Hangi delil
1801 Okunma, 15 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Mahir Kaynak

Hangi delil

31 Temmuz 2011 Pazar

 

Bir şeyi gözümle görsem, elimle dokunsam, kulağımla işitsem akla aykırı ise kabul etmem. Çünkü maddi delillerin üretilebileceğine ama doğru düşünebiliyorsanız kimsenin sizi aldatamayacağına inanırım.

- Duyularıma değil aklıma inanırım.

- Akıl duyulara dayanır. Duyuların bazıları yanıltıcı olur.

 

Yazdıklarımın darbecileri savunmak amacı taşımadığını söylememe gerek yok. Bu konuda ülkemizde devlet eliyle yapılan tek operasyonun aktörlerinden biriydim ve ciddi bedeller ödedim. Ancak bugün demokrasiyi savunanlardan farklı bir bakış açım vardı. Olayın hangi güçlerin eseri olduğunu, ülkemizin dünya üzerindeki yerinin değiştirilmek istenip istenmediğini soruşturdum. Yani herhangi bir olayı değerlendirirken şüphesiz bunun kanunlara uygun olup olmadığı araştırılır ama siyasi hedefleri göz ardı edilirse hem kiminle mücadele ettiğinizi bilemez hem de geleceğe yönelik tedbirler alamazsınız.

- Darbecileri savunmuyorum. Ama darbecilere karşıyım derken onların yanında olabilirsiniz.

- Darbe sosyal olaydır. İç dış işbirliği ile olur. Darbe hukukla değil karşı  darbe ile önlenir. Gereğini hakimler değil önleyenler yaparlar.

 

Bir ideal uğruna mücadele edenler için hazırlanan bir tuzak vardır. Onlar kendilerini destekleyen her bilginin doğru olduğunu peşin olarak kabul ettikleri için üretilmiş delillerle yönlendirilebilirler. Üstelik bu deliller devletin güvenlik güçleri tarafından sağlanmamışsa, bir takım belirsiz kanallardan geliyorsa dikkatli olmak gerekir. Delilleri sağlayan sizin idealinizi paylaştığını ve ortak hedefe hizmet ettiğini söyler. Aslında tam ters bir hedefe yönelik olabilirler ve sizi haksız eylemlere sürükleyerek gücünü kendi hegemonyasını güçlendirmek için kullanan bir güce dönüştürürler. İkinci aşamada eldeki delillerin üretilmiş olduğu ortaya çıkarılır ve sizi gözden düşürürler.

- İnsan ideolojisini destekleyen delillere kolay inanır. Sonra ortada kalır.

- Söylentilere inanmamak gerekir. Devletin de söylentileri tarafsız değerlendirmesi gerekir. Doğru haber zarar vermez.

 

Ben siyasi atmosferi şöyle değerlendirdim: AK Parti’nin iktidara gelişi dünyadaki bazı güçlerin işine gelmiyordu ve bunlar partinin ideolojisinin resmi ideoloji ile çeliştiğini görüyor, bu partiye karşı alışık oldukları yolu seçiyor ve bir darbe peşinde koşuyordu. Güçlü bir muhalefet oluşturma imkanına sahip olmalarına rağmen kestirme saydıkları yolu tercih ediyordu.

- Dış güçler darbeyi hazırlattılar olarak değerlendirdim.

- Dışarıda hazırlanan darbeleri asker içeride yararlı şekilde gerçekleştirme yollarını tutmuştur.

 

Uluslararası boyutta bunu desteklemeyen güçler de vardı ve başarılı olamadılar. Bu yola sapanlar yargılanmaya başladı. Ancak ciddi bir hata yapıldı ve darbe engellemekle yetinilmedi ve kurunun yanında yaş da yakılmaya başlandı. Yani yetişme biçimleri nedeniyle resmi ideoloji dışındaki görüşlere karşı olması doğal olan kimselerin günlük konuşmaları da delil sayıldı.

- AK Parti’ye karşı darbe dışarıdan da karşı olanlar olduğu için başarılmadı. Sonrasındaki uygulamalar yanlıştır.

- Başarısız girişim durdurulduğu zaman durduranlar cezalandırabilir. Başarısız geçmiş girişimler cezalandırılmaz. Darbenin cezası karşı darbedir. Evren’in yaptığı anayasa ile o Evren mahkum edilemez.

 

Darbeyi destekleyen güç önündeki fırsatı kaçırmadı. Ne kadar çok insan suçlanırsa, üstelik bunların önemli bir bölümü üretilmiş delillerle itham edilirse şanslarının artacağını gördüler. Ansızın yüzlerce üst düzey komutanın tutuklanmasıyla karşılaştık. Kendime şu soruyu sordum: Darbe yapacak olsam bu kadar insana haber verir miydim yoksa birkaç kişi aramızda karar alır gerisi süreç içinde emirlere uyarlar mıydı? Zaten yetişme ortamları bu sürece uygun olduğu için herhangi bir sorun da çıkmazdı.

- Bu kadar subay tutuklandı. Darbeye bu kadar kimsenin katılması darbe tekniğine aykırı.

- Belki de darbeciler aralarında hiç yoktur. Darbecileri güçlendirme dışında bir işe yaramayan muhakemeler.

 

Karşı gücü yener ve ezersiniz. Ama sizin tarafınızda olanın yanlışlıklarını düzeltirsiniz. Biz çocuğunu dayakla terbiye eden ana babalara benzedik. Bazı yayın organlarında asker aleyhtarı haberler ön sırada yer aldı.

- Darbecileri cezalandıralım derken askere saldırıyoruz. Darbeyi önleyenleri de cezalandırıyoruz.

- Darbeyi askerler önlemedi mi. Neden ordumuzun kahramanlığından bahsetmiyoruz.

 

Gerçekte herkes değişiyordu. Çok önem verdiğimiz siyaset kurumu artık eskisi gibi değildi ve olamazdı. Bu değişimi bürokraside de gerçekleştirilirken çok savunduğumuz adaletten, insani değerlerden uzak kalamayız. Uşaklarla bir yere varılmaz. Önce sağlam karakter, sonra buna eşlik eden doğru bir dünya değerlendirmesi gerekir.

- Dünya değişiyor. Bürokrasiye zulüm etmemeliyiz.

- III. bin yıl uygarlığında sivil bürokrasi tasfiye edilecek. Serbest meslek erbabı kalacaktır. Askerî bürokrasi ise çok daha güçlenecek ve millîleşecek.

 

 

Mahir KAYNAK

Paranın rolü

6 Ağustos 2011 Cumartesi

 

Paranın bireyler için önemi tartışılmaz ama dünyaya yön verdiği söylenirse şüpheyle karşılanır. Para gerçekte bir kağıt parçası ya da kağıt üzerine yazılmış rakamlardan ibarettir. Onun önemi karşılığında alınan mal ve hizmetlerdir. Yani para kendi başına bizi bir yere götürmez ama onunla aldığımız araba bu işi görür. Ancak bugüne kadar pek tartışılmayan konu onun siyaseti nasıl yönlendirdiğidir.

- Paranın siyasetteki rolü nedir.

- Devlet demek para demektir.

 

İkinci Dünya Savaşından sonra Bretton Woods’da Dünya para sistemini belirleyen bir anlaşma imzalandı. Buna göre devletler, eskiden olduğu gibi, paralarını merkez bankasındaki altına karşılık olarak çıkarmayacak, bunun yerine ABD, doları altın karşılığı çıkaracak ve ülkeler de dolara karşı para çıkaracaktı. Ülkelerin parası dolar aracılığıyla altına bağlanmıştı. ABD her ülkeye bir ons altın karşılığında 35 dolar vermeyi taahhüt ediyordu.

ABD kasasındaki altının karşılığının çok üstünde para bastı. Ama ellerinde para tutan ülkeler dolar karşılığında altın istemeye başladılar. Fakat ABD’nin bunu karşılaması mümkün değildi. ABD soruna kolay bir çözüm buldu. Bu çözüm tek cümleden ibaretti ve ABD anlaşmanın geçersiz olduğunu söylüyordu. Bundan sonra paranın karşılığı altın olmaktan çıktı ve döviz kurları esnek hale getirildi.

- İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra ABD parasını altına, diğer devletler dolara bağladılar. Altını veremeyince tek taraflı feshetti.

- Yahudilerin hayvan gördüğü insanlara karşı sözlerinde durmadılar. Ama hayvanlar da hayvanlıklarını ispatlıyorlar. Merkez bankaları karşılıksız dolar karşılığı para çıkarıyorlar.

 

Bu olayı anlatmamızın nedeni günümüzde, aynı olmasa bile, benzer bir durumla karşılaşmamızdır. Bugün paranın değerini satın alacağı mal ve hizmetler belirlemektedir. ABD, eskiden olduğu gibi, mal ve hizmetle karşılayamayacağı kadar çok dolar çıkarmıştır. Eğer elinde dolar tutanlar ABD’ye al doları ver malı deseler ABD bunu karşılayamaz. Ancak ellerinde dolar tutanlar bu yola sapmıyorlar. Çünkü böyle bir durumda doların değeri sıfıra iner ve herkes alacağını kaybeder. Mesela elinde en çok dolar tutan ülke olan Çin bunu saklamaya devam ediyor. İstese doların değerini çok düşürür ama bu durumda elindeki tüm dolarlar değersiz hale geleceği için en çok kaybeden o olur. ABD prestij kaybeder ama, yeni bir para çıkarmak da dahil, para sorununu halletmek mümkündür.

- Dolar stoku olanlar doları almakla tuzağa düştüler. ABD’de karşılığı yoktur. ABD yeni dolarla bu sorunu çözer.

- Doların batması demek o devletin yıkılıp yeni devletin kurulması demektir. ABD böylece yıkılacak, Federe devletler para çıkarabilir. Bağımsızlıklarını ilan edebilirler.

 

Bir paranın değeri sadece onu çıkaran ülkede satın alacağı mal ve hizmetlerle ölçülmez. Eğer bu para dünya ölçeğinde satın alma gücüne sahipse miktarı artırılabilir. ABD parasını geniş bir alanda kullanılır hale getirmek istiyor. Bunun en kolay ve güvenli yolu herkesin muhtaç olduğu bir malı dolarla satın alabilmektir. Bunun için en uygun mal petroldür. Eğer petrol üreten ülkeler mallarını dolarla satıyorsa herkes bu ihtiyacını karşılamak için dolar tutmak zorundadır. Bir de petrolün fiyatı artarsa dolara talep de artar. Bugün arz ve talebin etkisini aşan fiyat yüksekliğinin sebebi budur.  

- Doların etki alanı dünyadır. Petrolün fiyatı doların enflasyonudur.

- Bugünkü para karşılıksız paradır. Zengin etmek istediklerine verilmektedir. Gelecekte para emek karşılığı çıkarılacaktır. Bu para sistemi batacaktır.

 

ABD petrol ihtiyacını karşılamak için Ortadoğu’da egemenlik peşinde değil çünkü böyle bir sorunu yok. Acaba bölgede Arap Baharı olarak adlandırılan gelişmelerin amacı ne? Bunun demokrasi talebi olduğunu söyleyenlere hiç katılmıyorum. Demokrasi siyasi hedeflere ulaşmak için kullanılan bir fantezi. Dünyada hiçbir zaman din, ideoloji ve demokrasi benzeri yapılanmalar için mücadele edilmedi bundan sonra da olamayacak. ABD bölgede egemen olacak ve petrol dolarla satılacak.

- Arap baharı petrolün dolarla satılmasını sağlamaktır.

- Yakında petrolün yerini tutan organik petrol yaygınlaşacak ve petrol krallığı sona erecektir. Yeter ki dağıtım organize edilsin.

 

Osmanlının tasfiye nedeninin petrol olduğunu anlasak bugünü daha iyi değerlendiririz.

- Osmanlılar petrol için tasfiye edildi.

- Sermaye önce derebeyliği yıktı, sonra müstemlekeciliği, sonra krallığı yıktı şimdi de devletleri yıkıyor. Başaramaz.

 

 

Yorum: Tebrikler

 

Tekel sermaye bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Orta Doğu’ya hakim olması için iki şeyin emre alınması gerekir. Biri İslamiyet’i temsil eden Ak Parti ya yok edilmeli ya da Sermayenin emrine kayıtsız şartsız girmelidir. İkincisi de Türk ordusudur. Türk ordusu ya çok zayıf hale getirilmeli. Mecalsiz işe yaramaz hal almalı. Ya da kayıtsız şartsız emrine girmelidir.

Bunun için darbe girişimlerini hazırladı ve durdurdu. Sonra hukukî olmayan bir yolla darbeciler aleyhine davalar başlattı. Bu davalardan da AK Parti’yi sorumlu göstermeye başladı. Böylece ordu ile AK Parti’yi çatıştırarak iki hasmını birbirine kırdırma planını uyguladı.

