Moderniteye Direnmek
1535 Okunma, 0 Yorum
Ebubekir Sifil - Milli Gazete
Zafer Kafkas

Modernite deyince aklımıza öncelikle hayatın görünen yüzünün gelmesi karşı karşıya bulunduğumuz problemin ciddiyetini gösteriyor. Modernite-İslam ilişkisi bağlamında tartıştığımız meselelerin birkaç “kışkırtıcı” başlığa inhisar etmesi de aldatıcı noktalardan biri şüphesiz. Oysa bunlar sonuç. Sebebe inmedikçe meseleyi -en azından zihnimizde- çözme şansına sahip olmamız mümkün değil.

Müslümanlar olarak -mesela- modernitenin kurguladığı “üretim-tüketim ilişkileri” hakkındaki düşüncemiz nedir? İslam, üretimin ve tüketimin hangi esaslar dâhilinde olmasını öngörür ve biz, fiilen yaşamakla bir cüz’ünü oluşturduğumuz modern üretim-tüketim ilişkileri bütünü içinde İslam’ın öngördüğü modeli zihnen kabul edebilecek durumda mıyız?

İslam, üretimin ihtiyaçlar kadar olmasını öngörür. İhtiyaçtan fazlasını üretmek birkaç açıdan mahzurludur. İhtiyaçtan fazla üretecek olursanız;

1. Hammaddeyi gereğinden fazla tüketmeden bunu yapamazsınız. Hammaddenin israfı tabiatın/çevrenin tahribi anlamına gelir. Dolayısıyla ihtiyaç fazlası üretim, bize “emanet” olarak verilmiş tabiatın tahribini intaç eder.

2. İhtiyaç fazlası üretimin kâra dönüşmesi, ancak toplumda yapay ihtiyaçlar oluşturmakla mümkündür. Burada da “israf” söz konusudur.

3. İhtiyaç fazlası üretimi esas alan ekonomi anlayışı, kaçınılmaz olarak acımasız bir “rekabet” ortamını doğurur. Modern ekonomik sistemde var olabilmenin olmazsa olmazlarından birisi “durmadan büyümek”tir. Belli bir seviyede durmak, bu sistemde yok olmakla eş anlamlıdır. Dolayısıyla büyümek için her ne lazımsa onu yapmak zorunda kalan işletmeler, ahlakî ilkeleri de, hukukî ilkeleri de buna göre düşünüp tesbit etmek zorundadır. (Modernitenin temelinin ekonomiye dayandığı gerçeğini hatırlayalım.) Kimse doğruluğuna kani olmadığı bir şeyi yapmaz. En azından devamlı olarak yapmaz. Başlangıçta yaptığı şeyin doğru olmadığını düşünse bile, onu yapmaya devam ettiğinde, -yaşadığı gibi inanmanın kaçınılmaz sonucu olarak- “kabul ettiklerinin” değil, “yaptıklarının” doğru olduğunu söylemeye başlayacaktır insanlar.

Hormonlu yiyecekler gibi durmadan sağlıksız bir şekilde büyüyen metropol şehirlerde yaşamaya, işlem görmüş, katkı maddesi eklenmiş, raf ömrü uzatılmış gıdalar tüketmeye, evlerimizi ve çevremizi kuşatmış bulunan cihazlara itiraz etmeye, bunu en azından zihnen yapmaya hazır olup olmadığımız meselesinin modern çağda İslam’ın doğru algılanıp doğru yaşanmasıyla doğrudan ilişkisi var.

Bunlar olmadan yaşayamayacağımız düşüncesine sahipseniz, bunun da size modernitenin hediyesi olduğunu acilen fark etmek durumundasınız…

Bütün bunlar insanın nefsî arzularına ve hevasına hitap eden, onu köpürten bir hayat tarzının ifadesi. Dolayısıyla modern hayat tarzının en temelde insanın nefsî hevası üzerine kurulu olduğunu söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.

Şimdi başa dönüp soralım: Müslümanca bir hayat için moderniteye ruh veren teori ve pratiklerle zihnen hesaplaşmaya hazır mıyız?

 

Yorum:

 

Üretmeden Tüketmek

 

İnsan, çalışıp üretme isteğinden,  tüketme isteği daha fazla olan bir varlıktır. Sürekli tüketmek isterler , çalışmak istemezler. Bu durum doğru kanalize edilmez ise toplulukta dengenin bozulmasına, malların azalmasına ve yokluğa gidilmesine sebep olmaktadır. İnsana verilen bu özellik ilk bakışta zararlı gibi görünsede bu sayede insanlar topluluk içerisinde kendilerini birey olarak koruyabilmekte , birbirleriyle yarışarak insanlığın ilerleme ve gelişmesini sağlamaktadırlar.

 

 

Bu fazla tüketim eğiliminin zararlı yönünü faydalıya çevirmek buna uygun bir düzeni tesis etmekle gerçekleştirilebilir. Bu düzenin temeli ise insan ürettiği kadar tüketecek, topluluğa ne kattıysa ancak o kadar topluluktan alacaklı olacaktır. Sistemimizi buna uygun hale getirebilirsek insan daha çok tüketebilmek adına daha çok üretmeye gayret edecek ve bu sayede tüketme isteği üretme arzusunu kamçılayacaktır. Bu da ürettiğinden fazla  tüketmenin sonucu olan malın azalmasına engel olup denge oluşmasına imkan sağlayacaktır.

