse’’ meşrudur. Kadın erkek eşit değildir. Bir insanın başka bir insanı ''itaat etmemesinden dolayı'' dövmesi çağ dışıdır, yobazlıktır, diktatörlüktür. Zaten kadının şartlarını olabildiğince kısıtlamışsın, mirasta kısıtlamışsın, giyinme/süslenme konusunda kısıtlamışsın, özgürlüklerini kısıtlanmış, evlilik ve boşanma konusunda avantajlısın, çocuğun vesayeti sende, senin bu avantajların kadını sıkabilir, bunaltabilir yeterince ( Şeriat toplumlarında kadın ). Bir de üstüne üstlük dayak ile itaat altına almak artık şunu gösteriyor; ''erkek avantajlıdır ve yöneticidir, kadın bu konularda isyan ederse dayak yiyerek susturulur, yani erkeğin avantajları sonuna kadar korunmuştur'' . Üstelik bunlar toplumsal yasa da değil ''dini kurallar, kutsallar'', bu sorunları daha da arttırıyor, çünkü bağlayıcılığını arttırıyor ( Avantajlı olana daha çok avantaj, avantajsız olana ise daha çok dezavantaj veriyor. ). İtiraz edilemiyor, itiraz etmek için böyle olmak gerekiyor ancak; http://www.sorularlaislamiyet.com/artic ... mamis.html Kadın erkek eşitliği maddesini konuşmaya bile gerek yok, zaten konunun ön sözünde ve miras konusunda kadın erkek neden eşit olmalıdır açıkladık. Ayrıca, bilmeyen arkadaşlar şu linke bakabilir, Hristiyanlık'ta da kadının durumu çok iyi değildir; Tanrı'nın tapınağı olduğunuzu, Tanrı'nın Ruhu'nun sizde yaşadığını bilmiyor musunuz?=1. Korintliler 3/16 Kim Tanrı'nın tapınağını yıkarsa, Tanrı da onu yıkacak. Çünkü Tanrı'nın tapınağı kutsaldır ve o tapınak sizsiniz.=1. Korintliler 3/17 3 - ) Boşanma konusunda kadın hakları. TALÂK - 1 Ey nebî! Kadınları boşadığınız zaman, o taktirde onların iddetlerini sayarak iddetlerinde boşayın. Ve Rabbiniz Allah'a karşı takva sahibi olun. Onları evlerinden siz çıkartmayın. Size açıkça bir fahişelikle gelmedikçe onlar da (evlerinden) çıkmasınlar. Ve bunlar, Allah'ın hudutlarıdır (sınırlarıdır). Ve kim Allah'ın hudutlarını aşarsa, o taktirde kendi nefsine zulmetmiş olur. Bilemezsin, belki Allah bundan sonra bir iş (yeni bir durum) husule getirir (başka bir kapı açar). bi fâhişetin : fahişelik ile, kötülük ile, hayasızlık ile http://www.kuranmeali.org/65/talak_sure ... lleri.aspx "Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları hali dışında ( Size açıkça bir fahişelikle gelmedikçe )" buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbas, İbn Ömer, el-Hasen, eş-Şa'bî ve Mücahit: Bundan kasıt zinadır. Bu maksatla çıkartılır ve ona had uygulanır, demişlerdir. Yine İbn Abbas'tan ve Şafii'den gelen rivayete göre bundan kasıt, kayınlarına karşı çirkin ve ağır sözler kullanılmasıdır. Onların bu durumda iddet bekleyen kadını çıkarmaları helal olur. Ueyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, VII, 432 ''Size açıkça bir fahişelikle gelmedikçe'' hükmü hakkında 2 görüş var, -Birincisi zina eden eş modeli ki bu daha güçlü, -İkincisi ise itaatsizlik eden eş modeli, Fahişe kelimesi dilimize çirkin fiil, edepsizlik, hayasızlık olarak çevrilmiş. Kelimenin aynısı başka bir ayette zina olarak çevrilmiş; NİSÂ - 15 Ve kadınlarınızdan fuhuş yapmış olanlara ( onların aleyhine) sizden dört şahit isteyin. Eğer şahitlik ederlerse o taktirde, artık onlara ölüm gelinceye kadar veya onlar için, Allah bir yol gösterinceye kadar