Komuta kademesi Sermayenin bu taktiğini gayet iyi değerlendirdi. Askerlerin sivil mahkemelerde muhakeme edilmesine izin verdi. Bu yolla suçlanacak askerlere zulüm yapılacağını biliyordu. Ama askerlik zaten fedakarlık ocağıdır. Komutanlar hapishaneye görevleri gereği girdiler. Albay Çiçek görevi gereği proje hazırladı. Görevi gereği de hapistedir. Görevi gereği emeklidir. Ama zaten asker demek bu demektir. Bu yolla ordu ile asker arası da açılmıştır. Ama üst kademe bunu düzelteceklerdir.

Türkiye’de çok büyük gerginlik oluşturulmuştur. AK Parti Askerin emrindedir. AK Parti askerleri dize getiriyor. Oysa yargı ile AK Parti’nin bir ilgisi yoktu. 30 ağustos çok çetin bir döneme girdi. 14 general emekli edilmezse AK Parti’nin etkinliği sona erecek. 14 general emekli edilirse bu sefer de ordu perişan olacaktır. Böylece Sermaye tam tuzağı ayarladı. Birini perişan edecekti. AK Parti veya Askerler.

Buna ben çare bulamıyordum. Ama diyordum ki ordumuz buna bir çözüm bulur. Beklenmedik çözüm ortaya çıktı.

Koşaner ve kuvvet komutanları istifa ettiler. Necdet Özel’i bıraktılar. Hükümet zorunlu olarak onu kara kuvvetleri komutanı yaptı ve genelkurmay başkanlığına vekalet verdi. Hükümet zor durumda idi. Özel’in şartlarını kabul etmek zorunda idi. Basın orduya saldırdı ve Ak Parti’ye güç verdi. Şartlara kulak verme tasfiye et diye pohpohladı.

Benim korkum Ak Parti’nin bu oyuna gelmesi olmuştur. Böylece basın AK Parti’yi çok güçlü ve kahraman yaptı. AK Parti’nin pısırıklığı sona erdi. Şimdi tuzağa düşüp düşmemesi idi. AK Parti akıllılık yaptı ve Özel’in önerilerini kabul etti. Yükseltmeler usul içinde olacaktı. 14 general emekli edilmeyecek temdit edilecekti. Bu da genelkurmay başkanını güçlendirdi. Ordu onura oldu.

Sermaye bir tuzak kurdu. Orduyu veya AK Parti’yi perişan edecekti. Ama sonunda ordu da AK Parti de ulus nezdinde yüceldiler.

AK Parti’nin ve Askerin gösterdiği siyaseti hakimlerimiz de göstermelidirler. Tamamen siyasi olan ve dışarıdan tezgahlanan bu davaları bir an evvel bitirmeden genişletmeden hatta mahkum etmeden bitirmelidirler. Savcılar da hadlerini bilmelidirler. Artık orgeneralleri tutuklama gibi gafletten kurtulmalıdırlar.

Yargı kendi kendine bu feraseti gösteremezse AK Parti genel afla bu işi sona erdirmelidir. Askerler de savcının tutuklama taleplerine izin vermemelidirler. Evet Türkiye siyasi bir zafer kazanmıştır. Bunu taçlandırmak gerekir. Ordumuzu ve partimizi tebrik ediyorum.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
07.08.2011
11:24

Başbuğ 15 yıllık komuta kademesi kurdu

Lale Kemal, Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ'un 10-15 yıllık komuta kademesi oluşturduğunu söylüyor.

Ona göre, Başbuğ'dan sonra gelen Işık Koşaner de bu planı uygulamak istedi. Ama geri tepti! Sebebiyse Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Ben neye imza attığımı görmek istiyorum." diyerek albayından generaline, sicilleri mercek altına almasıydı. Lale Kemal, Türkiye'de asker-sivil ilişkilerini en iyi bilen gazetecilerden. Taraf Gazetesi'nin Ankara temsilciliğini yapan Kemal'in, güvenlik sektörü, asker-sivil ilişkileri gibi alanlarda çok sayıda makale ve köşe yazısı var. TESEV'in (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) çıkardığı 'Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim' almanakları, bunlar içinde ayrı bir yer tutuyor. Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) toplantıları sırasında görüştüğümüz gazeteci, kısa süre önce emekliliklerini isteyen eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ile eski komuta kademesine dair çarpıcı bir bilgiyle başlıyor röportajımıza: "Işık Koşaner, geçtiğimiz şubat ayında hükümete bu istifayı dillendirmeye başlamış. Şubat ayında, Balyoz Darbe Planı soruşturmasında, mahkeme 163 kişi hakkında tutuklama kararı verdi. Bunlar içinde eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın yanı sıra muvazzaf askerler de vardı. Nitekim Koşaner, tutuklu komutanları ziyaret etmek için Hasdal Cezaevi'ne giderek gövde gösterisi yapmaya başladı. O sırada şansını deniyordu!" Işık Koşaner'in emekliliğini istemesinin ardından yaptığı veda açıklamasında; yargılamalara itiraz etmekle kalmayıp, mahkemeler üzerinde kuşku uyandırmak istediğine dikkat çeken Lale Kemal, "Aslında 'Bunlar suçsuz' demeye getiriyor. Sorun bu zihin yapısında." yorumunda bulunuyor. Kemal, Koşaner'in veda açıklamasındaki şu sözlerin altını çiziyor: "Emekli ve muvazzaf çok sayıda TSK mensubu, somut delillere dayanmayan iddialar nedeniyle tutuklandılar." TSK içinde, Koşaner ve ekibinin emekliliğini istemesinin ardından, bir memnuniyet oluştuğunu kaydeden Lale Kemal'a göre, bu memnuniyetin sebebi şu: "Kurumlardan birini serbest bırakır, özerk bir alan içine koyarsanız; orada bazı illegal oluşumlar olur ve üstü kapatılır. Bu kapatılırken, üst rütbeler daha korunur hale gelir. TSK, terfisi gelen 14 general terfi etsin diyor. Hâlbuki TSK Personel Yasası'nın 65. maddesi bunu engeller. Albayın altında bir rütbede asker, plajdaki bir kıza sarkıntılık etsin, hemen içeri atılır. Bu ise bir darbe suçu iddiası... Dolayısıyla, siyasî iradenin muktedirliğini artırması ve askerî vesayeti geriletmesi, daha alt rütbeli subayların özgürlük ve mutluluk alanını genişletti."

Koşaner ve ekibi, Necdet Özel'in önünü kesmeye çalıştı

Lale Kemal, konuşma ilerledikçe, bir başka çarpıcı iddiada bulunuyor. O da, eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve ekibinin, YAŞ'ta Genelkurmay başkanı olarak atanan Necdet Özel'in önünü kesmek istediği yönünde: "Necdet Özel'i bitirmeye çalıştı bu komuta kademesi. Geçen yıl, Jandarma Genel Komutanlığı'na gelmesinin akabinde, Özel'in adını vermeden bir terör olayındaki ihmal iddialarında onu baş sorumlu gibi adres gösterdiler. 23 Ağustos 2010'daki köşe yazımda da belirttim. Genelkurmay Başkanlığı, açıklamasında, bir PKK saldırısının Özel'in komuta ettiği bölgede meydana gelmiş olması nedeniyle, bu komutanı ad vermeden olaydan sorumlu gibi göstermeye çalışmıştı. Oysaki bir komutanı ad vermeden hedef gösteren bir Genelkurmay açıklaması olağan değildi. Komuta kademesi, Özel'in Genelkurmay başkanlığının önünü kesmek istiyordu. Bu sene de Koşaner hükümete bir planla gidiyor. O planda getirmek istediği komutanlar var. Aslan Güner, Kıvrıkoğlu vs... Özel'in önünü neden kesmek istiyor? Çünkü Özel, anladığımız kadarıyla sadece askerlikle sınırlı görevini yerine getirmek istiyor ve sivil iradenin üstünlüğüne saygı gösterir bir imaj oluşturuyor." Işık Koşaner ve ekibinin, bir önceki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un planını empoze etmek istediğini öne süren Lale Kemal, "İlker Başbuğ, daha Genelkurmay başkanıyken, 10-15 yıllık bir komuta kademesi oluşturmuş. Şimdikiler de onu empoze ediyordu. Ama geri tepti. Ne dedi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: 'Ben neye imzamı atacağımı görmeliyim.' Albayından generaline kadar hepsinin sicilini inceledi. Budur önemli olan. İlker Başbuğ'un projesi tam anlamıyla sona ermedi. Eski ekibin bir miktarı kalacak; ama seneye emekli olacaklar." sözlerini kullanıyor. Bu, darbeci zihniyetin temizlenmesinin zaman alacağı anlamına geliyor. Kemal'in burada örnek gösterdiği isim ise Özden Örnek'in darbe günlüklerinden, adeta bir darbeyi önlediğini gördüğümüz eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök: "Hilmi Özkök de o arınmayı yarım bırakmıştı, ya da hiç yapamamıştı! Darbeyi engelledi doğru; ama arınmayı yapamadı. Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz darbe planlarını yaptığı iddia edilen komutanlar, doğal emeklilik süreçleri geldiği için gittiler. Bir temizlik olmadı. Şimdi siyasî iradeye ve demokrasiye saygı duymayan; darbe iddialarıyla özdeşleşen, bunu bir suç olarak görmeyen ekibin yavaş yavaş tasfiye olduğunu görüyoruz. Ama zaman alacak."

YAŞ'taki oturma planı, Necdet Özel'in fikri olabilir

Taraf'ın Ankara temsilcisine göre, asker karşısında hiçbir zaman muktedir olamayan iktidarların arkasından gelen, muktedir olma yolunda ilerleyen bir hükümet, AK Parti. Çiçeği burnunda Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in avantajının da bu olduğunu belirtiyor: "Arkasında bir siyasî irade var. Burada önemli olan iyi bir asker olmak. Siyasî iradeye hesap verebilir olmak. Şeffaf olmak. Bunu da sağlayacak olan sivil irade ve Parlamento'dur." İlk defa bir YAŞ toplantısında masanın liderliğini tek başına bir başbakanın yapmasını çok önemli bulan Kemal'e göre bu istek bizzat Necdet Özel'den gelmiş olabilir: "YAŞ'ın başkanı, başbakandır. Yanındaki ne oluyor? Eşbaşkan! Türkiye bugüne kadar eşbaşkanla yönetiliyordu! O fotoğraf, sivil iradenin üstün olduğunu ve tek başkan olduğunu gösteriyor." Necdet Özel'i yıpratmak isteyen çevrelerin 'hükümete yakın, irticacı' gibi nitelendirmeler yapacağına dikkat çekiyor. Terörle mücadelede daha etkin bir yol izlemek amacıyla, hükümetin 'Profesyonel Sınır Birliği' oluşturma kararı, bu alanda Emniyet'in daha etkin bir rol almasını sağlayacak. Emniyet ve ordu, aynı çatı altında mücadele verecek. Burada bir güç kavgası ortaya çıktığının altını çizen Lale Kemal'e göre, bunun önüne geçmek için Jandarma'nın tamamen İçişleri Bakanlığı bünyesine girmesi elzem. TSK'nın terörle mücadeledeki yeniden yapılanmadan hoşnut olmadığını dile getiren deneyimli gazeteci, şöyle devam ediyor: "Emniyet'in terörle mücadelede etkin olmasından rahatsızlar; ama Dağlıca, Aktütün, Hantepe, Heron ihaneti iddialarından niye rahatsız olmuyorlar? Bir ülkenin ulusal çıkarı, profesyonel güçlerle terörle mücadele etmesidir. Önümüzdeki dönemi, hükümet 'ustalık' olarak ifade ediyor. Genelkurmay'ın da bu dönemde Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması şarttır. Siz, silah taşıma ayrıcalığı verdiğiniz kurumları denetlemek zorundasınız."