 

Bir toplulukta üretilen malların tüketilen mallardan her zaman fazla olması gerekir, bu fazlalık kıtlık , savaş vs gibi kriz dönemlerinde üretimin düşmesiyle oluşacak sıkıntıyı gidermek için kullanılabilecektir.  Dengenin oluşabilmesi ve her zaman üretilmiş ve stoklanmış mal bulabilmek için ürettiği kadar tüketmek kadar , önce üretip sonra tüketmek de çok önemlidir. Bunun sağlanması da herkes topluluğa kattığını malın karşılığını hemen değil daha sonra kendisine lazım olduğunda almasıyla gerçekleşir. Herkesin topluluktan alacağı bulunacaktır. Tersi durumda malum olduğu üzere mal azalır ve denge yine bozulur.

 

Temel esaslarımız oluşturan “ürettiği kadar tüketmek ve önce üretip sonra tüketmeyi” gerçekleştirmek mevcut düzen içerisinde kolay değildir. Mevcut düzen maaalesef insanları ürettiğinden fazla tüketmeye ve tükettikten sonra üretmeye veya tükettikten sonra hiç üretmemeye teşvik etmektedir. Cari sistem, en küçük topluluk olan aileden , devlete kadar tüm birimlerin borçlu yaşaması düzeninden başka birşey değildir. Faiz ve veresiye satışlar borçlu yaşama düzenini kurarlar. Bankadan kredi kullanan kişi veya kurum üretmediği bir malı tüketmeye başlar ve üretim gecikmeli bir hal alarak denge bozulur. Veresiye satışlarda da önce tüketme vardır. Tüm bunlar dengeyi bozarak varlıkların bitmesine ve bireyden başlayarak devlete kadar herkesin borçlanarak yavaş yavaş kendi kendini yok etmesidir.

 

Borçlanmamak , varlıklarımızı yok etmemek daha doğrusu kendi kendimizi yok etmemek için yukarıda bahsettiğimiz ürettiği kadar tüketme ve önce üretme sonra tüketme ilkelerimizi nasıl gerçekleştireceğiz?  Öncelikle insanları israfa teşvik eden , varlıklarımızın yok olmasına sebebiyet veren faiz ve veresiye müesseselerinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Daha sonra bunların yerine dengeli bir ekonomiyi sağlayacak kendi mekanizmalarımızı koymamız gerekir.  

 

-Halka faizsiz ön ödemeli sipariş kredisi verilir. Böylece yıllık ihtiyaçlar yılbaşında sipariş edilerek , üretim planlanmış olur ve israf önlenerek  kaynaklar üretime yönlendirilir.

-İşçilere faizsiz çalışma kredisi verilerek istediği işverenin yanında çalışması sağlanır ve işverende her işçinin getirdiği hammadde kredisinden faydalanır. Bu sayede kredi yine üretime yönlendirilmiş olur.

Bunlar krediyi tüketmeden üretmeye götürmektedir.

-Sabit ücret yerine çalışanlara üretimden pay vererek, üretim gerçekleşmeden tüketimin önüne geçilmesi sağlanır.    

 

Bunlar dengeyi sağlayarak borçlanmayı engeller, devletimizin şu an gırtlağına kadar borca batmış durumdan kurtulmasını  ve  şimdiki gibi hayali değil gerçekten üreterek ve dünyanın gelişmiş ekonomileri ile rekabet edecek şekilde büyümesini sağlar.

 

İnsan fıtratına uygun düzen olan İslam Düzenini yani Adil Düzeni tesis ederek israfa mahal vermeden, insanların, ihtiyaç, arzu ve isteklerini tatmin edebiliriz. Moderniteye ruh veren teori ve pratikle hesaplaşmak için kendine ait teori ve pratiğinin olması gerekir bunlar olmadan yapılan çağrılar sadece yel değirmenlerine savaş açmaktır.

 

 

 

 

Zafer Kafkas






Sayı: 108 | Tarih: 10.07.2011
Ahmet Taşgetiren
Ustalık döneminin anlamı
Rüya; Son kabine mi?
2129 Okunma
Zübeyir Erol
Ebubekir Sifil
Moderniteye Direnmek
Üretmeden Tüketmek
1535 Okunma
Zafer Kafkas
Mehmet Şevket Eygi
Osmanlıya Düşman Reformcu İlahiyatçılar
Osmanlıya değil, kendimize bakalım
1480 Okunma
4 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Yanlış gazlama
Mehmet Haberal neden bu kadar önemli?
1458 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Bütünü çözmek
Af değil erteleme
1213 Okunma
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
Omurga eski, kabine yeni
Arkadaş, memleket nire?
1194 Okunma
Tayibet Erzen
Ruhat Mengi
Çözüm bulunmuş; evlenmesinler!
Yorumsuz
1131 Okunma
Vahap Alma
Taha Kıvanç
Her dört kişiden biri ajan ise...
Zalim ile mazlumu ayırmak
1127 Okunma
Ahmet Kirtekin


© 2024 - Akevler