evlerin içinde tutun. el fâhişete: fuhuş, zina http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi ... lleri.aspx Zinadan dolayı evden çıkarılması bence de iki nedenden daha mantıklı görünüyor: 1 ) Kadın iddet sayıyor ise, iddetin amacı da hamilelik riskinden temizlenmek ise, İlişki yaşayan kadın bu beklemeyi anlamsız hale getirir. Kadın hamile ise ilişki yaşaması çocuğuna zarar verebilir, veya soy karışır, hamile değil ise hamile riskine girer ve iddetin anlamı kalmaz. Zaten evlilikleri de harama düşer; NUR - 3 Zina eden erkek, zina eden veya müşrik kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da zina eden veya müşrik erkekten başkasıyla evlenmez Böyleleriyle evlenmek mü'minlere haram kılınmıştır. İddet Süresi. İddet zamanı keyfi olarak belirlenmiş, boşanan kadının iddeti 3 ay ( hamile olmayanlar için ), hamileler için yükünü bırakana dek, kocası ölenler için 4 ay 10 gün. Bunlardan hamilenin durumu ( doğum yapana dek bekler ) harici diğerleri keyfi verilmiş, standart bir iddet süresi bile verilmemiş, 3 ay (TALÂK - 1 ) ve 4 ay 10 gün ( BAKARA – 234 ) olmak üzere ayrı süreler verilmiş. Bilimsel rakamlar değiller, psikolojik rakamlar değiller. Bu sure içinde kadın özgür değildir, evde beklemelidir. Bu konuda erkeğe yetki veriyor Kuran, ''onları evden çıkarmayın'' diyor. Şimdi teknoloji de gelişti kadının hamile olup olmadığı çok daha hızlı şekilde anlaşılıyor ve ilerde daha da hızlı anlaşılacaktır, ama ayet hiç açık kapı bırakmıyor, yorumlatmıyor bize. Direk ''evden çıkarmayın, beklesinler, günahtan sakının'' gibi, bağlayıcı hükümler veriyor. Her çağa hitap eden ve evrensel olan bir kitap neden böyle açıklar verir ? BAKARA - 235 …..Farz olan bekleme süresi sona erinceye kadar nikâh akdine azmetmeyin…. İddet bitene kadar hamilelik riski yoksa dahi bekleyecek kadın, tabii ki ilişki yaşarsa bekleyecek. İlişki yaşamadan boşanırsa eğer iddet saymasına gerek yok. BAKARA - 240: İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. http://www.kuranmeali.org/2/bakara_sure ... lleri.aspx Bakara 240’da kocası ölen kadının eşinin evinde 1 sene kalabileceği yazılı, 1 seneden sonra, eğer mirastan evi alamazsa ( oranlar tutmayabilir veya anlaşamayabilirler ) evden gider. Miras konusunu hatırlayalım, adam ölür ve geriye eş bırakırsa eşine sadece 1/8’i düşüyordu ( çocukları da var ise ). Çocukları yok ise 1/4’ü düşüyordu eşine. Ama kadın ölürse kadının mirasının yarısı erkeğin oluyordu ( çocukları yok ise ), eğer çocukları var ise 1/4’ü erkeğin oluyordu ve kadından iki durumda da iki kat fazla mal almış oluyordu. Açıkça kadının hakkı geri plana atılıyor cinsiyet ayrımcılığı yapılıyor burada. TALÂK - 2 ……..Böylece onların (boşadığınız hanımlarınızın) bekleme süreleri tamamlandığı (iddetleri sona erdiği) zaman artık onları marufla (örfe uygun olarak güzellikle ve iyilikle) tutun (barındırın) veya marufla onlardan ayrılın (onları iyilikle serbest bırakın). Ve sizden adalet sahibi iki kişi şahitlik etsin (şahit olsun)……… http://www.kuranmeali.org/65/talak_sure ... lleri.aspx BAKARA - 231 Ve kadınları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini tamamladıktan sonra, artık onları marufla (örf ve adete uygun olarak iyilikle) tutun veya onları marufla (örf ve adete uygun olarak iyilikle) serbest bırakın. Haklarını çiğneyerek haddi aşıp, sakın zararlarına olarak onları tutmayın. http://www.kuranmeali.org/2/bakara_sure ... lleri.aspx Kadınları iyilikle tutmak veya iyilikle ayrılmak demek kadının razılığı ile mi tutmak demektir, yoksa kadını tutma hakkı erkeğe mi verilmiştir. Burada ( Talak 2 ve Bakara 231'de ) iddet bittiği için boşanma gerçekleşmiştir ve erkeğin kadın üzerinde hakkı kalmamıştır, onu alıkoyma hakkı da olamaz, ancak iddet içerisinde şöyle bir ayet var; BAKARA - 228 Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir. http://www.kuranmeali.org/2/bakara_sure ... lleri.aspx Tefhimu'l-Kur'an Tefsirinde Bakara 228 ile ilgili olarak İslam önde gelenlerinin görüşünü açıklıyor; Fakihler bu ayetin yorumu hakkında farklı görüşlere sahiptir. Hanefî fakihlere göre, koca karısı üçüncü âdetinden temizlenene dek onunla tekrar birleşme hakkına sahiptir. Bu aynı zamanda Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Abbas, Ebu Musa Eş'ari, İbn Mesud ve sahabeden diğerlerinin de (Allah hepsinden razı olsun) görüşüdür. Şafiî ve Mâlîki fakihleri ise kocanın, karısının üçüncü âdet kanamasını görünceye dek tekrar birleşme hakkına sahip olduğu görüşündedirler. Hz. Aişe, İbn Ömer ve Zeyd bin Sabit'in (Allah hepsinden razı olsun) görüşü de budur. Fakat kocanın bir veya iki kez boşadığı zaman tekrar birleşme hakkına sahip olduğu, üç kez boşadığında tekrar birleşme hakkını kaybettiği noktası iyice anlaşılmalıdır. İslam öncesinde Arabistan’da, erkeğin karısını boşayıp tekrar almasının sayı sınırı yoktu. Erkek karısını tehdit ederdi; ''seni boşarım iddetin bitmeden yeniden alırım ve sonra yeniden boşarım, 3 ay daha beklersin'' diyerek kadını perişan ederdi, bu şekilde sonsuza dek kadını kendilerine köle yapabilirlerdi. Zaten kadın hakları da çok zayıftı, yarım ada'da yaşayan bir sürü kabile ve din vardı hepsi için durum bu değildir tabii ki, ama tefsirler görüş birliği yapmışcasına Mekke’nin çok kötü bir durumda ( insan hakları, kadın hakları, köle hakları…vs bakımından ) olduğunu söylüyorlar. İşte bu durumu engellemek için ayet yazılıyor; BAKARA - 229 Boşanma iki defadır. (Sonra ise) Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle bırakmadır… Kocası 3 kere boşadıktan sonra eşini yeniden alamaz, eskisi gibi oyuncak gibi eşiyle oynayamaz yani, bu durumun da pek çağdaş olduğu söylenemez ( sonsuzdan 3'e indirmiş ), ama İslam’ın ille de boşanmak isteyen kadını köle gibi tutma adeti yoktur. Şimdi bazı gelenekçi Müslümanlar ''kadının boşanma hakkının olmadığını'' söylüyorlar, örneğin şu site; http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/7 ... ir-mi.html Kuran’da da boşanma hakkı açıkça ifade edilmiyor boşanma ayetleri de erkeklere hitap ediyor, kadının ayrılmasıyla ilgili ayet yok; "Kendilerini güzel bir şekilde salıverin.,." (el-Ahzâb: 49); "Hepinizi güzellikte salıvereyim19 (el-Ahzâb: 28); "Boşanma iki defadır. (Ondan sonra) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salıvermektir..." (el-Bakara: 229); "Sonra müddetlerini doldurfmaya yaklaştıkları zaman, onları ya güzellikle tutun, yâhud güzellikle kendilerinden ayrılın ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şâhid