Anayasa'nın olmazsa olmazları

Yeni anayasa sürecinde, asker-sivil ilişkilerine yönelik beklentiler de üst düzeyde. Lale Kemal, önümüzdeki dönemde atılması gereken adımları şöyle sıralıyor: "Öncelikli yapılması gereken, Genelkurmay'ın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması. Askerî müfredatın gözden geçirilmesi ve ideolojik bölümlerinin çıkarılması. Bunu Hilmi Özkök, bütün kıtalara yolladığı emirle de belirtmişti. Bu zihniyet yapısının değişmesi için müfredatın değişmesi şart. Askeri harcamalarının denetlenmesi gerekiyor. Sayıştay Yasası, geçen yılın sonuna doğru çıktı. Hükümet onu biraz kadük etti. Askeri kollamak için yapmadı bunu; askerî harcamalar Bakanlar Kurulu onayıyla kamuoyuyla paylaşılacak. İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi kaldırılmalı. Jandarma ile TSK'nın, kanunların üzerine çıkan yönetmelikleri var. Bunların ayıklanması gerekiyor. TSK'yı başına buyruk hale getiren iç yönetmelikler temizlenmeli. Mesela Silahlı Kuvvetler Vakfı'nın 17-18 firması denetlenecek mi? Ne kadar denetlenebilecek?" ***

Karargâh gazeteciliğini, siyaset bitirebilir

Genelkurmay'ın 28 Şubat sürecinden bu yana yürüttüğü ve medya arasında açık bir ayrımcılık anlamına gelen akreditasyon uygulaması için "Yasal değil. Akreditasyon yasağının amacı, basın üzerinden toplumu sindirmek. TSK'yı eleştiren gazetecileri itibarsız kılmak!" yorumunu yapan Lale Kemal; yeni Genelkurmay Başkanı'nın atacağı en önemli adımlardan birisinin bu uygulamayı kaldırmak olacağını düşünüyor. Devlet sırrı olmamak kaydıyla, her türlü bilginin verilmek zorunda olduğunu ifade ederken; "Batılı ülkelerde, gazeteci olarak soru sorduğunda her türlü bilgiyi alabiliyorsun." diyor. Karargâhla yakın ilişki içinde olan gazetecilerin, siyasî iradeyle de yakın ilişki içine girerek birer 'aracı' gibi davrandığına işaret ederek, sözlerini şöyle tamamlıyor: "Oradan aldıklarını ona yayıyorlar. Burada siyasete de önemli görev düşüyor. Bu adamlarla çok konuşmayacaklar. Gazetecilik işlevinin dışına çıkıp, sözcülük işlevine soyunan adamı, ben siyasetçi olsam, muhatap almam! Gazetecilik yapacak!"

ZAMAN

Reşat Nuri Erol
07.08.2011
11:30

ABD tarihinde bir ilk:

Amerika'nın kredi notu düşürüldü

Zaman, ekonomi servisi - 07.08.2011

ABD tarihinde bir ilk gerçekleşti. Kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's, dünyanın en büyük ekonomisi ABD'nin kredi notunu en yüksek not olan "AAA"dan "AA-"ya düşürdü. Uzmanlar bu kararla, ABD hükümeti, şirketleri ve tüketicileri için borçlanmanın daha maliyetli hale gelebileceğini belirtiyor. ABD Hazine Bakanlığı ise kararı 'hatalı' diye yorumladı.ABD, günler süren görüşmelerin ardından borç limiti krizini son dakikada çözdü, ancak kredi notunun düşürülmesinden kurtulamadı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor's (S&P), dünyanın en büyük ekonomisi ABD'nin "AAA" olan uzun vadeli kredi notunu düşürerek "AA-"ye çekti. Kredi not görünümünü de "negatif" olarak belirledi. Böylece ülkenin kredi notu, tarihinde ilk kez düşmüş oldu. Derecelendirme kuruluşunun kararına dünyadan tepkiler gecikmedi. ABD Hazine Bakanlığı: Karar hatalı. Çin: ABD'nin borç alışkanlığı dünya ekonomisini tehdit ediyor. Japonya: Karar yatırım politikamızı etkilemez. Fransa: Amerikan ekonomisine güvenimiz tam. Hindistan: Çok ciddi bir durum. Uzmanlara göre ise not indirimi Amerika'nın saygınlığına darbe indirecek ama küresel çapta borsalar üzerindeki etkisi az olacak. S&P, ülkenin kredi not görünümünün "negatif" olarak belirlenmesinin ise harcama kesintilerinin beklenenden daha düşük olması, faizlerin yükselmesi ya da devlet borcunu artıracak yeni mali baskıların oluşması durumunda iki yıl içinde ülkenin uzun vadeli kredi notunun "AA" seviyesine düşürülebilmesi riskini yansıttığı uyarısında bulundu. Tarihi kararı veren S&P ekibinin üst düzey yetkilisi David Beers, böyle zor ve tartışmalı bir kararı almanın kuruluşlarının görevi olduğunu söyledi. Beers, "Bu konudaki sorumluluğumuzu çok ciddiyetle ele alıyoruz ve eğer değerlendirmelerimiz sonucunda komisyonumuz kredi notunun olması gereken yerde olmadığına karar verirse, bu konudaki uyarıyı yapmak bizim görevimiz." dedi. S&P, ABD'de kamu harcamalarındaki kesintinin 4 trilyon dolar olması gerektiğini savunuyor. Borç limiti tavanı yükseltilmesine yönelik tartışmalar devam ederken, kredi derecelendirme kuruluşlarından ABD'nin kredi notuna yönelik uyarılar gelmiş ancak geçen hafta hem Moody's hem de Fitch ülkenin "AAA" olan uzun vadeli kredi notunu koruduğunu açıklamışlardı. Ancak Moody's ABD'nin kredi notu görünümünü negatif izlemeye almıştı. Standard & Poor's (S&P) ayrıca nisan ayında ABD'nin yüksek borcu nedeniyle, uzun vadeli kredi notu için benzer bir uyarı yaparak, not görünümünü "durağan"dan "negatif"e çevirmişti. Amerika ekonomisine yönelik ilk not indirimi Çin'den gelmişti. Çin kredi derecelendirme kuruluşu Dagon, geçtiğimiz hafta ABD'nin kredi notunu "A artı"dan "A"ya düşürmüştü. ABD'de yetkililer ülkenin şu anda 14,3 trilyon dolar olan borç limiti tavanını yükseltmek ve gelecek on yılda 2,4 trilyon dolarlık harcama kesintisine gitmek için uzun süren görüşmeler yapmış ve karar vermek için son gün olan 2 Ağustos'ta anlaşmaya varmıştı. ABD Hazine Bakanlığı sözcüsü ise, S&P'nin ABD'nin kredi notunu "AA"ya çekme kararını hatalı olarak değerlendirerek, kuruluşun ABD'nin kamu harcamalarındaki kesintiye yönelik 2 trilyon dolarlık yanlış hesaplama yaptığını ve hatalı bir karar verdiğini belirtti. Kredi notunun düşürülmesi ABD'nin saygınlığına büyük darbe indirecek olsa da, Reuters haber ajansında geçen bir analizde, not indiriminin beklendiği ve bu durumun ABD tahvilleri üzerinde büyük bir olumsuz etki oluşturmayacağı belirtildi. Pazartesi günkü işlemlerde bu durumun Asya piyasaları başta olmak üzere küresel çapta borsalar üzerindeki etkisinin az olacağı ileri sürüldü.

Kısa vadede dalgalanma olacaktır

ABD'nin notunun düşürülmesine ilişkin bir süredir kredi derecelendirme kuruluşlarından sinyaller geldiğini aktaran Al Baraka Türk Genel Müdür Yardımcısı Melikşah Utku, S&P'nin aldığı karar ile gerçeği ortaya koyduğu görüşünde. "ABD artık üç A notu alabilecek seviyede ekonomisi iyi bütçesi, kamu maliyesi yerinde bir ekonomi değil, bu herkes tarafından biliniyor." değerlendirmesinde bulunan Utku, bunun gelişmekte olan ülkelere olumlu yansıyabileceğini düşünüyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler arasından gelecek vaat edenler olduğuna dikkat çeken Utku, "ABD ekonomisindeki gelişmenin Türkiye'ye yansımasında yatırımcılar uzun vadeli gelişmelere bakacaktır. Kısa vadede dalgalanma olacaktır. Yatırımcıları korkutacaktır. Ancak uzun vadede Türkiye gibi belirli iktisadi güce ulaşmış ülkelerin lehine olacaktır, bu gelişme." dedi. DÜNYA NASIL YORUMLADI?

Çin: Dünya ekonomisini tehdit ediyor

Standard & Poor's'un (S&P), ABD'nin kredi notunu "AAA"dan "AA"ya düşürmesi Çin'in resmi haber ajansı tarafından, "ABD'nin borç alışkanlığı dünya ekonomisini tehdit ediyor." şeklinde yorumlandı. Şinhua'nın yorumunda, Washington'un savunma ve sosyal yardım harcamalarında kesinti yapması gerektiği savunuldu. Yorumda, kredi notunun düşürülmesine ABD'deki kısa vadeli görüş açısıyla hareket eden politikacıların kavgalarının sebep olduğu ileri sürüldü.

Reşat Nuri Erol
07.08.2011
12:08

G7 olağanüstü toplanıyor!

G7 maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının, yarın sabah Asya piyasaları açılmadan önce bir kez daha Standard and Poor’s’un (S&P) ABD’nin kredi notunu düşürme kararını telekonferansla değerlendirmesi bekleniyor.

** S&P’nin kararının ardından dünyada elinde en fazla ABD tahvili bulunduran ikinci ülke Japonya, kararın bu ülkenin hazine tahvil alım politikalarında değişiklik yapmayacağı değerlendirmesinde bulunmuştu. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P, önceki akşam dünyanın en büyük ekonomisi ABD’nin "AAA" olan uzun vadeli kredi notunu, tarihinde ilk kez düşürerek "AA "ya çekmiş, kredi not görünümünü ise "negatif" olarak belirlemişti. Kuruluş, bir kademelik not indirimine gerekçe olarak ülkenin büyüyen bütçe açığı ve artan borç miktarını göstermiş, not görünümünü ise "negatif" olarak belirleyerek, 12-18 ay içinde ikinci bir not indirimi yapabileceği uyarısında bulunmuştu. S&P, kurulduğu 1941 yılından bu yana ABD’nin uzun vadeli kredi notunu en yüksek yatırım yapılabilir seviye olan "AAA"da tutuyordu.

Reşat Nuri Erol
07.08.2011
12:38

MAHİR KAYNAK'ın bugünkü yazısı, ÜSTAD'ın yukarıdaki YORUMU üzerine iyi gider;

okumanızı tavsiye ederim...

reşad

*

Mahir KAYNAK

Askeri vesayet

7 Ağustos 2011 Pazar

Ülkemizde askeri bir vesayet rejiminin olduğu ve bunun sona erdirildiği söyleniyor. Bu görüşe katılmıyorum. Geçmişte siyaseti baskı altında tutan ve isteklerini gerçekleştiren güç odakları vardı ve onlar ülkenin uçuruma yuvarlandığına halkı ve askeri inandırdılar ve birkaç işbirlikçi dışındaki askerler ülkeyi kurtarmak amacıyla müdahale ettiler. Yani Türkiye’de askeri bir vesayet değil askeri etkileyen güç odakları vardı ve biz onların yaptıklarını askere yükledik. Geçmişte sermayeyi ve medyayı konrtol edenler, uluslararası ilişkilerin de etkisiyle, ülkedeki siyaseti de yönlendiriyordu. Askere yönelik politikaları şöyle özetlenebilir: Askerin sadece kendi alanlarında değil her konuda bilgili ve etkili olduğu propagandasını yaptılar. Bunun doğal bir sonucu olarak emekli askerler birçok işletmede danışmanlık görevi üstlendi. Size birisi hem önem verse hem de yaşam düzeyini yükseltse onun görüşlerine daha fazla değer vermez misiniz? Herkes kendisinin bir değer olduğuna inanır ve bunu takdir edenlere değer verir. Stratejinin ikinci boyutu karşı görüşte olanları askerle çatıştırmaktı. Bunu muhalif kesimdeki bazı insanları etkileyerek ya da işbirlikçi konumuna getirerek ve askere karşı tavır aldırarak sağladılar. Öyle bir hava yaratıldı ki askerin olumlu hiçbir yanı yoktu ve sürekli hata yaptığı hatta komuta ettiği erleri feda bile edeceği izlenimi yaratıldı. Şu anda bıçağın keskin ağzında yürüyoruz. Her ülkede asker vardır ve bu varlığını sürdürmenin tek aracı değilse bile önemlidir. Yanlışlıklar düzeltilir ama bir oluşumun doğru olan hiçbir yanı yoksa ne yapılır? Şimdi bu konuda görüş bildirenler iki uçta duruyor. Birileri herşey kötü derken diğerleri düzeltilecek bir şeyin olmadığını söylüyor. Bu önemli konuda tartışmalar öyle bir seviyeye indi ki hedefin düzeltmemi yoksa tasfiye mi olduğu anlaşılamıyor. Mesela ben Genelkurmayın Başbakanın emrinde olursa askeri vesayet Savunma Bakanının emrinde olursa sivilleşme olacağı tartışmasını anlamıyorum. Başbakan asker mi ki onun emrinde olmak vesayet olsun? Ayrıca askerlik bir meslektir ve kendine özgü bilgilerle donatılır. Savaş kararı siyasetçiye aittir ama savaşın nasıl yapılacağına komutanlar karar vermelidir. Yani askerliği sivilleştirme çabası sadece komiktir. Bu konuda iki tarafı da eleştiriyorum. Yazarlar hiç ilgilenmedikleri bir konuda yani askerlikte iddialı olmamalıdır. Ancak onları bu hataya süren askerlerin her konuda iddialı olmalarıdır. Mesela televizyon programlarında, siyasi tartışmalarda, bir askeri konuk etmek olağandır. Askerlerin askeri konularda, silahlanma politikalarında, izlenecek staratejilerde konuştuğunu hiç görmedim. Buna karşılık askerlikle ilgisi sadece yedek subaylıkta öğrendikleriyle sınırlı olup hiçbir savaş kitabı okumamışlar askerlik hakkında her şeyi yazabiliyor. Dünyadaki gelişmeler Türkiye’yi merkezlerden biri haline getirirken askeri ihmal edemeyiz. Asıl önemlisi askeri sivilleştirme çabalarıdır. Askerlikte demokrasi olmaz ve olmamalıdır. Çünkü emir komuta dışına taşma olursa kaos olur. Yani, herhangi bir siyasi görüşe ya da topluluğun düşüncesine bağlı asker olmaz. Askerin tek sloganı “ Ülkeme saldıranı, pişman olmayı bırak, yok ederim” olmalıdır.

