Her dört kişiden biri ajan ise...
1128 Okunma, 0 Yorum
Taha Kıvanç - Zaman
Ahmet Kirtekin

Gündem o kadar yoğun ki, futbolda şikeden daha az önemli olmayan nice konu gazete sütunlarında öksüz kalıyor... Önemli konuların öksüz kalmasını da benim yüreğim kaldırmıyor...

Cuma günü Radikal'de İsmail Saymaz imzalı "Mersin'de beş Protestan'a bir ajan düşüyor" haberi sözgelimi: Mersin ve Tarsus'ta toplam 20 Protestan yaşıyormuş... Protestan Cemaati üyelerinden üç kişinin 'Jandarma elemanı' olduğu biliniyormuş zaten; o üç kişiden biri 'başpapaz' konumunda biri, diğer ikisi de İncil satışı yapan bir yayınevinin çalışanıymış...

Zirve Davası'yla ilgili soruşturmalar sırasında, bir gizli tanık, bir dördüncü 'ajan' ismi daha vermiş... O eleman Mersin Jandarma istihbaratında görev yapan bir astsubaya bağlı olarak sızmış Protestan Cemaati içerisine... "Doğru mu?" diye sorduklarında, "Evet" demiş astsubay, "Kendisini misyonerlik faaliyetleri konusunda haber elemanı olarak kullandım..."

20 kişilik Cemaat'in dörtte biri 'tescilli ajan', sizin anlayacağınız... Acaba geri kalan 16 kişi gerçek Protestan mıdır dersiniz?

Misyoner faaliyetleri söz konusu olduğunda benim zihnime hemen 30 yıl kadar önce yaşadığım bir olay üşüşür. Milli Gazete'yi yönetirken, dindar insanların çocuklarını gönderdiği bir özel okulda İngilizce öğretmeni olan bir genç ziyaretime gelmiş, yakınlarının yoğun bir Hıristiyanlık propagandasına maruz kaldığını anlatmıştı.

Yanında 'vaftiz töreni' fotoğrafları getirdi aynı genç... Bana, "Ne olur, misyonerlerin bu tehlikeli faaliyetini deşifre edin, gençleri kurtarın" ricasında bulunarak...

"E, ne olmuş?" demeyin, çünkü devamı var... 2001 yılı sonunda, iki gazetede ayrı ayrı manşet oldu aynı genç, birkaç da TV programına çıktı; 'Türkiye'deki Protestan Cemaati'nin lideri' sıfatıyla... 15 yıl önce bana misyoner faaliyetlerini 'ihbar eden' gencin kendisi de sonunda Hıristiyan mı olmuştu? Acaba?..

Bilemem... Karanlık ortamlarda kimin elinin kimin cebinde olduğunu bilemezsiniz çünkü...

Almanya'da başlayıp Ankara'da Kanal-7 yöneticilerinin tutuklanmasıyla devam eden 'Deniz Feneri e.V' davası da, bana en baştan itibaren hayli karanlık göründü. Söylenenlerle yapılan arasında bayağı farklar var çünkü...

Dava neredeyse bütünüyle 'e.V'nin mali işlerine bakan birinin 'itirafçı' haline dönüşmesi sonrası anlattıklarına dayanıyor. Onun yönlendirmesiyle Almanlar dava açtılar, onun verdiği bilgiler istikametinde gelişti dava, onun suçladığı kişileri mahkum etti Alman mahkemesi... Bütün bunları yaparken, 'muhbir vatandaş' ile ilgilenen Alman istihbarat örgütünden bir üst düzey yetkili de, duruşma salonunda hazırdı... Bütün duruşmalarda...

Bir ara Başbakan Tayyip Erdoğan'ın adını da davaya bulaştırmaya kalkıştı Almanlar...

İşin bir başka ilginç tarafı şu: Almanya'da da ABD'de olduğu gibi uzun sürecek davaların mahkeme-dışı anlaşmaya bağlanması mümkün... Savcılık suçlu olduğunuzu üstlenmeniz karşılığında daha az ceza istiyor, mahkeme de kabul ediyor... Bu dava da mahkeme-dışı çözüldü, ama nedense aylar boyu duruşmalar devam etti. Mahkeme duruşmalar sonunda en başta anlaşılan cezayı verdi...

Neden? Acaba sebep, duruşmaların medyaya malzeme teşkil etmesini sağlamak olabilir mi? Çünkü mahkemenin sürdüğü günlerde, Almanya'da ve Türkiye'deki malum gazeteler ve televizyonlarda büyütüldü bu dava...

Üzerine öldürücü darbelerle saldırılan dernek Almanya'daki hamiyetli vatandaşların muhtaç coğrafyalara para ve ayni yardım yapmasını sağlıyordu. Almanlar bu tür derneklerin varlığından hiç mutlu değiller. Kontrol edemedikleri, kendi dış politika tercihlerine uymayan yardımlar hoşlarına gitmiyor ve bu sebeple rahatsızlar; bir de Almanya'daki bankalarda yatıp kullanıma girecek paraların sınırları dışına çıkmasından...