yapin... '- (et-Talâk: 2) Bu da hadislere daha kolay uymalarını sağlıyor gelenekçi müslümanların. Ama hadislere itimat etmeyen bir Müslümanın ''kadının boşanma hakkı yoktur'' demesi kolay değildir. Kuran bu konuda güzel bir reform yapmıştır bence, o kötü Arap geleneğini devam ettirmemiştir. Şimdi yeniden, Bakara suresinin 228. ayetininin şu kısmına bakalım; Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Elmalılı Tefsiri şöyle açıklıyor; BÜULE; "ba'l"in çoğuludur. Ba'l bir zamanlar tapılan bir putun ismi olduğu gibi yükseklik anlamı ile seyyid ve mâlik yani efendi, koca ve karı anlamlarına da gelir. Erkeklerin ba'li denilince, onların hanımları; hanımların ba'li denilince onların kocaları demek olur ki burada böyledir. O halde âyetin meâli: Ve o boşanmış kadınların efendileri, yani onları boşayan ve fakat ric'î boşama (talâk) ile boşayıp henüz efendiliğini koruyan kocaları, onları bu süre zarfında ric'at ile (dönerek) yine nikâhlarına almaya herkesten daha çok hak sahibidirler. Hatta iddet süresinde erkek söz veya fiil ile ric'at (dönüş) yapmak ister de, kadın razı olmazsa söz erkeğindir. Zaten erkeklerin kadınlardan üstün olduğu ve kadınlar üzerinde yönetici olmaları daha önceden Nisa 34’te söylenmişti; Yani hem evlilik sırasında hem de boşanma sürecinde erkek kadına egemendir. Özgürlüklerini kısıtlama hakkı vardır. Tanrı'nın tapınağı olduğunuzu, Tanrı'nın Ruhu'nun sizde yaşadığını bilmiyor musunuz?=1. Korintliler 3/16 Kim Tanrı'nın tapınağını yıkarsa, Tanrı da onu yıkacak. Çünkü Tanrı'nın tapınağı kutsaldır ve o tapınak sizsiniz.=1. Korintliler 3/17 4 - ) İddet dönemine devam. BAKARA - 233 Analar, emzirme zamanını tamamlamak isterlerse tam iki yıl, çocuklarına süt verirler. Evlât sahibi olana da evlâdını emzirenin rızkını, elbisesini, örfe göre, vermesi borçtur. Kimseye gücünden fazla bir şey teklif edilemez. Ne ana evlâdından zarar görmeli, ne baba. Mîrasçıya da hüküm aynıdır. Anayla baba, birbirleriyle danışırlar da, razı olurlar, çocuğu memeden kesmek isterlerse beis yok. Çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğiniz şeyi güzelce, yollu yordamlı verdikten sonra artık size suç yoktur. Sakının Allah'tan ve bilin ki Allah, ne yaparsanız görür. http://www.kuranmeali.org/2/bakara_sure ... lleri.aspx Kuran’a göre evladın sahibi erkektir, zaten dönemin Arap kültürü de böyleydi gelenek devam ettirilmiş. TALÂK - 6 .........Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir. http://www.kuranmeali.org/65/talak_sure ... lleri.aspx Burada da ''sizin için emzirirlerse'' diyerek anne gösteriliyor, eğer anne ile ücret konusunda anlaşılamazsa baba çocuğa başka bir süt anne tutabilir. Çocuğun sahibi ne de olsa erkek. Annenin de 2 sene emzirme hakkı vardır, ancak babayla ( İslam hukukuna göre çocuğun sahibiyle ) ücret konusunda anlaşmalı. Babayı zora sokmamalı. BAKARA - 233 Anneler, (nikâhlı olsun veya boşanmış olsun, doğan) çocuklarını tam iki sene emzirirler. (Bu hüküm) süt emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler içindir. (Annelerin) yiyecekleri ve giyecekleri marufla (örf ve adete uygun olarak) kendisi için doğurulmuş olanın (babanın) üzerinedir. (Hiç) kimse kendi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef (sorumlu) tutulmasın………………………. http://www.kuranmeali.org/2/bakara_sure ... lleri.aspx Kendisi için çocuk doğurulan diyerek burada da çocuğun erkek vesayetinde olduğu gösteriliyor aslında. Bu ayet diğer ayetleri onaylar nitelikte olmuş. Tek başına Bakara 233 gibi net bir anlam vermiyor ama diğerleriyle birlikte çocuğun sahibinin erkek olduğunu gösteriyor. Talak 6'ya göre ücrette anlaşırlar ise baba çocuğunu anneye veriyordu, anlaşamazlar ise süt anne tutabililiyordu. Ama burada ''(Annelerin) yiyecekleri ve giyecekleri marufla (örf ve adete uygun olarak) kendisi için doğurulmuş olanın (babanın) üzerinedir'' ifadesi var. O zaman iki ayeti ortak noktada buluşturmalıyız, eğer ücrette anlaşırlar ise adam çocuğunu başka bir süt anneye vermeyecek, eski eşine verecek, bu süre zarfında da giyim ve yiyecek babadan sorumlu olacak. TALÂK - 6 Onları (iddetleri süresince) gücünüz nispetinde, oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir. http://www.kuranmeali.org/65/talak_sure ... lleri.aspx BAKARA – 233 (Hiç) kimse kendi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef (sorumlu) tutulmasın………………………. http://www.kuranmeali.org/2/bakara_sure ... lleri.aspx Boşanan kadını iddet süresince oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun diyor ayet, hamile ise hamilelik süresi boyunca kadına bakılır çünkü iddeti doğum yapana kadar sürer, çocuk doğduktan sonra da ücrette anlaşırlar ise annesi çocuğu 2 sene emzirebilir, ama bundan sonra boşanan çift oldukları için erkeğin kadın üzerinde mesuliyeti yoktur. AHZÂB - 49 Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Mü'min kadınları nikâh ettiğiniz, sonra da onları temas etmeden önce boşadığınız zaman artık sizin için onun iddetini sayacağınız bir müddeti yoktur. Böylece onları metalandırın (mehirlerini verin) ve onları güzel bir bırakışla boşayın. http://www.kuranmeali.org/33/ahzab_sure ... lleri.aspx BAKARA - 237 Ve onlar için bir mehir taktir ettiyseniz ve eğer onlara dokunmadan önce boşarsanız, o zaman onlar için (farz olarak) takdir edilen mehirin yarısını vermek size farz kılınmıştır. (Kadınların) bunu affetmesi (vazgeçmesi) veya nikâh ahdi elinde bulunanın (erkeğin) affetmesi (diğer yarısını da kadına bağışlaması) hariç. Sizin affetmeniz (diğer yarısını da vermeniz) takvaya daha yakındır. http://www.kuranmeali.org/2/bakara_sure ... lleri.aspx İlişki yaşanmaz ise kadının iddet beklemesi ve erkeğin onu bekletmesi gerekmiyor, kadına ev tahsis etmesi gerekmiyor, bakması gerekmiyor, metalandırıp bırakabilir, eğer mehir verdiyse de mehrin yarısını yeniden alabilir. Zaten ayetteki ( Bakara 237 ) ''nikâh ahdi elinde bulunan''dan kasıt da erkektir, daha önceden söylemiştik erkekler iddet süresince kadına yeniden dönebilirdi, nikah bağı erkeğindir çünkü. Bu ayette ahdi diye çevrilen kelime ''ukdeten'', bağ anlamına geliyor, mesela; TÂHÂ – 27’de ''Dilimin bağını çöz de.'' Derken ''ukdeten'' kullanılıyor, aynı kelime. http://www.kuranmeali.org/20/taha_sures ... lleri.aspx BAKARA - 229 Boşanma iki keredir. Bundan sonra (kadın) ya ma'rufla (örf ve adete uygun olarak) iyilikle tutulur veya ihsanla serbest bırakılır. Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şey (geri) almanız sizin için helâl olmaz. Ancak ikisi de, Allah'ın (evlilik hakkındaki) hududunu gereği üzere yerine getiremeyeceklerinden (ayakta tutamayacaklarından) korkmaları hariç. O zaman siz de eğer, Allah'ın bu hududunu ikame edemeyeceklerinden (gereği üzere yerine getirimeyeceklerinden) korkarsanız, bu durumda kadının (ayrılmak için) verdiği fidye konusunda her ikisinin üzerine de günah yoktur. http://www.kuranmeali.org/2/bakara_sure ... lleri.aspx Ancak ilişki yaşarlarsa, mehri –kadının bağışlaması hariç- alamaz erkek. Boşanmayla ilgili tüm analizleri de yaptık. -Kadının boşanmadan sonra bekleyeceği süre ( iddet ) ilişki yaşayıp boşandılar ise 3 aydır, kadın özgürce gidemez, hamile olmadığı belli olsa bile iddet saymalıdır, erkek bu arada evlenebilir. -Kadının kocası ölmüş ise, 4 ay 10 gün iddet sayar ve 1 seneye kadar da kocasının evinde kalma hakkı vardır. Eğer çocukları yok ise eşinin geriye bıraktığı mirasın 1/4’ü kadının olur, çocukları var ise 1/8’i kadının olur. Eğer kadın ölseydi, erkek bu iki oranında ( 1/4 ve 1/8 oranlarının ) iki katı kadar fazlasını alacaktı ( 1/2 ve 1/4 ). -Kadın eğer hamile ise, hamileliği bitene kadar eşi tarafından bakılır, barındırılır ve maddi yardım yapılır. Doğumdan sonra çocuk erkeğindir, ama kadının 2 sene kadar emzirme hakkı vardır ( anlaşmaları dahilinde ). -İlişki yaşanarak boşanılmış ise, erkeklerin verdikleri mehri yeniden istemesi helal değildir, eşi bağışlarsa verebilir, ilişki yaşamadan boşanırlarsa erkek mehrin yarısını boşandığı eşine vermelidir. Mehir başlık parası gibi bir para/süs/eşya...vs'dir zaten. Tanrı'nın tapınağı olduğunuzu, Tanrı'nın Ruhu'nun sizde yaşadığını bilmiyor musunuz?=1. Korintliler 3/16 Kim Tanrı'nın tapınağını yıkarsa, Tanrı da onu yıkacak. Çünkü Tanrı'nın tapınağı kutsaldır ve o tapınak sizsiniz.=1. Korintliler 3/17 5 - ) Kadınların ziynetleri nedir ? NÛR - 31 ( Hükümleri farklı farklı renklerle vurguladım ki kolay anlaşılsın ) Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut Müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz! zînete-hunne: (onların) ziynetleri min zîneti-hinne: (onların) ziynetlerinden http://www.kuranmeali.org/24/nur_suresi ... lleri.aspx Kadınların ziynetleri ile ilgili şu yargıları çıkarıyorum; -Bu ziynetleri kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklar görebilir, ama vakıf olan erkekler göremez. Bu ziynetler sadece takı ve giysi olamaz o zaman. Eğer öyle olsaydı, kadının çarşafın üzerinden veya pardesünün üzerinden boynuna taktığı bir kolyeye de ( çok kötü görünürdü ) bakmaması gerekirdi erkek çocuğun, veya bir dolapta asılı duran, kadının giymediği bir giysiye veya takmadığı bir takıya bakan bir çocuk yine namahreme bakmış sayılırdı. Bu da saçmalıktır. -Bu ziynetleri herkes görmemelidir, aile ve sana bağlı olan köleler görebilirler. Kadınlar görebilirler, yabancı bir erkek görecekse erkekliği kalmamış bir erkek olmalıdır. O zaman bu ziynetleri çarşıda pazarda da göstermemek gerekir. Yani sadece takıdan ve giysiden bahsedilmiyor. -Ayette geçen ''gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar'' yargısını tefsirlerden okuyabilirsiniz, kısaca anlatılmak istenen şu; http://www.sorularlaislamiyet.com/artic ... liyiz.html Yani bu ziynet çarşafın içine giydiğin bir takı olsa dahi onu da