Reşat Nuri Erol
08.08.2011
09:36

Fehmi Koru ve Taha Kıvanç yeni gazetedeki ilk yazılarını bugün yazdı; ilki yazısında ele aldığı konular

"YENİ DÜNYA DÜZENİ"

meselesini ve Türkiye'deki

"ASKERİYE"

meselesini de içeriyor...

Bilginize ve ilginize...

***

Önce...

Fehmi Koru

Ne kadar heyecanlansak yeridir

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Tekerleğin, matbaanın, buharlı makinanın bulunması... İnsanlık tarihinin bu önemli dönüm noktalarına Amerika kıtasının keşfi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, imparatorlukların dağılması gibi başka yapı taşları da eklenebilir... Dünyamızın çap bakımından bunlardan hiç de geri kalmayacak önemli bir dönüşümün arifesinde olduğunu hissediyorum. ‘Güçler dengesi’nden Hür ve Komünist Dünya kutupları arasında bölünen

ikili bir düzene

geçmişti dünyamız;

şimdilerde tek bir hegemon güç liderliği elinde tutar görünüyor ya, yakında bunun yerini bir başka ‘düzen’ alacak gibi...

Böylesine büyük bir altüst oluş yaşanacağı hissi var bende; varolan dengeler yerlerini yenilerine bırakacak sanki... Hemen etrafımızda ve ülkemizde yaşananlar dünya çapında meydana gelmeye namzet dönüşümün öncü sarsıntıları olabilir. Usta bir heykeltraş elinde içinden muazzam bir sanat eseri, teshir edici bir heykel çıkabilecek büyük bir mermer parçasının karşısında duruyoruz, hiç değilse bu kadarının çoğumuz farkındayız; kulağımıza ulaşan çekiç seslerini o eserin oluşma süreci olarak görüyorum ben... Sancıları her yerde değişik biçim ve dozlarda hissedilen bir doğum süreci... Galiba bu süreci en sarsıntılı, en hızlı yaşayan ülkelerden biri

Türkiye...

Geçtiğimiz on yılda neleri nasıl yaşadığımızı düşünün, son bir yılın muhasebesini yapın, ya da yalnızca iktidardaki partinin misyon tazelediği 12 Haziran’dan bu yana tanıklık ettiklerimizi gözlerinizin önüne getirin; bunların hemen öncesinde size “Bunlar olacak, sonra da şunlar...” öngörüsünde bulunulsaydı asla inanamayacağınız şeylerle karşılaşmadık mı?

‘Yeni Türkiye’

deniliyor ve yaşanan süreci tanımlamak için uygun sıfatlar aranıyorsa, bunun sebebi, ülkemizde elle tutulur gözle görülür köklü değişimler yaşanmasıdır.

Dünya değişiyor

... Bölgemiz buna ayak uydurma çabası içinde... Türkiye ise kendisini dönüştürürken çevresindekilere de örnek teşkil ediyor... Ekmeğini günceli izleyip yorumlayarak kazanan biri için müthiş heyecan verici bir dönem bu ve ben bu heyecanı iliklerime kadar duyuyorum. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için yazma eylemi dışında kaldığım son on günün bilançosuna bakmak bile yeterli. Başka herhangi bir zaman diliminde olağanüstü radikal müdahalelerle karşılaşılabilecek bir

asker-sivil sürtüşmesi

yaşandı; bir baktık, önce yerinden oynayan taşlar her şey olup bittiğinde yerli yerine oturuverdi. Doğru yerlerine hem de...

“Asker vesayeti bitti”

diyor daha düne kadar o vesayetin varlığı üzerine politik tavır belirleyen, analizlerini o ‘gerçeği’ gözümüze sokarak yapan kişiler ve çevreler; bundan ‘sivil vesayet’ tehlikesi bile çıkarıyorlar... Henüz olanı hazmetme fırsatı bulamamış kitlelerin telâşa kapılmasını bekleyerek... Mesainin büyük bölümünü atılacak her olumlu adımı

“Acaba asker ne der?”

sorusuna cevap aramaya ve olası müdahaleleri boşa çıkartmaya harcatan bir siyasi zemin, yerini, hesaba çekilebilen seçilmişlerin ön plana çıktığı farklı bir anlayışa bırakıverdi. Birlikte olacağız diye çok heyecanlıyım...

***

Ve...

Taha Kıvanç

Uyarayım: Ben biraz tuhafımdır

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Benden paso. Günlerden beri, yakın-gözlüğüm burnumun üstünde, gazeteleri daha bir dikkatle gözden geçiriyorum ve ne yapacağımı bilemez haldeyim. Hemen hepsini tanıdığım, çoğunu ‘dost’ bildiğim yazarlar ve yorumcuları hiç bu kadar şaşkın, hiç bu kadar şaşkınlığını okurlarıyla paylaşırken gördüğümü hatırlamıyorum çünkü... ‘Paso’ deyişim, onlar namına ne yapacağımı bilemeyişimden... Büyük bir dayanaklarını kaybettikleri için üzülmeli mi, yoksa sonunda hakikate eriştikleri için sevinmeli miyim? İçinde ‘havlu atmak’ deyimi bile geçen yazılarla siyaset ringine havlu atan mı ararsınız, yoksa mezarlıktan geçerken ıslık çalarcasına “Daha bunun dönüş bileti var, unutmayın ha” diye kendi kendini dolduruşa getireni mi?

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısının ilk gününden

TV ve gazete manşetlerine yansıyan Başbakan Tayyip Erdoğan’ı

asker-sivil heyetin

karşısında tek başına otururken gösteren fotoğraf pek çok meslektaşın kafa konforunu bozmuşa benziyor. Ne yalan söyleyeyim, aynı fotoğrafa bakıp zafer çığlıkları atılmasını da anlamakta zorlanıyorum. Herhalde ben biraz tuhafım. Türkiye’nin 2002 yılından beri kaydettiği yol,

bu YAŞ toplantısında

olmasa bir dahakinde, iktidarın tek başına seçilmişlerin elinde olduğuna tanıklık edecek bir fotoğrafla nasıl olsa tescillenecekti. Su ıslattı, ateş yaktı diye sevinir mi insan? Musluk tıkalı olduğu için su akmıyordu, kibrit bulunamadığı için ateş yanmıyordu; demokrasilerin doğal durumuna dönüşe bir bizde hayıflanılıyor, bir bizde seviniliyor... Bizdeki bu kafa karışıklığı yabancıları da etkiledi, biliyor musunuz? YAŞ toplantısına kadar Türkiye’ye artık olgun bir demokrasi gözüyle baktıklarını hissettiren yabancı gazeteler ve dergiler, fotoğrafın bizdeki yorumlanmaları yüzünden değiştiler. Yakın zamana kadar demokrasimizin zaaf ve eksikliklerini öne çıkartan ve eleştiren değerlendirmeler yayınlıyan ‘The Economist’ dergisi sözgelimi; askerlerin fotoğrafta ikincil yer işgalini dert edinen yazılarla çıktı bu hafta... Kimsenin üzülmesini gerektiren bir durum yok oysa...

Dört generalin YAŞ toplantısı öncesinde görevlerini terk etmesi de, çeşitli davalardan yargılanan subayların rütbelerinde bir yıl daha geçirmeleri izni de, ‘yeni Türkiye’ çizgisinde gelişmeler...

Org. Işık Koşaner YAŞ’tan üç gün önce değil de tam toplantı günü istifa etseydi ortalık toz duman olur, büyük bir kaos yaşanabilirdi. Hayır öyle yapmadı eski Genelkurmay Başkanı; hükümetin önceden belirlediği halefinin sorunsuz bir biçimde görevi üstlenebilmesini sağlayacak biçimde davrandı. Koltuğun YAŞ toplantısından üç gün önce boşalması sayesinde, Org. Necdet Özel, iki mahirce hamlede, Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna ulaşabildi. Genelkurmay Başkanı Org. Koşaner’le birlikte hareket ettiklerini belli etmek üzere onunla aynı gün istifalarını sunan kuvvet komutanları da, isteselerdi, dördüncüleri olan Jandarma Genel Komutanı’nı yanlarında yer almaya zorlayabilirlerdi. Başarırlardı, başaramazlardı, onu bilemem, ancak bastırabilirlerdi. Bu bile gürültü kopartırdı. Ama yapmadılar.

“Daha karpuz kesecektik” takılması bu sebeple bana makul gelmiyor... Aynı durum “Diklendi, ama dik duramadı” tespiti için de geçerli bence. Sonuçta

kendi ordusuyla savaşacak değil ya

bir hükümet; içindeki demokrasi-karşıtı darbe heveslileriyle zaten yargı başa çıkıyor; işi daha ileri götürmek yerine herkese mesaj teşkil edecek bir tavırdı,

Silivri ve Hasdal’da tutuklu generallerin

rütbelerinde bir yıl daha kalmalarına izin verilmesi... Yargıçlara da bir mesajdı bu tavır aynı zamanda; “Siz de suçlularla suçsuzları önümüzdeki bir yıl içerisinde ayırın artık” mesajı... Çatışmalarla çalkalanan bir bölgede Türkiye; etrafında bir güvenlik ve barış halesi oluşturabilmesi için de ordusunun zayıf bir görüntü vermemesi gerekiyor. Tabii siviller ile askerlerin her an birbirlerinin gözünü oyabilecekleri izleniminin dosta-düşmana karşı sergilenmemesi de şart...

YAŞ

da işte tam öyle geçti... Son bir hafta boyu beni üzen nokta, düşündüklerimi, bildiklerimi, işittiklerimi okurlarla paylaşamamaktı. Ne zaman mazeret bildirip katılamayacak olsam, Kanal-7’inin ‘Haber Saati’ sunucusu Erhan Çelik, “Mutlaka sarsıcı bir olay yaşanacak bugün” diye takılır bana; on günlük yazı orucum sırasında tespiti fazlasıyla doğrulanmış oldu.

Reşat Nuri Erol
08.08.2011
13:20

Ordu silbaştan yeniden dizayn ediliyor! Taraf gazetesi yazarı

Mehmet Baransu

, TSK'nın silbaştan yeniden sizayn edileceğini ileri sürdü. İşte TSK'nın yapısında yapılacak değişiklikler... Okunma: 1946Yorum Sayısı: 3 08.08.2011 08:56 Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu, TSK'nın silbaştan yeniden sizayn edileceğini ileri sürdü. Yargıdaki çift başlılığın giderilmesiyle başlayacak değişiklikler, YAŞ'ın tamamen sivillerin kontrolüne geçmesine kadar uzanacak... İşte Mehmet Baransu'nun yazısı...