Benzer faaliyetler yürüten başka dernek ve örgütlere de ibret-i âlem olmasını istedikleri için de, mahkeme-dışı anlaşmayla en baştan karara bağlandığı halde aylar süren duruşmalara konu ettiklerini düşünmüştüm Almanların...

Olabilir mi? Bana hâlâ olabilir gibi geliyor...

Anlayamadığım konu şu: Ankara'daki savcılar Almanya'da görülen mahkemede yargılanmamış isimleri sorgulamaya alır ve sonrasında tutuklama kararı verirken, herhalde bu kuşkuları hiç kaale almamış olmalı... Oysa hiç değilse içeriden bilgiler aktarmış 'sayın muhbir vatandaş' durumundaki derneğin Almanya'daki mali işler sorumlusunun Alman istihbarat örgütüyle ilişkisini ortaya çıkarmaya çalışabilirler...

Savcılar konuyu bir de bu yönde irdelemeli, mahkeme de "Bu işin arkasında başka bir iş olabilir mi?" sorusuna cevap aramalı. Unutmasınlar: Almanlar başbakan iken Tansu Çiller'in adını da uyuşturucu kaçakçılığı skandalına karıştırmaya kalkışmışlardı.

Onlar bunu hep yapıyor zaten...

t.kivanc@zaman.com.tr   

 

12 Temmuz 2011, Salı

 

Yorum: İnsan toplulukları kalabalıklaşıp ilişkiler karmaşık hale geldikçe kimin, neyi, ne niyetle, ne şekilde yaptığını hakkıyla bilmek daha zor hale geliyor. Din gibi bir alanda “ajan”lık işler varsa siyaset, ekonomi ve sosyal hayat ne kadar masum olabilir ki?

Peki nasıl yapacağız?

Dürüst insanları terör örgütü mensupları ve komplocular ile  nasıl ayırt edeceğiz?

Yardımseverler ile dolandırıcıları nasıl ayırt edeceğiz?

Dindarlar ile münafıkları (her bir din için geçerli olmak üzere inanır görünüp başka türlü amel edenleri) nasıl ayırt edeceğiz?

İzler birbirine bu kadar karışmışken çok zorlanacağız. Ergenekon, Balyoz, futbolda şike, Deniz Feneri, Hrant Dink ve diğer bütün davaları alt alta yazıp bir kamuoyu araştırması yapsak hemen her dava için %10 masumiyet karinesi çıkar. Yani bir partinin meclise girmesi için gereken oy oranı. Bu aynı zamanda kesin suçluların da listesini verecek.

Artık herkesin kendi mazlum ve zalimleri var. Buradan da anlaşılıyor ki bugün adaletin tesis edilmesi en büyük ihtiyaçtır. Yargı sistemi yeniden düzenlenip belli bir mesafe kat edilene kadar dikkatli insanlar en azından kendilerini korumak üzere bazı basit çarelere başvurabilirler.

1. Siyasi, ekonomik, sosyal ve dini birliktelikler açık sözleşmeler etrafında kurulmalı ve bu sözleşmeler topluma ilan edilmelidir.

2. Siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu kuruluşlarının, bir şekilde topluma mal olmuş ve faaliyetlerini toplum faydası için yürütmekte olan kuruluşların ekonomik verileri açık ve net olmalıdır. Birey ve şirket hakları ihlal edilmeden şeffaf bir ekonomik sistem içerisinde hareket edilmelidir.

3. Anlaşmazlıklarda ve soruşturmalarda bu açık sözleşme ve kayıtlar incelenerek hızla karar verilmelidir.

Söze dayalı inanmışlıklar, gizli, söze dayalı anlaşmalar, kayıt dışı işlemler, tanış olmak eksenli masumiyet karineleriyle adaletin tesis edilemeyeceği artık aşikardır.

 

 

Ahmet Kirtekin






Sayı: 108 | Tarih: 10.07.2011
Ahmet Taşgetiren
Ustalık döneminin anlamı
Rüya; Son kabine mi?
2129 Okunma
Zübeyir Erol
Ebubekir Sifil
Moderniteye Direnmek
Üretmeden Tüketmek
1535 Okunma
Zafer Kafkas
Mehmet Şevket Eygi
Osmanlıya Düşman Reformcu İlahiyatçılar
Osmanlıya değil, kendimize bakalım
1481 Okunma
4 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Yanlış gazlama
Mehmet Haberal neden bu kadar önemli?
1459 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Bütünü çözmek
Af değil erteleme
1213 Okunma
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
Omurga eski, kabine yeni
Arkadaş, memleket nire?
1195 Okunma
Tayibet Erzen
Ruhat Mengi
Çözüm bulunmuş; evlenmesinler!
Yorumsuz
1132 Okunma
Vahap Alma
Taha Kıvanç
Her dört kişiden biri ajan ise...
Zalim ile mazlumu ayırmak
1128 Okunma
Ahmet Kirtekin


© 2024 - Akevler