belli etme deniyor. Görünüş olarak edemezsin zaten, ses olarak da etme diyor. O zaman ziynetten kasıt hem yaratılıştan gelen güzellikler, hem de insan yapımı olan süslerdir. İslam alimleri arasında da bu konu hakkında bir görüş ayrılığı varmış; Müfessirler ayetteki "zinetlerini" ifadesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bil ki "zinet" sözü, Allah'ın yarattığı güzel şeyler manasına geldiği gibi, insanın elbise, takı ve şâire şeyler gibi, süslenip bezendiği şeyler manasına da gelir. Bazıları zinet sözünün, yaratılıştan olan güzelliklere kullanılmasını yadırgayarak, "Yaratılıştan (hılkî) olanlar için, neredeyse hiç, "Bu, onun zinnetidir" ifadesi kullanılmaz. Bu ancak, kadının, sürme, boya ve şâire gibi, sonradan yaptığı (süslere) denilir" demişlerdir. Doğruya en yakın olan görüşün ise, hılkî (yaratılıştan) olanların da "zinet" sözüne dâhil olmalarıdır. Bunun böyle olduğuna şu iki husus da delâlet eder: a) Pek çok kadın, hılkî (yaratıştan) olan vasıfları bakımından, zinet sayılan diğer şeylerden ayrılırlar. Binâenaleyh bu kelimeyi, "hılkî" olan güzellikler için de kullanırsak, umûmi olan bu kelimenin hakkını tastamam vermiş oluruz. Hılkî olanların dışındakilerin de bu ifadenin içine dâhil olmasına bir mâni yoktur. b) Ayetteki, "Başörtülerini yakalarının üstüne örtsünler" ifadesi, "zinet" sözünün hem hılkî olanları, hem diğer süsleri (güzellikleri) içine aldığına delâlet eder. Böylece Cenâb-ı Hak sanki, başörtüleri ile bu gibi yerlerini örtmelerini farz kılmak suretiyle, kadınların hilkaten güzel olan yerlerini göstermekten menetmiştir. "Zinet" kelimesinin, hılkî olanlar dışındaki süs ve güzellikleri için kullanıldığını söyleyenler de, bunu şu üç manaya hasretmişlerdir: 1) Sürme ve kaşları boyama, yanaklara allık vurma, el ve ayakları kınalama gibi boyalardır. 2) Yüzük, bilezik, halhal, pazubend, gerdanlık, taç, kemer ve küpe gibi takılar. 3) Elbiseler... Çünkü Cenâb-ı Hak, "Ey Âdem oğulları, her mescide gidişinizde zinetlerinizi alın (takının, giyin)" (A'raf. 31) buyurarak, bu "zinet" ile elbiseleri kastetmiştir. Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 17/46

Lütfi Hocaoğlu
13.08.2011
15:11

Zeki bey,

Süleyman Hoca sorularınızı 5 sayfa olarak cevapladı. Bu sayıya koymadık, çünkü yarından sonra yeni sayı çıkacak. Yarın ki sayıda yazısının altında yorum olarak görebilirsiniz.





Sayı: 112 | Tarih: 7.08.2011
Mahir Kaynak
Hangi delil
Tebrikler
1801 Okunma
15 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Adı bilinen son Türk Genelkurmay Başkanı
Asker topluluk
1369 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Vahim Bozukluklar ve Sapıklıklar
Felsefecilerin Soruları
1353 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Taşgetiren
500 milyon dolarlık vicdan
Taşıma suyla değirmen dönmez
1149 Okunma
6 Yorum
Zübeyir Erol
Zülfü Livaneli
dünün penceresi
zalim sistemler kanla ölümle beslenir
1114 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ebubekir Sifil
Değişim
Nasıl Değişmeli?
1035 Okunma
Zafer Kafkas
Taha Kıvanç
Uyarayım:Ben biraz tuhafımdır
Bildik tuhaflıklar; değişim, hafıza ve lügat
1004 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Ruşen Çakır
PKK olmasaydı?
Şerde Hâyır Zorlaması
992 Okunma
Tayibet Erzen