TSK yeniden yapılandırılacak

Bundan yaklaşık sekiz ay önceydi. 27 Kasım 2010 tarihinde yazdığım haberde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan bir projeden bahsetmiş, Türkiye’nin savunma konseptinin baştan aşağı değişeceğini yazmıştım. AKP’ye yakın, iki sivil bir askerî yetkiliyle görüşmüş, projenin detaylarını kamuoyuna aktarmıştım. Aldığım bilgilere göre; Genelkurmay Başkanlığı Karargâh’ı lağvedilerek yerine Savunma Bakanlığı Karargâh’ı kurulacak, Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanacaktı. Genelkurmay Başkanlığı’nın tabelası indirilecek, Karargâh’taki ‘J’ Başkanlıkları lağvedilecek, Karargâh’ta fiziki ve teknik olarak reorganizasyon yapılacaktı. Projenin ne zaman biteceğinin bilinmediği notunu düştüğüm haberde, proje kapsamında askerî ve sivil yargıdaki çift başlılığın da ele alındığını, bu konuyla ilgili de düzenlemenin yapılacağını belirttim. Haberin çıktığı gün, Başbakanlık’tan yazılı bir açıklama yapıldı ve haber yalanlandı. Açıklamada; “Haberde ileri sürüldüğü gibi Sayın Başbakanımızın Genelkurmay Başkanlığı’nın yapısının değiştirilmesine ilişkin çalışma yapılması yönünde bir talimatı olmamıştır” dendi. Bu yalanlamaya rağmen, “haberimin arkasında olduğumu” kamuoyuna açıkladım. Gazetede kaleme aldığım yazıda, yalanlamaya rağmen projeye devam edildiğini yazdım. Projenin bazı bölümlerinin seçim sonrası kamuoyuyla paylaşılacağını belirtip, yazımı şu satırlarla noktaladım; “Başbakanlık bu projeyi yalanlasa da kamuoyu seçim süreci ve sonrasında Genelkurmay’da yapılacak değişiklikler başta olmak üzere bazı yeni projelerin tartışıldığını veya hayata geçirildiğini kesinlikle görecek.” ... Beklediğim gibi konu seçimler sonrası kamuoyunun gündemine taşındı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Kanal A televizyonunda katıldığı bir programda, Genelkurmay Başkanlığı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak istediklerini söyledi. Bozdağ bununla da kalmayıp, aynı programda, askerî yargının varlığını da tartışmaya açtı; “Askerî yargı - sivil yargı ayrımı demokratik değil. Devlet bir tane ise yargı da bir tanedir. İki tane yargı olmaz. Yargının tekliği, devletin de tekliğini gösterir” dedi. Bugün küçük bir bölümü açıklanan bu proje aslında çok teknik ve kapsamlı bir çalışma. TSK’nın profesyonelleşmesinden, askerî yargının düzenlenmesine, ordunun küçülmesine.. bir dizi teknik ve fiziki ayrıntıyı kapsıyor. Projenin tamamını ve detaylarını bilmiyorum. Ancak, genel hatlarıyla bazı bilgilere sahibim. Bunların bir bölümü de kamuoyuna değişik zamanlarda yansıdı. Özellikle PKK’yla mücadele edilen bölgelerde, kontrolün Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınıp, İçişleri Bakanlığı’na geçeceği sekiz ay önce görüştüğüm kişilerin aktardığı konular arasındaydı. Başbakan Erdoğan’ın bundan birkaç hafta önce söylediği, Polis Özel Harekât’ın bölgede görev alacağı açıklaması da sanırım proje kapsamında açıklanan bir konu. Projeyle, terörle mücadele yöntemlerinde de değişiklik yapılacak. Önümüzdeki günlerde Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın birliklerinin önemli bölümü, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinden başka bölgelere kaydırılabilir. Yerlerine ise profesyonel birlikler geçebilir. Benzer durum, Jandarma Genel Komutanlığı için de geçerli. Jandarma Genel Komutanlığı’nın sözde değil özde İçişleri Bakanlığı’na bağlanması için de, fiziki bir takım değişiklikler yapılabilir. Kontrol tamamen İçişleri Bakanlığı’na yani sivillere kaydırılacak. Valiler operasyonları kontrol edip, denetleyebilecek. Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarında da düzenleme yapılması gündemde. Her iki komutanlık, Ankara dışına taşınabilir. Yeniden yapılanma kapsamında bazı atıl birlikler lağvedilebilir. Ankara’da ele alınan proje kapsamında, yargıdaki çift başlılık da gözden geçirilecek. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’nin tamamen kapatılması gündemde. Askerî Mahkemeler, disiplin soruşturmasının yürütüldüğü bir yapıya büründürülebilir. Yargıdaki çift başlılık önüne geçilecek. Ağustos ayında “tartışmalara” ve “gerilimlere” neden olan Yüksek Askerî Şûra da tekrar yapılandırılacak. YAŞ’sın statüsü, karar alma şekli önümüzdeki dönemde değiştirilecek. YAŞ, tamamen sivillerin kontrolüne geçecek ve idari karar kapsamında tüm kararları siviller alacak. Sınırlı bir bölümünü bildiğim proje bu. Umarım hükümet, muhalefetle ortak bir konsensüs oluşturup, sivilleşme yolundaki bu projeyi hayata geçirir. Kazanan hem hükümet, hem muhalefet, hem ordu hem de Türkiye olur. *** Mehmet BARANSU / TARAF

Reşat Nuri Erol
09.08.2011
18:22

MAHİR KAYNAK diyor ki...

Küresel sermayenin sonu geldi mi?

Uluslararası ilişkiler ve iktisat uzmanı Prof. Dr. Mahir Kaynak'a gündeme oturan finans krizi ile ilgili görüşlerini sorduk.

***

- Hocam dünya ekonomisinin gidişatını nasıl görüyorsunuz.

İlk bakışta sorun, para ile ilgili gibi görünüyor. Onunla ilgili çözüm muhakkak vardır. Ancak sistem açısından bir kriz kaçınılmaz, çünkü mevcut para sistemi bu krizi tetikliyor. ABD sürekli dolar basıyor ama buna karşılık sunduğu mal ve hizmetler sınırlı.

- Ünlü banker ve spekülator George Soros fon yönetiminden neden çıktı?

Bence doğru bir davranış. Soros para ile oynuyor. Para ile oynamak son derece risklidir. Soros da krizin gelişinin farkında. Şu anda dünyada para üzerinden büyük bir ekonomik sorun yaşanıyor ki bu Avrupa Birliği'nin siyasi olarak dağılmasına yol açacak.

-ABD bundan nasıl etkilenir?

Dünyada çok büyük miktarda dolar var. Bunun talep edilmesi lazım. Nasıl olacak? Petrolü, dolar ile sattırır. O yüzden petrol bölgelerinde kontrolü elinde tutmak istiyor. Bu bölgelere Çin girer ve kaynaklar üzerinde kontrol elde edebilirse, ABD'yi çökertir. Dünyada finansa dayalı ekonomik yapı değişecek, üretime dayalı oluşacak. Şu ana kadar ABD'yi bu duruma küresel sermaye getirdi. O yüzden dikkat ederseniz, ABD dış ticaret ve bütçe açığını azaltmak mahiyetinde tedbirler alıyor. Bu küresel sermaye'den çıkış anlamına gelir.

- ABD izolasyonist politikalar mı izleyecek?

Hayır. Ticaret durmuyor. Parasal spekülasyonlar olmayacak sadece.

- Hedge fonlarını neden denetlemek istiyorlar?

Hedge fonları normalde teşebüslere maddi kaynak sağlamak için kullanılır. Paranın kaynağı da küresel sermayedir. Küresel sermayeyi burada frenlenmeye çalışılıyor. Ulus-devlet ile küresel sermayenin kapışmasında, ulus-devletler ön plana çıkıyor. Dünya üzerinde egemen olan küresel sermaye oluştuğunda, bu ABD için son derece riskli bir durum teşkil etti.

- Dünya liderliğine oynayan Çin bu krizi fırsat bilip, ABD'ye karşı yeni hamleler yapabilir mi?

Çin, ABD'ye karşı ekonomik savaş açarsa, onu yenemez ama çok sıkıntıya düşürür. Şunu söyleyeyim, böyle bir durumda ABD'de öylesine sert tebdirler alır ki, iş orada biter.

-Türkiye'nin durumunu nasıl buluyorsunuz

Türkiye gelişimini küresel sermaye üzerinden gerçekleştirdi. Şimdi onun yerine Arap / Petrol sermayesi gelecek. Böylece Türkiye'den para çıkışı olmayacak. Küresel sermaye uzakdoğu ve Avrupa'daki birikimlerden oluşur. Petrol parası ABD'nin siyasi kontrolü altındadır. ABD, Türkiye'yi çökertmeyecek.

***

Asia Times'da Spengler imzasıyla çıkan bir yazıda Mahir Hoca'nın görüşlerine benzer tespitlerde bulunuluyor. Spengler özet olarak şöyle diyor: Bu kriz, parayla ilgili bir kriz değil. ABD şirketleri hiç olmadıkları kadar kar ederken, AB istese emeklilik yaşını 10-15 sene erteleyebilecek güce sahipken, İtalya borçlarını gayet ödeyebilecek bir durumdayken, bu krizi 2008'dekine benzetmek yanlış olur. Ne ABD iflas eder, ne de Çin elindeki dolarları satar. Burada patlayan balon, ABD hükümetinin borçları değil, aşırı genişlemiş hedge fonu endüstrisidir.

Reşat Nuri Erol
09.08.2011
18:25

"Yeni bir süper güç" doğuyor...

"Emperyal denkleme hizmet eden yapının 'terk edilme sinyalleri arttıkça' Türkiye Cumhuriyeti merkezli 'Yeni Küresel Güç' oluşumu daha da hızlanacak." AĞIT yakıp "Amerika batıyor, Türkiye de gidici" diyenler bir gerçeği gözden kaçırıyorlar: YENİ DÜNYA Düzeni içinde "merkez" kayıyor ve eski merkezlerin "gözden düştüğü" bir ortamda başta Türkiye olmak üzere yeni "merkezler" oluşuyor! Sevgili dostlar, dünya tarihi "sarkaç hareketinin" çok sert görüldüğü birkaç dönemde oluşur. Bir dönem "X bölgesi dünya merkezi olarak algılanıp, fiyatlanıp genele hâkim olurken", bir dönem sonra "başka bir bölge ve orada oluşan gücün" aynı hâkimiyeti yaşadığını görebiliriz. 2001 Eylül saldırısı sonrası dünya genelinde başlayan "dönüşüme" de büyük ölçek içinde bakınca aynı gerçeği görürüz. Ekonomik gücünü "Ortadoğu ve Asya'daki kaos'a" dayanan askeri-endüstriyel yapı üzerine kuran Amerika, bu oyunun devamında "merkezin de o bölgeye yakınlaşması" gerçeği ile yüzleşiyor. Daha açık yazayım: Aynen Amerikalı çok önemli bir devlet adamının geçen hafta söylediği gibi Amerika artık savaş makinesinin ürettiği "fiyatlama" üstünde dönüyor ve bu çarkın dönmesi için "askeri- endüstriyel-finansal" dinamiklerin yapısı da zamanla değişiyor ve evrim geçiriyor... Sonuç: Yaklaşık 10 yıldır YENİ DÜNYA Düzeni içinde Avrupa'nın asla yer alamayacağını hatta "birleşmeden ayrışıp kaybedeceğini", Amerika'nın Türkiye ve çevresinde oluşacak yeni "güç" ile birlikte karşıtlıklar üstüne kurulan dünya merkezini kurma yoluna gireceğini savunuyorum... Avrupa'nın batması benim için asla sürpriz olmadı ve inanın her şey "olması gerektiği gibi oldu ve oluyor"! Böyle bir yapı içinde bundan sonra "zaman zaman Amerika ile çatışan" ama yeni denklem içinde "ana unsur" olan bir BÖLGE gerçeği oluşacak. Bunu da biraz açarsam; başta PKK'nın tasfiye olması ve bölgede Türkiye ile Rusya-Amerika arasında ÇEÇENİSTAN'ın köprü olduğu bir yapı içinde, dünya düzeni içinde hızla ortaya çıkan ve merkezi "bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti" olmak üzere "kat kat bina edilen" yeni bir süper gücün oluşumunu izleyeceğiz... Son söz: Amerika kıtasında bugüne kadar emperyal denkleme hizmet eden yapının "terk edilme sinyalleri arttıkça"; Türkiye Cumhuriyeti merkezli "YENİ KÜRESEL GÜÇ" oluşumu daha da hızlanacak. Bugün dünya üzerinde "egemen pozisyonunu" koruyanlar da bu oluşuma "kendi çıkarları doğrultusunda" hizmet edecekler ve katkı verecekler.

Yiğit Bulut / Habertürk

Reşat Nuri Erol
09.08.2011
18:30

"Pazartesi gününden korkmayın, bu gibi kriz dalgalarını değişimin ayak sesleri olarak anlayın; ama bu cepheden korkun..."

Hafta ekonomi açısından çok ilginç bir gelişmeyle bitiyor. Beklenen oldu ve Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s, ABD’nin kredi notunu düşürdü. Standard&Poor’s’un (S&P) açıklamasında, ABD’nin en üst seviye olan ‘AAA’ kredi notunun ‘AA+’ya düşürüldüğü belirtildi. Kredi not görünümünü ise ‘negatif’ olarak belirlendi. Bunun ABD tarihinde bir ilk olduğunu da belirtelim. S&P, aslında ‘malumu’ ilan etti. Ama burada çok önemli bir ayrıntı var. S&P gibi kuruluşlar ABD kâğıtlarının sistemdeki ağırlığını azaltarak adeta bir ‘kriz dengesi’ oluşturmaya çalışıyor. Yani zor durumda olan İspanya, Portekiz ve Avrupa destekli Yunan kâğıtlarına bir nevi yönlendirme yapmak istiyorlar. Aslında buna ‘kriz dengesinden’ ziyade ‘dehşet dengesi’ de diyebiliriz. Bu arada İtalya S&P ve Moody’s hakkında, tüketici haklarını savunan sivil toplum kuruluşlarının şikâyeti üzerine soruşturma başlattı. İtalya’da soruşturmayı başlatan savcı, bu kuruluşların değerlendirmelerinin piyasalarda çalkantıya yol açtığı şikâyeti üzerine harekete geçtiklerini belirtmiş. Çok güzel; acaba İspanya’da Sol Meydanı’ndaki göstericiler üzerinde S&P ve Moody’s’in etkisi nedir... Tamam, bu kuruluşların, şimdiye kadar çok masum ve objektif olduğu söylenemez ama herhalde krizi de bu kuruluşlar derinleştirmiyor. Peki bundan sonra ne olacak; yani önümüzdeki hafta başından başlayarak bizi nasıl bir gelecek bekliyor ve bu kriz hayatımızı nasıl etkileyecek? Bir kere şu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor; bu yalnız bir ekonomik kriz değil, bir siyasi, tarihi yeniden yapılanma ve uzun sürecek. Aslında 2008 başında finansal depremle başlayan kriz bitiyor. Ancak tam burada iki önemli sorun var ki yaşadıklarımız tam da bu iki önemli sorunun ortaya çıkan sarsıntıları. Birincisi, ortada devasa bir finansal enkaz duruyor, bu kolay kalkmaz; ikincisi yeniyi yapmak için eskiyi tamamen yıkmak lazım; ancak eski direniyor ve yıkılırken gürültü çıkarıyor. Bundan dolayıdır ki: 1-) İkinci savaş sonrası Bretton-Woods anlaşmasıyla sınırları çizilen dolara dayalı para sistemi çökmüştür; yeni bir para sistemi oluşana kadar bu tür öncü depremleri çok göreceğiz. 2-) ABD’nin geri çekilmesi-hem siyasi hem de ekonomik olarak- kolay olmayacak; örneğin, Afganistan’dan Irak’a kadar ABD, sistemin güvenliğini sağladığını iddia edip asker bulunduruyor. Aynı şekilde, başta Çin olmak üzere birçok ülke, ABD Hazine kâğıtlarını ‘ekonomik sistemlerinin’ güvencesi olarak tutuyorlar. İşte ABD askeri ile ABD Hazine kâğıtlarının yerine ikame edilecek yeni siyasi ve ekonomik kurumsal güvenceler oluşturulana kadar bu kriz defalarca vuracak. 3-) AB artık böyle devam edemez. Yeni bir AB Anayasası ve yeni bir bütünleşme dalgası gerekiyor. Ancak bunu yapacak siyasi dinamiği AB henüz yaratamadı. Türkiye’nin ya da Latin Amerika’nın çıkardığı değişim dinamiğini AB henüz çıkaramadı; Merkeller, Sarkozyler gidene kadar, AB bu dinamiği çıkarana kadar kriz ya da değişimin depremleri devam edecek. 4-) Türkiye’den başlamak üzere Doğu, krizden çıkışın ve sonrasının yapıcısı olacak; ancak bütün Doğu’da ‘eski’ yapılar, diktatörlükler, oligarşilerin içindeki gerici unsurlar direniyor. Türkiye ve Latin Amerika her şeye rağmen bu değişimde en hızlı yol alan ülke ve bölgeler. Ancak ‘evet ama yetmez.’ Bu bölgelerde demokratik Anayasalar ve demokrasinin kurumsallaşması gerçekleşene kadar krizin ve yeniden yapılanmanın dalgaları hep vurmaya devam edecek. 5-) Bu kriz, küresel bir değişim dalgasıdır. Ancak pekâlâ çok büyük bir hızla gerici bir ulus-devletler savaşına da dönüşebilir. ABD’de neoconlar, İsrail’de katliamcı şahinler, Latin Amerika’da devletçi faşistler, Avrupa’da neonaziler ve Türkiye’de en ‘solundan’ en kafatasçısına kadar Ergenekoncu Cephe bunun için elinden geleni ardına koymuyor. İşte siz Pazartesi gününden korkmayın, bu gibi kriz dalgalarını değişimin ayak sesleri olarak anlayın; ama bu cepheden korkun... Cemil Ertem / Star

Reşat Nuri Erol
10.08.2011
10:39

BU YORUMLARA DİKKAT !!!

Önce H

ÜSNÜ MAHALLİ

...

Oyuna gelmemek

Başta ABD olmak üzere Batılı ülke ve güçler bizim coğrafyamızdaki yandaşlarıyla el ele verip Türkiye'yi Suriye'ye düşman kılmak istiyorlar. Asıl amaçları da Suriye'ye demokrasiyi getirmek değil, Suriye'yi iç savaşa sürükleyerek Türkiye'yi güneyinden sıkıştırmaktır. Bu gerçeği görmeyenlerin aklından şüphe ederim.

Aklından şüphe ettiklerimden bazıları da Suriye iç savaşına bir fantezi ekleyerek bölgesel Şii-Sünni savaşından söz ederek bunun için özel çaba harcamaktadır. Olay bu kadar basit ve net. Belki de bu netlikle Şam'a giden Bakan Davutoğlu Suriyeli yetkililerle uzun uzun görüşüp somut sonuçlarla döndü. Bu sonuçların ne olduğu ya da ne tür detaylar içerdiği yakın gelecekte belli olacak. Ancak kesin olan şey Türkiye'yi Suriye'deki büyük oyuna bulaştırmak isteyen uluslararası ve bölgesel güçler şimdilik de olsa bunu başaramadı. Davutoğlu'nın Şam'da sağladığı bu başarıdan hareket ederek Suriye ve Türkiye liderleri kopma noktasına gelen ilişkileri yeniden olması gereken yere getirebilirlerse inanın bana bu coğrafyanın tüm sorunları kendiliğinden bitecek ve ortak düşmanlar kahrından ölecektir. Benim tahmin ve telepatilerim doğrulanır ve Şam ile Ankara arasında kurulacak yeni anlayış kanallarında bir sorun çıkmazsa Türkiye hem Suriye'yi yeniden kazanacak hem de bölgesel tüm prestijine yeniden kavuşacaktır. Benim tanıdığım Başbakan Erdoğan kendisine Obama, Suudi Kral ya da başkaları tarafından söylenenlere değil, Davos'ta olduğu gibi kendi inanç, duygu ve bilgileri ile hareket ederse Suriye ile ilişkilerde ve Türkiye'nin bölgesel davranış ve etkinliğinde hiçbir sorun olmaz ve Ankara bu coğrafyanın tek ciddi ve güvenilir başkenti olur. İşte Davutoğlu'nun Şam ziyareti bu anlamda çok ama çok önemlidir. Davutoğlu , Suriyeli yetkililere hangi konuda olursa olsun anlaşmaya vardıysa o zaman Türkiye hem kendi çıkarını hem de bölgesel barış ve esenlik hedefini gerçekleştirecektir.

Hep söylüyorum Ortadoğu'da son sorunlar çıkmamış olsaydı geçtiğimiz mayısta Suriye, Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak liderleri İstanbul'da bir araya gelip AB benzeri bir oluşumun altına imza atacaklardı. Bu olsaydı belki de bu yıl Suriye ile Türkiye formel olmazsa da birleşmiş olacaktı. Bir düşünün tüm Halepliler tüm gereksinimlerini hep Antep'ten karşılıyordu. Antep işte bu nedenle son 4-5 yılda milyarlarca dolarlık kazanç sağladı. Peki ortak düşman Batı yani Fransa, İngiltere, İtalya ve diğerleri böyle bir kayıp ve yenilgiyi kabul edebilir mi? İşin bir de dostluk tarafı var. Halep halkı ile Antep halkı kardeş oluyordu. Bu Suriye'nin ve Türkiye'nin tüm kentleri için geçerlidir.

Bu dostluklar ve kardeşlikler devam ettiği sürece Suriye halkı başta demokarsi olmak üzere Türkiye halkından ve Türkiye'den çok şey öğrenecekti. Bugün Suriye'de 'demokrasi istiyorum' diyen ve bu amaçla Suriyelileri sokaklara döken Batılılar işte bu nedenle Türkiye- Suriye yakınlaşmasından çok korkuyorlardı. Çünkü Suriye ve Türkiye halkları birbirine çok benziyor ve bu benzeşme kaynaşmaya, kaynaşma ise bütünleşmeye doğru gidiyordu. Bu coğrafyanın bütünleşmesi ve daha önemlisi Türkiye'nin çıkarları için 17 yıldır inanılmaz çaba harcayan eski Bakan Kürşad Tüzmen'in deyimiyle 'Biz boşuna bu kadar emek ve tertemiz alınteri dökmedik bu yollarda.' Bu yollarda birileri şimdi kan döktürmek istiyor. Umarım Davutoğlu'nın Şam ziyareti ve oradaki görüşme sonuçları bu kanının önünü keser ve Türkiye 1 Mart 2003'te olduğu gibi onurlu kibirli ve gururlu konumunda kalmayı sürdürür. Çünkü yalnızca böyle bir konum Türkiye'yi çok daha yükseklere taşır ve Türkiye'yi hedef alan tüm pis oyunların önünü keser. Bu ise AK Parti ve onun lideri Erdoğan'ı şu andaki konumundan çok daha ileriye taşır. Yeter ki Sayın Başbakan başkalarının söyledikleriyle değil Recep Tayyip Erdoğan olarak davransın.

Tabii bin yıllık Osmanlı'nın mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğunu, Suriye ve İran ile komşuluktan asla kurtulamayacağını ve Amerika denilen ülkenin 250, İsrail'in ise 70 yıl önce var olmadıklarını hep hatırlasın.

*** BİR DE BU YAZIDA ANLATILAN "BİR PLAN" VAR!

'AKP hükümeti 6 ay içinde istifa edecek!'

Başbakan Erdoğan'ın konvoyuna ve askerlere düzenlenen saldırıları önceden bilen

Taraf gazetesi yazarı Emre Usl

u'nun, bugünkü yazısı yine çok konuşulacak. Uslu yazısında PKK'nın son günlerdeki saldırılarıyla 'AKP hükümetinin istifa ettirilmesinin' hedeflenmiş olabileceğini yazdı. Uslu bu sözlerini de Mahmut Alınak'ın seçim öncesinde sözlediği ‘Altı ay içinde AKP hükümeti istifa etmek zorunda kalacak’ şeklindeki sözlerine dayandırdı. İşte Emre Uslu'nun o yazısı...

Baştan söyleyeyim yukarıdaki sözler bana ait değil. Benim öngörüm de değil. Bu sözler uzun süredir beynime kaçmış bir sivrisinek gibi kafamın çeperlerine çarpıp duruyor. Bu sözler seçimlerden önce Mahmut Alınak tarafından söylenmişti. Doğrusu uzun süredir tereddütlüydüm o programı hatırlatıp hatırlamama konusunda. Geçen yeniden dinledim Alınak’ın o sözlerini. Amerika’da olduğumdan dolayı da Alınak’a ulaşamadım. Artık yazmaya karar verdim. Eğer Alınak’ın bir açıklaması olursa buradan seve seve yayımlarım. 8 mayısta Habertürk televizyonunda Mahmut Alınak ile birlikte bir programa katılmıştım. Konu yine Kürt sorunuydu. Alınak işte o programda paylaştı “Öyle şeyler yapılacak ki seçimlerden sonra AKP iktidarı altı ay içinde istifa etmek zorunda bıraktırılacak” öngörüsünü. Şimdi BDP ve PKK’nın yaptıklarına bakınca acaba Alınak bunları mı kastetmişti demekten kendimi alamıyorum. Mahmut Alınak o programda şöyle konuşmuştu: “Keşke kör olsaydım da görmeseydim. 12 hazirandan sonra korkunç bir savaş patlak verecek. Çünkü devlet ve hükümet bu meseleyi çözmek istemiyor. PKK seçimden sonra bu gidişatla eylemsizliği bitirecek. Eylemsizlik bitince çocuklarımızın tabutları gelmeye başlayacak..” Alınak şöyle devam etmişti: “İmralı’ya gidip Öcalan’ın çözüme katkıda bulunmasını isteyeceğim. DTK demokrasiden ve özgürlükten yana olan bütün çevrelerle görüşüp demokratik çözüm konferansı düzenleyecek. Bir çözüm paketi oluşturacağız. Teorik ve pratik. Başbakan’a çözüm önerisi götüreceğiz. Ben Başbakan’ın bu öneriyi kabul edeceğini sanmıyorum. Bu nedenle o çözüm paketini hayata geçirmek için önümüze altı aylık bir süre koyacağız. İddia ediyorum altı ay içinde AKP iktidarı istifa etmek zorunda bıraktırılır. Bıraktırılabilir demiyorum bıraktırılır diyorum...” “AKP’yi iktidardan indirmek için ne yapacaksınız” sorusuna da şu cevabı vermişti Alınak: “Demokratik çözüm diyeceğiz. Sivil itaatsizlik eylemleri yapacağız. Örneğin teneke çalma eylemi... Başbakan’ın kulağının dibinde patlayan teneke gümbürtüleri Başbakan’ın sinirlerini koparır. Ekonomik boyut telefonları kullanmıyoruz, ekonomik kurumlaşmalara gidiyorsunuz. Gandi’nin yaptığı gibi.. düzeni işlemez hale getirmek. Yani hayatın her alanında kurumlaşmak. Örneğin milyonlarca kimliksiz insanlarla sokağa çıkmak. Bizi de tutuklayın kampanyaları yapmak. Ankara’yı muhatap almayacağız. Kürtler mevcut siyaseti muhatap olmaktan çıkarmalı kendi kurumlarını kurmalı.” “Erdoğan’ı indirip yerine kimi getireceksiniz” sorusuna da şu cevabı vermişti Alınak: “Halk temsilcilerini getireceğiz. Ezilenleri getireceğiz. Ezilen kadını genci işçiyi getireceğiz.” O program video paylaşım sitelerinde mevcut. İsteyen izleyebilir. BDP demokratik özerklik ilan edip “Mevcut siyaseti muhatap almıyoruz, kendi vergimizi toplayıp Ankara’ya vergi vermeyeceğiz” deyince ister istemez Mahmut Alınak’ın seçimler öncesinde ifade ettiği bu öngörüler takılıyor aklıma. Alınak o öngörüsünü Erdoğan’ın çözüme yanaşmayacağı varsayımı üzerine oturtuyordu. Oysa hemen seçim akşamı ve daha sonraki dönemlerde Erdoğan ısrarla yeni anayasadan söz ediyor ve daha demokratik bir Türkiye için ve tabii ki Kürt sorununun demokrasi içinde çözümü için bir demokratik anayasa yapılması çağırısı yapıyor. Alınak veya BDP bilebildiğim kadarıyla Erdoğan’a bir çözüm paketi de sunmadılar. Tek çözüm önerisini de Öcalan sundu ve “Devletle anlaştık” dediği hafta PKK asker kaçırmaya ve askerlere saldırmaya başladı. Bu durumda sanırım şunu söylemek yanlış olmaz. Alınak’ın “AKP’yi iktidardan etmek için girişilecek eylemler öngörüsü tuttu” ama gerekçeleri pek de Alınak’ın o programda ifade ettiği gerekçeler değil. Örneğin Erdoğan’a BDP veya DTK’dan bir öneri paketi sunulmuş ve Erdoğan da reddetmiş değil. Buna rağmen tıpkı Alınak gibi Cemil Bayık da AKP’nin bitirilmesinden söz ediyor ve savaşı bunun için başlattıklarını ima ediyor. Dolayısıyla seçimlerden sonra oluşan onca olumlu havaya rağmen gerilen “Kürt siyaseti aslında ‘Ne olursa olsun AKP’den kurtulmak için bir dizi hamleler yapacağız’ şeklinde seçimler öncesi alınmış bir kararın uygulamaya konması mı” demeden edemiyoruz. Bu durumda AKP de bu oyunu görüp reste rest mi demek istiyor? Eğer böyle bir durum varsa BDP ve PKK çevreleri AKP’yi iktidardan edecek formülü Kürt sorununa demokratik çözüm getirecek yeni anayasa çalışmalarını baltalamak pahasına neden uygulamaya koydu? Eğer BDP ve çevrelerinin seçimlerden önce verilmiş böylesi bir kararı varsa Hatip Dicle ve diğer KCK sanıklarının aday gösterilmesi de bu kararın bir parçası mı oluyor? Öcalan’ın BDP’nin desteklediği bağımsız blok adaylarının bir kısmından memnun olmadığı, bunlar için “Bu, bana yapılmış bir ulusal komplodur” dediğini biliyoruz. O halde Öcalan’a rağmen aday çıkaran BDP baştan beri bir kaos planının yürütücüsü mü? Bu ve benzeri sorular ne yalan söyleyeyim kafamı kurcalıyor. Mahmut Alınak’ın “AKP altı ay içinde istifa edecek” öngörüsü o programda sıraladığı nedenleri ortada olmadan gerçekleşiyorsa bu soruları sormak zorundayız diye düşünüyorum. Kürt ulusalcılarının seçimlerden sonra sürdürdüğü stratejinin sadece milletvekillerinin serbest bırakılması ile ilgili bir strateji olmadığı apaçık ortada. Eğer bu strateji sadece milletvekillerinin sorununu gündeme taşımakla ilgili ise PKK’nın asker kaçırarak, yok keserek, araç yakarak, sokakta insan infaz ederek, devreye girmesine ne gerek var. Sivil itaatsizlik eylemleriyle bu talepler daha yüksek sesle dile getirilebilirdi... BDP’liler de biliyor ki sivil itaatsizlik eylemleriyle AKP’yi iktidardan götüremezler. Bu nedenle de PKK devreye sokuldu gibi görünüyor... İşin daha da kötüsü bu sadece Kürt ulusalcılarının bir planı gibi görünmüyor. Bu bir ihale işi gibi geliyor. Kürt ulusalcılarına, özellikle PKK’nın şahin kanadına bu ihaleyi kimin verdiği de sanırım Suriye’de olanlara bakılarak anlaşılabilir... Bunları yazarken amacım iktidarın sorumluluğunu hafifletmek değil. Bu iktidarın açılım bakanının beceriksiz olduğunu yazan biriyim. İktidar elbette birinci dereceden sorumlu ama bir de madalyonun BDP yüzü var ki sadece BDP veya Kürt ulusalcıları yok o yüzde. Çok daha karanlık, kanlı ve karmaşık bir yüz; oraya dikkat çekmek istedim..

Reşat Nuri Erol
10.08.2011
10:48

HAYRETTİN KARAMAN bir "yazı" yazdı, ortalığı hareketlendirdi...

[keşke HİLMİ ALTIN Hayrettin hocanın yazılarını yeniden yorumlasa..]

Birçok yazar

her gün

Hayrettin K.

hocanın bu yazısını yorumluyor...

Mesela, dün Ahmet Hakan, bugün Ertuğrul Özkök de yorumlamış!

Gilay Göktürk'ün değerlendirmesi dikkatimi çok çekti:

***

Hayrettin Karaman'ın yazısı

Hayrettin Karaman'ın Yeni Şafak'ta yayınlanan "Tahammül mü; hoş görmek mi" başlıklı yazısı -kendisinin de korktuğu gibi- yoğun tepkilerle karşılaştı. Eleştirenlerin endişelerini anlıyorum ve bir ölçüde katılıyorum. (Bunlara değineceğim) Ama yine de bana, Hoca'ya biraz haksızlık yapılıyor; yazının ana fikri gözden kaçırılıyor gibi geldi. Okumayanlar için özetleyecek olursak, Sayın Karaman söz konusu yazısında önce bir Müslüman'ın imkânlar ve şartlar elverdiği takdirde İslam ahkâm, ahlak ve adabının hâkim olduğu, kimsenin aleni olarak bunları çiğneyemediği bir toplumda yaşamak isteyeceğini; yine imkân bulduğunda, şartlar müsait olduğunda, düzelteyim derken bozma ihtimali bulunmadığında, daha büyük sakınca doğurmadığında her Müslüman'ın kamuya açık yerde dine, ahlaka, adaba aykırı bir davranışı engellemek veya ıslah etmek maksadıyla müdahale etmekle yükümlü olduğunu söylüyor. Dikkat edilirse bu bölümde ifade edilen şey genel ve teorik bir kural. Hemen arkasından da somut duruma geçilip şu soru soruluyor: "Bir Müslüman yukarıda özetlediğim imkanlardan mahrum ise, çok dinli, çok kültürlü, çok ahlak anlayışlı bir toplum içinde yaşamak durumunda kalmış ise ne yapacaktır?" Ve şöyle devam ediyor: "Şartlar müdahaleye ve düzeltmeye müsait olmadığına göre bunu yapamayacaktır. Şartlar, ötekilerden ayrı bir mekana yerleşip orada kendi inancına göre yaşamaya elverişli değilse bunu da yapamayacaktır. Geriye beraber, yan yana yaşama şıkkı kalıyor." Yazının daha sonraki bölümünde ise Hayrettin Karaman'ın bugün Türkiye için kaçınılmaz gördüğü bu "birlikte yaşama" durumunda Müslümanlar'ın nasıl davranması, nasıl hissetmesi gerektiği ile ilgili fikirlerini ve tabii dindar kesime yönelik iç eleştirilerini okuyoruz. Yazının ana fikri de zaten burada başlıyor. Karaman bu bölümde çoğulcu bir toplumda yaşayan Müslüman'ın farklı olanlarla zorunlu ilişkisinin "hoşgörü" değil, "tahammül" olması gerektiğini savunuyor. Hoşgörü kavramının "hoş bir şey gibi görmek" şeklinde algılanmasından duyduğu rahatsızlıkla, tahammül kavramını getiriyor ve Müslüman bir kişinin farklı olanlarla arasındaki farkın "farkında olmak" mecburiyetine vurgu yapıyor. Zaten yazının finalinde yer alan şu cümle onun bu yazıdan meramını açıkça ortaya koymakta: "Dindarlık bakımından en önemli tehlike bu 'farkında oluşun' ortadan kalkmasıdır. Şartlar öyle getirdiği için farklılığa tahammül ederek, kimsenin -düzen tarafından verilmiş- hak ve hürriyetine müdahale etmeden yaşamak başkadır, hoş olmayanı hoş görmek başkadır." X x x Bu yazı bana köşe yazarlığına başlarken yazdığım ilk yazıyı ( Hoş Görmeme Hakkı, Yeni Yüzyıl, 19 Aralık 1994) hatırlattı. Belki de bu yüzden, Karaman'ı daha iyi anladım. Zira ben de o yazıda, hoş görmenin, hoş bir şey gibi görme noktasına doğru kaydığını yazmış ve şöyle demiştim: "Bilindiği gibi, hoşgörü bileşik bir kelimedir. Birleşik yazılır, birleşik okunur ve 'katılmadığınız, beğenmediğiniz hatta zararlı ya da tehlikeli bulduğunuz şeylere hayat hakkı tanımak, varlığını kabul etmek' anlamını taşır. Ama galiba son yıllarda çoğunluk bu kelimeyi ayrı yazmaya ve öyle anlamaya başladı. Etrafında yaşanan yanlışlıkları, kalitesizlikleri, ilkellikleri hoşgörmüyor; 'hoş bir şey' olarak görüyor. (...) Belki de diyorum, geçmişte farklılıklara tahammül gösteremeyen bazıları, 'demokrat olmanın' faziletlerini yeni yeni keşfettiklerinden, kantarın topuzunu kaçırıp bir çırpıda 'tahammül etmek'ten sempati duymaya doğru kayıverdiler. İsteyenin türban takma hakkını savunayım derken neredeyse kendi başlarını örtecekler. Devlet televizyonundaki arabesk yasağına karşı çıkmakla işe başlayıp arabesk hayranı oluverdiler. İslami kesimin de entelektüelleri olabileceğini görmeleriyle birlikte onların müritliğine soyundular." Dikkat ederseniz, 17 yıl önce yazdığım bu yazıda, ben de bugün Karaman'ın taşıdığı kaygıyı (ama tersten) dile getiriyor; din ve ibadet özgürlüğünü savunan liberal demokratların "farklılıklarının farkında olmaları gerektiğine" vurgu yapıyorum. Bu yazımda, Karaman'ın savundukları ile benim yıllar önce yazdıklarım arasındaki simetriyi vurgulamakla yetinip, bir sonraki yazımda sözünü ettiğim simetrinin anlamı üzerinde daha derinlemesine durmak istiyorum. (Biliyorum, daha önce iki defa "devamı gelecek yazıya" duyurusu yapıp ani gündem değişiklikleri dolayısıyla ikinci bölümleri yazmaya fırsat bulamadım. Ama söz, bu defa devamını getireceğim.)

Reşat Nuri Erol
12.08.2011
05:21

İnsanlık Adil Düzen'e muhtaç

12 AĞUSTOS 2011

Saadet Partisi her yıl geleneksel hale getirdiği başta D-8 ülkeleri olmak üzere İslam Ülkelerinin Ankara'da görev yapan büyükelçilerine verdiği iftar yemeği bu yıl da büyük bir katılımla gerçekleştirildi. İftar sonrası konuklara hitap eden Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak, konuşmasında batının çifte standardına dikkatleri çekerek, insanlığın kurtuluşu için yeni bir düzenin şart olduğunu söyledi. Kamalak, "İşte Irak, işte Filistin, İşte Bosna-Hersek! İşte bu yüzden, Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nı yeniden tanzim etmeye, yani barışı, hak ve adaleti esas alan Adil Düzen'i tüm insanlığa sunmaya mecburuz. Adaleti sağlamak için buna mecburuz. Mazlumların haklarını korumak için buna mecburuz. Tüm insanlığın huzur ve saadeti için buna mecburuz. Çünkü bütün insanlık Adil Düzen'e muhtaçtır" dedi.

Swiss Otel'de düzenlenen iftar programına Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak'ın yanı sıra D-8 ülkelerinin büyükelçileri, İslam ülkelerinin büyükelçileri, müsteşarları, siyasi ateşeleri, İslam ülkelerinde etkili olan basın kuruluşları da iştirak etti. Programa İran'dan Bosna Hersek'e, Filistin'den Somali'ye, Kazakistan'dan Bahreyn'e kadar bir çok İslam ülkesinin temsilcisi katıldı. İftar programına ayrıca Saadet Partisi Onursal Genel Başkanı Recai Kutan, Diyanet İşleri Eski Başkanı Lütfi Doğan, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcıları, GİK Üyeleri ve Genel Başkan Danışmanları da katıldı. İftar öncesi konukların masalarını tek tek gezen Kamalak, misafirlerine 'hoş geldin' dedi. İftar sonrası kısa bir konuşma yapan Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak, konuşmasının başında Ramazan ayının önemine değindi. Kamalak, "Ramazan, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu necat olan mübarek bir aydır. Kur'an-ı Kerim, dünya semasına bu ayda indirilmiştir. Bu ay kardeşliğin ve huzurun tesisi için bir yandan ibadetin, diğer yandan yardımlaşmanın arttığı bir ay olmalıdır. Bu çerçevede Somali'deki kardeşlerimizin karşılaştığı açlık ve sefaletin izalesi için yardım çağrılarına katkıda bulunmalıyız. Bazı ülkelerde meydana gelen kargaşaların durdurulması için sağduyu ile hareket etmeliyiz" dedi. İngiltere'deki ayaklanma dehşet verici Kamalak, son günlerde bazı İslam ülkelerinde meydana gelen hareketler ve Norveç'te yaşanan katliam sonrası dünyanın sürüklendiği durumun dehşet verici olduğunun altını çizerek, "Bir kısım kardeş Müslüman ülkelerde meydana gelen hareketlere ilaveten Norveç'te yaşanan katliam ve son günlerde İngiltere'deki ayaklanma ve yağma, dünyanın içine sürüklendiği durum itibarı ile dehşet vericidir. Bu gelişmeler ahlaki ve manevi temellerden yoksun, adalet duygusunun ve adil bir paylaşımın olmadığı topluluklarda kalıcı bir huzurun sağlanamayacağının açık bir delilidir. Görülüyor ki ne Siyonizm ne de onun kurduğu Komünizm dünya barışına hiç bir katkı sağlamamıştır. 1989'da Sovyetlerin dağılması, Komünizm'in çöküşü olarak görüldü. Böylece soğuk savaş dönemi bitmiş, dünya tek kutuplu hale gelmiştir. Komünizm'in çökmesinden hemen sonra NATO'nun strateji değiştirmesi, İslam'ı ve İslam ülkelerini, düşman olarak değerlendirmesi dünyada yeni bir durum meydana getirdi" diye konuştu. 11 Eylül 2001 hadiseleri bahane edilerek, ABD Başkanı'nın ifadesiyle yeni bir Haçlı Seferi'nin başlatıldığını da hatırlatan Saadet Lideri Kamalak, sonrasında ise Afganistan ve Irak'ın işgal edildiğini söyledi. Kamalak, "Her iki ülkede milyonlarca insan katledildi; binlercesi hapishanelerde işkence ve tecavüzlere maruz kaldı. İslamafobia planlı bir tarzda Batı toplumlarına bir zehir gibi zerkedildi. Bu süreçte İslam'a, İslam Peygamberi'ne ve Müslümanlara karşı basın yoluyla saldırılar oldu. Minareleri dahi yasaklamak için kanunlar çıkarıldı. Müslüman'ca giyinen genç kızların okumalarına bile engeller getirildi. Bütün bu gelişmeler neticesinde Batı âlemi hiç beklemediği tepkilerle kaşlaştı. Norveç'te de bir gencin 80'den fazla insanı hunharca katletmesi ve İngiltere'de meydana gelen sokak kargaşası ve talanları, kanaatimce, Batının izlediği bu yabancı düşmanlığı ve İslamofobia'nın bir tezahürüdür. Bizler, Müslümanlar olarak bu vahşi gelişmelere dur diyebilecek inanca sahibiz. Müslümanlar olarak gerekli adımları atmaya, gerekli mesajları vermeye mecburuz" açıklamasında bulundu. Tek çare İslâm Birliği'dir Kamalak, meydana gelen bütün bu gelişmelere karşın İslam'ın mana itibariyle barış ve huzur olduğunu da kaydederek, "İslam, mana itibarı ile zaten "Barış ve Huzur" demektir. Rahmetli Erbakan Hocamız, bu durumu yıllar önce gördüğü için, çözüm yollarını da bizlere göstermiştir. Çözüm; İslam Birliği'dir. Evet; tek çare, İslam Birliği'dir. İyi de İslam Birliği nasıl kurulacaktır? İslam Birliği'nin kurulması için öncelikle, İslam ülkelerinin oluşturduğu bir İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulmalıdır. İslam Ekonomik İşbirliği sağlanmalıdır. İslam Dinarı çıkarılmalı. İslam Kültür Teşkilatı kurulmalıdır. İslam Savunma Paktı; yani İslam NATO'su kurulmalıdır. Aslında İslam Birliği için, genel bir fikir birliği oluşmuş, bir kısım çok önemli adımlar da atılmıştır. Bilindiği gibi; İsrail'in Kudüs'ü işgalinden sonrası, 1969 yılında, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ), 1975 yılında da İslam Kalkınma Bankası kurulmuştur. Rahmetli Erbakan Hocamız, karar alma sürecini hızlandırmak ve etkin bir süreci başlatmak için D-8'lerin kuruluşuna öncülük etmiştir. Bilindiği gibi D-8'ler 8 İslam ülkesi tarafından kurulmuştur. Ancak bu birlik bütün İslam ülkelerinin üyeliğine açıktır" şeklinde konuştu.

Reşat Nuri Erol
12.08.2011
05:37

Yukarıdaki

"Dünya Adil Düzen'e muhtaç"

haberi, bugünkü Milli Gazete'nin manşet haberidir...

İlgilenenlerin bilgisine...

reşad

Reşat Nuri Erol
12.08.2011
05:57

Bu asrın yorumcusu Bediüzzaman toplumsal hayattaki değişimi anlatırken insanlığın gelişimini 5 evreye ayırıyor: Vahşet ve bedeviyet, memlukiyet, esaret, ecir, malikiyet ve serbestiyet. Ecir dediği kapitalist dönemin sonunun geldiğini ve onunda öncekiler gibi yırtılarak, mülk ve serbestliğin daha çok öne çıkacağı dönemin geleceğini söylüyor. Bir başka eserinde de "insanoğlu esir olmak istemediği gibi ecir (ücretli) olmak da istemez" diyerek yeni dönemin özelliğini vurguluyor. Şu anda kapitalizmin yırtılışına tanık oluyoruz. Görünen bu... (Yaşar Süngü)

Reşat Nuri Erol
12.08.2011
06:09

Mümtaz'er Türköne

Harbiyelinin yeni general modeli

Yazılı ve görsel medyanın bize aktardığı sahneleri, özellikle yarının generalleri izlemeli. Kurmay zekâsı yaşanan tecrübeden, olabildiğince kapsamlı sonuçlar çıkarmaya çalışır. Tablo herkesi rahatsız ediyor. Askerlik bir şeref mesleği. O kadar meşakkate katlanmak ve meslekî bir görev olarak ölüme her an hazır olmak için moralinizin yüksek olması lâzım. Ordumuzun güvenilirliği ve itibarı hiç bu kadar ayağa düşmemişti. Harbiye'den mezun genç bir teğmen ölüme atılmaya hazır beklerken ana karargâhına nasıl güvenecek? Biz nasıl rahat uyuyacağız? 'İnternet andıcı' davası, TSK için düşülebilecek en dip çukur. Ergenekon ve Balyoz davası gibi, spekülasyona açık bir tarafı yok. Ortadaki suça 'işlenmedi' diyen de yok. TSK, kurumsal olarak, emir komuta zinciri içinde suç işlemiş. Sadece haklarında iddianame tanzim edilen kişiler değil, Genelkurmay karargâhı bütünüyle kurumsal yetkileri ve imkânlarıyla bu suça ortak olmuş. Birçok ölçüden sadece biri: Suç en yetkili kişinin emri ve talimatlarıyla işlenmişse, bu suç artık kurumsal bir nitelik kazanır. Görünen o ki, İlker Başbuğ da hesap verecek. Emekli Orgeneral Hasan Iğsız'ın Beşiktaş adliyesinde hâkimin karşısında ölçülü ve saygılı tavırları, genç teğmenlerin dikkatinden kaçmamıştır. Ama asıl dikkat edilmesi gereken, hâkimin yönelttiği suçlamalar. Genelkurmay II. Başkanlığı yapmış bir orgenerale hâkim tane tane şu suçlamaları yöneltiyor: Ergenekon terör örgütünün amaçları doğrultusunda askerî müdahale ortamı oluşturmak. Bu amaçla internet siteleri vasıtasıyla kara propaganda faaliyetlerini icra ve organize etmek. Devlet yöneticilerini baskı altına almak. Gerektiğinde kamu düzenini bozup ülkede kaos ve düzensizlik oluşturmak. Halkı devlet yöneticilerine karşı kışkırtmak ve böylece anarşi ortamı oluşturmak. Cebir ve şiddet yöntemleriyle hükümetin görevini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek. 'İnternet andıcı' Türkiye'nin yakın tarihinin röntgenini veriyor. TSK, bir siyasî parti gibi çalışmış. Sahip olduğu kurumsal imkânları hukuk düzenini ortadan kaldırmak ve kamu düzenini bozmak için kullanmış. Ne için? Siyasete müdahale etmek için. Darbenin basit bir eylem olmadığı, şartları olgunlaştırmak için her şeyi tepetaklak etmek gerektiği ortada. Ordu hükümete, hükümetin yönettiği devlete savaş açmış. Düşman bir ülkenin ordusu değil, kendi ordumuz. Savaş zamanı olsa, iki saatlik yargılama sonucu bu paşaların kurşuna dizilmesi gerekirdi. Sonra, zincirleme bir çözülme başlıyor. Karargâh, şerefi ile oynayıp Dursun Çiçek'i kurban veriyor. Dursun Çiçek, kendi onurunun kavgasını veriyor. İhbarlar yağıyor. Şimdi de II. Başkan Iğsız, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'u adres gösteriyor. Türkiye yakın tarih içinde sıradışı olaylar yaşadı. Bir AK Parti kapatma davası bile, geride bıraktığımız bataklık hakkında fikir vermek için yeterli. Ordu, kendi hükümetine karşı bir savaş yürütmüş. Kirli yöntemler kullanmış. Bu ülkeye hiçbir düşmanın veremeyeceği zararı, o üniformanın altında ve o koca koca karargâhlarda planlamış. Tank çamura saplanmış durumda. Bu tankı saplandığı bataklıktan ancak sivil hükümet çıkartabilir. Sivil hükümetin kefaleti ile ordumuz yeniden itibar ve güven kazanmaya başlayabilir. İstikrarlı ve güven veren bir hükümet iş başında. Olup bitenlerin maksadı da bu hükümeti karalamakmış. Şimdi bu hükümet, orduyu elden geçirecek yeni bir ayar verecek ve 'bu iş tamam' dediği zaman, bizler de yeniden hukuk ve ülkenin çıkarlarından sapmayan generallerin ordumuzu yönettiğine inanmaya başlayacağız. Ordumuzun, benimsediği stratejik konseptlerden organizasyon şemasına kadar her şeyin tepeden tırnağa elden geçirilmesi lâzım. Hukuk denetimi işliyor. Sivil denetimin kurumlaşması ise ordunun devlet içindeki yerinin evrensel standartlara çekilmesine bağlı. Genç Harbiyelilerin kafasında artık yeni bir general modeli gelişiyor olmalı. m.turkone@zaman.com.tr 12 Ağustos 2011, Cuma





Sayı: 112 | Tarih: 7.08.2011
Mahir Kaynak
Hangi delil
Tebrikler
1801 Okunma
15 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Adı bilinen son Türk Genelkurmay Başkanı
Asker topluluk
1369 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Vahim Bozukluklar ve Sapıklıklar
Felsefecilerin Soruları
1353 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Taşgetiren
500 milyon dolarlık vicdan
Taşıma suyla değirmen dönmez
1148 Okunma
6 Yorum
Zübeyir Erol
Zülfü Livaneli
dünün penceresi
zalim sistemler kanla ölümle beslenir
1114 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ebubekir Sifil
Değişim
Nasıl Değişmeli?
1035 Okunma
Zafer Kafkas
Taha Kıvanç
Uyarayım:Ben biraz tuhafımdır
Bildik tuhaflıklar; değişim, hafıza ve lügat
1004 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Ruşen Çakır
PKK olmasaydı?
Şerde Hâyır Zorlaması
992 Okunma
Tayibet Erzen